@devranemirdevran
|
Ejder, sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açtı. Geceden kalma huzursuzluk hala omuzlarına çökmüş gibiydi. İçindeki güç, sanki uyumamış, onunla birlikte beklemişti. Ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. Dışarıdaki sessiz sokakları izlerken, kafasında tek bir düşünce yankılanıyordu: “Bana ne oluyor?”
Gece boyunca zihnini kemiren soruları artık daha fazla bastıramazdı. Gözlerinin önüne sürekli aynı görüntü geliyordu: Ellerine bulaşmış koyu kırmızı bir sıvı, etrafında yankılanan boğuk çığlıklar ve zihninde bir şeylerin çatırdadığını hissettiren karanlık bir ses. Bütün bunlar ne anlama geliyordu?
Ejder, derin bir nefes alarak masasına oturdu. Çalışma masası, üniversitedeki ders notları ve kalemlerle doluydu, ancak bu kadar düzenin ortasında kendini kaosun içinde hissediyordu. Tıp okuyordu; her zaman insanlara yardım etme fikriyle motive olmuştu. Ama şimdi, insanlardan uzaklaşmaya çalışıyordu. Onların varlığı, kanın kokusunu burnunda daha keskin hale getiriyordu.
Bu hislerin kaynağını öğrenmek zorundaydı. Belki de ailesi, özellikle dedesi Arif, ona bir şeyler söyleyebilirdi. Dedesi her zaman ailenin geçmişine dair şeyleri anlatırdı, ama bunlar genelde masal gibi gelirdi Ejder’e. Eski zamanlarda, soylarının bir ejderha ruhu taşıdığına dair hikayeler… Bunu hep bir mit olarak görmüştü. Ama artık o kadar emin değildi.
Kararını vererek hızlıca hazırlandı. Telefonunu aldı ve dedesine bir mesaj yazdı: “Dede, bu akşam görüşebilir miyiz? Sana sormam gereken bir şey var.”
Mesajına kısa bir süre sonra cevap geldi: “Tabii ki oğlum. Beklerim.”
Günün geri kalanı, Ejder için her zamanki gibi geçmedi. Derslere odaklanmaya çalıştı, ama zihni sürekli başka yerlere kayıyordu. Kan alma pratiklerinin olduğu bir laboratuvar dersinde, odaklanması daha da zorlaştı. Elindeki tüpe damlayan taze kan damlaları, midesine bir bıçak saplanmış gibi hissetmesine neden oldu. Kendini geri çekti ve derin nefesler aldı. “Bunu kontrol etmeliyim,” diye fısıldadı kendi kendine.
Akşam olduğunda, dedesinin mütevazı evine doğru yola çıktı. Evin ahşap kapısını çaldığında, içerden gelen ayak sesleri duydu. Kapı açıldığında, dedesi Arif gülümseyerek onu karşıladı. Yaşlı adamın yüzünde, yılların yorgunluğu ve bilgelik izleri vardı.
“Hoş geldin Ejder,” dedi dedesi, onu içeri alırken. “Seni böyle ciddi görmek alışık olmadığım bir şey.”
Ejder, dedesinin bu sözlerine hafifçe gülümsemeye çalıştı ama başarısız oldu. “Dede,” dedi, doğrudan konuya girmek isteyerek. “Sana bir şey sormam gerekiyor. Ailemizle ilgili… bizim soyumuzla ilgili bir şey.”
Arif’in yüzündeki gülümseme kayboldu. Yaşlı adam bir süre sessiz kaldı, sanki ne söyleyeceğini tartıyormuş gibiydi. Ardından ağır bir nefes alarak Ejder’i oturma odasına götürdü.
“Otur, evlat,” dedi. “Sanırım bunu konuşmanın zamanı geldi.”
Ejder, koltuğa otururken dedesi odanın köşesindeki eski bir sandığa yöneldi. Sandığın içinden, deri kaplı eski bir kitap ve birkaç sararmış kağıt çıkardı. Kitabı Ejder’in önüne koydu.
“Bu kitap,” dedi dedesi yavaşça, “senin atalarının hikayesini anlatıyor. Ama bu hikaye bir masal değil, Ejder. Gerçek. Ailemizin taşıdığı yük, kazıklı Voyvoda’nın lanetidir.”
Ejder, duyduklarına inanamayarak dedesine baktı. “Voyvoda mı? Babaannem masallarda bahsederdi ondan… Ama bu nasıl gerçek olabilir ki?”
Arif başını salladı. “Soyumuzun kökeni, Voyvoda’nın kızıl ejder ruhunu çağırmasıyla başladı. O gücü, kendi zalim emelleri için kullandı, ancak bu güç, onun soyundan gelen herkesi etkiledi. Bu lanet, zamanla soya yayıldı. Bu gücü taşıyan her birimiz, büyük bir güçle doğduk. Ama bu güç, kana susamış bir canavarla birlikte gelir. Ve bu laneti kontrol edemezsen, seni tamamen ele geçirir.”
Ejder’in yüzündeki şaşkınlık, yerini derin bir korkuya bıraktı. “Yani… bu hissettiklerim, bu açlık… hepsi bunun yüzünden mi?”
“Maalesef öyle, evlat,” dedi dedesi. “Ama bu lanetle yaşamak imkansız değil. Eğer kana susamışlığını kontrol edebilirsen, bu gücü iyi bir amaç için kullanabilirsin. Ama bir kez bile kan tadarsan, karanlık seni tamamen ele geçirir. O zaman kurtuluşun olmaz.”
Ejder, dedesinin sözlerini sindirmeye çalışırken, parmağındaki gümüş yüzüğe baktı. “Ya bu yüzük? Bu bana nasıl yardımcı oluyor?”
Arif yüzüğe dikkatlice baktı ve başını salladı. “O yüzük, seni güneşin yakıcı etkisinden koruyor. Kan tadarsan, güneş sana zarar vermeye başlar. Bu yüzük, seni bir nebze korur. Ama unutma, gerçek koruma, kendi iraden.”
Ejder, dedesinin sözleri karşısında bir süre sessiz kaldı. Dedesine, ailesine, ve kendine sormak istediği binlerce soru vardı. Ama tek bir şeyden emindi: Hayatı artık eskisi gibi olmayacaktı.
“Bu gücü nasıl kontrol edeceğim, dede?” diye sordu sonunda.
Arif, derin bir nefes alarak Ejder’e baktı. “Oğlum,” dedi yavaşça, “kontrol etmek zordur, ama imkansız değildir. Sana bunun nasıl yapılacağını göstereceğim. Ama bu, sadece bir başlangıç.”
Ejder, dedesinin sözlerini duyarken içinde hem korku hem de bir tür kararlılık hissetti. Bu lanet, onu yok edebilirdi. Ama aynı zamanda, ona büyük bir sorumluluk da yüklemişti. Ejder, bu yükü kabul etmeye ve kendi yolunu bulmaya kararlıydı.
|
0% |