Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Büyük Bi̇r Boşluk

@derinaydoan

Yine yeni bir bölüm!! Heyecan dorukta mı? Umarım öyledir.

Bu bölüm Murat'ın çocukluğunun son bölümü. Bir sonraki bölüm bakalım kimler kimler geliyooorr 🤩🤩

Herkese güzel okumalar :))

​​​​

Kitabın satırlarında gezen mavi gözleriyle evdeki kavgaları duymazlıktan gelmeye çalışıyordu Murat. Dün 8 yaşına girmişti. Kimse doğum gününü kutlamamıştı. Bugün ise takvimler 6 Mayıs'ı gösteriyordu.

Salondan Perihan'ın "Ben ne senin, ne de o kadının hizmetçisi değilim Veysel!" diye bağırdığı duyuluyordu. Veysel de bağırdı. "Kızım bak şansını zorlama! Yaşamak istiyorsan dediğimi yapacaksın, duydun mu lan beni?" Çığlık seslerini duyan Murat kulaklarını kapatıp kitaba odaklanmaya çalışıyordu. Her gün hiç aksamadan gerçekleşen bu gereksiz kavgalardan bıkmıştı.

Perihan evde bir şeyler kırıp döküyordu. "Perihan! Kes şunu!" diye bağıran Veysel karısını zapt etmeye çalışıyordu.

Perihan tekrar, "Bırak beni! Bıktım senden, borçlarından, aldatmalarından, bıktım!" dedi yırtınarak.

"Ben de senden bıktım ulan! Senden, çocuğundan, dır dırından, sürekli bir ısrar, şikayet yeter lan, yeter!" derken Veysel'in sesi uzaklaşıyordu. Mutfağa gidip eline bir bıçak almıştı.

Perihan ise hâlâ içerde bağırıp çağırıyordu. "Sen zaten ne çocuğumuzu sevdin ne de beni sevdin! Sen vicdansızın tekisin Veysel!" diye bağırışırlarken Veysel'in adım sesleri tekrar salondaki yerini bulmuştu. Perihan'ın sinirden kahkaha atması onun daha korkunç görünmesine sebep olmuştu. "Delirttin beni Veysel, delirttin..." dedi kahkahalarının arasından.

Ona Veysel'in de katılmasıyla ikisi de kahkaha atmaya başladı. "Oğlun da deli olacak bir gün, senin gibi," dedi kahkahalarına bir son vererek. "Biliyor musun... Aslında oğlun da ölmeyi hak ediyor. Ama öldürmeyeceğim. Ben onu... zamanı geldiğinde, mutlu olduğu bir gün öldüreceğim," diye ekledi.

Murat bunları duydukça korkuyordu. "Öldür," dedi Perihan gülerek. Murat'ın gözleri dolmuştu ama hemen silip onları dinlemeye devam etti.

Veysel, "Önce sen..." dedikten sonra Perihan acıyla bağırarak yere düştü. Daha sonra sert bir cismin yere düşme sesinden başka bir ses çıkmadı evden. Bıçağı yere düşürmüştü Veysel.

Kapıyı hafifçe kıvzıttı Murat. Mavi gözleri yerde yatan annesine kayınca, "Anne!" diye bağırdı ve koşarak oraya gidiyordu ki babası onu kolundan tuttu.

"Yürü, gidiyoruz." Oğlunu sertçe kolundan tutup zorla yürütmeye başladı.

Murat dolan gözlerini sildi ve Veysel'i itekleyip annesinin yanın, yere oturdu. "Anne... Neden uyuyorsun? Çok mu acıyor?" Elleri gibi sesi de titriyordu. Veysel çevik bir hareketle Murat'ı yakalarından tutarak zorla götürmeye çalıştı. Murat direndiğinde yüzüne sert bir tokat atmıştı. Tokadın şiddetiyle dengesi şaşmış, yere düşmüştü. Elini yanmaya başlayan yanağına götürmesi en bile fırsat vermeyen Veysel, oğlunu resmen sürükleyerek evden çıkarmıştı. "Kes sesini!" diye gürledi gözyaşları içerisinde kalan Murat'a.

"Annemden kırmızı bir şey aktı. Senin yüzünden oldu!" derken hâlâ ağlıyordu.

Veysel oğlunun acizliğine kahkaha atmıştı. "Kanın ne olduğunu bile bilmeyen ezik! Okula da gidiyorsun ama pek bir halt öğrenememişsin." Öğrendiği şeyler vahşetle ilgili değildi, Veysel için çok masum şeylerdi. Mesela annesine onlarca mektup yazmıştı fakat annesinin onları okumayacağını biliyordu, önceden deneyimlemişti.

Yakalarındaki nasırlaşmış babasının ellerini itmeye kalkmıştı fakat sonuçları yine yüzüne inen bir tokat olmuştu. "Rezil! Yerlerde sürüneceksin sen hep böyle!" deyip Murat'ın her zamanki gibi morluklarla dolu vücuduna bir tekme attı. Murat acılar içinde yerde kıvranırken Veysel art arda birkaç tekmeyi de oğlunun karnına geçirmişti. Bununla da kalmayıp onu saçlarından kavradığı gibi başını yere çarptı. Murat'ın alnından kanlar, gözlerinden ise yaşlar süzülüyordu. Acıyla inlemesini duyan insanların hiçbiri müdahale etmiyordu bu kan dondurucu görüntüye. Hatta aksine, seyretmek eğlenceli gibi görünüyor onlar için.

Toprak zeminde her yeri kirlenmiş olan Murat'a iğrenerek bakıyordu Veysel'i gözleri. "Kalk!" dediğinde Murat'ın gözleri kapanmaya yüz tutmuştu çünkü başı feci derecede kanıyordu. Çok sert çarpmıştı. Kısa süreli bir baygınlık geçirmesi an meselesiydi, ki öyle de olmuştu. Gözlerini tekrar araladığında zifiri karanlık bir ortamda buldu kendini. İnanılmaz kötü kokan, kimsenin görüp bilmediği ücra köşelerdeki bir odaya benziyordu. Babasının sesini işittiğinde yarı baygın yarı ayıktı. "Beş günün var burada. Aç ve susuz." Adım sesleri uzaklaşıyor sandığında yanılmıştı çünkü bilinci tamamen kapanmadan önce babası yüzüne bir tekme atmıştı.

Sonraki bu kötü odadan da karanlık bir ortamdı.

1 gün sonra...

Ağzındaki bağlı olan kumaş yüzünden kuruyan dudakları çatlıyordu. Bilekleri de sıkıca bağlanan halat yüzünden sızlamaya başlamıştı. Veysel onu buraya bağlamıştı, baygın bir çocuğun hiçbir şey yapamayacağını bile bile bağlamıştı.

Mavi gözleri duygusuzca tam karşısına odaklanmışken kapının açılmasıyla gözlerini kıstı. İçeriye loş bir ışık dolmuştu ama içeri giren Veysel'in silüeti tüm umudunu yitirmesine sebep olmuştu. Birilerinden yardım bekliyordu. Ancak bu şöyle bir durumda imkânsız görünüyordu.

Parmaklarının arasında tuttuğu sigarası, yüzündeki sırıtışıyla Murat'a doğru yaklaştı. Diğer elinde ateşte ısıtmış olduğu bıçak vardı. Aldığı ısı sebebiyle metal kısmının rengi değişen bir bıçak...

Büyük bir mutlulukla daha çok yaklaşan Veysel yavaşça dizlerinin üzerine çöktü. "Nasıl gidiyor açlık?" diye sordu sigarasını içine çekerken. Murat'ın cevap verme gibi bir hakkı olmadığı için boş boş suratına baktı. Veysel de yersiz bir kahkaha atıp elindeki sigaraya baktı. Neredeyse bitmişti, hatta son kez içine çekmişti. "Bence ben bu sigarayı yere atıp ortamı pisletmeden söndürmenin bir yolunu bulmalıyım değil mi ufaklık?" dedi çok ciddi bir soru sorar gibi. Murat'tan ses gelmedi, zaten gelmesini de beklemiyordu.

"Buldum! Şu an karşımda bir çöp var zaten, bunun üzerinde söndürebilirim." Öyle de yaptı. Elindeki bitmiş sigarasını özenle tutup Murat'ın koluna bastırdı. Murat ağzı kapalı olsa da acıyla büyük bir çığlık atıp yerde kıvrandı. "Ama bu daha en küçüğüydü," dedi Veysel dudağını bükerek. "Çok mu acıdı? Kıyamam..." Yerdeki bıçağı eline aldı. Ardından acıyla inlemeye devam eden Murat'ın üzerindeki tişörtü yukarı kaldırdı. Bıçağı bir anda sırtına bastırınca daha büyük bir çığlık kaplamıştı kasvetli odayı. Veysel bu sesten zevk aldığı için Murat'ın ağzını açmıştı. "Biraz daha bağır," dedi sırıtarak. Murat acıyla bağırırken ağlamaya başlamıştı.

Sırtı feci derecede yanıyordu. "Baba özür dilerim!" diye bağırdı kıvranırken. Çaresiz kaldığında söyleyebildiği tek şeydi bu. Özür dilemek. Babasına karşı çıktığı için pişman olmuştu, canıyla sınanıyordu. Veysel tekrar kahkaha attı. "Ben seni böyle adam edeceğim," dedi kendini överek.

Dakikalarca süren bu işkencenin ardından Murat ilk defa bugün hayatın onu çok yorduğunu anlamıştı. Veysel hiçbir şey olmamış gibi onu o odada bırakıp çıktığında yanarak sızlayan bölgeleri yorgunluğunu daha fazla hissettiriyordu. O gerçekten bir günde yorulmuştu. Sebebi ise yine babasıydı. Gözlerinde sevginin zerresi dahi olmayan babası...

Dudaklarından yorgun inlemeler çıkarken yanında annesini hayal etti. Yaralarını saran bir anne sıcaklığı. Ama işte hepsi ne yazık ki hayallerde kalıyordu. Elinden annesi alınmış öksüz bir çocuktu o artık. Yüreği her ne kadar kabul etmek istemese yapayalnızdı. Babası vardı ama olmaması onun için daha iyiydi.

4 gün sonra...

Odanın kapısından içeriye ışık sızarken Veysel kapının dibinde durmuş odada göz gezdiriyordu. Işığın bu karanlığı deldiğini hisseden Murat hemen gözlerini hafifçe araladığında karşısında en görmek istemediği yüzü görmüştü. Veysel de onu gördüğüne pek mutlu olmamıştı tabii. Murat'ın yanına gidince onun bacaklarına vurarak, "Kalk!" diye bağırdı. Murat artık acıyı hissetmiyor gibiydi. Tepkisizce Veysel'in yüzüne bakıyordu.

Odayı bir kadının, "Aşkım bu çocuk kim?" diyen sesi doldurmuştu. Kadının 'aşkım' deyişi Murat'ın dikkatinden kaçmamıştı.

Veysel başını o kadına çevirip, "Sonra anlatırım," dedi. Murat'ı yakalarından tutmuş, kaldırmaya çalışıyordu. Murat ise bundan rahatsız olduğu için babasının bacaklarına tekme atıp bırakması için elinden geleni yapıyordu. Hareket ettikçe acıyan sırtını önemsememişti bile. Karşılık olarak o da Veysel'den bir tekme yiyince ansızın halsizleşip orada yığıldı. "Sana tekme atmayı yukarda öğreteceğim ben," dedi Murat'ı kucağına alarak. Kadın hâlâ kapıdaydı ve onları şaşkınlıkla seyrediyordu.

Merdivenlere doğru yürürlerken Murat, Veysel'in kucağında uyumuştu bir anda. Açlıktan ve susuzluktan bitkin düşmüştü. Veysel onu dürterek, "Şş! Uyu diye kucağıma almadım seni," dedi. Murat gözlerini hafif açtığında Veysel'in kucağında kıpırdandı. Kucağından inmeye çabalıyordu fakat Veysel onu bilerek sımsıkı tutuyordu. Murat onun bacaklarına tekrar tekme atmaya başlayınca Veysel de onu saçlarından tutup başını geriye yatırdı. Murat'ın mavi gözleri tavan ile karşılaşmıştı, boynu geriye yaptırmanın etkisiyle acımıştı.

"Ebru şu anahtarı alsana cebimden," dedi Veysel kadına bakarak. Murat bu sayede o kadının isminin Ebru olduğunu da öğrenmişti. Buna çok takılmadan Veysel'in kucağında çırpınmaya devam etti. Eve girer girmez Veysel, Murat'ı kucağından indirip direkt tokat attı. Sinirle söylenmeye başladı. "Sen kendini ne zannediyorsun lan!? Bir şeye benzediğin de yok. Şu haliyle gelmiş bir de bana vuruyor! Çelimsiz." Yüzünü ekşiterek başı yana düşen oğluna bakıyordu. Ebru hayretler içinde izlerken Veysel, "Ebru şuna bir su getirsene," dedi bakışlarıyla bir şey ima ederek. Ebru mutfağa giderken Veysel, Murat'ı omuzlarından tutup arkasını döndürdü. Elini bilerek Murat'ın sırtına değdirmişti. Murat yüzünü ekşiterek kendini inlememek için sıktı. Veysel daha sonra ellerini ve ağzını açıp dokunmaya tiksinir gibi hareketler yaparak onu duvara itti. Asıl tiksinilmesi gereken insanın kendisi olduğunun farkında değildi.

Elinde su bardağı ile yanlarına gelen Ebru da merak ettiği için, "Veysel artık bu çocuğun kim olduğunu ve neden dövdüğünü söyleyecek misin?" diye sordu.

Veysel bardağı Ebru'dan alırken, "Neden dövmüş olabilirim sence? Boyuna bakmadan bana vurmayı cesaret ettiği için olabilir mi?" dedi.

Ebru, Veysel'e yan yan bakarken Murat'a dönüp onun boyuna göre eğildi. "Veysel senin baban mı?" diye sordu. Murat, Veysel'e göz ucuyla baktıktan sonra başını aşağı yukarı salladı. "Peki babana neden vurdun?" diye bir soru daha sordu. Murat'ın cevabı kesindi. "Canımı ya-" diyeceği sırada Veysel yine onu susturdu. Bardağı ona verip, "İç şu suyu, ben anlatırım her şeyi sana gerek yok," dedi. Murat ters bir bakış atarak bardağı tepesine dikti. Suyun tadı biraz garip gelmişti ama yine de çok susadığı için içmişti.

Bardağı Ebru'ya uzatınca Veysel, "Git kendin bırak o bardağı, hizmetçin yok senin," dedi. Mavi gözleri duygusuz bir şekilde bakarken hiç bozuntuya vermeden mutfağa gidip bardağı yıkadı ve makineye yerleştirdikten sonra mutfaktan çıktı. Dış kapıya yönelirken Veysel kolundan tuttu. "Nereye?" diye sordu kaşlarını havalandırarak.

Murat, "Annemin yanına," diye yanıtladı kararlı bakışları ile.

Veysel'in büyük bir kahkaha atması onu sinirlendirmiş olsa da bunu yüzüne yansıtmadan aynı şekilde bakmayı sürdürdü. "Yav ben bu çocukların kafasını harbiden anlayamıyorum! Ölmüş kadının yanına mı gideceğini söyledin sen daha demin?" dedi gülerken.

Ebru göz devirmişti. "Veysel yeter, bırak gitsin."

Elini cebine koydu Veysel rahat bir tavırla. "Tamam canım bir şey demedik." Tekrar Murat'a baktı. "Yürü git hadi anneciğinin yanına," derken kapıyı gösterdi. Murat, Ebru'ya ve Veysel'e kısa süreli bir bakış attıktan sonra kapıyı açıp gitti. Basamakları tek tek inerken aklından bir sürü soru geçiyordu. Annesinin cesedi hâlâ o evde miydi, yoksa biri hastaneye mi götürmüştü gibi sorular aklını kurcalıyordu.

Daha önce hiç geçmediği yollarda yürüdüğünü fark etti. Tanıdık sokaklara gelince işi kolaylaşmıştı. Eski evlerine geldiğinde kapının aralık durduğunu gördü. Kaşları çatılırken kapıyı biraz daha itip içeri girince yerde sadece kan olduğunu fark etti. Annesinin yokluğunu bu evde daha çok hissediyordu.

Odaları tek tek dolaşırken evin her köşesi ona kötü anılarını anımsatıyordu. Bir insanın doğduğu, büyüdüğü evde hiç mi güzel anısı olmazdı? Onun yoktu. Aksine o ev tam anlamıyla bir cehennemdi. Tüm acılar, tüm yok oluşlar, tüm kaybedişler ve tüm yenilgiler demekti o kasvetli ev. Kapıları kırık dökük, parçalanmış bir ev...

Yatak odasına girince gardıroptan annesinin kıyafetlerinden birini aldı ve burnuna yaklaştırıp kokusunu içine çekti. Kıyafete bir damla gözyaşı düşünce ağlamayı kesip kendi odasına gitti. Okul çantasının içine elindeki annesine ait olan kıyafeti koydu. Kitaplarını kucaklayarak evden ayrıldı. Okula doğru yol alırken annesinin hangi hastanede, hatta mezarının nerede olduğunu sorguluyordu. Okul çıkışı Veysel'e sormakta tereddüt ediyordu ama soracaktı.

Okul bahçesine kısa sürede gelince nöbetçi öğretmenlerden biri Murat'a yan yan bakıyordu. İki-üç ders geç kalmıştı, bu da öğretmenlerin rahatsız edici bakışlarının sebebiydi. Zil çaldıktan sonra "Sayın öğretmenlerimiz, ders zamanı, iyi dersler," diye anons edildiğini duyunca adımlarını hızlandırdı. Okul binasına girdi ve merdivenleri koşarak çıktı. Sınıf kapısının önüne geldiğinde kapıyı dinledi. Öğretmen zil çalmadan önce gelmişti hatta ders işlemeye başlamıştı. Murat öğretmenin kızacağını bildiği için derse girmedi ve sınıf kapısının yanında oturdu.

Derslerine geç kalmış olması okula gelmeyeceği anlamına gelmiyordu, ki gelmemek için sebebi de vardı. Sonuçta annesi ölmüştü. Bu bir bahane değil, bir sebepti. Yine de derslerini önemsediği için gelmişti. Zaten günlerdir devamsızlık yapıyordu. Oysaki okulda en yüksek matematik ortalamasına sahip olan kişiydi, Murat. Öğretmenleri onun matematik zekasına şaşıp kalıyorlardı. Böylesine başarılı bir öğrenci, her gün acı çekmekten okula gelemiyordu.

Gözlerinin dolduğunu hissetmişti Murat. Hemen gözlerini sildi. Ayağa kalkıp derin bir nefes aldı ve kapıyı tıklatıp açtı. Acısını bir kenara bırakmış, gayet rahat tavrıyla içeri giren bir Murat vardı öğretmenin karşısında. "Murat, biz sınıfa girerken ne diyoruz?" diye sordu öğretmen.

Murat iç geçirip, "Geç kaldığım için özür dilerim," dedi öğretmene bakarak. Kadının imalı bakışlarını anlayınca cümleyi, "öğretmenim," diyerek tamamladı. Kadın başını 'geçebilirsin' anlamında sallayınca Murat boş bir sıraya oturdu.

Çantasından kitaplarını çıkartırken öğretmeni yanına gelip "Okul formanı neden giymedin?" diye sordu. Murat omuz silkip kitabında göz gezdirdi. "Karşında bir öğretmen var senin! Düzgünce cevap verir misin bana?" dedi sinirli çıkan sesiyle.

"Yıkanmadı çünkü." dedi Murat kısaca.

Öğretmen alayla burnundan güldü. "Klasik öğrenci yalanı. Niye yıkanmadı, annenin makineye atacak zamanı mı yoktu?"

Murat'ın sinir katsayısı yükselirken sakin kalmaya çalışarak, "Benim annem yok artık," dedi içindeki acısını gizlerken.

Kadın bir an afalladı ama aynı ifadesi tekrar yerine geldi. Sesini temizleyip tahtaya doğru ilerlerken bir yandan da dersi anlatmaya kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Murat, öğretmenin bu umursamaz hâlinden dolayı insanlara olan güveninin, sevgisinin azaldığını fark etti. Başını açık olan kitabına gömüp sessizce ağladı. Öğretmen bunu fark ettiği hâlde bilerek onun üstüne oynuyordu. "Evet, bu metni bize Murat okuyacak," dedi kollarını önünde bağlayarak. Murat kafasını kaldırmadı, aynı pozisyonda ağlamaya devam etti.

Sınıftan bir çocuk, "Öğretmenim, Murat ağlıyor," dedikten sonra herkes ona baktı. Murat kendine ağlıyor denmesinden nefret ettiği için sinirle elini yumruk yaptığında öğretmen, "Murat okur musun?" dedi ısrarla.

Herkes onu izlemeye devam ediyordu. Murat başını kaldırınca ayağa kalktı ve "Okumayacağım!" dedi bağırarak. Kitabını çantasına koyup çantayı omzuna taktı.

Koşar adımlarla sınıftan çıkacağı sırada öğretmen, "Nereye gidiyorsun izin almadan!?" diye bağırdı. Ona aldırmadan okuldan çıktı. Sahile doğru yürürken gözyaşlarına hakim olamıyordu. Yanan sırtını bile düşünecek hâli yoktu. Antalya'nın sakin sahillerinden birine gelince çantasını kumlara fırlatıp yere oturdu. Bir anda başı dönmeye başlamıştı. Midesinin aniden bulanmasıyla kumlara kustu. Ağzına acı bir tat gelmişti. Çünkü babası içtiği suya zehir koydurtmuştu. Ebru'ya attığı o bakışların sebebini şimdi anlamıştı.

Başı hâlâ dönerken ayağa kalktı. Denizin kıyısına gidip o kokuyu içine çekti kendine gelebilmek için. Ansızın halsizleşmesiyle dizlerinin üstüne oturdu. Deniz suyu dizlerine temas edip yaralarını yakarken yine annesini düşünürek ağladı. "Anne..." diye mırıldandı gözyaşları art arda sıralanırken. "Canım çok acıyor anne." Acıyla inleyerek yere sırtüstü yattı. Kendini dalgaların kollarına bırakmıştı. Annesine, sıcaklığına ve güvende hissettiği kollarına çok ihtiyacı vardı. Kalan tüm gücüyle içinden geldiği gibi bağırdı. Gökyüzüne bakarak acısına doğru haykırdı. Sonrası ise acılı gözyaşlarıydı. Yaşadığı tüm kötü anıları gözünden geçerken bağırışlarının içinde tek bir cümle döküldü dudaklarından. "Ben hiçbir şey yapmadım!" diye bağırdı. Derin bir nefes çekerken dolan gözlerinden yaşlar akmaya devam etti. Söylediği cümle yaşadıklarının tümünün özetiydi onun için.

Hiçbir şey yapmamıştı. Tek suçu doğrunun peşinden gitmekti ama doğrular aslında onun hiçbir şeyiydi. Çünkü her zaman doğruların önüne geçen bir babası vardı, olmaya da devam edecekti. O hiçbir şey yapmamıştı, bunu yine tekrarlamıştı. "Ben hiçbir şey yapmadım baba!" diye bağırıp daha güçlü ağladı. Avucunun içindeki kumları sıktı. Gökyüzüyle büyük bir uyum içinde olan mavi gözlerinin tek farkı şu an gözyaşlarına boğuluyor olmasıydı. Tam şimdi yağmur yağsaydı, beraber gözyaşı dökselerdi yeriydi. O da bunu istiyordu fakat ağlayan bir tek Murat'tı. Kısa bir süre susup etrafına baktı. Herkes gülüp eğlenirken acı çeken, ağlayan, her nefes alışında daha çok biten, yangını körüklenen, fark edilmeyen tek çocuktu.

Sağ taraftan gelen, "Kumdan kale mi yapacağız!" diyen bir kızın sesi geldi. Başını oraya çevirince küçük bir kızın babası ile kumdan kale yaptığını gördü. Gözyaşları aniden dururken bu aile sıcaklığına hasret bir şekilde onları izledi.

Küçük kızın annesi şezlonga gidip eline telefonunu aldı. Çaktırmadan kızını videoya çekmeye başlamıştı ki küçük kız bunu fark edince, "Ya video çekiyor!" diye bağırdı gülerek. Kızın babası, "Kim?" diye sorunca, "Annem!" dedi sinirli olmaya çalışan bir ses tonuyla. Murat onları öyle görünce belli belirsiz gülümseyebilmişti ilk defa. Onun ailesi neden böyle değildi? Onun annesi birkaç gün önce varken şimdi neden yoktu ve neden adalet yerini bulmuyordu? Tüm bu yıkıntının sebebi babasıydı. "Babam" demeye utandığı kara lekesiydi.

Veysel'in anlatımıyla...

Sevdiğim kadın ile beraberdim sonunda. Evli olduğum kadını bıçaklamıştım ama bu sevdiğim kadını da bıçaklayacağım anlamına gelmiyordu. Sevmediğim bir kadın ve sevmediğim çocuğuyla beraberdim yıllardır. Ben o kadınla zorla evlendirilmiştim, onun o lanet çocuğu yüzünden. Bu yüzden ikisine de işkence etme hakkını kendimde görüyordum, çünkü onları sevmiyordum.

Özellikle Murat'tan tiksiniyordum. Onun bendeki ilk eksisi erkek çocuk olmasıydı. İkinci eksisi ise onun, evli olduğum kadının yediği bir halt olmasıydı. O olmaması gereken bir fazlalıktı benim için ve hâlâ öyle. Gerçekleri bilse o da kendinden tiksinirdi. Fakat bunca zamandır Perihan yüzünden susuyordum. Bir gün bu gerçeği öğreneceğini Perihan'a kaç kere söyledim ama dinletemedim.

Ebru'ya neden Murat'a kötü davrandığımı, hatta gerçekleri anlattım. O da sevmeyecekti Murat'ı, biliyordum. Onu kim niye sevsin ki zaten? Bir gün benim sayemde delirecek ve tımarhaneye atılacak bir çocuktan bahsediyorduk sonuçta. Ama işte Murat'a gereksiz biri olduğunu söyleyince suçlu yine ben oluyordum, oysaki haklı olan bendim. Kimse beni haklı bulma taraftarı değildi, tek sorun da buydu. Ailem bile beni suçlardı her şey de. Ben gençken ailemden bağımsız, sürekli içen, her gün yeni bir sevgilisi olan biriydim. Benim tabiatım buydu, beni değiştiremezlerdi. Abim olacak o herif ise her zaman beyefendi, sevgilisine hep sadık kalan -her seferinde evlenip boşanıyordu-, mülayim bir insandı -güya-.

Biz birbirimize bu kadar zıt olduğumuz için anlaşamıyorduk ve bir gün çok büyük bir kavga etmiştik. O gün bugündür hiçbir şekilde konuşmuyor, görüşmüyorduk. Biz birbirimize düşman kesilmiştik. Ebediyen de öyle kalacaktık.

"Haksız mıyım sence ona böyle davranmakta?" diye sordum Ebru'ya. Birinin bana haklı olduğumu söylemesine ihtiyacım vardı.

Gülümseyerek başını salladı Ebru'm. "Haklısın sevgilim," dedi bana sarılarak. Ben de ona sarıldım. Biz Ebru ile çok mutluyduk. Hatta bizim bir çocuğumuz olacaktı. Tabii ki erkek çocuk olmasını istemiyordum çünkü Murat'a benzemesinden endişeleniyordum. Murat'ı ilk gördüğüm gün ondan nefret etmiştim. Tamam, bebekti, masumdu kabul ediyorum ama her gün onu görmek zulüm gibiydi. Onu asla sevmeyecektim, kalbimde ona yer yoktu. Ebru ben ve çocuğumuz için yer vardı sadece.

Telefonumun çaldığını duyunca Ebru'dan ayrılıp kimin aradığına baktım. Murat'ın okulundan arıyorlardı. Yine ne oldu diye düşünürken sinirden terlemeye başlamıştım bile. "Efendim?" dedim nefesimi kontrol etmeye çabalarken.

"Veysel Bey, merhaba. Ben Murat'ın öğretmeni Oya," dedi telefonun ucundaki kadın.

"Buyrun?" dedim pencereden dışarıyı izleyerek. Çoktan sinirden ellerim titremeye başlamıştı.

"Murat günlerdir devamsızlık yapıyor da size sormak istemiştim. Bugün de okula geç geldi. Arkadaşlarına kötü örnek olacak davranışlarda bulundu ve bir anda bağırıp çağırdı. Şimdi de okulda yok. Derste saygısızca hareketler yapıp izin almadan çıktı sınıftan," dediğinde elimi alnıma bastırıp sinirli bir nefes verdim.

"Ne gibi davranışlar, biraz açar mısınız?" diye sorduğumda, "Derste dediklerimi yapmadı, bana bağırdı. Hatta benimle arkadaşıyla konuşurmuş gibi gayet rahat bir tavırla konuştu. Bir an önce oğlunuza çekidüzen verseniz iyi olur. Bu konu hakkında sizi bilgilendirmek istedim." diye cevap verdi.

Kadının dediklerini duyan Ebru dudaklarını dişliyordu. "Tamamdır hocam, teşekkür ederim. Ben onunla konuşacağım," dedim kadına. Telefonu kapatınca direkt arkadaşım İrfan'ı aradım.

Kısa sürede, "Vay! Abim aramış be!" diyen sesini duydum. Şimdi boş yapma zamanı değildi.

"İrfan, bizim oğlanı bir bulsana sana zahmet. Malzemeyi de al, ne yapacağını biliyorsun sen," dedim salonda volta atarken.

"Tamam abiciğim, o iş bende! Haydi Allah'a emanet." deyip telefonu kapattı.

"Malzeme derken?" diyen Ebru'ya döndüm.

"Bıçak işte ya." diye yanıtladığımda Ebru'nun gözleri büyüdü. "Çocuğu bıçaklayacak mısın, zaten suyuna zehir koydurttun." dedi şaşkınlıkla.

"Bıçaklattıracağım," diyerek onu düzelttim ve devam ettim: "Öyle bildiğin bıçaklama değil. Onda iz bırakacak bir çizik... Büyüyünce unutamayacağı bir hatıram daha olsun, değil mi?"

 

Bu bölümünde sonuna gelmiş bulunmaktasınız ;)

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Bir sonraki bölümde artık büyüyeceği için heyecanlı mısınız? 🤩

Veysel'in anlatımı nasıldı?

Loading...
0%