Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@deusnaz

Ballarım ben geldimmm

 

Nasılsınız??

 

Geçen bölüm söyleyecektim birkaç şeyi ama unutmuştum ama şimdi hatırladım onun için haber vermek istedim

 

Şimdi, benim telefonum bir tık arızalı ballarım. Onun için telefon bazen donukluk yaşayabiliyor ve telefonun sıfırlanması gerekiyor, malum bu sıralarda da Wattpad'in erişim engeli devam ediyor ve playstore, app store'dan kaldırıldı. Eğer telefon sıfırlanırsa Wattpad'e karşı erişim sağlayamayabilirim :')

 

Fakat bildiğim kadarı ile Wattpad Beta hala yüklenebiliyor ancak aynı şeyler mı bilmiyorum. Oradan attığım bölüm Wattpad'de gözükür mü emin değilim. Bilginiz varsa lütfen beni aydınlatın çünkü buradan yayınlayamazsam direkt olarak Kitappad'den devam edeceğiz.

 

Wattpad Beta'dan devam ederim umarım, onu haber vermek istedim ben de size :)

 

Bir de, Whatsapp kanalımıza katılmayı unutmayın ballarım (hesabımda linki var)

 

Neyse çok uzattık, bu bölüm Girye tarihinin şu ana kadar ki en uzun bölümü olarak tarihe geçebilir. Bu bölüm en az 230 yorum gelirse çok mutlu olurum ballarım. Lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyinn

 

Ballarım bir de sizden ufak bit istekte bulunacağım. Bölüm iki kısımdan oluşuyor. İlk kısmı,

 

Musa Eroğlu - Mihriban

 

İkinci kısmı;

 

Kahraman Deniz - Böyle Sever

 

okumanızı çok öneriyorum. Böyle daha anlamlı olur sizin için :)

 

KEYİFLİ OKUMALARRR

 

******

 

1 Yıl Önce...

 

Tuğkan Demirsoy'un Anlatımıyla...

 

"Sarı saçlarına deli gönlümü, bağlamışım çözülmüyor Mihriban. Mihriban..."

 

Türkü, boş alanda yankılanmaya başladığında gözlerimi kapattım. Yüzüme vuran soğuk hava içimi ürpertiyordu. Onu tamamlayan ise türküydü. Tüylerimi diken diken ediyordu.

 

"Ayrılıktan zor belleme ölümü..." Dudaklarım kendi kendine aralanırken kafamı önüme düşürdüm. "Ölümü..." Sırtımdan akıp giden soğuk terleri seziyor, hasta olacağıma bir garanti daha veriyordum. "Görmeyince sezilmiyor Mihriban..."

 

Zihnimin her bir tarafında yankılanan şarkı, ayak ucumda yanan odunun sesi ve telefondan yükselen türkünün melodisi beynimi uyuşturuyordu.

 

"Yar deyince kalem elden düşüyor," Gözlerimi yavaşça araladığım vakit, gözlerim direkt önümde yanan odunlara döndü. "Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor..."

 

Yerde yanan odunları elinde ki uzun sopa ile karıştıran Hasan'ın gözleri bende, dudaklarımdan kelimelere odaklanıyordu.

 

"Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban."

 

Tek solukta eşlik ettiğim türkü ile elimde ki yarısından fazlası boşalmış olan alkol şişesi yere düştü. Hasan derin bir nefes eşliğinde yerinden kalkarken bakışlarımı yanan odunlardan çekmedim.

 

O, yanımda ki telefona uzandığı an dudaklarımdan bu defa türkünün sözleri dökülmedi. "Kapatma." Dedim acıyan gözlerimi ilk defa kırparken. Dolmuş ve görüşüm bulanıklaşmıştı.

 

"Kendinde değilsin." Dedi beni umursamadan. Yanımda ki telefonu eline aldığında derin bir nefes verdim. "Hadi kalk," Telefonu cebine atarken söylendi.

 

Yerimde doğrulup sırtımı arkamda kalan ağaca yasladım. "Otur biraz daha." Diye iç çektim. Bakışlarım uzun bir aradan sonra ona tırmandı. Bana içli bir şekilde bakıyordu. "Acıyarak bakma yarram." Kendime çektiğim dizlerime dayadığım kolum ile saçlarımı karıştırdım.

 

"Ecdadını sikeyim Tuğkan." Yanıma otururken sarf ettiği sözler ile saçlarım arasında ki ellerim, istemsiz bir şekilde saçlarımı çekiştirmeme neden oldu.

 

Benim gibi ağaca yasladı sırtını. "Türküyü de kapattın. Geri aç." Kafam önümde, gözlerim kapalı ve ellerim saçlarımdaydı. Boğazım acıyordu.

 

"Kendini kaybediyorsun." Dedi kolu koluma değerken. "Ellerini de çek saçlarından." Elime uzandığı sırada kafamı biraz çevirip yanımda ki ona baktım.

 

"Sana ne lan." Diye ona ters attığım da boş bir bakış attı yüzüme. "Vazgeçtim. Siktir git. Kafamı siktin." Başım ağrıyordu.

 

Uykum mu gelmişti emin değildim fakat gözlerim neden ağrıyacaktı yoksa. Saçlarımı bırakıp başıma sertçe bastırdım ellerimi. "Ölürsen kurtulursun anca, benden."

 

Ellerimi saçlarımdan çekip birkaç defa sertçe vurdum kafama. Zihnimde dolanan görüntü bir türlü gitmediği içinde kendime olan sinirim.

 

"Beynini sikeyim." Diye karşılık verdim. Dişlerimi sertçe birbirine geçirirken.

 

"Bende senin kardeşim." Beni taklit ettiği sırada ellerimi başımdan ayırıp kafamı arkamda ki ağacın gövdesine dayayıp ateşe bakmaya devam ettim. "Sigara?" Bana uzattı bir dal ile hiç düşünmeden aldım elime.

 

Dudaklarıma yerleştirdiğim sigara ile çakmağını uzatıp yaktı. "Eyvallah kardeşim." Kendi sigarasını da yaktığında çakmağı cebine attı.

 

Gözlerim bir süre öylece etrafta gezindi. Ciğerlerime derin bir nefes çektiğim de, "Ne olacak bu halin?" sesi kulaklarıma doldu. "Ömür böyle mi geçer amına koyayım?"

 

Parmaklarım arasına aldığım sigara ile havaya bir nefes verdim. "Allah bilir orasını." Kafamda dönüp duran gözler ile gülümsedim. "Gözleri çok güzel." Derin bir nefes verdiğim sıra bakışları bana döndü.

 

"Siktir git, amına koyayım. Senin, benim gibi göz işte. Ne abarttın?" Sigarasından büyük bir iç çektiği sırada alayla karışık gülümedim.

 

"Sen ne anlarsın yarram?" Sigarayı tekrar dudaklarım üzerine yerleştirdiğim sırada, "Annemin kabul edeceği tek kız." söylendim.

 

Gözleri tekrar beni bulduğunda bu defa bende ona baktım. Yüzüne vuran alevlerin ışığı aydınlık yaratıyordu yüzünde. "Kendi kendine hayallere dalma Tuğkan. Sonra üzülen sen olursun."

 

"Ne hayali lan? Anneme anlattım oğlum ben o kızı." Bugün anlattım.

 

Mezarlığa gittiğimde onu anneme anlattım.

 

Yüzümde ister istemez bir tebessüm belirdi. "Anneme anlattığım da, istemese hissederdim." Sigaradan bir iç daha çektim.

 

"Annene benziyor diye sevdin sende kızı. Aşık oldum diye dolanıyorsun ortada." Alayla güldüğü sırada bende güldüm. "Bak hele yarrama bak. Nasıl gülüyor!" Omzuma omuz attığında yere devrilmemek için zor bela dengemi salladım.

 

"Oynaşma, sikerim belanı, bok." Onun gibi gülmeye devam ettiğim sırada, "yok oğlum. Tek annem değil, bir şey var onda. Anlamadım ama beni ona çeken bir şey var."

 

Bana yandan bit bakış attı. "Ne mesela?" Ona, hislerimi açmam için bir an tanıdı.

 

İçime doldurduğum nefesi havaya verirken öksürdüm. "Gözleri." Dedim tek nefeste. Ateşte gördüğüm şey onun gözleri miydi acaba?

 

"Nasıldı gözleri?" Diye devam etti.

 

"Ev gibi."

 

Sigaranın külleri ayak ucuna düşerken güldüm. "Gülüşü de. İstemsizce bende gülüyorum. Bulaşıcı mı ne? Anlamadım." Aklıma gelen tebessümü ile yüzümde bir tebessüm oluştu.

 

Hasan yerinde doğrulup bana önden baktı. "Sen harbiden aşık mı oldun lan?" Bana hem şaşkın hem inanmaz bir ifade ile baktı.

 

"Bilmem. Oldum mu?" Bende onun yüzüne avel avel baktığım da bir anda gülmeye başladı. "Ne gülüyon lan? Aşık mı oldum ben? Aşk mı bu?" Cevabımı almak ister gibi onu sarstığım sırada, kafama geçirdi bir tane.

 

Yerinde doğruldu. "Allah'ıma aşık olmuş bu. Ulan, kim derdi Tuğkan birine aşık olacak!" Sırtıma birkaç defa vurduğunda yerimde sarsıldım.

 

Aşk. 

 

Saçma ama güzel.

 

Yüzümde ki tebessüme engel olamazken sigaradan bir nefes daha aldım. "Emin misin Hasan?" Belki aşk değildi bu. Beğenmek ya da her ne sikimse işte. "Oğlum belki beğenmişimdir." Aşk nedir nereden bileyim ben amına koyayım?

 

Hasan ayakta sigarasından bir iç daha çekip hızla havaya verdi. "Hee, yarramın başına bak hele. Aşık olmuşsun sen. Bende de öyle oldu." Göz kırptığında ona şaşkınlıkla baktım.

 

"Sen kime aşık oldun lan?" Yerimden yavaşça kalktığımda güldü sadece. Bakışlarını benden çekip ateşe odakladı. Bir süre baktı ateşe. "Hasan, sırıtma sikerim. Söyle, kimmiş?"

 

Bana yandan bir bakış attı. "Öncedendi oğlum. Şimdi yok öyle biri." Yalan söylediğini sezdiğim gibi ensesine çöktüm.

 

"Yalanını sikeyim senin pezevenk." Sigarayı benden uzak tutmaya çalışırken bende bir nefes daha aldım. "Boka bak, söylemiyor da."

 

Yüzünde mi gülümseme yavaş yavaş kaybolmaya başladığında kafasını önüne eğdi. "Kız beni ne etsin?" Diye kendi kendine söylendi. "Sen olsan, düşünmeden kabul ederdi amına koyayım."

 

Sigaradan çektiğim derin nefesi havaya verirken güldüm. "Derdini sikeyim Hasan." Elimde kalan izmariti yere atıp üstüne bastığım da sırtına attım elimi. "Senden, benden iyisi Hint kumaşı anasını satayım."

 

Onunla geçtiğim alaya karşılık gülerek karnıma dirsek attı. "Bi' siktir git amına koyayım." Benim gibi izmaritini yere attığında üstüne basıp havaya, ciğerlerine doldurduğu kötü havayı verdi. "Benden daha iyi olduğunu ikimiz de biliyoruz."

 

Sırıtmama engel olamadım. "Senden daha iyi olmadığımı iddia etmedim zaten kardeşim." Sözlerim yüzünde ki gülümsemesinin asılı kalmasına neden olduğunda, "Tamam tamam, çok nazlandın. Söyle bakalım kimmiş, neciymiş, nereden gördün, ne zaman gördün. Dökül."

 

Ondan tekrar uzaklıştığım da elimi omzundan çekip montumun ceplerine yerleştirdim. Onun konuşmasını beklerken sessiz kalması ile gözlerim ona döndü.

 

"Çok güzel amına koyayım ya." Bakışları beni bulduğunda gülüyordu. Hayranlık dolu bir gülümsemeydi. "Allah canımı alsın, ondan güzeli yok." Sırıtmama engel olamadım.

 

Ellerimi yanan ateşe doğru tutup ısınmaya çalışırken, "Kim bu? Kleopatra falan mı?" başıma saplanan ağrıyı görmezden gelmeye çalıştım.

 

"Siktir git Tuğkan." Gülerken benim gibi ellerini ateşe doğru uzattı. "Kız tam senin tipin." Diye kısık bir sesle soludu.

 

Kaşlarımı yalandan çattığım da derin bir nefes verdim. "Benim tipim yok."

 

Bana karşı alaycı bir gülümseme de bulundu. "Senin tek tipin o kız değil mi?" Gözleri bir anlık beni bulduğunda kendimi sırıtmaktan geri koyamadım.

 

"Belli değil mi, anasını satayım?" Kafamı yukarı kaldırıp boynumu çıtlattığım da bedenime işleyen anlık sevinç patlamasını bastırmak istedim. "Kızdığında kulakları kızarıyor." Aklıma bugün ki sinirli hali geldiğinde sırıtmam daha da genişledi. "Bugün beni öldürmek ister gibi baktı."

 

"Tebrikler," Diye derin bir nefes verdi Hasan. "Kızın senden nefret etmesini sağlamışsın." Ellerini ceplerine yerleştirip karşıma geçti.

 

Bakışlarım onu bulduğunda kafamı sağ omzuma doğru eğdim. "Nefret edecek kadar ileri gitmedim." Gözlerim tekrar ona tırmandığında beni sessiz ve dikkatlice izliyordu. "Bence."

 

Bir süre sonra omuz silkerek önüne döndü. "Kızların bakışı, içini yansıtır. Çok dert etme." Cebinden çıkarttığı telefonuna bakmaya döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Ateşin, etrafa yaydığı ışığı ve kuvveti yavaş yavaş düşerken ellerimle yüzümü sıvazlayıp ağrıyan ense kökümü yakaladım. "Birkaç gündür böyle." Diye devam ettirdim yarım kalan konuşmayı.

 

"Ee, böyle devam mı edeceksin?" Gözlerini bir anlık telefondan kaldırıp bana döndürdü. "Böyle gitmez, ben sana söyleyeyim." Kafasını omzuna düşürdüğünde kaşlarını çattı.

 

Ona tezat bir şekilde sırıttığımda, "Söylerim o zaman."

 

Sözlerim, onun beklenmediği yerden gelmiş olacak ki yüzünde ki ifade dondu, bakışları direkt olarak yüzümde kaldı. "Neyi?" Dedi anlam veremeyen bir tonda.

 

"Neyi olacak beynini siktiğim? Kıza ona aşık olduğumu söyleyeceğim." İçimde ki derin nefesi havaya verirken soğuktan kırılan nefesim buhara dönüştü. "Şansımı denerim."

 

"Senin için daha erken."

 

Arkasında ki banka oturduğunda genişçe yayıldı. "Ne erkeni amına koyayım? Bir yılı geçti." Cılız yanan ateşin etrafından dolanırken yanına vardım. "Kadir onun sınıfında, ben halledemezsem o halledecek." Karşısında, ayakta dikilirken bakışları üzerimde oyalandı bir süre.

 

"Senin için diyorum ben kardeşim." Yerinden yavaşça kalıp bir elini omzuma attı. "Böyle istiyorsan hayırlısı olsun. Arkandayım." Ona aynı onun gibi gülümseyerek baktığım da,

 

"Eyvallah kardeşim." Diye karşılık verdim.

 

Tebessüm yüzünde kalırken, "Neyse," Sırtıma birkaç defa vurduğun da derin bir nefes verdi. "yine konuşuruz bunları. Kafana takma, canını da sıkma." Beni uyardığı sırada kafasına hızla geçirdim.

 

"Canını sıkmaymış. Keyfim yerinde zaten salak." Benim gibi bana vurmaya yeltendiği an kafamı eğerek onun darbesinden kurtuldum. Bu aralar antrenman için spor kompleksine çok uğramıyordum, haliyle koş hamladığımı düşünüyordu.

 

Hasan, bana vuramamış olmanın verdiği sinirle arkamdan attığı darbeden dolayı uzaklaştım ondan. "Gülme, sikerim belanı." Beni uyardığında sırıtmam daha da genişledi.

 

Bankın üstünde duran su şişesini alıp ateşin üstüne döktüğünde sönüp giden alevler ile yanıma geldi. "Eve mi gidiyorsun?" Bana karşı olan sorgulsyıcı sesi ile yüzümde ki sırıtma soldu.

 

"Belli değil." Diye kestirip attım.

 

"Eve gitmeyeceksen bize gel. Abim gitti, yan yatağım boş." Yürümeye devam ettiği sırada bakışlarım ona döndü. "Camide kalma." Sesinde ki düşünceli tını ile tebessüm ettim.

 

Evde babam olduğu için kalmadığımı bilirdi. O geldiğinde nadiren eve uğradığımı, uğradığımda ise işlerin pek iyi yönde gitmediğini de bilirdi. Hasan benim her şeyimi bilirdi. Çünkü kardeşimdi.

 

Bana hata yapmayan tek kişiydi. Her şeyimle yanımda duran, gerçek kardeşimdi.

 

Adımlarım yavaşladığında bir süre yürümeye devam edip benden birkaç metre ötede durdu. "Noldu?" Sesinde ki pürüzü fark edebilmiştim. "Uykum geldi zaten amına koyayım, uğraştırma beni." Sözlerinin hemen ardından esnediğinde birkaç büyük adımla yanına varıp ona hızla sarıldım.

 

Beklenmedik bir şeydi. Birbirimize kolay kolay sarıldığımız söylenemezdi fakat şimdi, ona gerçekten sarıldım çünkü biliyordum. "Eyvallah kardeşim..." Diyebildim sırtını sıvazlarken. "Her şey için."

 

Kendisi bana karşılık vermemiş, ne olduğuna anlam verememişti ancak birkaç saniyenin sonunda bana güçle sarıldı. "Sana da eyvallah kardeşim." Sırtıma birkaç defa vurduğunda gülmeden edemedim.

 

Ancak bir farklılık hissettim.

 

Neydi o an bilemedim ama çok büyük bir farklılıktı.

 

"Kardeşim olduğunu unutma." Kendi kendimi tekrarladığım da bana olan sarılması daha da sıklaştı. İlk defa böyle sarıldı.

 

Sırtımı sıvazlarken güldü. "Aslanım." Dedi sadece. Çok söz etmezdi, pek söz sevmezdi de. Kısa ve özdü.

 

Ondan ayrılmadan evvel, onunla ilk tanıştığımızda, birbirimizi kardeş bildiğimizi dile getirirken söylediğim sözü tekrarladım. "Ölün ölüme, dirin dirime kardeşim."

 

İkimizin yeminiydi fakat o gün, o yemini sadece ben tekrarladım.

 

******

 

"Hiç gelmeseydin." Pastanenin merdivenlerinden çıkarken, hemen merdivenlerin yanında ki masada oturan Kadir, elinde ki sigarasından bir nefes aldıktan sonra söylendi. "Nerede kaldın?"

 

Omzuma attığım çantayı alıp, benim için ayırdıkları sandalyeye koyarken Kadir'in karşısında oturan Lala denilen çocukla selamlaştım. "Hoşgeldin kardeşim."

 

Selamını alıp sandalyeme oturdum. "Hoş buldum." Arka cebimde olan cüzdan ve telefonu masaya bırakırken derin bir nefes aldım. "Kadir, ateşin var mı?" Cebimden çıkarttığım sigara paketinden son kalan ili daldan birini aldım.

 

O sırada bana çakmağını uzatan Kadir ile sigarayı dudaklarıma yerleştirdim. "Eyvallah." Dudaklarım arasında ki sigarayı yakıp çakmağı geri masaya bıraktığım da gözlerim pastahanenin bulunduğu caddede gezindi.

 

"Niye bu kadar geç kaldın?" Az önce sorduğu soruyu tekrarladığında dudaklarım üzerinde ki sigarayı parmaklarım arasına alıp havaya zehirli dumanı üfledim.

 

Bakışlarım yeni dolmaya başlayan pastane terasında gezindi. "Bir yere uğramam gerekti." Bakışlarım tekrar olduğumuz masaya döndüğünde Kadir kaşlarını çattı.

 

"Dökül." Bir haltlar olduğunu sezmiş gibi gözlerini bana dikti. "Dünden beri bir haller var sende de, çözemedim."

 

Sigarayı tekrar dudaklarıma yerleştirdiğim de Lala, "Adamı sıkmasana amına koduğum. İsterse anlatır." Dudaklarında ki sigara ile gözlerini kıstığında Kadir ona ters bir bakış attı.

 

"Dünden beri bir halleri var işte anasını satayım. Götü, dikenli tele batıyor gibi kıvranıyor herif." Derin bir sabır çekip bana döndüğünde güldüm.

 

Gözlerim arka masamıza kaydığında orada, onu görmemek alışılmadık bir şey olduğu için kaşlarım istemsiz olarak çatıldı. "Kızla konuşsana." sesimi kısık tuttum.

 

Sözlerim onu şaşkınlığa sürüklemiş gibi sigarasını dudaklarından uzaklaştırıp ağzında ki dumanı havaya şaşkın ifadesiyle verdi. "Konuşayım?" Dedi onaylamamı ister gibi.

 

"Evet, konuş." Stresle sigaradan daha büyük bir nefes çektim ciğerlerime. "Bekle, bekle nereye kadar?" Nefesimi havaya verdiğim de Lala bana güldü.

 

"Konuşsun konuşmasına da, seninki bugün yok sanırım?" Çenesiyle arka masayı işaret ettiğinde Kadir'le benim gözlerimiz tekrar oraya kaydı. Masa boştu fakat oturmak üzere olan Gizem masa başındaydı.

 

Normalde daha erken gelmeleri gerekirken, benden bile geç gelmiş olmaları beni ilk kez şaşırtmıştı.

 

Kadir alelacele dudağında kalan sigaradan bir nefes daha çekip sigarayı, küllüğe bastırarak masadan kalktı. Gözlerim onu izlerken, onun gözleri ise Gizem'i izliyordu. "Hayırdır?" Ona sorgulayıcı bir bakış attığım sırada sırıttı.

 

"Seninki yok da, benimki burada." Sandalyesini çekerken, sandalyesinin üstünde ki okul çantasını Lala'ya fırlatmış ve hiç durmadan arkamızda ki masaya uzatmıştı. "Günaydın Gizem hanım."

 

Sesinde ki hevesli ve şımarık çocuk tavrı ile güldüm. "Bu var ya," Dedim elimle yüzümü sıvazlarken. "hayatımda gördüğüm en piç insan." Lala, çantayı masanın üstüne bırakıp sırıtarak sigarasını içmeye geri döndü.

 

"Dinle onları," Dedi en sonunda Lala. Sesi kısık olduğu için duymakta zorluk yaşadım. "senin işi de aradan çıkartacak şimdi." Bana verdiği akılla arkama yaslanarak sigarama geri göndüm. Kulaklarım ise onlara kesilmişti.

 

Derin bir iç çekiş duyuldu en önce, "Niye geldin diye sormayacağım." Ses kıza aitti.

 

"Günaydın demek suç mu sayılıyor artık? Benim bundan neden haberim yok?" Kadir'in yarı alaylı, yarı şakacı tavrı ile sigaramı parmaklarım arasına yerleştirdim.

 

"Sana da günaydın Kadir." İkisi arasına giren sessizlik ile bakışlarım Lala'ya kalktığında benim gibi onları dinlediğini anlamam kısa sürmedi. "Tamam konuşma bu kadarsa?" Gizem'in mesafeli sesi ile sırıttım.

 

Kadir'in göt gibi ortada kalmasına bayılıyordum.

 

"Konu açmamı istersen bende çok var Mevsimciğim." Mevsim mi? Benim tepkimle birlikte arka masadan bir gürültü koptu. "Elin ağırmış." Dedi Kadir. Bunu söylerken bile gülüyordu.

 

Gizem ise sinirli olan tarftı anladığım kadarıyla. "Sana, bin kere milletin içinde öyle seslenme dedim." Dişleri arasından soluduğunu fark ettiğim de gülmemek için kendimi zor tuttum. "Defol git başımdan. Geri zekalı!"

 

Kadir ise derin bir iç çekti. "Nedenmiş o?"

 

"Siktirip gider misin başımdan?" Gizem'in sinirli sesi ile kaşlarım bir anlık şaşkınlıkla havalandı. "Seninle uğraşamam Kadir."

 

"Yorulma diye ben uğraşıyorum seninle işte kızım." Yavşaklık moduna geçtiğini anladığım da sırıtmaktan geri durmadım. "Bir şaka yapalım dedik alt tarafı." Sıkıntılı bir nefes verirken söylendi.

 

Kızdan gelen cevap biraz gecikmişti. "Ben gülmedim." Ona tip bir bakıp attığına emindim.

 

"Bir daha gülebileceğin bir şaka yaparım." Sesinde, Gizem'i sinir etmekten hoşlanan bir tını vardı.

 

"Lütfen yapma." Diye bir nefes aldığını duydum. "Ayrıca, ne diye geldin yanıma?" Sesinde ki şüphe dolu ifadeyi fark edebildim.

 

Sigaradan bir iç çektiğim de yerimde sabit durmaya çalıştım. Nedensiz içime yüklenen gerilim ve utanç duygusunu yok saymaya çalıştım.

 

"Gitmemi mi istersin?" Kadir'in sesi şüphe doluydu. "Bu kibarca yanımdan siktirip git demek sanırım?" Güldüğünde Gizem'in bıtkın sesi doldu kulaklarıma.

 

Gizem, sanırsam Kadir'in varlığından pek hoşnut değildi. "Ne diye bana çatıyorsun şu an? Okulda yüzüme bakmayıp burada, yanıma gelme amacını merak ettim doğrusu." İmalı sözleri ile yüzümü bir sırıtma salıp kafamı biraz geriye çevirerek ikisine baktım.

 

Gizem, Kadir'in sandalyesinde oturmuş, kollarını göğsünde birleştirmişti. Kadir ise, hemen yanımda duran demir trabzanlara yaslanmış, ellerini eşofmanının ceplerine yerleştirerek Gizem'e bakıyordu.

 

"Gelmemi mi istersin?" Onun da Gizem'e yaptığı ima aynı aklımda ki gibiydi. "Bugün öğle arasını bana ayır."

 

"Hayır."

 

"Evet."

 

"Gelmeyeceksin Kadir. Uğraşamam seninle." Gizem'in oturduğu sandalyeden kalktığına dair bir ses geldiğinde Kadir de hareketlenmiş ve yerinde doğrulara Gizem'in yanına varmıştı. "Ne yapıyorsun, pardon?"

 

Bu defa dayanamayıp arkamı tamamen dönüp ikisine baktığım da Kadir omzuna Gizem'in çantasını almış sırıtarak onu izliyordu.

 

Gizem'le uğraşmak en sevdikleri arasındandı.

 

Dolu olan pastanenin terası ile birkaç göz onlara döndü. "Ver şunu! Çocuk musun sen?" Gizem'in sinirli sesi ile dişleri arasından yükseldi Kadir'e.

 

"Öğle arasını bana ayıracaksan neden olmasın?" Sesinde, şu an bulundukları durumdan memnun olduğunu belli eden bir ifade vardı.

 

"Hayır! Az önce kast ettiğim böyle bir şey değildi geri zekalı!" Kadir'in omzunda ki çantasına uzanırken kaşlarını çattı. "Daha fazla rezil etme bizi. Ver şu çantayı."

 

Kadir ise kaşlarını keyifle kaldırdı. "Öğle arası ya da rezil olmak." Sırıtması daha da genişlediğinde ondan birkaç adım uzaklaştı.

 

Gizem sinirle Kadir'e bakarken kaşlarını çattı. "Beyninde sorun olduğunu bilmiyordum. Geri zekalı Kadir!" Sesi yüksek çıkmış ve çoğu kişi onlara dönmüştü fakat bu Gizem'in umrunda gibi değildi. "Çantamı ver."

 

Kadir ise herkesin onlara bakması bir yana dursun sanki ortamda sadece ikisi var gibi eğleniyordu. "Sorularıma cavap verirsen neden olmasın?" Gizem'e bir kaç adım atıp tekrar demir trabzanlara yaslandı. "Bugün neden geç geldin?"

 

"Sana ne!" Gizem'e yüklenen aşırı dozda ki sinir sesine yansımıştı.

 

"Makul bir cevap olmadığı için kabul edilmedi."

 

"Piç misin Kadir?"

 

"Hayır."

 

"Çantamı ver o zaman!" Gizem tekrar kalktığı sandalyeye oturduğunda elini uzattı Kadir'e. "Sınav var bugün. Ona çalışmam lazım." Ondan gerçekten bıkmış gibi konuştu.

 

Kadir ise daha da keyiflendi. "O zaman sorularıma daha hızlı cevaplar vermen gerekecek." Sigaramdan bir nefes daha çekerken onları izlemeyi sürdürdüm. "Sizin kızlar nerede? Göremedim. Sarı falan gelmedi mi?" Etrafına bakarak sorduğu soru ile tekrar gözleri Gizem de durdu.

 

"Sana ne Parla'dan?" Dedi en sert sesiyle.

 

Kadir ise omzunda ki çantayı indirip ona cevap verdi. "Kendim için sormuyorum zaten merak etme." Sırıtarak devam etti. "Kendisine talibimiz var da. Ondan."

 

Gözlerim Gizem'i bulduğunda çatık kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. "Kim?" Dedi gözlerini bu defa direkt bana döndürdüğünde yutkundum. "Şu mu?" Beni gösterdiğinde gözlerim Kadir'i buldu.

 

"Oysa ne olmuş? Taş gibi çocuk. Kötü alışkanlığı falan da yok." Çantayı masaya bırakıp yanıma gelerek elini omzuma attı. "Sende biliyorsun yani, o kadar sporcu adam." Omzuma birkaç defa vurduğunda Gizem kaşlarını çattı.

 

Bir bana, bir Kadir'e baktı çatık kaşlarıyla. "Siz iyi misiniz?" Tepkisi ile içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. "Kadir?"

 

"Neden?" Dedim en sonunda. Tepkisiyle alt dudağımı dişledim.

 

Gizem'in gözleri beni bulduğunda bir süre beni izledi. "Haberin yok mu?" Dedi en sonunda. "Sizin yanınızda dolanan çocukla konuşuyorlar." Sözleri birkaç saniye öylece kalmama neden oldu.

 

"Kim?" Diyiverdim bir anda.

 

Aslında sormak istediğim soru bundan çok başkaydı. Benim çevremde ki herkes biliyordu Parla'yı. Kimdi ki onunla konuşuyordu?

 

Kadir de benim gibi şaşırmıştı fakat şaşkınlıktan çok kaşlarını çattı. "Kim lan o?" Elini omzumdan çektiğinde sinirlendiğini anlamıştım.

 

Gizem ise gerçekten bundan haberimizin olmadığını anladığında yüzünde ki sinirli ifade şaşkınlığa dönüştü. "Haberin yok muydu?"

 

"Haberim olsa sordurur muydum sence?" Otuduğum yerden kalktığım da gözleri beni buldu. Benim gibi o da ayağa kalktığında gözleri ben ve Kadir arasında gidip geldi. "Kim olduğunu söyle Gizem." Sözlerimle birlikte bakışları bende durdu.

 

Derin bir yutkunma yaşadı o an. "Şu hep yanında dolanan çocuk. Hasan mıydı neydi?" Çatık kaşlarım aldığım yanıt ile düz bir çizgi şeklini alırken dudaklarım aralandı.

 

"Kim?" Dedi Kadir yüksek sesle. Benim aksime şaşkınlık değil sinir yüklenmişti içine.

 

Hasan.

 

Biliyordu.

 

En başından beri biliyordu.

 

Kardeşim dediğim çocuk. O her şeyi biliyordu.

 

Gizem'in gözleri bu defa tekrar Kadir'e döndü. "Hasan... Hatta bir aydır falan konuşuyorlar. Haberiniz yok..."

 

"Yoktu." Dedim. Pek söz edemedim o an. Sanki konuşma güdümü yitirmiş gibiydim. O, bir aydır sevdiğim kızla konuşuyordu.

 

Dün ise bana söylediği yalanını devam ettirmişti. "Nerede lan o?" Kadir'in yüksek sesi ile çoğu kişi dönüp bize bakmıştı. Beni es geçip etrafına baktığında kaşlarımı çattım.

 

"Okuldalar. Bugün erken gitti ikisi de." Sözleriyle birlikte dişlerimi birbirine kenetledim. Gizem'in gözleri benim üzerimde durduğunda, "Parla'yı sen mi seviyordun?" Dedi cevabını bildiği soruyu soruyormuş gibi. Sessiz kaldım sadece. "Görmüştüm, hep ona bakıyordun."

 

Artık bakamazdım.

 

Derin bir nefes verdiğim de arkamı dönüp merdivenlere ilerledim. "Arkamdan sakın gelme Kadir." Diye uyarıda bulundum. Kafamı arkaya çevirdiğim de merdivenlerin başında duruyordu. "Gelmeyeceksin." Diye son kez uyarıda bulundum. İçime yavaş yavaş yüklenen sinir ile dişlerimi iyice sıktım.

 

"O piçi gebertmezsem durmam, amına koyayım!" Merdivenlerden inmeye başladığında ona karşı sinirle bir adım attım fakat benden önce davranan Lala Kadir'in kolundan yakaladı. "Bırak Lala."

 

"Bırak kendisi halletsin." Lala'nın gözleri beni bulduğunda kafasını anlayışla salladı. "İstediğini yap, lisansın yanmaz kardeşim." Lala'nın aklından geçeni anlamıştım. Hasan'ı gebertsem bile arkamda durup lisansın yanmaması için araya tanıdıklarını sokacağını ima etmişti.

 

"Burada kal." Dedim son kez Kadir'e. Önüme dönüp tekrar yoluma ilerlediğim de adımlarım hızlıydı. Zihnim ise doluydu.

 

Aylar boyu bana yalan söyleyen ve arkamdan işler çeviren, kardeşim dediğin o çocuğu düşündüm. Yutkunmak zorunda hissetsem bile buna engel olan başka bir şey vardı.

 

Zihnime onla dolu anılar gelirken yumruklarımı sıktım. "Yapmış olma." Dedim sadece. Okul yolunda ilerlerken göğsümün daraldığını hissettim. "Bana bunu yapma kardeşim."

 

Okuldan içeri girdiğimde adımlarım direkt binaya sürükledi beni. Etrafta dolaşan öğrencileri görmezden gelmek istedim.

 

Okulun merdivenlerinden çıkıp binanın içine girdiğim de ilerledim. Nereye gideceğimi bile bilmezken öylece yürüdüm.

 

Bakışlarım her tarafa gezinirken Hasan'ı görmek için her yere baktım. Göremedim.

 

Elimi telefonuma attığım da hemen açıp arama kısmına girip Hasan'ı aradım. Telefonu kulağıma dayadığım da gözlerim koridorun iki tarafında da döndü.

 

Birkaç saniye sonra arama yanıtlandı. "Alo?" Keyfi yerinde gibiydi. "Efendim kardeşim?"

 

"Neredesin?" Dedim daralan kalbime rağmen.

 

"Okuldayım." Diye bir yanıt verdi. "Niye, ne oldu? Bir şey mi oldu?" Sesinde ki şüphe ile derin bir nefes verdim havaya. Omuzlarıma binen siniri hissettiğim de,

 

"Sınıfta mısın? Bende okuldayım. Göremedim seni." Önce sağ, sonra sol omzuma eğdim kafamı. Kaburgam da hissettiğim bir gerilim vardı ama tarifini yapamazdım.

 

Karşı taraftan bir süre ses gelmedi. En son geldiğinde ise, "Hayır değilim. Bir arkadaşımın yanındayım."

 

"Hangi arkadaşın?"

 

"Ne oldu sana?" Sesi bir anda ciddiyete bindiğinde bir şeyler olduğunu anlamıştı. "Bir şey olmuş."

 

Kulağımın çınlamasını duyarken derin bir nefes daha aldım. "Zemin kat, sağ tarafta ki lavaboya gel." Sinirimi kontrol etmeye çalışırken ellerimin karıncalandığını hissettim. "Hemen." Gözlerimi araladığım da yanımdan geçip giden öğrencileri umurmasadan lavaboya doğru ilerledim.

 

Bir süre sesi gelmedi fakat sonrasında, "Geliyorum." Dediğini ve telefonu kapattığını işittim. Adımlarım hızlandı ve lavabodan içeri girdiğim de ellerini yıkayan bir öğrenci vardı.

 

"Dışarı." Dedim kapıyı açık bırakırken. Alt sınıflardan bir öğrenci olmalıydı. "Herkes." Tuvaletlerin içinde birinin olduğunu düşünerek sesimi biraz daha yükselttim fakat tık oynamadı. "Az sonra olacaklardan sorumlu olmam." Sesime yansıyan sinir ile yükseldiğim de ellerini yıkayan çocuk hemen dışarı çıkmış ve tuvaletlerin birinden de bir öğrenci çıkmıştı. İkisi aceleyle lavaboyu terk ederken derin bir nefes verdim.

 

Ellerimi enseme atıp birkaç saniye sıktım. Sinirimi dizginlemeye, kulaklarıma dolan uğultuları yok saymaya çalıştım fakat nafileydi benim için.

 

Kapıdan çıkıp koridora baktığım da gördüğüm kişi merdivenlerden inen Hasan'dı. Bakışları bende, kaşları çatıktı. "Tuğkan? Noldu?" Merdivenlerden inip yanıma doğru gelirken gözlerim hala merdivenlerde takılı kaldı. Arkasından onun gelip gelmediğini görmek istedim. Parla'nın.

 

Gelmesin istedim.

 

Fakat geldi.

 

"Hasan," Sesi kulaklarıma dolduğu an omuzların çöktü. İçimde ki sinir bir anlık yok oldu. Kalbimin sızladığını düşündüm.

 

Hasan olduğu yerde kalıp arkasına baktığında o gülümsedi. "gelecek misin geri?" Dedi. Onunla birlikteydi.

 

Onunla.

 

Sevdiğim kızla.

 

O an bazı şeyler parçalandı. Parla ile ilgili değildi, Hasan ile benim aramda olan bağ ya da her ne ise.

 

O ikimizi de parçalara ayırdı.

 

"Bilmiyorum." Hasan çok uzatmak istemeyerek, "Sana haber veririm." dediğinde sıktığım yumruğum güçsüz bir şekilde çözüldü.

 

Parla, anlayışla kafasını salladığında gözleri Hasan'dan ayrılıp bana döndüğünde bakışları değişti.

 

Kendi günahı gibi baktı bana.

 

Benden gözlerini çekip uzaklaştığında yutkunmak zorunda kaldım. İçimde kopan şeylerin tarifini yapamadım.

 

Hasan tekrar bana dönse bile gözlerim, benden uzaklaşan Parla'nın üzerindeydi. "Tuvalete geç." Gözlerimi ona dokundurmadan hala ilerleyen Parla'nın üstünde tuttum ta ki o ortadan kaybolana kadar. Sonrasında geri Hasan'a baktım.

 

Dediğimi yaparak yanımdan geçip lavaboya ilerlediğinde peşinden lavaboya girip arkamdan kapıyı kapattım. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Parla'yla aranda ne var?" Diye direkt konuya girdiğim de bir süre yüzüme öylece baktı.

 

"Seni alakadar etmez." Dedi en sonunda.

 

Bakışlarım gözlerinde gezindiğinde içime tekrar yüklenen bir sinir ile sağ elimi ense köküme attım. "Onunla konuşuyorsun değil mi?"

 

"Hayır." Dedi tek düze bir sesle.

 

Ayaklarım kendimden bağımsız harekete geçtiğinde dibine kadar girmiş ve yakasına yapışmıştım. "Yalan söyleme lan!" Onu aynı hızla arkasında ki duvara yasladığım da bu tepkiyi beklemediği açıktı. Onu sertçe duvara vurduğum anda kaşlarını çattı fakat ağzından, bana karşılık verebilecek bir kelime dökülmedi.

 

"Konuşmuyorum." Dedi en sonunda, yakasına yapıştığım ellerimi tutarken. "Sevgilim o benim."

 

Sözcükler zihnimde yankılandığı sırada ona öylece baka kaldım.

 

Sevgilim.

 

Hasan ve Parla sevgiliydi.

 

Hasan, sanki bunun beni çökerteceğini biliyor gibi dudaklarından dökülen sözleri ile yakasına yapıştığım ellerimin gevşediğini hissettim. Gözümün önünden geçip giden onunla olan tüm anılar birkaç saniye sonra hiçlikle buluşmuştu.

 

Uğruna kendimi öldürebileceğim kardeşim... Hayır, o benim kardeşimden çok uzaktı. O benim kardeşim değil düşmanım olmuştu. Sevdiğim kızla sevgili olmuştu.

 

İlk defa hissettiğim hisler garipti. İhanet garipti. Hasan garipti. Onunla şu an diken üstünde olmamız bile hepsinin tek bir neden üzerine kurulu olduğunu gösterdi.

 

O bende ki kendini öldürdü.

 

Beni öldürdü.

 

Bizi öldürdü.

 

Ellerimin uyuşukluğu arttığında yakalarını bıraktım. Beynimde uğuldayan sesler artık birer çınlamaya dönüştü. "Ne dedin?" Bacaklarımın beni ayakta tutabiliyor olması garipti.

 

"Sevgilim." Dedi utanmadan. Gücenmeden. Yüzü bir kez olsun kızarmadan.

 

O an aklımdan bir anlık tek bir düşünce geçti. Onu öldürmek istedim. Sadece tek bir an. Saniye bile değildi belki. Fakat sonra kaybolmasını sağlayan şey yemin oldu.

 

Anneme ettiğim yemin.

 

Neyse Hasan. Her neyse.

 

"Neden yaptın?" Sorma amına koyayım. Sorma Tuğkan. Sorma oğlum. Niye soruyorsun? O kadar güçlü müsün de soruyorsun? "Niye ihanet ettin lan bana?" Sus amına koyduğum sus. Kapat çeneni, çek git.

 

Beni kendinden uzaklaştırdığında kaşlarını çattı. "Ne yapmışım? Kızı elinden aldığımı falan söyleme sakın. Aynı kızı sevmemiz benim sorunum değildi." Bana ilk defa nefretle baktı.

 

"Senin sorunun değil mi?" Benim sorunum mu? İlk o mu sevdi yoksa? Ben mi yaptım hatayı? "O kızı sana anlattım lan ben! Kardeşim dedim lan ben sana! Amına koyduğum!"

 

Ona uzandığım sırada sırıttı. "Gel." Dedi gülerek. Gülüşünde bile bir alay vardı. "Gel, döv. Elinden bir şey daha alırım o zaman. Çocuk gibi oturur ağlarsın belki. Haline bak amına koyayım." Bana acıyarak baktığı sırada olduğum yerde kaldım öylece.

 

Neyse Parla. İkimiz için de her neyse.

 

Yumruğumu sıktığım sırada yanıma kadar geldi. "Kahpesin." Dedim yüzüne. Yakasına tekrar yapıştığım sırada duvarla arama sıkıştırdım onu. İçime yüklenen aşırı nefret onun yüzündendi. "Kardeşim dedim, ihanet etmez dedim. Güvendim lan ben sana! Dün beni dinledin lan sen. Bana sevdiğim kızı anlattın."

 

Ellerini bileğime doladı. "Erken davranmak benim suçum değildi. Hayatta neyi başardın da bunu başaracaktın ki Tuğkan? Ben sana demedim mi kazanamayacağın bir yarışa girme. Üzülen sen olursun diye." Sesinde ki nefret dolu sözler ile onu iyice bastırdım duvara. "Beni mecbur etme."

 

"Beni mecbur bırakma." Onu öldürmemek için direndiğimi fark ettiğinde güldü. "Soyunu sikeyim senin." Bir anlık yumruğumu havaya kaldırdığım da,

 

"Annene verdiğin sözü tutman için sana şans veriyorum." Sesi kulaklarımı dolduğu gibi yumruğum hava da kaldı. "Lisans Tuğkan. Lisans olmadan sen bir hiçsin." Gözlerim onun gözleri arasında gidip gelirken ellerimi yakasından ayırdım.

 

Ondan uzaklaştığım da yutkunmak zorunda kaldım. "Sen bizi öldürdün." Dedim en sonunda.

 

Yakasını düzeltirken kaşlarını çattı tekrar. "Hiçbir zaman biz olmadık." Dedi kaşlarını kaldırarak. "Her zaman sen ve bendik." Ellerini pantolonunun cebine yerleştirdiğinde o an gerçekten düşman bayraklarını çektiğimizi fark ettim.

 

Ona son kez bakarken kapıya doğru ilerledim.

 

"Bundan sonra ne ölüme, ne dirime."

 

******

 

Günümüz...

 

Parla Yıldızlı'nın anlatımıyla...

 

"Ne zaman geldin sen?" Siteden içeri girerken derin bir nefes verdi. "Bana niye haber vermiyorsun?" Diye ters bir bakış attım kendisine.

 

Aynı benim gibi ters bir bakış gönderdi bana. "Sürprizleri seversin sanıyordum kuzen." Elleri, montunun ceplerinde ilerlemeye devam ederken çantamın kolunu daha sıkı tuttu.

 

Evet, şu an çantamı kendisi sırtına almıştı. Pembe çantamı.

 

"Bu aralar sevmiyorum." Diye derin bir nefes verdim havaya. Karanlık sokaklara çökmüş, sitede sokak lambaları yanmaya başlamıştı. "Okula nasıl geldin?" Aklımda dönen sorulara cevap bulmasını istedim.

 

Omuz silkti. "Buraya geleceğimi Tuğkan'a söylemiştim zaten. Haberi vardı. Geldiğim gibi de çıktım evden. Baktım o da sinirli, bir haller var. Geldim yanında." Bunun için Akın'a minnet borçluydum.

 

Şayet kendisi olmasaydı Tuğkan belki de gerçekten dövülmüş olacaktı. "İyi ki gelmişsin. Tuğkan'ın tek olduğunu düşündüm." Kafamı önüme eğdiğim sırada aramıza bir anlık sessizlik girdi fakat çok sürmedi.

 

"Bu Hasan denen piç, senin ex değil mi?" Sözleriyle birlikte kafamı geri kaldırıp ona baktım. Bana bakıyordu ve sinirli olduğu açıktı.

 

Akın'ın sinirli olduğu anlar çok nadir olurdu. Ve şu an o nadir anlardan biriydi anlaşılan.

 

"Maalesef." Dedim utana sıkıla. Onun gibi bir eski sevgilim olduğu için kendimden utanıyordum. "Şerefsiz." Diyebildim sadece.

 

Akın ise sinirle soludu. "Dumurunu siktiğim. Yirmi kişi toplamış bir de, süt çocuğu." Sonda güldüğü sırada onun gibi bende güldüm. "Elimde kalmasa iyi." Diye iç çektiğinde kafamı kaldırıp ona baktım.

 

"Elin kaşındı yine değil mi?"

 

"Hemde nasıl." Dedi yarım bir sırıtışla. Saçlarını kestirmişti yemi fark ettiğim kadarı ile. Fakat bunu dile getirmeden tekrar döndüm önüme. "Tuğkan'ın dövdüğü çocuk kimdi?"

 

Bizim binanın merdivenlerine vardığımız da derin bir nefes verdim. "Hüseyin Akdemir diye birisi. Tanımıyorum." Onun gibi merdivenlerden çıkıp kapı şifresini girdikten sonra içeri girdim.

 

"Onun da ecdadını sikerim. İtiraf mevzusu falan dönmüş. Hayırdır?" Bana kaşlarını çatarak baktığı sırada öfkeliydi. "Sana orospu diyen dalyarak mı o?"

 

Dudaklarından dökülen sözler ile gözlerimi irice açıp merdiven boşluğundan yukarı baktım. "Akın, mal mısın pardon? Ulu orta küfür etme. Biri duyacak sonra."

 

O ise beni takmadan merdivenlerden çıkmaya başladı. "Kim duyarsa duysun... Neyse, bak bakalım şimdi sana bir laf edebilecek süt çocuğu var mı?" Gaza gelmiş gibi güldü. "Tuğkan'la topunu sikmezsem beni siksinler." Onun kolun vurduğum sırada susmasını istedim.

 

Söyleneni dikkate almış gibi sessizliğe gömülürken, "Evde konuyu sakın açayım deme. Annemlerin kulağına giderse senden bilirim." Tepkim ile kaşlarını ne alaka derce havaya kaldırdı.

 

"Yok ya, benden niye biliyormuşsun? Sen kendi diline sahip çık." Bizim dairenin olduğu kata geldiğimiz de göz devirerek ofladım. "Dur dur, hele biri karışsın sana, ebelerinden girip babalarından çıkmıyom mu?"

 

"Kes sesini ya!" Onun arkasına geçip çantadan evin anahtarını çıkartıp yanına geldim. "Sus artık. Kapat konuyu." Anahtarla kapıyı açıp ayakkabıları çıkarttığım da içeri girip, arkamdan onun da girmesi için açık bıraktım kapıyı. "Anne, biz geldik." Kapalı olan lambalardan, salona ait olanı açtığım da evde olmadığını gördüm. "Annem bir yere mi gitti?"

 

Akın koridorda kapıyı kapatırken çantamı, hemen kapının yanına, yere bıraktı. "Ben evdeyken, evdeydi. Haberim yok." Salonun lambasını tekrar kapatıp lavaboda ellerimi yıkadıktan sonra çantamı odaya kadar getirmiş ve yatağa bırakmıştım. Odanın içinde, geldiğimi gören Bal yattığı yerden kalkarken gözlerim yanına uzanmış olan kediye döndü. Süt beyazı kedi, Bal'ın yatağında yatıyordu.

 

Geldiğimi görse bile yatmaya devam ediyordu. Akın'ın valizi yatağımın yanında duruyordu. "Akın, arasana bir Tuğkan'ı." Sözlerimle birlikte kapının eşiğinde biten Akın derin bir nefes verdi.

 

"Arayacağım şimdi." Yanıma gelirken Bal ayağımın ucunda dolanmaya başladı. Onu kucağıma alıp yatağa oturduğum da Akın ise dizleri üzerine çöküp valizini yere indirdi.

 

"Polisler almamıştır dimi?" Umutla sorduğum soru ile cıkladı.

 

"Göstermelik aldılar arabaya. İki sokak ötede indirmişler." Elimle Bal'ın tüylerini okşarken sıkıntılı bir nefes verdim. "Hasan piçi kendi kaşınıyor." Sözleriyle birlikte bakışlarım onu buldu. "Şerefsiz, durduk yere iş çıkartıyor."

 

Valizinden çıkarttığı kahverengi kazağı ile ayağa kalktı. Üstünde ki ben rengi kazağa bulaşan kan izleri vardı. "Tuğkan bu aralar iyi değil. Kafasını yerinde değil gibi?" Diye iç çektim.

 

Gözleri bir anlık beni bulduğunda omuz silkti. "Onun için endişeleniyor musun kuzen?" Cevabımı beklemeden kapıya doğru ilerledi ve kapının dışında, koridorda üstünü değiştirmeye başladı. Onun gibi bende hemen üstümü değiştirdim.

 

"Gel.. Endişe ediyorum tabi. Benim yüzümden ya da değil kendine zarar veriyor. Dün lisans yandı, bugün tekrar kavga çıktı. Yarın kim bilir, ne olur?" Bal gözlerini bana çevirdiğinde üstüme tırmanmaya çalıştı. "Ne olacak Akın?"

 

Kapının kirişine yaslandığında gözleri benim üzerimdeydi. Bir süre bana baktıktan sonra derin bir nefes verdi. "Senin için her şeyi göze alabilen birisi."

 

Evet. Öyleydi. Benim yüzümden lisansı yanmıştı, bugün kavga çıkmıştı ve ne olduğunu bilmediğim birçok şey. "Kendi hayatını mahvediyor." Kalbim de ki darlığın sebebinin Tuğkan olduğunu düşündüm. "Benim yüzümden."

 

Akın'ın gözleri bende durduğunda kaşlarını çattı. "Senin yüzünden mi? Buna kendini inandırdın mı yani?" Gözlerine birkaç saniye öylece baktığım da güldü. Alaycı bir gülüştü bu. "Tuğkan asla aptalca şeyler yapmaz bir nedeni vardır. Şu an onun aptalca şeyler yaptığını düşünebilirsin ancak birine gerçekten aşık olsaydın sende öyle yapardın Parla." Sözlerinin ardından yere eğilip valizinin kapağını geri kapatıp yerine geri koydu.

 

"Yaptığı ve yapacağı şeylerin haddi hesabı yok gibi Akın. Yıllarca emek verip aldığı lisansını yaktı." Hala inanmakta güçlük çekiyordum. Neredeyse.

 

Yanıma oturup sırtını duvara yaslayarak bir bacağını kendine çekti. "Çünkü öyle. Yapacağı şeylerin haddi hesabı yok ve emin ol Parla, Tuğkan'nın feda edemeyeceği hiçbir şeyi yok bu dünyada." Sesinde ki bilgili ifade ile bir süre yüzünü izledim.

 

"Arasana onu." Diye kısık bir sesle söylendim. Yüreğimin daralmasına sebep olan şeyin ne olduğunu merak ediyordum. "İyi mi sor bir." En son gördüğüm hali pek içler açıcı bit vaziyette değildi oysa.

 

Elini cebine atıp çıkarttığı telefonu ile bir şeyler yaparak telefonu bana uzattı. Uzattığı telefona baktığım da ekran da Tuğkan'ın ismi vardı.

 

Gözlerimi kaldırıp geri Akın'a baktığım da almamı işaret etti. "Konuşmak isteyen sensin. Ben değil." Telefonu yutkunarak elime aldığım da kulağıma dayadım. Bir kaç saniye sonra karşı taraftan gelen ses ona aitti.

 

"Alo?" Sesi derinden geliyordu. Kısık gibiydi. Ne olmuştu?

 

"Tuğkan," Ona seslendiğim an bir şeyler oldu. İçimde olan bir şeydi. Ne oldu hiçbir fikrim yoktu fakat olmuştu işte. Bir şeyler içimde garip bir hissiyata kaptırmıştı beni. "İyi misin?" Diye sordum sakince.

 

Biraz ses gelmedi karşı taraftan. Fakat sonra, "İlk telefon konuşmamız," Dedi. Sırıttığını düşündüm. Gözümün önüne gelen ifadesi ile tebessüm ettim. "ikimizin önünü açtığın için sana teşekkür mü etmeliyim?"

 

"Soruma cevap verebilirsin." Diye bir yanıtta bulundum. Derin bir nefes verdim havaya. "İyi misin? Polisler bırakmış sizi, Akın dedi." Bal, kucağımdan zıplayıp geri aşağı indiğinde kafamı yatağın başlığına dayadım.

 

Rüzgar sesi geldi kulaklarıma. Hala dışarıda mıydı? "Sen aradığında iyi olmama gibi bir şansım mı var Sarı? İyiyim." Sorumun yanıtı ile gözlerim Akın'a döndü. Fakat o, makyaj masamın üstünden aldığı bir parfüme bakıyor, kokusuna bakıyordu.

 

"Dışarıda mısın hala? Eve neden geçmedin?" Meraklı sorum ile güldü. "Dışarısı ne kadar soğuk haberin var mı senin?" Kaşlarımın sinirden çatılmasına engel olamadım. "Eve geç, hastasın zaten."

 

Aramıza bir süre sessizlik girdiğinde, hattın düştüğünü düşündüm. Tam ağzımı açmış bir şey daha söyleyecekken kendisinden ses geldi. "Sarı," Dudaklarından benim adımı söylediğinde bacaklarımı kendime çektim.

 

"Efendim?"

 

Bir süre daha ses vermediğinde ne olduğuna anlam veremiyordum.

 

"Sana aşığım." Dedi bir anda.

 

Söyledikleri bir anlık beni bozguna uğratırken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kalbimin hızlandığını hissettim o an. Tuğkan'ın dudakların ilk defa duyulan sözler ile yutkundum. "Yemin ederim." Dedi en sonunda. "Allah belamı versin ki çok aşığım." Sesi, içimde garip bir şeyi tetiklemiş gibiydi.

 

Karnım da, anlamını bilmediğim bir hisse rehavet etti. Bir cevap veremedim o an. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Dilim lal olmuş gibi sadece sessiz kaldım fakat dudaklarıma yerleşen tebessüme de engel olamadım.

 

"Bir şey söylemene gerek yok. Sadece senin için yapacaklarımı otur ve izle Parla." Sözleri nefesimi keserken avuç içlerimin terlediğini hissettim.

 

Gülümsememe engel olamazken yaslandığım yerden doğruldum. "Tuğkan, neredesin?" Sorum ile bir iç çekti.

 

"Yanıma mı geleceksin?"

 

"İstersen.." Dedim bacaklarımı bağdaş yaparken. Akın'ın gözleri beni bulduğunda şüphe ile gözlerini kıstı. Sorgulayıcı bakışlarını görmezden gelmeye çalıştım.

 

Tuğkan'ın ise karşı taraftan güldüğünü işittim. "İstemediğim bir an var mı sence?" Tebessümüm sırıtmaya dönüştü. "Sen değil, ben gelirim sana."

 

Sözleriyle birlikte yataktan aşağı sarkıttım bacaklarımı. "Siteye girme. Annem yok evde, görmesin seni." Ne zaman geleceği belli olmazdı ne de olsa.

 

"Parka geleyim mi? Yakın size." Düşünceli sesi ile yataktan kalktım. Gözlerim Akın'ı bulduğunda kaşlarını çattı.

 

"Gel, bizde çıkarız şimdi Akın'la." Ona kalkmasını işaret ettiğim de Akın oturduğu yerden kalktı.

 

"Nereye lan?" Dedi şaşkın bir şekilde.

 

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp fısıldadım. "Tuğkan'ın yanına. Parka." Telefonu tekrar kulağıma daydığım da, "geliyoruz şimdi." Diyebildim.

 

Tuğkan ise, "geçiyorum şimdi parka."

 

"Çıkıyoruz bizde evden."

 

"Sarı," Telefonu kapatmaya hazırlanırken sesi ile söylemek istediği şeyi bekledim. "sadece sen gelsen. O mal kalsın evde."

 

Göz ucuyla Akın'a baktığım da hala bana bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Yani, gelmesin mi Akın?"

 

"Onu sikleyen kim?" Dedi en sonunda. "Kalsın evde. Sen gel." Derin bir nefes verdim o an. Akın bana el kol yaparken onu susturmaya çalıştım.

 

"Tamam. Geliyorum ben." Telefonu kapatır kapatmaz ona uzatmıştım.

 

"Hayırdır?" Dedi tek kaşını sorgular bir şekil de kaldırırken. "Nereye gidiyormuşsun?"

 

Kendi telefonu alıp eşofmanımın cebine atarken, "Markete. Tuğkan da gelecek oraya. İstediğin bir şey var mı?" Kapıya doğru ilerlerken kaşları şaşkınlıkla havalandı.

 

"Ben niye gelmiyorum?"

 

"Senin ne işin var? Gidip gelirim beş dakikaya." Kapının kolundan tuttuğum da gözlerini kısarak bana ters bir bakış attı. "Akın, gidip geleceğim."

 

"Bana Fuse Tea alsana." Benim yatağıma geri oturduğunda kafamı salladım. "Cips falan da al. Yeriz."

 

Kapıyı açıp dışarı çıkarken Bal, kapının eşiğine kadar gelmiş, benimle birlikte dışarı gelmek istediğini belli ediyordu. "Balım sen kal burada anneciğim. Birazdan geleceğim ben."

 

O kuyruğunu indirirken hala havlamaya devam ediyordu ancak kapıyı kapatmış ve hemen üstüme montumu alıp evden çıkarak apartmandan inmiştim.

 

Montun önünü kapatıp parka doğru ilerlediğim de, bankların birinde oturan Tuğkan'ı görebilmiştim. Üstünde bu defa mont vardı.

 

Yanına ilerlediğim de kafasını kaldırıp benimle göz göze gelmişti. Sokak lambasının vuran ışığı ile görebildiğim kadarıyla yüzünde yaraların olduğunu fark etmiştim.

 

Yanına biraz daha yaklaştığım sırada yüzünde görebildiğim kadarı ile yaralar olduğunu daha iyi fark edebiliyordum.

 

"Tuğkan, yüzüne ne oldu?" Karşısında, ona dikkatlice bakarken bu yaraların hangi ara olduğunu düşündüm. Bugün ki kavga da kendisi bir yara almamıştı. Kafasını eğerek bana baktığında tebessüm etti. "Ne zaman oldu bunlar? Yaraların tekrar açılmış."

 

Gözlerim endişeyle ona bakarken güldü. Bu halde bile gülmesi bence deli olduğuna işaretti. "Yaralarımı tekrar sararsın diye, yeni yaralar ekledim kendime." Kafasını omzuna doğru eğdinde kaşlarımı çattım.

 

"Salak mısın sen? Kendine mi zarar veriyorsun?" Benimle alay ediyormuş gibi güldü. "Alay etme benimle." Dedim ona ters bir bakış atarken.

 

"Ne haddime?" Diyebildi.

 

Aramıza bir sessizlik girmesine neden olduğunda yüzünde ki yaraları izlemeye devam ettim bir süre daha. "Kaşın.." Parmaklarım yüzüne uzandığında gözlerini kapattı. "Dudağın..." Yüzü yara bere içindeyken bile karşımda dik durması gözlerimin dolmasına neden oldu. "Canın acıyor Tuğkan."

 

"Acımıyor." Dedi kısık bir sesle. Titrek bir nefes verdi. Acıyordu, sadece belli etmiyordu.

 

"Yalan söyleme."

 

Parmaklarım dudağının kenarında ki yara da durduğunda ciğerlerine derin bir nefes aldı. "Valla bak." Parmaklarım, dudağına değdiğinde sırıtmaya başladı, acısına rağmen. "Aklımı başımdan alıyorsun Sarı."

 

"Batikon getireyim mi?" Diye fısıldadım zorlukla. Dolan gözlerimi kırpıştırdım birkaç kere. "Acıyor mu? Mikrop kapar sonra, gidip getireyim mi evden?" Sorum ile gözlerini tekrar araladığında yüzüme baktı.

 

Elleri yüzüme uzandı, aynı benim ona yaptığım gibi. Parmakları gözlerim üzerine kapandığında yaşları sildi. "Neden ağlıyorsun?"

 

"Canın acıyor." Burnumu çektiğim de yanaklarımı avuçladı."Ve bunu hep yapıyorsun Tuğkan. Hep canını acıtıyorsun." Benim yüzümden. "Benim yüzümden."

 

Sözlerim onu tetiklemiş gibi kaşlarını çattı o an. "Ne senin yüzünden?" Sesi, benimle konuştuğu gibi değil daha çok diğerlerine gösterdiği gibiydi. "Ne söylersen söyle. Susmayacağımı biliyorsun Sarı. Kimseye de bu hakkı vermeyeceğimi bilmelisin."

 

Ona olan bakışlarımı fark etmiş gibi kaşlarını kaldırdı.

 

"Ne sanıyorsun?" Dedi sahte bir şaşkınlıkla. "Birinin sana tek bir kelime edebileceğini mi? Sikmişim acısını da lisansını da. Sen önceliksin Sarı. Benim önceliğim."

 

Kendisini benden az aşağı gördüğünü hissetmem ile yutkundum. "Her şeye çare bulmak zorunda değilsin Tuğkan. Özellikle benim için kendi hayatını mahvetmek zorunda değilsin."

 

Sözlerimle birlikte ilk defa bu kadar yakınıma yaklaştı. Nefesi tenimi okşarken pürüzlü parmağı da yanağımı okşuyordu.

 

"Benim çarem de sensin, çeresizliğim de Parla."

 

 

 

Tuğkan, oğlum yapma öyle şeyler duygulanıyorum sonra ağlayasım geliyor...

 

Ballarım hoş geldinizzzz

 

Nasılsınız tekrar??? (Bölüm başı ve sonu sormamın nedeni bölümden geçenler bu arada :)

 

Bölüm şu ana kadar ki en uzun bölümlerimizde biridir. Daha uzunları olmaz sanırım üşendim çünkü yazarken.

 

Ay ay ay söylemek istediklerim geldi aklıma,

 

Ballarım uzun zamandır Whatsapp kanalımız var, girmeyenler profilimde ki linkten ulaşabilir bölüm hakkında ki çoğu şeyleri buradan paylaşıyorumm

 

Buradan da bizi takip etmeyi unutmayın lütfenn @deusnaz buraya tıklayıp bir takibinizi alırım ballarımm

 

Hasan yok olsun bu arada.

 

İnstagram güncellemelerimizzz

 

Tuğkan rp hesap;

@ tugkann_ddmirsoy

 

Parla rp hesap;

@ parla._.yildizli

 

Girye'nin resmi hesabı;

@ giryeofficial

 

Yazar;

@ deusnazz

 

Diğer bölüme görüşürüz ballarımmm

 

Hepinizi çooooookkkk öptümmmm ve hepinizi çoooooookkkk seviyorummmm 🥺💗💗🤍🤍💓💗💗💗

 

Kendinize dikkat etmeyi unutmayınn, görüşrüzzz

Loading...
0%