Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Yıllar Sonra...

@derinaydoan

 

(Medya: Almina)

 

 

Aa Almina kim acaba? 😀

 

İşte beklnen kız karakterimiz...

 

İyi okumalar diliyorum hepinize 😘

 

 

​​​ Murat'ın anlatımıyla...

 

 

Sıradan bir okul çıkışında en yakın olduğum insanla beraber eve yürüyrduk. Şu hayatta güvendiğim ilk ve tek insandı Almina. "Sınava bir ay kaldı." dedi gözlerini bana çevirerek. Başımı sallamakla yetinirken "Ailenden ayrılacağın için üzgün müsün?" diye sordum. Dudağını büktü. "Daha hiçbir şey belli değil ki. Ha tabii şehir dışında okuyabilirsem onları çok özlerim. ne de yaz tatillerinde görmeye gelirim." deyip ekledi, "Sen üzgün müsün ailenden ayrılacağın için?"

 

Sustum. Bir süre yeri izleyerek yürümeye devam ettim. "Hayır." diyebildim en sonunda. Neden üzgün olayım ki? Aksine bir katilden kurtulacağım için mutluydum. Almina'nın ifadesinde şaşkınlık belirince "Neden?" diye sordu. Aslında bu soruya verebileceğim çok fazla cevabım vardı ama yine hepsini yuttum. "Ailemle aram pek iyi değil." dedim ve "Gerçi aile denir mi bilinmez." diye mırıldandım. Kaşlarının çatıldığını gördüm. "İstersen benimle paylaşabilirsin. Ne bileyim... Mesela annen nasıl biri?" diye sorunca ilk defa anneme üzülmediğimi fark ettim. Yokluğuna alışmışımdır belki.

 

 

Almina'yı fazla bekletmeden "Annem uzun zaman önce vefat etti." dedim. Bu cümle onun durmasına sebep olurken şaşkınlığını bir kenara bırakıp yürümeye devam etti. "Şey, ben bilmiyordum... Üzdüysem kusura bakma." dediğinde kendini suçlu hissetmemesi için hemen atıldım. "Yok üzmedin, sorun değil." dedikten sonra ekledim, "Her neyse... Sen anlatsana aileni." Ailesinden söz edince yüzünde güller açmıştı. "Ben ailemi çok seviyorum, yani iletişimimiz çok iyi. Herkesin olduğu gibi benim de birtakım kötü anılarım var elbette. Onun dışında biz çok mutluyuz." Dinledikçe ısınıyordum ve bu da gülümsememi sağlıyordu. "Ne güzel..." dedim mutlu bir aileye hasret kalan sesimle.

 

 

Evet, kötü bir çocukluk geçirmiştim, hâlâ da hayatım iğrenç ilerliyordu ama yine de Almina'yı bulduğum için şükrediyordum. O olmasaydı hayatım tamamen siyah beyazdı. Onunlayken en azından birkaç rengi oluyordu hayatımın. "Murat sen de anlat, lütfen. İyi ya da kötü hiç fark etmez. Ben de senden bir şeyler dinlemek istiyorum." dedi Almina. Anlatabileceğim ne var ki diye düşündüm. Kötü anılarım kafamda canlanırken anladım ki bunları anlatmak bana ağır geliyordu. Çünkü kötü bir anıyı anlatmak o anı tekrar yaşamaktı. Tekrar kan kusmak, tekrar içtiğim sudan zehirlenmek, tekrar dövülmek ve tekrar çöpe atılmak istemiyordum. Belki de geçmişimle yüzleşmekten korkuyordum. "Anlatmasam benim için daha iyi olur. Ama inan seninle paylaşmak istemediğimden değil, sadece..." dediğimde beni tamamladı. "Hatırlamak ve tekrar yaşamak istemiyorsun." Dediği gibiydi ama çoktan hatırlamıştım. Nasıl unutulurdu ki zaten? Her gün aynı, kötü anıları düşünmekten çok yorulmuştum.

 

 

Almina'nın evinin önüne gelince ikimiz de durup birbirimize baktık. "Seni anlıyorum Murat. Anlatmak istesen anlatırdın, eminim." dedi gülümseyerek. Beni olmayan annemden, asla düşünmeyen babamdan daha iyi tanıyor olması tek yaşama sebebimdi. Onu da bir ay sonra kaybedecektim. Okul bitince bir daha görebilecek miydim onu? "Neyse," dedi konuyu değiştirmek için. "Görüşürüz yarın." diyerek geri adımlar atarken ben de "Görüşürüz." dedim. Yüzündeki tebessümüyle apartmana girince yoluma devam ettim. Fakat biri kolumdan sertçe tutup beni duvara dayayınca durmak zorunda kalmıştım.

 

 

Karşımda tabii ki babam vardı. Başka kim olabilirdi ki zaten? "Kimdi o kız?" dedi kolumu sıkarken. Gayet rahat bir şekilde "Sana ne?" dedim. "Ulan sen okula sevgilinle buluşmaya mı gidiyorsun?" dediğinde kolumu ondan kurtardım. "Sevgilim falan yok benim. Ben senin gibi her gün yeni bir sevgili yapmıyorum." dedim gözlerinin en içine bakarak. Gülmeye başlayınca ciddi ifademi koruyarak ona bakmaya devam ettim. "Bence annene bu kadar benzeme. Yoksa senin de ölümüne ben sebep olacağım." dedi kahkahalarının arasından. İnsan öldürmek onun için çok basit bir eylemdi. Beni de gözü kapalı öldürürdü ama ölümden korkması gereken ben değil, oydu. "Senden korkan kim?" dediğimde tekrar kolumdan tuttu. Apartmana doğru zorla yürütürken "Kendim yürüyebiliyorum, dokunma bana." dedim kolumu elinden çekerek. Durup bana baktı. "Tabii efendim, paşa gönlünüz nasıl istiyorsa..." diye söylenerek apartmana girdi. Göz devirdim ve peşinden apartmana girdim. Çok sıkılmıştım onun bu hallerinden. Daha doğrusu olmayan ailemden sıkılmıştım. Sıkılmadığım ve asla sıkılmayacağım tek bir kişi vardı, o da kız kardeşim Deniz'di. Henüz 10 yaşındaydı ama biz birbirimizi anlıyorduk. Babam onu seviyordu, sadece biraz ilgisizdi. Ona da yemek yedirmiyordu, aslında parası yoktu. Doğru düzgün bir işi olmadığından kumar oynayıp olmayan parasını da oraya harcıyordu.

 

 

Eve girince Deniz koşarak yanıma geldi ve sarıldı. Ben de ona sarılmıştım ki babam bizi ayırıp omzumda duran okul çantamı aldı. Kaşlarım çatılırken "N'apıyorsun?" dedim. Çantanın fermuarını açtığında "Sen ne olmak istiyordun?" diye sordu. Sorunun cevabını bir anda hatırlamış gibi yaparak "Doktordu değil mi?" deyip ekledi, "Yazık sana... Olamayacaksın." Çantanın içindeki kitapları yere atınca ona doğru adım attım fakat Ebru beni tuttu. "Bırak onları." dedim sabırla. Umursamadan kitapları eline aldı. Sayfaları tek tek yırtmaya başlayınca "Baba bırakır mısın, sınavım var." dedim sesim yükselirken. Deniz'i korkutmak istemediğimden bağırmamaya özen gösteriyordum. "Kalan şu bir ayda okula gitmiyorsun. Artık kitapların da yok. Ne yaparsan yap." derken kitapları paramparça ediyordu. Ebru'nun elinden kurtulmaya çalışıyordum ama olmuyordu. "Ne demek okula gitmiyorsun? Baba ne saçmalıyorsun sen!" dediğimde kendimi engelleyemeyip bağırdım.

 

 

"Saçmalamıyorum. Okula gitmeyeceksin, nokta," dedi eline kalem kutumu alırken.

 

 

Sinirle yerimde hareketlenerek, "Beni bunlarla bitiremezsin baba. Bırak bu oyunları," dedim kararlı bakışlar atarak. Babam beni yine duymamıştı. Çünkü şu an hayatımı mahvedeceğini düşündüğü için keyfi yerindeydi. Kalemlerden birini alıp gözümün içine baka baka kırdı. "Okuyunca başıma bir şey olacak sanki. Kızlarla sevgili olarak mı üniversite kazanacaksın sen?" dedi dişlerinin arasından.

 

 

Sabrımın sonuna gelmiştim. "Benim sevgilim yok! O, içmekten körelmiş beynine sok bunu!" diye tekrar bağırdım. Ebru beni bırakıp mutfağa gidince babama doğru yürüdüm. Babam sinirden elini yumruk yapmıştı. "Sen ne pislik bir insan oldun lan... Büyüdükçe daha da terbiyesiz oluyorsun," dedi yüzünü ekşiterek.

 

 

"Öyle mi?" dedim sinirden gülerek. "O zaman küçükken beni dövmek yerine eğitseydin baba," derken Ebru mutfaktan çıkıp elinde su şişesiyle geldi. Şişenin kapağını açarken ben babamdan gözlerimi ayırmıyordum. "Seni adam etmek için aşağıdaki odada bırakmıştım zaten ama sen yine de..." dediğinde sözünü kestim. "Yine de adam olamadın mı diyeceksin gerçekten? Eve gelir gelmez o halimle bana tokat attın sen," dedim sinirden dolan gözlerimi elimin tersiyle silerek. Yerdeki kağıt parçalarının üstüne su döken Ebru'ya döndüm. "Biliyor musun... Sana diyecek söz bile bulamıyorum. Sen bir hiçsin benim için. Yıllarca babamdan korktun ama seviyormuş gibi yaptın. Sonra da bir bakmışsın farkında olmadan bu adamın kölesi haline gelmişsin," dedim babamı göstererek.

 

 

"Sus lan artık! Yeter!" diye bağırdı babam. Gerçekleri duymak ona acı vermişti galiba. Bana yazık diyen adama ben de içimden yazık dedim. Gerçekten çok yazıktı. Asıl zavallı olan da kendisiydi.

 

 

Gözlerimi beş dakikada yok olan emeklerime çevirdiğimde babam montunu giymek için kapıya gitti. "Kaç tabii, senin işin bu," diye homurdandım arkasından. Evden çıkmadan önce de, "Valla bravo baba. Hayatım bu kadar mahvolabilirdi, sağ ol," dedim. Durup bana ters bir bakış attı ve Ebru ile birlikte evden çıktılar. Yerde oturmuş sessiz sessiz ağlayan Deniz'e baktım. Ağır adımlarla yanına gidip oturdum. Onu korkutmamaya çalışarak yavaşça elini tuttum. "Özür dilerim," dedim sesimi kısarak. "Korkuttuğum için." O ağlamasın diye uğraşıyordum fakat benim de içim kan ağlıyordu. Kitaplarım, defterlerim, kalemlerim yok olduğu için. Özellikle de Deniz'i korkuttuğum için. "Deniz bir şey söyle abiciğim," dediğimde yüzünü kapatan ellerini yüzünden çekip bana baktı.

 

 

Hiçbir şey söylemeden sarılınca afalladım. "Babama neden bağırdın?" diye sordu.

 

 

"Boş ver," deyip ben de ona sarıldım. "Sana yeni kitaplar alırız, niye üzülüyorsun ki?" dedi bu sefer de. Kitapları alırdık evet, peki ya koca bir yıl deftere yazdıklarımı da alabilir miydik?

 

 

"Üzülmeyeyim mi?" dedim moralini yerine getirmeye çalışırken.

 

 

"Evet, üzülme bir daha." dedi daha sıkı sarılarak. Zar zor gülümsedim ve "Tamam üzülmem bir daha." dedim saçlarını okşayarak.

 

 

İkimiz de bir süre sustuk. Yerdeki kağıtları seyrettim. Islandığı için yazılar birbirine girmişti. Okula nasıl gideceğimi düşünüyordum. Kitap yok, defter yok, kalem yok... Bu hâlde okula gitsem rezil olurdum zaten. Deniz'in, "Abi?" diye soran sesini duymam ile ona döndüm. "Efendim balım?" diyerek yanağını hafifçe sıktım. "Ödevlerimi yapmama yardım eder misin?" diye sordu.

 

 

Başımı aşağı yukarı sallayarak, "Ederim, sen hazırla ödevini," dedim. Hevesle ayağa kalkıp koşarak odasına gitti. Bu sırada yerdeki çöp olan emeklerime bakmaya devam ettim. Babamın benimle alıp veremediği neydi, merak ediyordum. Önüme o kadar saçma bahaneler koyuyordu ki gülesim geliyordu. Güya hep kız çocuk istiyormuş ama benim erkek olduğumu görünce benden soğumuş. Ne güzel(!) bahaneler... İki kelimeyle "çocuk sevmiyorum" deseydi daha inanılır bir yalan olurdu.

 

 

İçerden Deniz'in "Abi!" diye seslenmesiyle yerden kalktım ve yanına gittim. Ödevlerini heyecanla hazırlıyordu. Son kağıdı koyarken gözü koridordaki parçalanmış kağıtlara kayınca suratı asıldı. "N'oldu?" diye sordum. Yeşil gözlerini bana çevirdi. "Babam sana kağıtları toplamadığın için kızarsa?" dedi aynı asık suratıyla. Onun babamdan korkmasından rahatsız oluyordum. Korkmaması için elimden geleni yapıyordum ama her kavgada korkuyordu. "Kızsın, ne yapabilir ki?" dedim rahatlaması için.

 

 

"Ya bu sefer ikimizi de döverse?" dediğinde hemen karşı çıktım. "Deniz... yanında ben varken o sana elini kaldıramaz. Sana bir şey yapmasına izin verir miyim hiç? Ki zaten onu biliyorsun, bağırır çağırır sonra gider. Ayrıca orayı biz kirletmedik o kirletti, gelince de kendi temizler. İkimiz de elimizi sürmeyeceğiz, anlaştık mı?" dedim ellerini tutup destek olarak. Bir süre tereddüt etse de sonunda başını sallayarak onayladı. "Hadi başlayalım ödevlerine," dedim bu konuyu kapatarak. Kağıtlardan birini önüme koyduğunda ona döndüm. "Önce sen yapmaya çalış, yapamazsan yardım edeyim," dediğimde bir şey demeden kağıdı tekrar önüne çekti ve soruyu okudu. Ben de onunla birlikte okudum.

 

 

Yeşil gözlerini yine bana çevirdi. "Anlamadım." diyerek kağıdı bana uzattı tekrar. Aslında soruyu anladığını biliyordum. Sadece morali bozuk olduğu için çözmek istemiyordu. Gözlerinden her şeyi okuyabilmiştim. "Deniz, istemiyorsan yapmayalım, abiciğim." Sessiz kalınca ona kafasını dağıtacak bir fikir sundum. "Dışarı çıkalım mı?" diye sorunca elindeki kalemi ve kağıdı hızla bırakıp başını olumlu anlamda salladı. İkimiz de ayaklanıp kapıya doğru ilerledik. Önce ona montunu giydirdim. Ardından ayakkabılarını giydirmek için eğildim. Tek ayağının üstünde kalınca dengesi bozuldu. Omuzlarıma tutunup destek alırken elini saçlarıma daldırdı. "Ben de açık kumral saçlar istiyorum!" dedi isyan eder gibi.

 

 

Gülümsedim. "Ama senin saç rengin çok güzel." Kabul etmez gibi başını iki yana salladı. Bu sırada ayakkabılarını giydirmiş, ardından montumu ve ayakkabılarımı giymiş, evden çıkmıştık. Elini tutarak yavaş adımlarla fırına doğru yürüdük. Babam yemek yedirecek para bulamadığı için ek işte çalışıp kendi paramı kazanıyordum.

 

 

Fırının önüne gelmeden önce ne kadar param olduğuna baktım. Sadece 10 TL vardı. Deniz'i doyurabilirdim en azından. "Ne yemek istersin?" diye sordum.

 

 

"Sade poğaça," dedi ellerini birbirine vurarak. Çalışan adama dönüp "Bir tane sade poğaça," dedim parayı cebimden çıkartırken. Adam poşete koyduğu poğaçayı bana uzatınca "7 lira." dedi. Elimdeki 10 lirayı ona uzattım. Poşeti ve para üstünü alınca oradan uzaklaştık. "Bir yere oturalım mı?" diye sorduğumda "Hı hı..." dedi kısık sesle. Bir kaldırımın kenarına oturduk. Elimdeki poşeti Deniz'e uzattım. Gülümseyerek aldı poşeti. Daha sonra durdu ve poşeti kenara koyup yanağıma içten bir öpücük kondurdu. Defalarca kez öptü... Buna bir son verince "Oh..." dedi gözlerini kapatarak. Ben de onu yanağından öptüm ve elimin tersiyle yanağını okşadım. "Bal yanaklı," diyerek saçlarını da öptüm.

 

 

Sırıtarak poğaçasını eline alırken yanımızdaki apartmandan Almina'nın çıktığını gördüm. Hemen üstümdeki kazağın kapüşonunu kapattım çünkü artık okula gidemeyecektim ve ona rezil olmak istemiyordum. Bilerek yüzümü başka yöne çevirdiğimde Deniz, "Almina abla!" diye bağırarak yanına gitti. Mecbur kapüşonumu geri açtım. Almina, Deniz'in ona doğru koştuğunu görünce kollarını açtı. Birbirlerine sarılırlarken ağır adımlarla yanlarına gittim. Almina'nın bakışları bana dönmüştü. "Merhaba," dedi tebessümle. Ona aynı şekilde karşılık verdim. "Ne yapıyordunuz burada?" diye sordu içtenlikle.

 

 

Tam konuşacağım sırada Deniz, "Abim poğaça aldı onu yiyordum," dedi. Almina kısa bir süre bana garip bakışlar attıktan sonra tekrar Deniz'e döndü.

 

 

Ben bu sırada Almina'nın attığı o garip bakışları sorguluyordum. Bir şey demeye mi çalışıyordu, ben mi onu göremiyordum? Sırf o bakışları tekrar görebilmek için gözümü ondan ayırmadan bakmaya devam ettim. Bakışları bana döndü ama ona baktığımı görünce gözlerini kaçırdı. Rahatsız etmiş olabilir miydim? Olabilirdim, bu yüzden ben de ondan kaçırdım gözlerimi.

 

 

"Afiyet olsun prenses," dedi Almina, Deniz'in saçlarıyla oynayarak. Onun bakışlarını anlamak için sohbeti devam ettirmeye çalıştım.

 

 

"Sen nasılsın bu arada, Almina?" diye sorduğumda donuklaştı. Hemen toparlayıp eliyle saçlarını düzelttikten sonra sesini temizledi ve derin bir nefes aldı. Bu kadar heyecanlı olmasının bir sebebi var mıydı? "İ-iyiyim Murat. Sen nasılsın?" derken sesi resmen içine kaçmıştı. Belki de okul dışında ilk defa görüşüp, konuştuğumuz içindir diyerek onu yanıtladım. "İyiyim ben de. Nereye gidiyordun?" diye sordum bu sefer de. Düpedüz utanıyordu benden. Okulda gayet normalken şimdi ne olmuştu? "Ekmek almaya çıkmıştım," dedi alttan parmakları ile oynayarak.

 

 

Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. "Anladım." Karşımda kıpkırmızı kesilirken aceleyle, "Yarın görüşürüz!" dedi. Oysaki görüşemeyecektik. Bunu ona söyleyemeyeceğim için susmayı tercih ettim bir süreliğine. Ardından, "Güle güle," demek zorunda kaldım. Dudaklarını birbirine bastırıp mahcup bir gülümsemeyle uzaklaştı. Ne olmuştu ki? Her zamanki gibi konuşmuştuk. Fazla takılmadan Deniz'e döndüm. "Hadi ye poğaçanı," dedim yüzüne gelen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken.

 

 

"Sen neden bir şey yemiyorsun?" diye sordu. Cevabı "param yok"tu ama diyemedim. "Aç değilim," dedim kaldırıma tekrar otururken. Deniz de çok sorgulamadan yanıma oturup poğaçasından bir ısırık aldı. Altından bir parça kopardı ve bana uzattı. Konuşmama fırsat vermeden "Yemezsen küserim, bir daha konuşmam," dedi triplenerek. "Sen nasıl doyacaksın?" dedim uzattığı parçayı almadan önce. Omuz silkip parçayı zorla elime tutuşturdu. Kabullenerek parçayı kavramıştım.

 

 

Deniz'in gözleri aniden kocaman açılınca onun baktığı yöne baktım. Oyuncak dükkanındaki bir oyuncağa dalmıştı gözleri. Elimde olsa hiç düşünmeden alırdım ama ne yazık ki alamıyordum. "Abi! Şu bebek çok güzel değil mi?" dedi hevesle. "Evet, çok güzel," derken poğaça boğazımdan sertçe geçmişti. Ben kardeşime bile iyi gelemiyordum. Gözleri ışık saçarak bana baktı ve "Alalım mı?" diye sordu. Alalım demek istiyordum. Her zaman olduğu gibi yine sustum. "Sonra alayım ben sana olur mu?" dediğim an yüzü düştü. Zaten bizim eve oyuncak almamız evde yine kavga çıkacağı anlamına geliyordu. Babam eve asla oyuncak istemiyordu. Deniz'in tek umudu bendim bu yüzden. Babamın almayacağını bildiğinden benden medet umuyordu, ki babamın o iğrenç parasına da ihtiyacımız yoktu. Onun parasını yemektense günlerce, aylarca aç kalırdım.

 

 

Asık suratıyla poğaçasını yemeye devam etti. Çalıştığım kitapçıya bugün de gidip çalışmam gerekiyordu. Kardeşimin mutluluğu için her şeyimi verirdim çünkü.

 

 

Poğaçasını bitirince elindeki poşeti bana uzattı. Alıp çöpe attım ve beraber eve doğru yürümeye başladık. "Abi o oyuncağı ne zaman alacaksın?" diye sordu yan yan oyuncağa bakarken. Bugün alacaktım ama bunu ona söylemedim. "Kesin bir zaman vermem doğru olmaz," dediğimde sahte siniriyle koluma vurdu.

 

 

"Ya gıcık!"

 

 

Gülerek onu kucağıma aldım. Yanağını defalarca kez öptüm ve her seferinde doymamış gibi yaparak onu güldürmeyi başardım. Gülünce o kadar tatlı oluyordu ki... Keşke hep gülebilse ama bu aileyle biraz imkansızdı.

 

 

Evin kapısının önüne geldiğimizde Deniz'i kucağımdan indirip kapıyı açtım. Ebru eve gelmişti ve yerleri bilerek temizlememişti. Ben de temizlemeyecektim.

 

 

Bakışlarımı Deniz'e çevirip "Benim ufak bir işim var, sen ödevlerini yapmaya çalış. Gelince yardım ederim sana," dedim burnuna hafifçe dokunarak.

 

 

"Tamam," dedi dişlerini göstererek sırıtırken.

 

 

İçeriden yanımıza gelen Ebru'yla gözlerimiz kesişti. "Nereye götürdün sen çocuğu? Kızımı da kendine mi benzeteceksin?" diye sorularını sıraladı.

 

 

Ben de tüm sorularını yanıtladım. "Poğaça yedirdim, malûm sizde yemek yeme alışkanlığı yok. Ayrıca Deniz size benzemesin yeter. Hatta yanında ben olduğum sürece bu pek mümkün değil desem daha doğru olur," deyip elimle yerdeki kâğıt parçalarını gösterdim ve "Ha bir de, onları benim temizlememi bekliyorsan bekleme bence çünkü asla temizlemeyeceğim," dedim. Çıkmadan önce Deniz bana el salladı. Ben de gülümseyerek el sallayıp evden çıktım.

 

 

Kitapçıya doğru yol alırken Deniz'in istediği oyuncağa baktım. Dükkan kapanmadan yetişmem gerekiyordu. Adımlarımı hızlandırarak kısa sürede kitapçıya geldim. "Hoş geldin, Murat," diyen Suna'ya döndüm. O da burada çalıyordu. Yaşıt sayılırdık. "Hoş buldum," diyerek içeri girdim.

 

 

Kolumda bir el hissedince durup başımı o yöne çevirdiğimde yine Suna'yı gördüm. "İyisin değil mi?" diye sorunca 'bu samimiyet nereden geliyor' der gibi ona baktım. "İyiyim," dedim ona nasıl olduğunu sormadan. "İyi ol..." deyince yine donup kaldım. Yüzüne baktığımda gülümseyerek bana baktığını gördüm. Neydi yani bu şimdi? Gerçekten ona karşılık vermemi mi bekliyordu? Ben kimim ki, bir ilişkiye layık mıyım?

 

 

"Müsaadenle..." diyerek yanından geçip gittim. Suna da bunu duyunca başını eğdi. Hevesini kırmış olmam beni de üzmüştü fakat ben kendimden bunu bekleyemezdim. Çünkü bir ilişkiyi sürdürebilecek biri değildim ben. Sesimi çıkarmadan yapmam gereken işlerime doğru ilerledim. Kitapların hepsini ayrı bir şekilde gruplandırarak raflara dizmeye başladım. "Pardon, modern klasikler ne tarafta?" diye soran tanıdık bir ses duymam ile başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Karşımda Almina'yı görünce kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Neden böyle olmuştu?

 

 

Ağzı şaşkınlıkla aralanırken, "Murat?" dedi ve ekledi. "Sen neden burada çalışıyorsun?"

 

 

Ona gerçekleri söyleyip şimdiden rezil olmak istemediğimden "Boş ver, sen neden buraya geldin?" diye geçiştirdim. Dünyanın en saçma sorusuydu.

 

 

"Kitap bakacaktım," dedi gözleri elimde duran henüz yerleştirmediğim kitaplara kayarken. Ben de baktım. En üstte Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu kitabı vardı. Aynı anda "Okudun mu?" diye sorduk. Birbirimize baktığımızda ikimiz de hemen gözlerimizi kaçırdık. Utanma duygusuyla ilk defa karşı karşıyaydım. Bu duyguyu biriyle aynı anda yaşamak çok tuhaftı.

 

 

Gözlerimiz bu sefer kolinin içinde, en üstte duran Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası kitabına kaydı. "Bunu okumadım, sen okudun mu?" diye sordu.

 

 

"Okudum," dedim başımı sallayarak. "Modern klasiklerden önce bu kitabı okumalısın bence," dediğimde kitap daha çok ilgisini çekmişti.

 

 

"Romantik bir kitap mı?" diye sorunca gülümsememi engelleyemedim. "Adından dolayı ben de öyle düşünmüştüm ama hayır, polisiye." Konuştukça yine utanmaya başlamıştı. Saçlarıyla yüzünü gizleyerek yerdeki koliye eğildi. İçinden İstanbul Hatırası'nı aldı. Tekrar karşımda dikildiğinde ikimiz de ne konuşacağımızı düşündük. "E ben gideyim o zaman, görüşürüz." dedi gözleri, gözlerim hariç her yere bakarken. Bu sefer ben de, "Görüşürüz," dedim çünkü bu gidişle bakkalda bile karşılaşırdık.

 

 

O kasaya doğru ilerlerken ben kitapları yerleştirmeye devam ettim. Kasadaki Suna'nın "Alayım mı?" diyen sesini duyunca oraya baktım. Almina'nın beni izlediğini gördüğümde bakışlarımı üzerinde görünce hemen önüne döndü. Bugün kötü bir şey mi yaşamıştı acaba? Öyle olsa bana neden böyle baksın ki, diye düşünürken ben de önüme dönüp işime kaldığım yerden devam ettim.

 

 

3 saat sonra...

 

​​​​

 

İşlerimi bitirip gerekli miktardaki paramı almıştım ve şimdi oyuncakçıya gidiyordum. Deniz'in istediği o oyuncağı yine görmüştüm. Kimse almamıştı.

 

 

Dükkana gitmeden önce kapüşonumu kapattım çünkü Almina'nın ve okuldaki diğer belalı arkadaşların beni oyuncakçıya girerken görmesi pek hoş olmazdı benim açımdan. Sadece Almina'dan çekiniyordum. Neden çekiniyordum ki? Sonuçta biz arkadaştık ve bir ay sonra mezun olacaktık. Ki bittikten sonra da görüşürdük. Belki de görüşemezdik... Bu şehri terk etmek istiyordum. Tek hayalim vardı o da Ankara'ya gidip tıp okumaktı. Zaten başka ne hayal edebilirdim? Ben ve hayal kurmak aynı cümleye yakışmıyorduk.

 

 

Dükkana girince direkt o oyuncağın olduğu tarafa yöneldim. Bebeği elime alıp herhangi bir yerinde sorun olup olmadığını kontrol ettim. Bir şeyi yoktu. Kasaya gidip çalışana uzattım bebeği. "650 TL," deyince duraksadım. Bu kadar para edecek neyi vardı ki, altı üstü plastik bir bebekti.

 

 

Parayı çalışana uzatıp bebeği aldım ve montumun içine sakladım babamın görmemesi için. Oyuncakçıdan ayrılınca hızlı adımlarla apartmana girdim. Merdivenleri koşarak çıkarken evin anahtarını hazırladım. Kapıyı açtığımda yerin hâlâ temizlenmemiş olduğunu gördüm. Kapıyı kapatırken göz devirdim.

 

 

İçerden babam geldi. Ellerini pantolununun cebine koyup gözleri ile yeri gösterdi. "Temizlemeyeceğimi söylemiştim." dediğim sırada Deniz odasından çıkıp, "Abim geldi!" diye bağırarak kendini kollarıma bıraktı. Onu kucağıma alınca birbirimize sımsıkı sarıldık. "Ne yaptın bakalım bücürük?" dedim alnına öpücük kondurarak. "Ödevlerimi yaptım!" dedi heyecanlı sesiyle. Onu yavaşça yere indirirken, "Aferin benim prensesime," dedim başparmağımla yanağını okşayarak. Karşımda dikilen babamı görmezden gelerek, "Gel bakalım, sana bir şey göstereceğim," dedim elini tutup odasına ilerlerken. "Köşe bucak kaç tabii Murat," dedi babam arkamızdan. Ondan kaçtığımı düşünüyordu ve büyük yanılıyordu.

 

 

Dediğini duymamış gibi yanımda paytak adımlarla yürüyen Deniz'e bakıp gülümsedim. Odaya girince kapıyı kilitledim ve montumun fermuarını açtım. Deniz bebeği görünce ufak çaplı bir çığlık kopardı. Onun bu sevincine ortak olduğum için mutluydum. Bebeği gülümseyerek ona uzattım. "Çok istemiştin, ben de dayanamadım," dediğimde bir anda sımsıkı sarıldı. "Canım abim benim," dedi içten bir sesle.

 

 

Birbirimizden ayrılınca yeşil gözlerine baktım. "Babam görmesin ama, tamam mı?" deyince hızla başını aşağı yukarı salladı. Yanağından hafifçe bir makas alıp, "Hadi oyna sen," dedim kapıya yönelirken. "Gidiyor musun?" diye sordu. Başımı sallayarak, "Sonra gelirim istiyorsan," dedim.

 

 

Sırıttı. "Gel." Ben de gülümsedim ve odadan çıktım. Kendi odama girince bir farkındalık yaşamamla içime su serpildi. Yırtılmayan kitaplarım vardı. Hatta yedek kalemlerim de... Yani yarın okula gidebilirdim. Babamın 'gidemezsin' deyişini takmıyordum.

 

 

Hemen masamın başına oturup kitaplarımı açtım. Yedekte duran kalemlerden birini aldım ve test çözmeye başladım. Sonuçta doktor olmanın yolları buradan geçiyordu. Hiçbir çocuğun ailesini, sevdiklerini kaybetmesine izin vermeyecektim. Ben de olduğu gibi onlarda da anne veya baba yokluğu olsun istemiyordum.

 

 

Gece saatleri...

 

 

İçerden babamın bağırdığını duyunca elimdeki kalemi bırakıp odamdan çıktım. Babamın sesi Deniz'in odasından geliyordu. "Bunu sana o pislik abin mi aldı!?" deyip tekrar "Cevap versene lan!" diyerek bütün evi inletti. Deniz'in bağırarak ağladığını duyuyordum koridordayken.

 

 

Odaya girdiğimde babamın oyuncağı dizine vurarak kırdığını gördüm. Deniz yerde, yatağının kenarında ağlıyordu. Babamın arkası dönüktü ama sanırım geldiğimi hissedip arkasına döndü. Beni görmesiyle tokat atması bir olunca yüzümün sol tarafının yavaş yavaş yanmaya başladığını hissettim. Anlık sinirden gözlerim dolmuştu. Deniz'in ağlama sesleri evde yankılanıyordu. Bizim en mutlu günümüz şimdi neden en kötü günümüz olmuştu?

 

 

Gözlerimi babamın öfkeden geçilmeyen koyu kahverengi gözlerine çevirdim. Eve bir oyuncak girdi diye bu kadar gözünün dönmüş olması bir tek bana mı garip geliyordu? Peki ya ben bu tokadı neden yemiştim? Kardeşimi mutlu ettiğim için mi? "Kızımı da mı kendine benzeteceksin lan!" dedi bağırarak. Tekrar tokat atmak için elini kaldırdığında onu durdurdum. "Baba yeter! Ben çocuk değilim, kes şunu!" dedim ona onun gibi karşılık vererek. Bir damla gözyaşı süzülüyordu gözümden.

 

 

Elini benden kurtarıp parmaklarını saçlarına daldırdı gergin tavrıyla. "Ulan sen çocuk olsan ne olur olmasan ne olur?" deyip yakama yapıştı. "Her şekilde aynı boksun!" diyerek beni sarsıyordu.

 

 

Çenemin kasıldığını fark etmiştim. "Sen önce çocuğun yanında ağzını bozmadan konuşmayı öğren," dedim onu iterek. Ellerini yakamdan çekmemekte kararlıydı. "Murat bak sabrımın sonundayım, düzgün konuş lan benimle!" dediğinde onu omuzlarından ittim. "Ben de sabrımın sonundayım baba!" diye karşılık verdim. Yüzüme inen yumruk ile sendelemiştim. Deniz'in çığlık attığını duyunca kendimi iğrenç hissettim. Güya bugün mutluyduk...

 

 

Bir yumruk daha yediğimde bu sefer kendimi yerde bulmuştum. Ebru'nun, "Veysel bırak, tamam!" diye bağırdığını duyuyordum fakat onları göremiyordum. Yüzüme art arda yumruklar iniyordu ve ben canımın acısını hissetmiyordum. Babam hiç kimsenin sesini duymadan yumruk atmaya devam ediyordu. "Geberteceğim lan seni!" diyordu bir yandan da. Ölebilirdim, bana hava hoştu.

 

 

Yumruklarına kısa bir son verip elini cebindeki bıçağına götürdü. Bıçağı açtı ve bana doğru yaklaştı. Deniz bir anda "Abi!" diye yırtındı saçlarını yolarken. Bugün mü ölecektim? Hem de kardeşimin gözü önünde... Ben onu bu hâlde bırakıp gitmek istemiyordum, bugün olmazdı ki...

 

 

Dizlerine yumruk atan Deniz'e son kez baktım. Babam, Deniz'in kendine vurduğunu görünce duraksamıştı. Deniz hırslı bir şekilde ayağa kalkıp babamın kollarına vurdu. "Bırak abimi! İstemiyorum ben oyuncak falan! Abimi istiyorum, bırak onu!" dedi çığlık atar gibi bağırırken. Onu ilk defa bu kadar bağırırken görüyordum. Aynı ses tonuyla tekrar "Bırak!" dedi kendi saçlarını çekerek. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.

 

 

Bıçak, babamın elinden istemsizce düşünce "Kızım, yapma," dedi Deniz'in ellerini tutarak.

 

 

Deniz yine bir çığlık attı. "Dokunma bana!" diyerek saçlarını yolmaya devam etti. Onu durdurmak için ben de yerden doğrulmaya çalıştım. Yere, patlayan dudağımdan bir damla kan düşmüştü ama onu umursamadan Deniz'in ellerini tutup, "Deniz, yapma lütfen," dedim. Bana bağırmamıştı, sadece ağlıyordu. Ona sımsıkı sarılınca daha çok ağladı. Ellerini yavaş yavaş saçlarından çekti ve kollarını boynuma doladı. Babamın sinirli bir nefes verdiğini duymuştum ama şu an Deniz daha önemliydi benim için.

 

 

Biraz daha sakinleşince birbirimizden ayrıldık. Saçlarını yüzünden çekip okşadığımda ellerime kopan saçları geldi. "Deniz, saçların..." dedim ne diyeceğimi bilemezken.

 

 

Sesli bir şekilde ağlamaya devam etti. "S- seni..." dedi hıçkırıklarının arasından. "Ö- öldürecekti..." deyip bağırarak ağladı. Babama döndüm ve Deniz'in kopan saçlarını ona gösterdim. "Eserine bakmak ister misin baba?" dedim saçları avucumun içinde sıkarak. Hiçbir şey demeden gözlerime baktı. Öfkeyle kapıya vurdu ve odadan çıktı. Gözümden akan yaşı silip Deniz'e döndüğümde bakışlarım donuklaştı. Bebeğin kopmuş kafasına bıçak saplıyordu. Elimdeki saçlar avucumdan düşerken hızla Deniz'in yanına gittim. "Deniz, bırak o bıçağı abiciğim," dedim elini tutarak. Duymamıştı.

 

 

Bağırarak bebeğin kafasına bıçak saplamaya devam ediyordu. Bıçağı tutan elini daha güçlü tuttum onu durdurmak için. Gözyaşı elime damlayınca içim parçalandı. Elindeki bıçağı dikkatlice alıp yere fırlattım. Ona tekrar sarıldım. "Çok acıdı mı?" dedi kollarımda ağlarken. Başımı iki yana sallayarak, "Acımadı canımın içi, acımadı. Ağlama n'olur..." dedim.

 

 

Burnunu çekip elini göğsüme koydu. "Ama kalbin çok hızlı atıyor," dedi eliyle orayı okşarken. Gözlerimi onun masum yüzüne odakladım. "Sen üzüldüğün için..." deyince hemen gözyaşlarını sildi ve karşımda sahte gülümsemesiyle dikildi. İçinde simsiyah gözyaşları akarken şu an bana yansıtmadığını düşünüyordu fakat biliyordum, görüyordum. "Benim için mutlu olma abiciğim, kendin için ol," dedim ellerini tutarak. Bu cümle onun için son nokta olmuştu. O siyah gözyaşlarını akıttı.

 

 

"Ben..." dedi cümleyi ağlamaktan kuramazken. "Ben o bebeği senden hatıra olarak saklayacaktım," dedikten sonra daha sesli ağladı. Sırtını sıvazlayarak teselli etmeye çalışıyordum. "Yine alırım ben sana. Üzülme, lütfen," dedim ıslak yüzüne yapışan saçlarını nazikçe geriye atarak. Anlaşılan bu gece de uyuyamayacaktık... Tüm gece Deniz'e iyi gelmek için elimden geleni yapacaktım çünkü o iyiyse ben de iyiydim.

 

 

Ertesi gün...

 

 

Sabah uyandığımda Deniz'in yatağının kenarında uyuyakaldığımı fark ettim. Hızla kalkıp okul formamı giydim ve yüzümün ne halde olduğuna bakmak için aynaya doğru ilerledim. Berbat bir durumdaydım. Maske takmadan okula gidemezdim.

 

 

Aynanın karşısından bir daha dönmemek üzere ayrıldım. Ardından çantamı hazırlayıp evden çıktım. Apartmanın kapısından çıkmadan önce kapüşonumu kapattım. Maskemi de tam anlamıyla taktığımdan emin olunca çıkmak için adım atmıştım ki Almina'nın da çıktığını gördüm. Beni bu hâlde tanımaz diye düşünerek apartmandan çıktım en sonunda. Yanında annesi de vardı. Bir şeyler konuşup gülüyorlardı. Onlar kaldırımda durup vedalaşırlarken ben yanlarından geçtim. Ya da öyle sanıyordum.

 

 

"Günaydın, Murat," demişti Almina arkamdan. Durup ona döndüğümde kaşları çatıldı. "İyi misin?" diye sorunca başımı aşağı yukarı salladım. "Biraz hastayım," diyerek geçiştirdim.

 

 

Annesi de beni ilk kez hapishane kaçkını halimle görmüş oldu. Güne ne güzel başlamıştım...

 

 

Gülümseyerek, "Geçmiş olsun," dedi Almina.

 

 

"Sağ ol," dedim ben de gülümsemeye çalışarak. Gülümseyince yüzümün her zerresi ağrıyordu.

 

 

Almina kaldırımdan inip benim yanıma gelince annesine eliyle öpücük attı. "Görüşürüz," dedi ağır ağır yürümeye başlarken. Annesi de, "İyi dersler," deyip ona öpücük atınca ben de Almina ile beraber ilerledim. İkimiz de fazlasıyla sessizdik. Okula gidene kadar da hiçbir şey konuşmamıştık. Beraber merdivenleri çıkarken arkadan Almina'nın çantasına biri asıldı. İkimiz de aynı anda arkamıza bakınca İrem'i gördük. Almina'nın en yakın arkadaşıydı. "Ay günaydın!" dedi her zamanki sabah enerjisiyle. Almina da sırıtarak "Günaydın," dedi.

 

 

İrem'in beni dürtmesi ile ona döndüm. "Sana da günaydın, odun," dediğinde kaşlarım çatıldı. İrem verdiğim tepkiden dolayı açıklama yapma ihtiyacı hissetmiş olmalıydı. "Hani bir bayana ilk önce erkeğin 'günaydın' demesi gerekir ya, nezaketen," dedi Almina'ya yan yan bakarak. Böyle bir kural mı varmış? Ben neden bilmiyorum?

 

 

Ne diyeceğimi düşünürken Almina atıldı. "O biraz hastaymış, konuşunca boğazı acıdığı için pek konuşmuyor," diyerek beni soru işaretlerimden arındırdı. İrem kaşlarını havalandırarak "Ha! Öyle desene," derken sınıfa girdik. Hepimiz sıralarımıza oturup derse hazırlandık. Yanımda oturan Semih ile yıldızlarımız barışmamış olsa da mecbur oturuyordum. Okulun belalısı derken ilk başta Semih'i kast etmiştim. Oyuncakçıya girdiğimi öğrense olay çıkarıp dalga geçerdi. Böyle insanlar yüzünden kendimi baskı altında hissediyordum. Evin dışındayken bile rahat olamıyordum.

 

 

Önümde açık olan kitabımla bakışırken derse daha çok var diyerek başımı kitaba gömüp uyumaya çalıştım. Dünkü kâbustan sonra ne kadar uyunabilirse artık.

 

 

Almina'nın anlatımıyla...

 

 

Ben hayatımda gördüğüm en aşık insandım. Hem de kelimelerle bile tarif edilemeyecek kadar aşıktım. İlk görüşte aşk derler ya hani, ben ona hiç inanmadım. Meğer ne kadar da doğruymuş... Okula geldiğim ilk gün kapılmıştım ben ona. Masmavi gözleriyle baktığını görmem yetmişti bana. Hep soruyorlardı dört yıldır, "Neden mavi?" diye. Cevabı Murat ile benim aramdaydı ama Murat'ın bundan haberi bile yoktu. Ben ona onu sevdiğimi söyleyemiyordum fakat hayallerimde biz birbirimizi çok seviyorduk. Bazen diyorum ki hayat ne kadar acımasız. Gerçekte sadece arkadaşız, hayallerimde sevgili... Neden bu kadar zıt?

 

 

Ben Almina, 18 yaşındayım ve bildiğiniz üzere çok aşığım... Kendimi başka şekilde tarif edemiyorum. Özellikle dün akşam yaşamış olduğum atraksiyondan sonra bana bir şeyler olmuştu. Atraksiyon dediysem de öyle uçurum kenarında salıncakta sallanmak gibi bir şey değil. Kitap almaya gittiğimde onunla karşılaşmış olmam bana aklımı kaybettirmişti. Oysaki okulda da sohbet ediyorduk. Biraz(!) fazla büyütmüştüm ama ne yapayım, seviyordum.

 

 

Bugün benim sevdiğim adamın hasta olduğunu görmek bana biraz hüzün vermişti. Hayallerimde olsa ona iyi gelecek şeyler yapardım ama gerçek hayatın acımasızlığı her seferinde yüzüme vuruyordu. Onu hasta görmeye de dayanamıyordum. Aslında dün gayet iyiydi, yoksa ben mi hasta olduğunu görememiştim?

 

 

Aklıma kitapçıda konuştuklarımız gelince gülümsedim. Tabii bunu gören sıra arkadaşım -aynı zamanda en yakın arkadaşım- İrem beni dürttü. "Hayırdır kız, ne oldu, yine neye hülyalanıyorsun sen?" dedi oturduğu yere iyice yerleşirken.

 

 

"Bir şey olmadı," dedim gözlerim Murat'a kayarken. Sanırım hasta olduğu için uykusu vardı. Gidip saçlarını okşasam ne olurdu ki? Çok mu şey istiyordum? Yok, az şey istiyoruz. Bir kere de beni bozma be, iç ses!

 

 

Tekrar dürtüldüğümü hissedince İrem'e döndüm. "Olmuş işte bir şey söyle. Yoksa seninki..." dediğinde gözlerimi büyüterek, "İrem kısık sesle konuşmayı beceremiyor musun sen?" dedim.

 

 

Oflayarak göz devirdi. "Tamam şimdi anlat hadi," dedi. Soran gözlerle ona bakarken, "Ne yaşadın kızım sen, onu anlat diyorum," diye açtı demek istediğini.

 

 

"Ya! Bir şey olmadı," dedim ısrarla. Bence Murat ile "aynı mahallede" karşılaşmak garip bir olay değildi.

 

 

Sırtını sandalyeye yaslarken, "Kız ne diyeceğim!" dedi bir anda. "Ne diyeceksin?" diye sordum ruhsuz tipimle.

 

 

"Şimdi bugün deneme var ya, bana Allah rızası için matematikte kopya ver," dedi yalvararak.

 

 

Ben de kollarımı önümde bağlayıp, "Ben vermem, kendin çekebiliyorsan çek," dedim. İrem yalancı siniriyle koluma vurdu. "Kız insan kankasına kopya vermez mi, hayırsız!" deyince hemen, "E hep verdim, bu sefer de kendin yapmaya çalış," dedim. İrem benden umudu kesince gözlerini Murat'a çevirdi ama ondan da böyle bir şey istemeye çekinirdi. Kıyamadım yine arkadaşıma.

 

 

"Tamam veririm," demem ile bana sımsıkı sarıldı.

 

 

"Ya seni yerim!" dedi beni sağa sola sallarken. Sınıfa hocanın girmesiyle hepimiz ayağa kalktık. "Oturun," diyen hocanın sesini duyunca İrem kendini bir anda sandalyeye bıraktı. "Niye kalktık niye oturuyoruz?" diye homurdandı. Hep bunu söylüyordu. İrem'in hocalara karşı sergilediği saygısına(!) hayran kalıyordum.

 

 

Hoca çantasını masaya koyunca sınıfa bir göz gezdirdi. "Size bir yer değişikliği yapalım," dedi özellikle ben ve İrem'e bakarak. Kesin ilk bizi ayıracaktı, biliyordum. Sınıfta o kadar kişi varken hocaya biz ikimiz batıyorduk.

 

 

Yanımdaki çok sevgili arkadaşıma baktığımda aklıma onun kopya çekme planlarının yok olduğu geldi. Ben de diyorum bu kızın suratı niye düştü... "Ben bittim," diye söyleniyordu İrem.

 

 

Tahmin ettiğim gibi hocanın gözleri ilk bana ve İrem'e kaydı. "Almina sen oradan kalk," deyip beni nereye oturtacağını düşündü. Oflaya poflaya kalktım emektar sıramdan. "Murat'ın yanına geç, Semih sen de oradan kalk," demesiyle İrem'in bakışları bana döndü.

 

 

"Kızdaki şansa bak abi!" diye bağırınca rezil olduğumu hissettim. Murat bundan kıllanırdı bence. İrem, acaba sen beni sevdiğim adama rezil etmek için mi doğdun?

 

 

Çantamı alıp eski sıramı terk ederken hoca, "Ya da dur, sen tahtada bekle bir," deyince İrem büyük bir kahkaha kopardı. "Ay nazar, nazar," dedi alayla. Kaşlarımı çatınca kahkahalarını durdurdu ve önüne döndü.

 

 

"Semih sen İrem'in yanına geç," dedi hoca. İrem hemen isyan bayraklarını kaldırdı. "Hocam yapmayın! O beni derste yer!" dedi sesini incelterek. Kız haklı ama ne diyeyim. Okulun en çok tutanak yiyen öğrencisi olduğu için ben olsam ben de korkardım. Çocuk yanında bıçak gezdiriyor hocaların haberi yok. Zaten Murat ile anlaşamıyorlardı. İkisi de aşırı farklı kişilikler oldukları için her gün bir tartışmaları oluyordu. Tabii genelde başlatan Semih oluyordu. Bunu Murat'ı savunmak amacıyla demiyorum, gerçekten genelde o başlatıyordu.

 

 

Sınıfın en kokoş kızı Melis, "Hocam herkesin yeri değişecek mi?" diye sordu. Bu kız kadar itici bir insan tanımamıştım hiç. Her gün sevdiği "Berkcan"lar değişiyordu. Nasıl başarıyordu bilmiyordum ama hep Berkcan isimli şahısları bulup sevgili oluyordu.

 

 

"Herkesi değiştirmeyeceğim," dedi hoca ve ekledi. "Melis sen de kalk bakalım. Arda'nın yanına otur." Kokoş Hanım surat asarak yerinden kalktı ve Arda'nın yanına geçti. Hoca gözlerini Murat'a dikmişti. Murat'ta, garibim en arkada tek başına kalmıştı, yeni fark ediyordum. "Murat sen..." deyip düşündü. "Siz Almina ile en ön sırada oturun," dedi kapının dibindeki o malum sırayı göstererek. Etrafımdaki hayali kelebeklerim pır pır ederken en ön sıraya oturdum. Duvar kenarına geçmedim çünkü üşüyordum. Murat'ın arkamdan geçtiğini hissettim. Mis gibi kokusu burnuma dolmuştu... Onunla ilk defa sıra arkadaşı olacaktım.

 

 

Kokusuna kendimi kaptırdığımı fark edince hemen kendime geldim. Bu sırada Murat çantasını sandalyeye asmış, kafasını masaya gömmüştü. Ruhsuz. Sandalyemde asılı duran çantama uzanmak için abandığımda dirseğim yanlışlıkla Murat'ın omzuna çarptı. Kendime yaptığım sakarlık için söverken Murat hafifçe başını kaldırdı. "Şey... Kusura bakma yanlışlıkla oldu," dedim utançtan buharlaşma evresine geçerken.

 

 

"Önemli değil," dedi sakince.

 

 

"İyisin değil mi?" diye sorduğumda başını olumlu anlamda salladı. "İyiyim."

 

 

Arkama dönüp baktığımda İrem'in elinde pankart gibi tuttuğu kağıda baktım. "Sen tam bir malsın," yazıyordu. Arkadaşımın hitapları çok güzeldir...

 

 

Göz devirerek elime kitaplarımı alıyordum ki dirseğim Murat'ın sırtına çarptı. Allah'ım bugün sakarlığım üstümde, hayırlı işler bana... Ağzım beş karış açılmışken Murat'a baktım. Başını kaldırıp burnundan güldü. "Sorun yok," dedi yine aynı sakinlikle.

 

 

"E-emin misin?" dedim neye uğradığımı şaşırırken. Aferin bana, bugün de rezil oldum. Adam ölmedi, Almina. Bak yaşıyor...

 

 

"Eminim," dedi başını yavaşça sallayarak. Arkamda gülmekten çatlayan İrem'e döndüm. Benim bakışlarımı görünce hemen durdu. Aman ne komik zaten! Kız iki sıra ötemden bile anırmayı başarıyor.

 

 

"Denemede kimse yerini değiştirmeyecek," dedi hoca, İrem'e bakarak. Kadın da haklı bir yerde şimdi yalan yok. İrem'i benden bile iyi tanıyor. Hocamız tekrar konuştu. "Bir sonraki ders denemeniz var. Bu ders ona çalışın, son işlediğimiz konular da çıkacak," dedi sandalyesine otururken. Hemen kitaplarımı çıkarıp soru çözmeye başladım. Murat'ın da soru bankasını çıkardığını gördüm. Tabii ki matematik çözüyordu. Şaşırdık mı? Hayır.

 

 

Birinci soruyla bakışırken Murat'ın nasıl çözdüğünü izledim bir süre. Soruyu bir kere okuyup iki dakikada çözüyordu adam! Sanırsın türkçe sorusu çözüyor.

 

 

Hayretler içinde onu izliyordum. Beni fark eder diye düşünerek önüme döndüm ve elime kalemimi aldım. Matematik soru bankasındaki ilk soruya göz ucuyla bakıp tekrar Murat'a döndüm. Daha doğrusu yandan seyrettim. Az önce baktığımda 5. soruda olan adam şimdi nasıl oluyordu da 9. soruyu çözüyordu? Gerçi o zeki, sorgulama Almina.

 

 

Sonunda soru çözmeye başladığımda, pardon başlayamadığımda dirseklerimiz çarpıştı. Başımı sağa çevirince Murat'ın solak olduğunu gördüm. Bu adamın her şeyi bir garip diye geçirdim içimden.

 

 

Eee, ben şimdi nasıl soru çözeceğim?

 

 

Murat'ın da bakışları dirseklerimize kayınca, "Yer değiştirelim istersen," dedi masmavi gözlerini bana çevirerek. Başımı yavaşça olur anlamında sallayıp kitaplarımı sağa kaydırdım. İkimiz de çantalarımızı kucakladık ve yerlerimizi değiştirdik. İrem'in hocayla konuştuğunu gördüğümde o da bana baktı. Hızlı adımlarla yanıma geldi. "Kulağına bir şey söylemem gerek," dedi yan yan Murat'a bakarak.

 

 

"Söyle," dedim ona yaklaşarak. Kulağıma eğildiğinde, "Denemede seninle yer değiştirsek olur mu? Ben Murat'a söyleyecek bir bahane bulurum," oldu.

 

 

Başımı iki yana salladım. "Ya ben daha tadını çıkaramadım, olmaz," dedim.

 

 

"Ya ne olacak!?" diye isyan ediyordu. Amacı tabii ki kopya çekmekti. İnatlaştım ve izin vermedim. Bu sırada zil çaldı.

 

 

Kitabımdaki çözemediğim matematik sorusuna bakarak İrem'den kaçma fırsatı buldum. "Ben şu soruyu hocaya sorayım," dediğimde Murat'ın okyanus mavisi gözlerini üzerimde hissettim. "Yardım edebilirim, istersen," dedi. İstemez olur muyuz hiç, yakışıklı? Çapkınlık bize yakışmıyor iç ses.

 

 

İrem bizi böyle görünce sırıtarak izleyip keyfini çıkarttı. "O-olur," dedim kekeleyerek. Tekrar yerime oturdum ve ona hangi soruyu yapamadığımı gösterdim. Soruyu okurken onu izledim. "Önce çözsem sonra anlatsam olur mu?" diye sordu. "Hı hı," dedim konuşma özürlü gibi. Evrim geçiriyordum galiba.

 

 

İşlemleri yazarken kaleminin ucu bitti. Takmakla uğraşmasın diye kalemimi uzattım. Elimden kalemi alırken kendimi o kadar hafif hissetmiştim ki...

 

 

Tepemizde dikilen İrem'e baktığımda sırıtarak gözleriyle Murat'ı gösterdi. Alttan eliyle kalp yapıp önce Murat'ı sonra beni gösterdi. O seni seviyor demek miydi yani bu? Vay, seni zeki!

 

 

Matematik denemesinden son dakikalar...

 

 

Şu an lanet olası bir soruya takılmıştım ve sinirden kendimi kesecektim. Ne yaparsam yapayım sonuç çıkmıyordu, deliye dönüyordum. Sınavın bitmesine beş dakika kalmıştı. Bir soru boş mu kalacaktı yani? Ay delireceğim!

 

 

Parmaklarımı saçlarıma daldırıp iç geçirdim. Soruyu bir kez daha okudum. Yok, olmuyordu! Zeka seviyem mi yetmiyordu yoksa sorunun bana garezi mi vardı?

 

 

Alttan Murat'ın beni bacağıyla dürttüğünü görünce saçlarımın arasından ona baktım. Takıldığım soruyu kendi kitapçığından açmış, bana cevabı gösteriyordu. Kendim çözemediğim için biraz şüphe ederek kitapçığıma, "Emin misin?" yazdım. Gözlerini kısarak okumaya çalıştı. Okuyunca kendi kitapçığına 'eminim' anlamında tik attı. Başımı hocaya fark ettirmeden sallayıp cevabı işaretledim. Derin bir nefes aldığımda yerinden çıkacak gibi atan kalbimi hissetmiştim. Tabii Murat ile işbirliği yapınca heyecanlanmıştım doğal olarak. Hoca optikleri ve kitapçıkları toplamaya başlayınca Murat ile birbirimize baktık. Maskeyle bile neden bu kadar yakışıklıydı? Peki gözlerinin güzelliği...

 

 

Bakışırken utanmaya başlamıştım yine. Okyanus mavisi gözlerini hiç ayırmadan bana bakmayı sürdürdü. Utandığım için gözlerimi kaçırdım. Evet, ben ona deliler gibi âşıktım bunu tekrar dile getiriyorum çünkü ben onu tam dört yıldır bekliyorum.

 

 

Yani kısaca ben bir ipin ucunu tutmuştum ve ona tutması için uzatmıştım. Dört yıldır tutmasını bekliyordum. Bir gün beni fark edip tutar mıydı o ipin ucunu?

 

 

 

 

Tamam kabul biraz uzun bi bölümdü ama yorumlarınızı aşırı derecede merak ediyorummm!

 

 

Almina'yı sevdiniz mi?

 

 

Peki İrem nasıl biri sizce?

 

 

İrem'in Murat'a odun demesi hakkında ne düşünüyorsunuz? 😍

 

 

Murat'ın anlatımı hakkındaki düşüncelerinizi şuraya kısacık alabilir miyiizz?👉🏻

 

Loading...
0%