@derinaydoan
|
Herkese yeni bir bölümle selamlar!! 🥰 Bi kaç yıl geçti tabi aradan. Çok üstünde durmamaya çalışıyorum çocukluğu için. Keyifli okumalar... 😇 Murat artık dört yaşındaydı. Küçüktü ama yaşadığı acılar büyüktü. Normal şartlarda anaokuluna gitmesi gerekirken o gidememişti. Çünkü annesi kendi parasını kazanmak için çalışıyordu ve Murat'ı nedeni bilinmeyen bir sebepten ötürü yanında götürmüyordu. Evet, o küçücük bir çocuğu evde yalnız bırakacak kadar delirmişti. Eskisi kadar sakin bir kadın olmadığının farkındaydı. Bunun sebebi sadece ve sadece hayatını mahveden o adamdı. Zorunluluktu, çaresizlikti, yenilgiydi... Az sonra eve gelecek olan babasını korkuyla bekleyen, tıpkı annesi gibi çaresiz bir çocuktu Murat. Sessizdi, hem de çok sessizdi. Her şeye susup teslim olmayı tercih ediyordu ve sonucu hep kolundaki morluklar oluyordu. Gök mavisi gözleri hak etmediği morluklarına kayınca içi ürpermişti. Damarlarında buz gibi kanlar dolaşıyordu her baktığında. Aklına o morluklara bir yenisi daha ekleneceği geldiğinde korkusu da büyümüştü. Bu seferki dayak yeme sebebi ne olacaktı? Kapının çalmasıyla oturduğu yerde irkilerek gözlerini kapıya çevirdi. Her gün aynı şeyleri yaşadığı için bu duruma alışmıştı ve duygusuz bir ifadeyle kapıya yönelmişti. Elini tam kapının koluna uzatmıştı ki parmaklarının istemsizce titrediğini fark etti. Onu korkutan şey titreyen elleri olmuştu. Veysel'in, "Aç şu kapıyı!" diye bağırması ile daha çok korktu. Çaresiz, kapıyı açmıştı. Veysel elinde siyah poşetle karşısındaydı. Kumar oynamış ve tabii yüksek dozda alkol almıştı. Ayakkabılarını çıkarıp elindeki poşeti Murat'a fırlatırcasına verdi. "Ayakkabılarımı al oradan," dedi içeri geçerken. Murat ayakkabılara bıkkın bakışlar atarken Veysel, "Hadi, ne bakıyorsun?" dedi gözleriyle kapının dışarısında duran ayakkabılarını işaret ederek. Murat bir elinde poşet varken diğer eliyle ayakkabıyı aldı ve dirseğiyle kapıyı iterek kapattı. Kapı yanlışlıkla sert bir şekilde çarpınca Veysel gözlerini büyüterek hemen Murat'a döndü. Onu kolundan sıkıca kavrayıp sarstığı sırada, "Ne yapıyorsun lan sen!?" diye gürledi. Murat bozguna uğramış bir ifadeyle Veysel'e bakarken Veysel tekrar atıldı. "Özür dilesene oğlum!" Murat'ın burada takıldığı tek nokta babasının ona oğlum demiş olmasıydı ama bunu sinirle söylemişti. Yine de bu Murat'ı az da olsa umutlandırmıştı çünkü o hâlâ küçük bir çocuktu. Umutları tükenmemişti. "Ö-özür dilerim," dedi korkunun kekelemesine sebep olduğu saniyelerde. "Pislik velet," diyerek geri çekildi Veysel. Ardından gözleri tekrar Murat'ın elinde tuttuğu ayakkabılarına kaydı. "Koy şunları." Şu hayatta en son bile istemeyeceği şey babasının lafını ikiletmekti. Çünkü yolun sonu işkence ve dayaklardan ibaretti. Ayakkabıları yerine yerleştirip mutfağa gidiyordu ki, "Onları bırak, bana viski getir. Büyük bardağa koy," dedi Veysel bu sefer de. Murat duraksayıp Veysel'e ters bir bakış atınca Veysel sinirle bir nefes verdi. "Yürü, hadi!" Murat sesini çıkarmadan mutfağa gidip poşeti masaya koydu. Bir sandalye çekip tezgaha doğru dayadı. Bunu boyu dolaplara yetmediği için yapmak zorundaydı. Sandalyeye çıkıp bardakların olduğu dolabı açtı ve Veysel'in istediği o büyük bardaktan alıp tezgaha koydu. Sandalyeden inip masaya koyduğu siyah poşeti açtı. Üç çeşit içki vardı. Hangisinin viski olduğunu bilmiyordu. Rastgele bir tanesini alıp kapağını açmaya çalıştı ama gücü yetmiyordu. Bir bıçak yardımıyla şansını denedi. Fakat olmuyordu. Ürkek adımlarla Veysel'in yanına, salona gitti. Elindeki şişeyi titreyen eliyle Veysel'e uzatıp, "Açamadım," dedi içine kaçmış bir sesle. Veysel sinirle bir nefes daha verdi. Ardından Murat'ın sarıya çalan saçlarını var gücüyle kavrayıp çekti ve başını geriye yatırdı. Murat dengesini kaybedince elindeki şişeyi de düşürmüştü. Şişe ise sert bir düşüş sonucunda şiddetli sesler eşliğinde tuzla buz olmuştu. "Bir işi de becer ulan! Zaten yanlış getirmişsin aptal!" diyerek ortalığı inletirken Murat'ı sertçe yere doğru itti. Sol tarafına düşünce Veysel'in üstüne üstüne yürüyüşünü görmüştü. Yerdeki kırık cam parçalarından biri ise elini kesmişti. Yaşadığı anın şokunu henüz atlatamamışken Veysel öfkeli bir şekilde onu saçından tekrar tutup zorla oturur pozisyona getirtti. Sadece birkaç saniye geçmişti o tokadı yüzünde hissettiğinde. "Bunun her bir damlasının parasını canınla ödetirim lan sana!" diyerek karnına sert bir tekme atmıştı. Murat acıyla öksürerek onu durdurmaya çalıştı fakat bu sefer de bir tekme kaburgalarına yemişti. Acıları dayanılmaz bir hâl alınca gözyaşları hiç durmaksızın akmaya başladı. Veysel kısa bir süre durduğunda o gözyaşları yüzünden bulanık gören mavi gözlerini babasına çevirdi. Kemerini itinayla çıkardığını görmesiyle yerden hızla doğrulmaya çalıştı. Elini kaburgalarına götürüp koşar adımlarla koridora ilerlerken Veysel onu hemen tuttu. Murat'ın elinden ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu. Babası onu öfkeyle tuttuğu gibi banyoya götürdü ve soğuk suyu açıp Murat'ı duşun altına soktu. Oğlunun acılı inleyişlerine aldırmadan soğuk suyun altında ıslanmasını bekledi. Murat elini kaburgasından bir an olsun ayırmadan ecelini bekler gibi babasının yapacağı hamleyi bekliyordu. Tam anlamıyla ıslandığından emin olan Veysel elindeki kemeri daha sıkı kavrayıp oğlunun ıslanmış bedenine sertçe savurdu. Sırf canı daha çok yansın diye bunu bile yapmıştı. Kemeri art arda savurmaya devam ederken, "O votkanın parasını ya ödersin ya da ben senin canınla ödemene yardımcı olurum! Seç birini," dedi bağırarak. Kemeri tekrar Murat'a savurdu. Murat acıyla bağırıyordu. "Özür dilerim baba..." dedi acılı inleyişlerinin arasından. Veysel daha çok sinirlenip kemeri var gücüyle savurmaya devam etti. Murat bedenin acıdan uyuşması sebebiyle hiçbir şey söyleyemiyordu ama dudaklarının arasından çıkan tek kelime, "Anne..." olmuştu. Bir daha, "Anne..." diye sayıkladı. Ona şu an çok ihtiyacı vardı. Ancak sorun da annesinin bu gibi durumlarda hiç yanında olmamasıydı. Kapının açılma sesini duyan Veysel hemen suyu kapatıp banyodan çıktı. Murat tabii ki umurunda olmamıştı. Gelen kişi ise pek de şaşırtıcı değildi. Perihan gelmişti. Gelir gelmez bir terslik olduğunu anlayarak Veysel'e döndü. Bir şey deme ihtiyacı bile hissetmeden evin içinde, "Murat!" diye seslendi gücü kalmayan oğluna. Evde çıt çıkmayınca tüm odaları gezindi. En sonunda banyoya girdiğinde gözleri korkuyla açıldı. Yerde sırılsıklam, soğuktan kesik kesik nefes alan ve acıdan uyuşmuş bedenini hareket ettiremeyen oğlu vardı. Koşarak yanına otururken, "Oğlum!" diye feryat etti. "Murat ne bu hâlin? Bir şey söyle anneciğim." Ne söyleyebilirdi? Gözleri yorgun yorgun bakarken o ne söyleyebilirdi? Kesik nefesler almaya devam ederken Perihan onu bir anne sıcaklığıyla sarıp kucağına aldı. "A-anne..." dedi soğuk suyun etkisinden hâlâ kurtulamadığı için kekeleyerek. "Annem..." dedi Perihan gözleri dolarken. "Söyle anneciğim." Mavileri acı içinde annesinin kahverengi gözlerine bakıyordu. Ağzını araladı ama bir süre konuşamadı. "Ço-çok acıyor." Gözünden yaşlar art arda sıralanıp çenesine doğru süzüldü. Yüzünde hissettiği tek sıcak şey gözyaşlarıydı. Perihan hızlı hızlı başını iki yana sallayarak, "İyi olacaksın oğlum. Ben şimdi acıyan yerlerine krem sürerim geçer," dedi kısık sesle. Keşke her şey bu kadar çabuk geçseydi. Ama bu mümkün değildi ne yazık ki. Kremler o yarayı sadece kısa bir süreliğine uyuşturabilirdi. Zamanla tamamen geçmiş olsa bile izi onda hep kalacaktı. Daha fazla üşümemesi için onu hemen odaya götürdü Perihan. Kucağındaki hareketsiz oğlunu yavaşça yatağa yatırdı ve üzerindeki ıslak kıyafeti çıkardı. Vücudundaki morlukları görünce duraksamıştı. Bu görüntü çok acımasızdı, aynı zamanda da çok acıydı. Gözünden akan yaşları elinin tersiyle sildikten sonra bir havlu aracılığıyla onun canını acıtmamaya çalışarak ıslak bedenini kuruladı. Murat oturur pozisyona geldiğinde annesi onun saçlarını da kuruttu. Mavi gözlerini annesinden bir an olsun ayırmamıştı. "Anne," dedi boğuk bir sesle. "Benim her yerim mor olursa insanlar benden korkar mı? Korkmazlar değil mi?" Dudağı patladığı için zar zor gülümsemişti. "Ben öcü değilim ki..." Perihan bu sözlere cevap verememişti. Oğlunu zavallı olarak görüyordu. İçeriden Veysel'in, "Murat, buraya gel!" diyen sesi gelmişti. Perihan iç geçirerek oğluna tişörtünü giydirip odadan çıktı. Ardından Murat'ta elini yine kaburgalarına götürerek odadan çıkmıştı. Salona girdiğinde yerde hâlâ temizlenmemiş olan cam parçalarına baktı. Veysel de aynı noktaya bakarak, "Temizle şurayı," diye emir verdi. Murat ikiletmeden dizlerinin üzerine oturdu. Perihan ise sadece arkalarından izliyordu. Cam kırıklarını tek tek toplayan oğluna bakarken Murat'ın eli karnına gitmişti. Kaşları çatılan Perihan ağır adımlarla Murat'ın yanındaki yere oturdu. "İyi misin anneciğim?" diye sorduğunda Murat'ın yüzü acı çeker gibi bir hâl almıştı. "Midem bulanıyor," demesiyle Veysel onu itekleyip, "Tek kelime etme, temizle şurayı. İşe yaramaz velet," dedi ve yersiz hakaretlerine devam etti. "Çelimsiz, ucube, ezik, zavallı... Beceriksiz." Murat buna içten içe üzülürken kalbinin de tıpkı topladığı cam parçaları gibi bir hâl aldığını fark etmişti. O yine bunları içine atıp cam parçalarını avcunda biriktirdi. Perihan, Veysel'in bu hâlinden tiksinmiş gibiydi. Veysel ise umursamaz tavırlarıyla oturduğu yerden kalktı ve salondan çıkacağı sırada Perihan onu kolundan sertçe tutup durdurdu. Veysel'in tam karşısında dikilip yüzünü ekşiterek suratına tükürdü. "Pislik herif!" derken Murat neye uğradığını şaşırmış bir halde onları izliyordu. Veysel üstündeki kazağın bilek kısmı ile yüzünü silip kahkaha atarak Perihan'a baktı. Ardından Murat'a dönüp, "Senin bu anan var ya..." dedi Perihan'ı göstererek. "Cesur kadın valla," deyip tekrar Perihan'a döndü. Elini onun saçlarına götürüp yüzüne gelen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Güzelim benim..." derken Perihan onun ellerini itip yerdeki cam parçalarından birini alıp Veysel'i duvara doğru itekledi ve cam parçasını Veysel'in boynuna dayadı. "Keşke biraz abine benzeseydin, yazık olmuş sana," dedi Perihan küçümser bakışlarla. Murat ortamın gerginliğinden korkup elindeki cam parçalarını yere atmıştı. Veysel'in bakışları Murat'a dönerken Perihan izin vermeyip onu çenesinden tuttu ve bakışlarını kendine çevirmesini sağladı. "Sana acıyorum." Sesinde küçümseyici bir ton vardı yine. Küçümser bakışların yerini bu sefer Veysel'in ifadesi kaplamıştı. "O herifi cidden sevdin mi?" diyerek yine Murat'a döndü. Tam konuşacağı sırada Perihan, "Sus! Çocuğun yanında o adamın adını ağzına alma," dedi cam parçasını boynuna daha çok bastırarak. Veysel her zaman ki ciddiyetsizliği ile yine güldü. "Bak bak, nasıl da korkuyor! Öldürsene," dedi gözüyle cam parçasını işaret ederek. "Öldür, çocuğun da sen de mutlu olun." Murat konuşmalardan hiçbir şey anlamıyordu ama aldığı darbeler nedeniyle midesi daha çok bulanmaya başlamıştı. Ancak böyle bir durumda bunu dile getirmeye korkuyordu. Sustu, hep olduğu gibi. Annesi onu görsün diye ayağa kalkmıştı fakat gören olmamıştı. "Ulan şu lanet çocuğun babasız ka-" derken Veysel'in sözünü kesti Perihan. "Sana sus dedim! Hiç düşünmem, gebertirim seni," dedi gözlerini kısarak. "Tamam, ben de gebert sıkıyorsa diyorum!" diye yükseldi Veysel de. Araya Murat'ın, "Anne, midem bulanıyor," deyişi girmişti ama ikisi de zerre kadar önemsememişti. "Yine de..." dedi Veysel, Murat'ın sesini duymazlıktan gelirken. "Bana teşekkür etmen gerekirdi. Sonuçta bu eve parayı ben getiriyorum, senin şu işe yaramaz oğlun da benim getirdiğim parayı yiyor." Söylediklerinin hepsi koca bir yalandan ibaretti. Eve getirdiği para kumar parasıydı ve Murat'ı neredeyse günlerce aç bırakıyordu. Perihan bu yüzden çalışıp kendi parasını kazanıyordu. Perihan, "Getirdiğin para da para olsa..." derken Murat bir anda camların üstüne düşüp kan kusmaya başladı. Camlar dizlerini parçalıyordu ama kan kusmaktan başı döndüğü için acısını hissetmiyordu. Perihan telaşla Murat'ın yanına koştu. "Oğlum!" dedi onu omuzlarından sarsarak. Murat ciğerleri sökülürcesine öksürmekten konuşamıyordu. Öksürdükçe etrafa kan sıçrıyordu. Mavi gözlerinden bir damla gözyaşı camların üstüne damlarken Perihan onu hemen kucağına alıp koltuğa yatırdı. "Murat, anneciğim bir şey söyle!" dedi bağırarak. Söyleyemiyordu... Bir posta daha kan kustuktan sonra gözleri kapanmaya başlamıştı. "Veysel arabayı hazırla!" dedi Perihan. "Hazırlamıyorum lan ne yaparsınız yapın!" dedi Veysel yatak odasına giderken. "Vicdansız köpek!" diye bağırdı Perihan arkasından. Veysel'in umrunda bile olmamıştı. Perihan sinirden ağlıyordu. "Ölecek çocuk burada, adamın umrunda değil." diye söylenirken Murat'ı kucağına alıp hızlı adımlarla evden çıktı. "Dayan oğlum, dayan..." Ağladığı için etrafı da bulanık görüyordu. Ambulansı aramak istiyordu ama telefonu yoktu, taksiye binecek parası yoktu evde unutmuştu acele ettiği için. Kucağındaki oğlunun dudaklarının arasından sert bir nefes çıktı. Belki de son nefesiydi. Kolu aşağı sallanmıştı, gözleri tamamen kapanmıştı. Perihan sokak ortasında büyük bir çığlık koparınca yoldan geçen herkes ona baktı. Bir kadın yardım etmek için yanına geldi. "Ya-yardım edin, n'olur!" dedi kekeleyerek. Kadın sakince başını sallayıp, "Edeceğim, sorun nedir?" derken bakışları Murat'a kaymıştı. "Oğlunuz mu?" Perihan başını hızlıca aşağı yukarı salladı. "Kan kustu." dedi oğlunu sımsıkı kavrayarak. "Tamam, siz sakin olun ben doktorum. İsminizi öğrenebilir miyim?" diye sordu kadın. Yanıt hemen geldi. "Perihan." Kadın başını sallarken Murat'ı kucağına alıp dikkatlice yere yatırdı. "Ben de Kardelen." Hemen muayene etmeye başlamıştı.Eline telefonu alıp ambulansı ararken Murat'ın nefes alıp almadığını kontrol ediyordu. Kaşları çatılmıştı. Telefonu hızla Perihan'a verdi. "Ambulans çağırın siz acil müdahale etmem gerekiyor." Perihan telefonu alıp adresi söylerken Kardelen, Murat'ın nefes alamadığını fark etmişti. Gözleri soğuk zeminin soğuk hissiyle hafif aralanmıştı fakat nefes almak için çırpınıyordu adeta. Perihan ise korkuyla oğlunun elini tutmuştu. Elleri buz gibiydi. Kardelen nefes alabilmesi için suni teneffüse başlamıştı İnsanlar onların etrafında yuvarlak oluşturmuşlardı ve izliyorlardı. Kardelen suni teneffüsü durdurup nabzını kontrol etti. Nabzı olması gerekenden yavaştı. Kardelen onun başını biraz dikleştirip nefes almasını kolaylaştırmaya çalıştı. Murat'ın o an derin bir nefes almasıyla herkes rahatlamıştı. Tam bu sırada ambulansın siren sesiyle doldu sokak. Herkes ambulansı dört gözle beklerken Murat'ın gözleri hafif aralanmıştı. Herkesin onun başında dikildiğini görünce korkmuştu. Ambulansın kapısı açıldı ve içinden sağlık çalışanları sedye ile Murat'ın yanına koştular. Dikkatlice yerden kaldırıp sedyeye yatırdılar. Nefes alması için ambu balon maskesiyle destek oluyorlardı. Murat'ı ambulansa bindirirlerken Perihan, Kardelen'e döndü. "Çok teşekkür ederim, siz olmasaydınız daha kötü olurdu," dedi minnettar bir şekilde. Kardelen usulca başını eğip kaldırdı. "Rica ederim, görevim. İsterseniz hastanede de onunla ben ilgileneyim." Perihan bir şey demeden Kardelen'e sarılıp sesli bir şekilde ağlamaya başladı. "Siz olmasaydınız..." derken Kardelen de ona sarıldı. "İyi olacak güvenin bana." Güvenmişti. Oğluna nefes olduğu için çoktan güvenmişti ona. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra onlar da ambulansa bindi. Perihan yine Murat'ın elini tutmuştu. Oğlunun hafif aralık olan ama hiçbir tepki vermeyen mavi gözlerine bakıyordu. Kıyafetinin kol kısmıyla kendi gözyaşlarını silip Murat'ın saçlarını okşadı. Ambulansın içinde onun kalp ritimleri duyuluyordu sadece. Herkes sessizdi. Sağlık çalışanları değerlerini kontrol etmek dışında bir şey yapamıyorlardı. Kısa süre sonra hastaneye geldiklerinde Kardelen hemen indi, sağlık çalışanları ambulansın kapılarını açıp dikkatlice sedyeyi ambulanstan indirdi. İnerken Murat'ın minik bedeni sarsılmıştı fakat hâlâ tepki vermiyordu. Yaşayan bir ölüden farkı yoktu. Sadece kalbi atıyordu ve zar zor nefes alıyordu. Doktorlar kapıdan koşarak çıktı. Kardelen hemen durumu özetledi, "Dört yaşında. Erkek. Kan kusmuş, bir de kaburgalarında ufak kırıklar var, sol akciğere baskı yapıyor." Doktorlardan biri 'anladım' anlamında başını salladı. Acile doğru yöneldiler. Kardelen acil kapısının önünde durdu ve Perihan'a döndü. "Perihan Hanım siz burada bekleyin ben size durum hakkında bilgilendirme yapacağım." Kabul etmek dışında bir seçeneği yoktu. Bir şey demeden içeri baktı son kez. Kardelen hüzün dolu ifadesiyle acile girdi. Arkasından kapı kapandı. Perihan acil yazısına bakarak oğlundan haber bekledi. Saatler sonra... Acil kapısının açılması ile ciddi bir ifadeyle çıkan Kardelen belirdi. Perihan'ın yanına gidip oturdu. Ona döndü ama gözlerine bakamadı. Kötü bir şey olmuş gibiydi bakışları. Perihan bir öne bir arkaya sallanarak "Ölmeyecek... Ölmeyecek..." diye aynı kelimeyi tekrar ediyordu. Kendini buna inandırmaya çalışıyordu. Kardelen sonunda gözlerine bakmıştı. "Ölmedi ama..." dedi ve düşündükten sonra devam etti. "Durumu pek iyi değil. Mide kanaması geçirmiş. Tabii bir de kaburgalarında kırıklar olduğu için işimiz zorlaştı. Bunlar 4 yaşındaki bir çocuk için ağır bir durum." Perihan, Kardelen'in sonuç kısmına gelmesini bekliyordu. "Yani?" diye sordu korkuyla. "Yani bir süre yoğun bakımda tutacağız. Ben yakından ilgileneceğim, gözünüz arkada kalmasın." Perihan kendini tutamayıp yine ağlamaya başladı. Kardelen teselli amaçlı ona yavaşça sarıldı. "Oğlunuz çok güçlü gerçekten. Normalde onun yaşındaki bir çocuk buna zor dayanırdı," dedi onu rahatlatmak için. Gözyaşlarının arasından, "Ben geç kaldım... Ben oğluma geç kaldım," diye mırıldandı Perihan. Kardelen de susmuştu bu cümleye. Acil kapısı tekrar açılınca bu sefer içerden Murat'ın sedyede yatan hareketsiz bedenini gördüler. Perihan koşarak gitti yanına. Elini onun alnına koyup sıcaklığını hissetti. Ardından gözleri Murat'ın küçük bedenini kaplayan kablolara kaydı. Yüzünde oksijen maskesi, göğsünde kalp ritmini ölçen cihazın kabloları vardı. Yoğun bakıma gidene kadar elini bırakmadı. Kardelen yoğun bakıma geldiklerinde Perihan'ın koluna dokunup onu durdurdu. "Onu hemen görebilmen için elimden geleni yapacağım," deyip sakin adımlarla yoğun bakıma girdi. Perihan yoğun bakımın penceresine ilerleyip perdenin aralık kısmından içeride neler olduğunu izledi. Oğlunu böylesine halsiz, hareketsiz ve acı içinde görmek onun içini eritiyordu. 15 dakika kadar sonra Kardelen, Perihan'ın yanında bitti. "Durumu iyiye gidiyor. Çocuk olduğu için hızlı iyileşiyor. Eğer bir sorun olmazsa görmenize izin verirler az sonra," dedi gülümseyerek. Güzel bir haber duyan Perihan, "Çok şükür Allah'ım..." dedi mutlulukla. Oturaklardan birine oturup oğlunu görmek için dakikaları saymaya başladı. Yarım saat sonra... Koridorun sonundan sevinçle gelen Kardelen'e baktı Perihan. "Murat'ı görebilirsiniz!" dedi hevesle. Perihan oturduğu yerden kalkıp Kardelen'e sımsıkı sarıldı. "Tekrar çok teşekkür ederim, her şey için," diyerek ondan ayrıldı. Tebessüm etmişti Kardelen. "Rica ederim." Daha sonra birlikte yoğun bakıma ilerlediler. Kardelen kapıyı açınca Perihan ile Murat'ı baş başa bırakıp gitti. Perihan sessizce oğlunun yanındaki sandalyeye oturdu. Elini tutup okşarken kalp ritimlerine bakıp gülümsedi. Murat öksürmeye başladığında Perihan'ın gözleri büyüdü. Artık onun öksürmesi Perihan'ı korkutuyordu. Murat'ın gözlerinin mavisi görününce Perihan'ın içine su serpilmişti. Fakat hâlâ öksürmeye devam ediyordu. Perihan yüzündeki oksijen maskesinin onun öksürmesine neden olduğunu düşünerek maskeyi dikkatlice yüzünden çıkardı. Murat gözlerini annesinin gözlerine odaklamıştı. Perihan, "İyi misin oğlum? Ağrıyan bir yerin var mı?" diye sordu. Başını iki yana salladı. Konuşacak hâli yoktu. "Bir an önce iyileşte seni normal odaya alsınlar," dedi gülümseyerek. Murat vücudundaki kablolara çok ilginç bir şeymiş gibi bakıyordu. Kalp ritmini gösteren cihaza bakıp, "Anne bu neden ötüyor?" diye sordu zar zor konuşurken. Perihan onun saçlarını okşuyordu. "O senin kalbinin ritmine göre ötüyor anneciğim." Yanıt alınca daha fazla sorgulamadan önüne döndü ve annesine baktı. Perihan, Murat'ın dudağının kenarındaki kurumuş kan lekesini görünce dayanamayıp sarıldı. "Çok kötüydü..." döküldü dudaklarından. Murat ne dediğini anlamamıştı. Oysaki annesinin gözünde hâlâ kan kustuğu an canlanıyordu. Perihan ondan ayrılınca Murat, "Babam beni neden hep dövüyor anne?" diye sordu. Buna verecek cevabı olmadığını fark etmişti. Geçiştirmek için, "Boşver. Sen onun gibi olma ama tamam mı? Dövme kimseyi. Bir gün karın, çocukların olursa hep sev onları anlaştık mı?" dedi gözleri dolarken. Murat başını aşağı yukarı salladı. Fakat Perihan yine de tatmin olmamıştı. "Söz mü?" diye sordu gözyaşlarını silerek. Murat gülümseyebilmişti. Böyle bir anda bile gülümsüyordu, bu durum içler acısıydı..."Söz." Perihan gözyaşlarını saklamak için ondan kaçmayı tercih etti. "Ben bir su almaya gideyim." "Gitme..." dedi Murat arkasından. Perihan bir an donuklaştı. "Korkuyorum," diye ekledi Murat masum bakışlarıyla. Her ne kadar durmak istese de Perihan bir şey demeden yoğun bakımdan çıktı. Murat onun gidişini izlerken yalnız kaldığı için ağlamaya başlamıştı. "Anne," dedi arkasından seslenerek ama duyan yoktu. "Benden korkuyor musun? Öcüye mi benziyorum?" Kimse hiçbir şeyi duymasa da o kadar masum konuşuyordu ki birileri bu ana tanık olmalıydı. Yalnız kalmaktan korktuğu için ağlamaları şiddetlenmişti. Zaten hayatında babasının eksikliğini hissederek yalnız kalıyordu. Annesi onun tutunacağı tek dalıydı. O dalı da kırarlar mıydı? "Anne!" diye feryat etti bir kere daha. Doktor Murat'ın sesini duyunca içeri girdi hemen. O doktorun arkasından da koşarak gelen Kardelen belirmişti kapıda. Murat henüz Kardelen'i tanımıyordu ama Kardelen ona iyi gelirdi. Usulca Murat'ın yanına oturup yüzünü ellerinin arasına aldı. "Murat ne oldu, neden ağlıyorsun bakayım? Bir yerin mi acıyor?" diye sordu. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Annemi istiyorum." "Annen gelecek canım benim, doktor amcalarla konuşuyor o şimdi," dedi Kardelen, Murat'ın saçlarını okşayarak. Başını iki yana sallarken gözyaşları durdurak bilmeden çenesine doğru süzülüyordu. "Benden korkuyor. Çok kötü görünüyorum değil mi doktor abla?" Kardelen'in kaşları çatılmıştı. "Hayır, neden korksun annen senden?" Murat bir şey demeyince içli bir nefes verdi. "Ağrın var mı?" Ağlayınca göğsü ağrımıştı ama bunu Kardelen'e söylemedi. İçeri Perihan'ın girmesiyle bu soru yanıtsız kalmıştı. Murat annesini görünce hemen gözyaşlarını sildi. Perihan oğlunun ağladığını görünce hiçbir şey demeden sarıldı. "Oğlum? Ne oldu?" diye sordu. Murat hiçbir şey demeden annesinin saçlarını avucunun içine alıp sıkmıştı. Perihan gözlerini kapatıp daha sıkı sarıldı. "Tamam, gitmiyorum bir yere. Ağlama." diyerek sırtını sıvazladı. Gözlerini Kardelen'e çevirdi. Ancak Perihan'ın kendinde fark ettiği bazı şeyler vardı. Oğlunun sağlıklı olduğunu görünce ona olan ilgisinin azaldığını hissetmişti. Her zaman olduğu gibi, biri canıyla sınanınca kıymete biniyordu. Sağlıklıyken hiçbir kıymeti yoktu. Murat'tan ayrılınca onun mavi gözlerine bakıp yüzüne sahte bir gülümseme takındı. Murat annesinin gülümseyişine takılmıştı. Sahte olduğunu hissetmişti belki de. Çocuk olması yaşadıklarının onu büyütmediği anlamına gelmiyordu. O artık gerçeklerle yüzleşiyordu. Perihan bu sırada Kardelen'e döndü. "Ben lavaboya gidiyorum, sen idare etsen olur mu?" diye sordu. Kardelen başıyla onayladı. Perihan kapıya yönelmişken Murat, "Hani gitmiyordun bir yere?" diye sordu hayal kırıklığı ile. Perihan iç geçirerek bıkkınlıkla Murat'a baktı. "Lavaboya gideceğim, gelirim hemen," dedi uyarıcı bakışlar atarak. Bir anda bu kadar farklı davranması Murat'ı şaşırtmıştı ve üzmüştü. O da annesinin değiştiğinin farkındaydı. Perihan lavaboya ilerlerken tepkisiz bir ifadeye bürünmüştü. Hızlı bir şekilde çeşmenin karşısında durdu, suyu açıp soğuk suyu yüzüne çarptı. Ellerini çeşmenin iki yanına koyup aynaya baktı. "Kendine gel..." Yanaklarına vuruyordu. "Kendine gel! O senin oğlun kendine gel!" diye bağırırken içeri başka bir kadın girince susmak zorunda kaldı. Kadın, Perihan'a garip bakışlar atarken Perihan sessiz adımlarla oradan uzaklaştı. 5 saat sonra... "Anne biz buradan ne zaman çıkacağız?" diye soran Murat ile Perihan daldığı düşüncelerden sıyrılıp oğluna döndü ve "Bilmiyorum Murat. Soru sorup durma, doktor gelince öğrenirsin," deyip umursamaz tavrıyla tekrar daldığı düşüncelere kapıldı. Maziyi düşünüyordu, imkânsız aşklarını... Murat ise başını eğmiş üstünde örtülü olan battaniyeyi izliyordu. "Anne?" diye sordu bu sefer de. Perihan sinirli bir nefes vererek "Murat sus. Bana soru sorma dedim," diyerek eliyle saçlarını karıştırdı. Ne demişti ki? Sadece tek bir kelime onu neden bu kadar sinirlendirmişti? Belki de artık oğluna tahammülü yoktu. "Sen de mi beni sevmiyorsun artık?" Masum bakışlarını görmeyen Perihan öyle bir sinirle kalkıp tokat atmıştı ki o tokadın sesi tüm odada yankılanmıştı. Çok sert vurmuştu, beklemediği kadar sert. Murat başını eğip battaniyeye damlayan gözyaşına baktı. Bir damla daha düşmüştü. Elinin tersiyle gözünü silip sertçe yutkundu. Canı çok yanmıştı fakat sesini çıkaramıyordu. Acıyla bir kere daha yutkundu. Yumuşak yanağı fena hâlde yanıyordu. Perihan attığı tokattan pişman olmuştu ama bunu nasıl geri düzelteceğini bilmiyordu, ki zaten artık gerçekten de oğluna geç kalmıştı. "Ö-özür dilerim. Tutamadım kendimi," dedi Murat'ın yanına otururken. "Sinirimi senden çıkardım, çok özür dilerim." Murat ona sarılmamıştı çünkü kalbinde bir şeylerin koptuğunu hissetmişti. O sadece bir tokat değildi, o kalbinde açılan büyük yaranın üstüne basılan tuzdu... Odayı sağır edici bir sessizlik kaplayınca bu sessizliği Murat'ın ağlayışları bozmuştu. "Senin vurduğun yer de mor olmaz değil mi anne? Çünkü bir tek babam mor yapıyor," diye mırıldanmıştı. Sesi ağladığı için titriyordu. "Üzüldün mü?" diye sordu annesine. Cevap alamamıştı ama bunu üzüldü olarak varsaydı. "Üzülme, acımadı ki zaten." Gözyaşları art arda akıyordu. "Bak, geçti bile." Perihan'ın tokat attığı yanağını göstermişti. Hayır, geçmemişti. Aksine kıpkırmızı olmuştu. Perihan'ın dudaklarından acılı bir hıçkırık kaçmıştı. "İstemiyorsan bir daha konuşmam. Konuştum diye mi ağlıyorsun?" Odaya hemşirelerin girmesiyle ikisi de susup o yöne baktılar. Yemek getirmişlerdi. Hemşire yemeği bırakıp Murat'ın serumunu kontrol etti ve ardından, "Geçmiş olsun," diyerek odadan çıktı. Perihan yemek sehpasını Murat'a yaklaştırdı. Kaşığı eline alıp çorbaya daldırdı. Murat çorbaya ifadesizce bakıyordu. "Anne," dedi yine soran bakışlarla. "Ben kırmızı bir şey içmemiştim ki. Niye kırmızı içecek kustum?" Perihan'ın içinde bir şeyler acıdan titremeye başlamıştı. Murat devam etti: "Tadı çok kötüydü." "İçecek değil o, Murat," dedi Perihan düz bir sesle. "Kan kustun." Mavi gözleri şaşkınlıkla kocaman açılmıştı. "Ama kan mideme giremez," derken sırıtmıştı. Annesinin şaka yaptığını düşünüyordu. "Biliyor musun, o kırmızı içeceğin tadı ekşiydi. Sen hiç o içecekten içtin mi? Tadı çok kötü değil mi anne?" Perihan, "İçecek değil, Murat!" diye yüksek bir sesle bağırdı. Murat'ın gülümsemesi yüzünde asılı kalmıştı. "Niye anlamak istemiyorsun? O kuş kadar beyninle neyi çözmeye çalışıyorsun ya sen? Aptal bir çocuksun! Kes artık o sesini!" Bu sefer annesinin dediğini yapmak zorunda hissetmişti. Acısını unuttuğu yanağı yine sızlamaya başlamıştı. Perihan onu zerre kadar umursamadan çorbaya daldırdığı kaşığı çıkarıp Murat'ın ağzına doğru yaklaştırdı. Murat karşı çıkamadan içmişti fakat sıcak olduğu için irkilerek geriye çekilmişti. Hareket etmesiyle kaşık Perihan'ın elinden kayıp çorbanın içine düşmüştü. Annesi bir anda öfkeyle tabağı Murat'ın üstüne boşalttı. Sıcak çorba Murat'ın moraran yerlerini sızlatınca Murat acıyla inlemişti. "Bıktım senden! Her şeyin sorun! Öcüye benziyorsun," dedi kalbini kırmak için. "Korkunçsun ve çirkinsin!" Murat acıdan ağlıyordu ama sessizce ağlıyordu. Perihan söylene söylene kapıya gidip içeriden kilitlemişti. Tekrar Murat'a döndüğünde, "Ağlamayı kes!" dedi. Zaten sessiz ağlıyordu, daha ne istiyordu ki? Kenardan bir peçete aldı ve Murat'ın çıplak vücudundaki sıcak çorbayı temizlemeye başladı. Üst tarafı çıplak olduğu için daha çok yanmıştı. Bedeni morluklardan geçilmiyordu, üstüne bir de yanmıştı. Perihan peçeteyi değdirdikçe canı çok acıyordu. "Anne, acıyor..." dedi burnunu çekerken. Perihan inadına yapar gibi daha sert bir şekilde temizlemeye devam etti. Karnındaki morluklar tuhaf bir renge dönüşmüştü. Canını yakmak için karnına bastırarak dökülen çorbayı peçeteye emdirdi. Murat'ın gözleri dolu doluydu, gözyaşları akmasın diye kendini zor tutuyordu. Eli karnına giderken Perihan sertçe elini itekledi. "Orada duracak elin," dedi tehditkâr bir sesle. "Acısın canın. Az bile bu sana." Tamamen temizledikten sonra Perihan peçeteyi çöpe atıp apar topar hazırlanmaya başladı. "Anne ne oldu?" diye sordu Murat annesini izlerken. Perihan cevap vermeden eline Murat'ın tişörtünü alıp ona doğru fırlattı. Annesi hiçbir şey demese de giymesini gerektiğini anlayarak tişörtünü eline aldı. Giyeceği sırada kolunda takılı olan serum yüzünden duraksamıştı. Çekingen bir sesle, "Anne," demişti. "Ne var, Murat? Ne var, yine neyi beceremedin!" Sesi odayı inletmişti. Bağırması için hiçbir sebep yoktu ortada. Murat artık cevap vermekten korkuyordu. Onun sustuğunu gören Perihan Murat'ın kolundaki seruma baktı. Şimdi anlamıştı derdini. Hırslı adımlarla oğlunun yanına gitti ve serumu tek hamlede, hiç acımadan sertçe çıkarmıştı. Murat'ın acıdan nefesi kesilmişti. Her yanı acıyordu, buna kolu da dahil olmuştu. "Acıdı," dedi sitemli bir şekilde. Perihan, "Murat sus artık, giy şu tişörtü!" diye sesini yükseltmeye devam etti. Tişörtü giyince Perihan, Murat'ı kolundan tutup hızlı adımlarla yürüttü, hatta tabiri caizse sürükledi. Odadan çıkınca Perihan doktorun dikkatini çekmemek için yüzünü kapatıp temposunu arttırdı. Hastaneden kimsenin gözüne görünmeden çıkınca direkt eve gittiler. Veysel evde değildi. Nerede olduğunu da bilmiyorlardı. İlk Murat eve girince Perihan içeri girmeden durdu. Elindeki çantaları Murat'a uzatıp "Ben pazara gideceğim, baban gelirse aç kapıyı," deyip evden çıktı. Murat ellerinde çanta ile yüzüne kapanan kapıya afallamış bir şekilde bakakaldı. Çok kafaya takmadan çantaları daha iyi kavrayarak yatak odasına ilerledi. Yatağın kenarına çantaları bırakıp salona yöneldi. İçeri girmeden önce aklına dayak yediği o iğrenç dakikalar gelmişti. Bu düşünceleri kafasından silmeye çalışarak koltuğa oturdu ve boş boş etrafı izledi. Perihan ise pazara doğru bir şarkı mırıldanarak yürüyordu. Soğuk hava keskin bir bıçak gibiydi. Yüzünü neredeyse hissetmiyordu. İlerde tanıdık bir yüz görünce adımları duraksadı. Veysel'i yanında bir kadınla öpüşürken görmüştü. Gözlerinin yalan söylediğini düşünmüştü ama ne yazık ki yalan değildi. Perihan ağlayarak arkasını döndü ve eve doğru koştu. Gözyaşlarının sıcaklığı buz tutmuş tenini ısıtmıştı ama etrafı bulanık görüyordu. Yolun karşısına geçerken kulaklarını dolduran korna sesiyle çığlık atmıştı. Arabanın fren sesini duyunca öleceğini düşünmüştü. Araba son anda durdu. Perihan da koşarak karşı yola geçti. Evin bahçesine sesli bir şekilde ağlayarak girmişti. Anahtarını titreyen eliyle çıkartıp kapıya taktı ve çevirdi. İçeri girer girmez kapıyı çarptı. Murat oturduğu koltukta irkilmişti. Neler olduğunu öğrenmek için annesinin yanına geldi. Onun ağladığını görünce o vicdansız kadın için bile üzülmüştü temiz kalbi. Perihan onu umursamadan mutfağa gidip sandalyeye oturdu ve ağlamaya devam ederken Murat yavaşça annesine sarıldı. Tek istediği annesine iyi gelebilmekti fakat Perihan onu itekleyip öfkeyle masaya yumruk attı. İtildiği için dengesini kaybetmişti Murat ve yere düşüp başını mutfak dolabına çarpmıştı. Canının acısını önemsemeden yavaşça ayağa kalktı. "Anne, neden üzüldün?" diye sordu sessizce. Perihan, "Murat... Defol git! Defol git odana!" diye sinirle haykırdı. Murat elini acıyan başına kısa bir süre götürüp geri çektiğinde gözleri hâlâ annesindeydi. Ona iyi gelmek istiyordu sadece. Kapının tekrar açılması ile ikisi de sustu. Veysel'in her zaman ki umursamaz tavrı yüzündeki yerini almıştı. Perihan onun geldiğini görünce büyük bir hırs ile kalktığında sandalye yere düşmüştü. Murat evde yine bağırışlar olacağını anlayıp elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Veysel'in bakışları mutfağa dönerken Perihan hiç düşünmeden Veysel'i omuzlarından itip tokat attı. Veysel anlık şokla yere baktı. Yüzünde öfke saniyesinde belirmişti. Konuşmak için ağzını aralamıştı ki Perihan izin vermedi. "Namusun yok mu lan senin!? Utanmıyor musun, çocuğun var senin!" diye bağırdı gözleri sinirden dolarken. Veysel de onu iterek, "Ne saçmalıyorsun lan sen!" diye gürledi. Perihan sinirle güldü. "Ne mi saçmalıyorum? Gözümün önünde başka bir kadını öpen sen değil miydin?" Veysel sabır dilenerek, "Benim kimi öptüğüm ne seni, ne de şu veleti ilgilendirir," dedi işaret parmağıyla Murat'ı göstererek. Tokat atmak için elini kaldıran Perihan'ı bu sefer durdurmuştu Veysel. "Ağır ol," dedi ciddiyetle. Perihan elini Veysel'in elinden kurtarıp onun boğazına yapıştı ama Veysel'in gücü bir tek karısına ve küçük çocuğuna yetiyordu. Perihan'ı saçından tutup başını kendine yaklaştırdı. "Hayırdır kızım sen? Yürek mi yedin?" dedi gülerek. Perihan'ın tiksinircesine bakan gözleri her şeyi anlatıyordu fakat yine de bunu dile getirdi. "Zavallısın sen... Gerçekten zavallısın." Bu sefer Veysel, Perihan'ı duvara yaslamıştı. Eliyle boğazını sıkarken Murat annesi ve babasına bakarak çığlık attı. "Annemi bırak!" dedi gözyaşları içerisinde. Söylediği cümlenin ardından dayak yiyeceğini çok iyi biliyordu. 🔹🔹🔹 Mosmor olmuş kollarına bakıyordu Murat. Veysel kapıyı çarpıp çıkmıştı. Canının acıdığını hissetmiyordu, alışmıştı belki de. Nefes nefese kalmıştı. Evde hâlâ kıyametler kopuyordu ama ilk önce Murat'a patlamıştı Veysel'in siniri. Acıyordu ama moraran yerleri değil, yüreği sızlıyordu. Açtı ama acıktığının farkında değildi. Camdan dışarıyı izliyordu. Moraran yerlerini unutmaya çalışıp hayal kuruyordu. Havanın soğukluğunu pencereden gelen hafif soğuktan anlamıştı. Yaz mevsimini düşündü. En sevdiği mevsimdi. Fakat o yaz mevsimini severken ona hep kar yağıyordu. Hayal bile kuramıyordu. Bunun tek sebebi ise babasıydı... Yok olan bir çocukluğu vardı artık. "Babam" dediği kişi yüzünden... Murat'a büyümüşte küçülmüş diyenler buraya bi +1'lesin Veysel'e sövenler de bu sövme köşesinde rahatlıkla sövebilir 😉 |
0% |