@devranemirdevran
|
Zihninde uçuşan kelimeler, her birini anlamlandırmak için bir çaba sarf etse de, hepsi birbirine karışıyordu. Onun en çok korktuğu şey, kelimelerin bile artık bir anlam taşımamaya başlamasıydı. Hayatındaki her şey yavaşça siliniyor, yok oluyordu. O eski projeler, umutlar, hayaller ve en önemlisi sevgi… Bunlar bir zamanlar, onun dünyasının en önemli parçalarıydılar. Şimdi, her bir parça birer toz tanesi gibi havada süzüldü, kayboldu. Duygularının içinde bir boşluk vardı; o kadar genişti ki, içine düşen her şey kayboluyordu. Ve bu boşluk, zamanla daha da büyüyordu.
Artık, atölye odasına adım atmak bile içini sızlatıyordu. O eski masanın üzerine oturdu, ama elleri bir süre boşlukta kaldı. Hiçbir şey yapmak istemiyordu. Kendi dünyasında bir süre kaybolmayı, bu evrende varlık göstermemeyi diliyordu. Çünkü her şey, her şey ona gereksiz gibi görünüyordu. Anlamını yitiren her şeyin bir karşılığı olmadığını düşünmeye başladı. Sevdiği gitmişti ve o gidişin ardından geriye kalan tek şey, bu karanlık, yalnız dünya olmuştu.
Ellerini kafasına koyarak masanın üzerine eğildi. Tüm bedeninde bir ağırlık vardı. Bir zamanlar kendi hayalini kurduğu projeler, şimdi ona sadece başarısızlık gibi görünüyordu. Hepsi tamamlanamamış, eksik kalmıştı. Her bir mekanik parça, her bir dişli, her bir çark, bir zamanlar ona sevdiğiyle birlikte başardıkları her şeyi hatırlatıyordu. Ama şimdi, bu parçalara bakarken, onlara tek bir şey hissetti: Hüsran.
O kadar derin bir boşluğa düşmüştü ki, kaybolan her şey ona sadece çürümüş, kullanılmaz eşyalar gibi geliyordu. O kadar ki, arkasında hiçbir iz bırakmak istemiyordu. Her şey, her şey kaybolmuştu. Ve içinde bir his vardı: Her anı terk etmek, her şeyi bırakıp gitmek istiyordu. Ama gitmek nereye? Bir yer var mıydı? Zihninin derinliklerinden bir ses, ona bir cevap vermek yerine, sadece bir boşlukla cevap veriyordu.
Gözlerini açtı, ama gördüğü her şey, ona yavaşça yok oluyormuş gibi geliyordu. O eski çizimlerin, eski projelerin arasında, bir tek şey vardı: Sonsuz bir yalnızlık. Ve bu yalnızlık, içinde büyüyen bir korkuya dönüşüyordu. Korku, hayatta tutunacak hiçbir şeyin kalmamış olmasıydı. Sevdiği, her şeyi terk etmişti. Artık geriye sadece bir insan kalmıştı: Yalnız bir insan, sevginin kaybolduğu bir dünyada.
Zihninde karanlık düşünceler birikti. Her geçen saniye, her bir hatıra, ona daha da ağır geliyordu. Zihni, her bir hatırayı silmeye çalışıyor, ama başaramıyordu. O kadar karışıktı ki, içinde kaybolan her şeyin peşinden gitmek istiyordu. Fakat, hangi düşünceyi takip etse, her biri ona daha da uzaklaşıyordu. Tıpkı bir zamanlar ona ait olan her şey gibi, düşünceler de kayboluyordu.
“Bir şeyler yapmalıyım,” dedi kendi kendine. Ama ne yapacağını bilemiyordu. Ne yaparsa yapsın, her şeyin kaybolmuş olduğunu hissediyordu. Yalnızlık, ona yavaşça çökmeye devam ediyordu. Ve bir an, bu yalnızlık içinde bir çığlık yükseldi. Ama bu çığlık dışarıya çıkamıyordu. İçsel bir çığlık, ama kimse duymuyordu.
Ve şimdi, her şeyin kaybolduğu bu anda, tek bir şey vardı: Kendi içindeki boşluk. Bu boşluk, her geçen gün daha da derinleşiyor ve onu içine çekiyordu. Ne zaman içindeki boşlukla yüzleşmeye çalışsa, daha da yalnızlaşıyordu. Bu boşluğun içinde kaybolmak, ona bir huzur veriyor gibiydi. Ama aslında, bu huzur bir yanılsamadan başka bir şey değildi.
Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Şimdi, tüm bu düşünceler arasında bir tek şey vardı: Ölüm. Ölüm, ona son bir kaçış gibi görünüyordu. Ne zaman hayatın yüküyle başa çıkamayacağını hissetse, ölümü düşünüyordu. Ama ölüm bile, içinde bulunduğu boşluğu dolduracak gibi değildi. Çünkü kaybolan her şeyin peşinden gitmek, bir çözüm değildi. Sonunda, bir an, tamamen kaybolmayı düşündü. Ama sonra, bir anlığına, hayatta tutunacak bir şey olduğunu fark etti.
Bu bir umut muydu? |
0% |