Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2 - Kapanan Kapılar

@devranemirdevran

Zihninde birbirine karışan düşünceler, hayattan bir an önce çekilme isteğiyle birleşiyordu. Her bir düşünce, her bir hayal kırıklığı, tıpkı taş duvarlar gibi etrafını sarmıştı. Gözleri, eski projelerin kısımlarına takılı kaldı; bir zamanlar bu parçalar, onun için dünyadaki en değerli şeylerdi. Ama şimdi, hiçbir şey değerli değildi. Hiçbir şey anlam taşımıyordu. O eski metalik, soğuk yüzeylere dokunmak, artık sadece içindeki karanlık boşluğu biraz daha derinleştiriyordu.

 

Atölyedeki eski çalışma masası, duvarlarda asılı olan eski çizimler, hepsi boştu. Hepsi onlara bir zamanlar umut, bir zamanlar hayat sunmuştu. Oysa şimdi, her şey kaybolmuştu. Bir şeylere tutunma arzusuyla, masanın üzerinde gezinen parmakları, hiçbir şey bulamıyordu. O kadar uzun bir zamandır bir umut ışığı arıyordu ki, bu karanlık bir an bile ona bir cevap veremedi.

 

Bir zamanlar sıcak ve canlı olan bu yer, şimdi onun hapsolduğu bir zindana dönmüştü. O eski çalışma masasında, her şey eski haline döndü. Mekanik parçalar, çarklar, dişliler, vidalar, hepsi bir zamanlar düzenin parçasıydı, ama şimdi birer terkedilmiş eşya gibi duruyordu. Onlar, şimdi ona sadece geçmişin acısını hatırlatıyordu. Sevdiği kişiyle bu odada birlikte geçirdiği günler… Ne kadar parlak ve umut doluydular. Her şeyin bir anlamı vardı, bir bütün oluyorlardı. Ama o bütün, birdenbire kırıldı. Sevdiği, bir gün sabah kalktığında “dayanamıyorum” dedi ve her şey sona erdi.

 

Her şeyin sona erdiği bu anı kavrayabilmek o kadar zordu ki. O kadar zordu ki, bu duygu, bir tür ağrıya dönüştü. Her şey, her şeyin yok olduğu bir zaman diliminde sıkışıp kalmıştı. Kendini bir boşluğun içinde kaybolmuş gibi hissediyordu. Kaybolmuştu, ama kaybolmuş olan sadece bedeni değildi. İçindeki umutlar, hayaller, projeler ve sevgi kaybolmuştu. Hepsi birer bulutsu gibi havada süzüldü ve sonra birer boşluk haline gelerek yok oldular.

 

Ve şimdi, bu kaybolmuşluk içinde, bir tek şey vardı: Sonuçsuzluk. Ne ileriye doğru atılacak bir adım vardı, ne de geriye dönülecek bir yol. Zihni, her bir çıkışı engelleyen bir duvar gibi kapanmıştı. Onun için her şey aynı noktada duruyordu, tıpkı sıkışıp kalmış bir araba gibi. Gittiği hiçbir yer, ona bir anlam sunmuyordu. İçinde bulunduğu odadaki yalnızlık, her geçen dakikada bir taş gibi üzerine düşüyordu.

 

Bir zamanlar sevdiği kişiyle paylaştığı her şey, her gün, her an… Şimdi, bunların hiçbiri yoktu. Sevdiği yazılımcı, bir zamanlar ona hayatının en büyük projelerinde yardımcı olan o kişi, bir gün “dayanamıyorum” diyerek çıkıp gitmişti. Ve o gidişin ardından, bu ruh, içindeki boşluğu daha da büyütmekten başka hiçbir şey yapamıyordu.

 

Neden, diye düşündü tekrar. Neden? Neden sevdiği, bir gün hiçbir açıklama yapmadan gitti? Ne kadar beklese de, zihninde tek bir yanıt yoktu. O kadar çok soru vardı ki, o sorular, onun ruhunu adeta bir yokuşa sürüklüyordu. Cevapsız kalan her bir soru, bir bıçak gibi kesiliyordu. Bunu anlamaya çalışmak, içinde kaybolan her şeyi yeniden bulmak gibiydi. Ama bir yandan da kabul etmesi gereken bir gerçek vardı: Bu kayıp, aslında bir tür ölüm gibiydi. Ölüme benzer bir şey. İnsanın, sevdiği birine öylesine bağlı olması, hayatta tutunabilmesi için her şeyini ona bağlaması… Sonunda her şeyin bir anda kaybolması, ölüme bir adım daha yaklaşmak gibiydi.

 

Atölyenin köşesinde eski bir çizim masasına yöneldi, ama o masada hiç bir şey kalmamıştı. Çizdiği her şey, her detay, artık anlamsızdı. Hepsi birer silik iz gibi kalmıştı. Sevdiğiyle birlikte yaptıkları her şey, aslında bu karanlık odada silinmişti. Geriye sadece bir yıkım kalmıştı.

 

“Yaşamak için bir nedenim kalmadı,” diye düşündü. “Bunları neden yapıyorum? Neden hala burada duruyorum?” Düşüncelerinin içinde, bir anlığına her şeyin bittiğini düşündü. O kadar yakından bağlı olduğu şeylerden, o kadar yakın olduğu insandan… Şimdi, tek bir adım bile atmak, bir anlam taşımıyordu. Ne yaparsa yapsın, geriye dönüp bir şeyleri değiştiremeyeceğini biliyordu. Her şey sona ermişti. Sadece bu kayıpların içinde, kendisini kaybetmiş olarak, varlık göstermeye devam ediyordu.

 

Ve o zaman, ruhunun en derin köşelerinde bir his belirdi. Belki de gerçekten ölmeye yaklaşmıştı. Ama bir sorusu vardı: “Gerçekten ölmek mi istiyorum, yoksa yalnızca bir anlam arayışında mıyım?”

Loading...
0%