@diablo63
|
Yeni bölüme hoş geldiniz... Umarım iyisinizdir. Hep iyi olun. Bölümü oylayıp bol, bol satır arası yorum yaparsanız mutlu olurum... -Keyifli okumalar dilerim-
🥀🥀🥀
Acı ne demek'ti? Elin kesildiğinde hissettiğin şey acı mıydı? Yada elin yandığında hissettiğin miydi? İnsanın canı acıdığın'da ağlamaya başlaması bir görsel miydi...? Yoksa gerçek acı mıydı? Acı... Aileni kaybettiğin zaman hissettiğin şey miydi? Yoksa acı ile hüznü, yada üzüntüyü karıştırıyor'muyduk? Hangisi gerçek acıydı? Yahut hangileri gerçek acıydı? Yada aşk acısı...? Aşk acısı diye bir şey var mıydı? Veya sadece insan karşısındakine alıştığı için mi ondan ayrılmak istemiyor'du? Ben aşka inanmazdım. Çünkü; beni bulacağını hiç bir zaman düşünmedim. Hala da düşünmüyordum. Hayallerim bile olmadı. Olamazdı da... Acı belkide... Acı çektiğim yada acı çektiğimiz içindi... Bir hayal kurmamamız... Yada kuramamamız... Acı hangi duyguydu? Bir tarifi bile yoktu bence... Bence acı. Tarif edilemez bir hissiyat yada dediğim gibi duyguydu. Bana kalırsa acı çaresizlik sonucu, yada üzüntü sonucunda oluşan bir duyguydu... Bazı insanlar acı çekiyorum deseler'de hiç bir zaman inanasım gelmezdi. Bir insan acı çekiyorsa bana kalırsa dillendirmemeliy'di. İçinde yaşardı, gözyaşını bile içine akıtır'dı... Belkide düşündüğüm yanlıştı ama ben öyle yapıyordum. Çünkü; başka bir türlüsünü bilmiyordum... Yanlış sil... Çünkü: başka türlüsü bana öğretilmemiş'ti... Nasıl öğrenildiğini de bilmiyordum. Yada bilmek istemiyordum. Artık her şey çok zordu... Bazen düşünüyordum arka cebimde olan çakı'yı bileğime yaslasam hiç düşünmeden dayadığım çakı'yı çekip herşeyi bitirsem. Ama kendimi her zaman şartlandırarak erteliyordum. Ve bu her zaman ertelenecek'ti... Belki de korkuyordum ama bunu yapmak çok istiyordum. Sadece icraâtım yoktu... Ne zaman olurdu bilmesem de iple çekiyordum... Belki huzura kavuşurdum... Yada asıl cehennemi yaşardım. Sadece bu dünyaya gözlerimi kapatmak istiyordum. Nedenlerim çok olsa da, bu dünyaya tutunacak bir nedenim de vardı... Artık düşünmekten boğuluyormuş gibi hissettiğimde biraz düşüncelerime mola verdim. Ne zaman aklım fulu olduğun'da düşünmeye çalışarak kendimi zinde tutmak için sürekli ya kendi kendime konuşurdum. Yada dediğim gibi düşünürdüm. Dik durmaya çalışıyordum. Ama hiç bir zaman yada hiç bir şekilde başaramamıştım. Başaramayacaktım da pardon başaramayacaktık... Bunu bilmeme rağmen vazgeçmiyordum. Bir umut... Sendeleyerek ara sokağa girdiğimde yalpala'ya yalpala'ya kaldırıma oturdum. Evet artık uyuma zamanım gelmişti. Oturmuş olduğum kaldırıma park edilmiş arabanın yanına kayarak başımı arabanın arkasına yasladığım'da sürekli kapanan gözlerimi kapadım. Ağzıma dolanan şarkıyı dilimin döndüğü kadar kendime ninni gibi okuduğumda uyuya kalmıştım. Küçüğüm daha çok, küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım... Övünmem bu yüzden, bu yüzden kendimi önemli zannetmem...
🥀
Dürtülmem'le gözlerim aralanmış'tı. Ne olduğunu anlamadığım dakikalarda kendime gelmeye çalıştım. Başım o kadar çok ağrıyordu ki. Hiç bir şey hatırlamıyordum! Neler olmuştu? Yaslanmış olduğum arabadan destek alarak kaldırımda dik bir şekilde oturmaya başladım. Önümde gördüğüm silüet'le gözlerimi ellerim'le sıvazlayarak başımı yukarım'da dikilen adam olduğunu düşündüğüm kişiye çevirdim. "Hanımefendi iyi misiniz? İsterseniz hastaneye götürebilirim sizi... Neden burada uyudunuz? Gidecek bir yeriniz varmı?" Karşımdaki adam peş peşe sorular sormaya başladığında resmen beynim donmuştu. Kimdi ya bu? Zaten başım çatlıyor... Ellerimin arasına aldığım başımı biraz ovalayarak ağrıyı az da olsa gidermeye çalıştım. Pek bir şey değişmediğin'de, ellerimi saçlarıma daldırarak saçlarımı geriye doğru çekiştirip tekrar karşımdaki adamla göz göze geldim. Sorularını es geçerek, pürüzlü çıkan kısık sesimle, "Saat kaç?" Adam hafif bir şaşkınlık geçirerek kolunda olan saatine bakıldığında bende hızlı bir şekilde kendisini süzmüştüm. Kendisi üzerine tam oturan bir takım elbise giymiş, elinde dosya çantasıyla tam bir holding sahibi imajı veriyordu. Gözlerini benim'le aynı renkte olan kahverengi gözlerime çevirerek soruma cevap verdi. "8:37, siz iyi misiniz? Neden burada uyudunuz?" Of'layarak ayağa kalktığımda, adamı hiç takmayarak aşağı sokağa inmek için yorgun adımlarımı o yöne doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan seslendiğin'de adımlarımı durdurarak başımı kendisine çevirdim. "Cevap vermeyecek misin?" Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak, yapmacık bir samimiyetle. "İyiyim, teşekkür ederim." Yüzünde ufak bir tebessüm oluştuğunda iyice huylanmaya başlamıştım. Sabah sabah derdi neydi? "İsmini bahşetmeyecek misin?" Bu sefer derin bir nefes alarak vücudumu tamamiy'le kendisine çevirerek. "Bir daha görmeyeceğim insanlara ismimi bahşetmiyorum. Prensip meselesi." Bana doğru iki adım attığında aramızda yaklaşık üç adımlık mesafe kalmış'tı. Bu adamın amacı neydi? "O zaman bir daha karşılaşacağımız günü şimdiden ip ile çekmeye başladım." Yüzüme ukala bir ifade takarak, ses tonumu normal seviyede tutup, "dikkat et ip'in kesilmesin." Son sözümü de söyleyerek yürümeye devam ettim. Sabah sabah aldığım bir doz gıcıklık, ve siniri içimde barındırarak aşağı sokağa indim. Elimi cebime soktuğum da boş olduğunu fark ettim. Diğer ceplerimi de karıştırdığım'da sadece on altı liram olduğu gördüm. Önümde olan pastaneye ilerleyerek iki tane peynirli poğaça ve bir su alarak çıkmıştım. Geri kalan dört buçuk lira mı arka cebime koyarken elime bir şey deymiş'ti. Elimi tekrar cebime sokarak ne olduğuna baktığımda bir kağıt olduğunu fark etmiştim. Daha önce nasıl fark etmediğimi düşünürken ikiye katlanmış küçük kağıdı cebimden çıkardım. Okumaya başladım. Okuduğum yazıyla gözlerimi sinirle yumarak yürümeye devam ettim. Tam olarak şöyle yazıyordu. Dün buraya gelmediğinin hesabını misliyle ödeyeceksin falçata. Bugün her zaman ki yere geliyorsun. Eğer gelmezsen olacakları biliyorsun! Seni seven Kürşat Abin... Domuz... İt. Bu yaptığım hayvanlara hakaret'ti. Ben ona yapacağımı biliyordum. Şerefsiz bide tehdit ediyordu. Sakin olmak için derin derin soluyarak karşı mahalleye geçerek moloz yığının içine girdim. Dışarısı ne kadar molazlar'la kaplı olsa da içerisi gayet temiz bir depo alanı gibiydi. Kapısı olmayan bina çöküntüsü'nün içine girdiğimde uzun koridordan ilerleyerek sağ tarafıma döndüm. Kapısı açık olan yaklaşık elli çocuk yada benim gibi 18 yaşlarında olan hatta benden biraz daha olsa büyük olanlar bu geniş sayabileceğim bir yığının içinde yaşıyorduk. Buraya kısacası çöplük diyordum. Gözyaşlarımızı akıttığımız bir mahzen'di. Burası bizim doğup büyüdüğümüz harabey'di. Az önceki okuduğum kağıtta geçen ismin aslı buranın hatta bizlerin bu çocukların sahibiydi. Bizleri parayla, kaçak yollarla yada annelerimizin yani ailelerimiz'in terk ettiği çocuklardık. Bu saltanat bu muhteşem soyumuz Kürşat gibi adamlardan geliyor'du. Kendisi 29 yaşındaydı. Babası Hikmet Karaduman öldüğünden beri bu işleri bizleri sahiplenip herşeyi yaptırıyordu. Sadece burası değil daha bizim gibi yüzlerce çocukları kaçırıp kendilerince sahip çıkıyorlardı. Düşündüğüm şeylerle sinirden ellerim titremeye başladığı için içeri girip kendi yer yatağımın yanına yorgunlukla ilerledim. Çok geçmeden cimcime yanımda bitmişti. "Nehir abla neden dün gelmedin?" Hızlıca bana sıkı bir şekilde sarıldığında elimdeki poşeti yanıma bırakarak bende cimcime'yi kucakladım. Kısık bir sesle kulağına doğru konuştuğum da, "Nisa'cım ama ben sana demiştim ben her zaman buraya gelemem diye. Anlaşmıştık biz." Nisa dan ayrılarak gözlerine baktığımda hüzünlü bir şekilde başını eğmiş'ti. Bu haline dayanamayarak, "bak ne aldım ben!" Neşeli tutmaya çalıştığım sesimle konuştuğumda hemen yüzünü elime almış olduğum poşete çevirdi. Yüzünde oluşan tebessüm büyüyerek gülümsemeye döndüğünde ben de gülümsemiştim. "Ne aldın?" "En sevdiğinden peynirli poğaça." Dediğim'le hızlı bir şekilde boynuma sarıldığında bu hareketiyle hemen affedildiğimi anlamıştım. Benden ayrıldığında poğaça'larımızı yemiş ve yer yatağıma uzanmıştık. Nisay'la sohbet ederken üzerimize düşen gölgey'le gözlerimi o yöne doğru çevirdim. Nisay'la yattığımız yerden doğrulurken, yerde oturur pozisyona geldik. Yüzümü küçük bıcır'a çevirerek, "bir tanem sen arkadaşlarının yanına git bende Furkan abin'le konuşayım." Nisa beni onaylayarak yanımdan kalktığında, gözlerimi Furkan'ın mavi gözlerine çevirdim. Dikkatle bana bakıyordu. Furkan mavi gözlü, kumral rengin'de de saçları vardı. Kalıp olarak yapılı bir vücudu olduğu için kendisine baktığımda arkasını bile göremiyordum. kendisi benden bir yaş büyüktü. Aynı zamanda bu mahzen'e düşmüştük, ama kendisi benden daha hızlı adapte olmuştu... Belkide benden daha hızlı kabullenmiş'ti bu çöplükte yaşamayı... "Nehir az dışarı gelsene." Hafif sert çıkan sesiyle konuştuğunda kaşlarım çatılmış'tı. "Neden?" Şüpheyle sorduğumda, derin bir nefes alarak gözlerini yummuş'tu. Nefesini verirken de gözlerini açarak, "konuşacağız sadece." İçime bir şüphe düşmüştü. Kesin bu işin arkasında bir iş vardı. Buna emindim... Ayağa kalkmak için hareketlendiğim'de Furkan elini uzatmıştı. Elini geri çevirmeden tuttuğum'da atik bir şekilde beni çekmiş ve ayağa kalkmıştım. Beraber dışarı çıktığımızda ağır ağır yürümeye başladık. İkimizin arasında rahatsız edici bir sessizlik oluştuğunda, bu sessizliği bozan ilk ben oldum. "Evet, Furkan seni dinliyorum." Hafif bir şekilde rüzgar estiğinde kısa olan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Yüzümü Furkan'a çevirdiğim'de kendi içinde düşüncelere dalmıştı. Furkan'ın önüne geçerek karşısında durduğum'da kendisi de durmak zorunda kaldı. "Neden dışarı çıktık? Ne oluyor?" Kısa bir süre gözlerime baktığında, hemen çekmişti. Benim hoşuma gitmeyen bir şey olmuştu buna emindim hemde sonuna kadar. Konuşmak için dudaklarını araladığın'da geri kapattı. Kendi içinde konuşmaya karar verdiğinde tekrar dudaklarını araladı. "Nehir biliyorum hoşuna gitmeyecek ama..." "Ama ne?" Sabırsızlıkla sorduğumda, beni yanıtsız bırakmamıştı. "Ama biliyorsun işte Kürşat abi çağırıyor. Akşam cebine notu da bana koydurt'tu. Kızım bugün mallar sende, bu işi sana yaptırmadan bırakmayacak biliyorsun! Yapmadıkça da dün gibi cezasını çekiyorsun! Yapma bunu kendine..." Sonlara doğru sesi hafif kısılsa'da sertliğinden hiç kaybetmemiş'ti. Kurduğu cümlelerle gözlerim dolmuştu. Belki çocukluk yapıyordum yada yapmıyordum ama istemiyordum. Ve bunu hiç kimseye de anlatamıyordum. Ne kadar yalvarsam dahi... Bu hep böyleydi eğer malları satmaz isem cezamı acımasız bi'şekilde kesiyorlar'dı. Gözlerim dolsa dahi yaşların akmasına izin vermeden geri gönderdim. Sakin olmaya çalışarak Furkan'ın gözlerine kararlı bir şekilde bakıp, sesimin kendimden emin bir şekilde çıkmasına çaba göstererek dudaklarımı araladım. "istemiyorum yapmayacağım. Kaç defa diyeceğim o piç herife is-te-mi-yo-rum." Furkan çoktandır benden çekmiş olduğu gözlerini yumdu. Kendisi de sakin olmaya çalışsa da sesi son derece sert çıkarak, "kızım anlamıyor musun? Sen böyle devam edersen öleceksin! Oyuncak değil bu senin canın. Anlıyor musun! Görmüyor musun kendini her gün, düşüyorsun! Her gün kilo kaybediyorsun! Bir deri bir kemik kaldın! Bunu kendin için yapmak istemiyorsan bile Nisa'yı düşün. Seni ne kadar sevdiğini. Bizleri düşün. Ya bizleri siktir et sen kendini düşün!" Sözleri bana ne kadar ağır gelse'de cevap verememiştim. Haklı olduğunu bilsem de kabullenmek istemiyordum. Ben başkalarının ölümüne sebep olamazdım... Ben bunu yapmak istemiyordum. Artık tutamadığım göz yaşlarım teker teker akmaya başladığında, ellerimle hemen göz yaşımı silmiştim. Furkan'ın gözlerinin içine baktığımda bana üzüldüğünü, hatta acıdığını hissetmiştim... "Düşüneceğim." Her zaman aynı şeyi söylüyordum. Ama yinede yapmıyordum. Ne kadar düşüneceğim desem de hiç bir zaman düşünmüyordum. Sadece beni rahat bırakmalarını istiyordum. Beni, bizleri, o çöp yığının da bile rahat bırakmıyorlar'dı... Her gün. Her gün, bizlere eğitim veriyorlardı. Nasıl hırsız olunur. Nasıl kendini savunabilirsin. Nasıl dilenci olabilirsin... Bunlar gibi binlerce... onların deyimin'de öğüt ve talim'ler alıyorduk. Çakı kullanmayı öğretmişler'di. Keşke sadece o kadarla kalsaydılar silah bile kullandırıyorlar'dı... "Hayır! Benimle geliyorsun!" Furkan'ın sözleri beni kendime getirirken kaşlarım bir yay gibi gerilmiş'ti sinirle, "ne diyorsun sen Furkan, istemiyorum zorla mı?" "Zorla Nehir, zorla!" Söylediği cümleyle resmen beynime kan sıçramış'tı. Kimse bana zorla bir şey yaptıramaz'dı... "Furkan sen beni tanımıyorsun galiba! İstemiyorum dediysem istemiyorum!" Sonda sesim iyice yükseldiğinde Furkan hızlı bir hareketle ne olduğunu anlamadığım zaman diliminde beni omzuna almıştı. Ağzımdan ufak çaplı bir çığlık kopsa da hiç takmamış'tı it. Hızlı bir şekilde yürümeye başladığında, ellerimle sırtlarına vuruyordum. Ayaklarımı iki eliyle sıkı sıkı tuttuğu için hareket ettirememiştim. Bağırarak, "Furkan! Bırak beni!" Desem dahi boşuna bir uğraş verdiğimi anlamıştım. Esnafların olduğu sokağa geldiğimizde herkes bize bakmaya başlamıştı. Hiç kimseyi önemsemeyerek, sürekli Furkan'a beni bırakması için bağırıyordum. Kimsede dönüp bana yardım etmiyordu. Bu mahalle toptan şerefsiz'di... Furkan'a da mahhalle'ye de başlayacaktım şimdi... Ellerimi var gücümle Furkan'ın sırtına vuruyordum ama, bana mısın bile demiyordu. Normalde güçsüz bir kız değildim. Zamanında çok kavgam bile olmuştu. Çoğunda da galip gelmiştim. Ama Furkan'ın da dediği gibi bu aralar güçten az da olsa düşmüştüm. Ama bu benim sorunum'du, onun değil... Aklıma gelen şeyle yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu. Umarım bu fikir tutardı. Eğer tutmasa bu omuzlardan kurtulamazdım. Furkan'ın omuzundan aşağıya sarkıldığım için iki elimle Furkan'ın sırtındaki kas olan kaba etlerini sıkarak sert bir şekilde ısırdım. Hatta fazla sert ısırdım. Furkan acıyla bağırıp refleks'le beni yere attığında betona popo üstü düştüm. Canım fazlasıyla acıdığın'da, gözlerim yaşarmış'tı... Acımı düşünmemeye çalışarak hızlı bir şekilde ayağa kalkarak son sürat koşmaya başladım. "Lan!" Furkan arkamdan bağırarak koşmaya başladığında, bir vites daha attırmıştım. "Ulan Nehir!" "Seni bi elime geçireyim!" "Nehir!" Hızlı bir şekilde bayır aşağı koştuğum'da sağ taraftaki ara sokağa girdim. Bu sokak ana caddeye bağlı olduğu için işlek bir yer'di. İnsanların arasında hızlı bir şekilde süzülüyordum. Yavaş yavaş yorulmaya başladığımda hızı mı hiç kesmemeye çalışarak koşmaya devam ettim. Böyle gidersem Furkan'ın elinden kurtulucaktım. Yüzümde yavaş yavaş oluşan gülümsemeyle koşarken bir anda sert bir yere çarptım. Çarpmanın etkisiyle yere düştüğüm'de ağzımdan bir inilti ile ufak çaplı bir küfür çıkmıştı. İki olmuştu ikinci defa popomun üstüne düşmüştüm. Canım fazlasıyla acıdığın'da yerden kalkmaya çalıştım ama, kalkamamıştım. "Hanımefe-" Çarptığım yer birisinin göğüsü olduğunu duyduğum sesle anlamıştım. Ama bu ses bana çok tanıdık gelmişti. Sözü yarım mı kaldı... Yüzümü yukarı kaldırırken kim olduğuna baktım. Yüz hatlarım gördüğüm yüz ile gerildiğin'de sinirle acımı düşünmeden hızlı bir şekilde yerden kalktım. Şimdiye kadar Furkan gelmediyse büyük ihtimalle izimi kaybettirmiştim. "Günleri iple çekmeme gerek kalmadan sen bana geldin asi kız." Off bide bununla uğraşacaktım şimdi. Kendisini hiç takmayarak arkamı dönüp hareket edeceğim'de kolumu tutmuştu. Kaşlarımı çatarak gözlerimle kolumu bırakmasını işaret ederken. "Bir şartla bırakırım." Dediğin'de. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Bu adam benim elimde kalırdı. "Neymiş şartın?" Alayla konuştuğumda, takındığım tavrımı hiç önemsemeyerek. "Bana ismini bahşetmen şartıyla..." Bu kafayı benim ismim'le bozmuştu. Hayır yani bir günde iki defa denk gelmemize tüküreyim. Sabah zaten yeterince beni gıcık etmişti. Şimdi zaten sinirliydim bütün sinirimi kendisinden çıkaracaktım bu gidişle. Kolumu hızlı bir şekilde elinden çektiğim'de canımın acımasını bile önemsememiştim. Yüzümü yüzünün hizasına getirerek gayet sinirli bir sesle, "hayırdır ismimi öğrendiğinde ne yapacaksın? Düşün yakamdan!" "Ne dedim ben şimdi?" Şaşkınlıkla bana baka kaldığında, ellerimi sinirle hızlı bir şekilde saçlarımın arasına geçirdim hafif çektiğim'de. Ellerimi dinmeyen öfkem'le iki yanıma bıraktım. "Bak! Sana, ne ismimi söyleyeceğim ne de başka bir şey anladın mı? Zaten hiç sırası değil! Acelem var!" Yanından geçeceğim zaman önüme geçerek yolumu kapatmıştı. Sağ tarafına adımladığım'da kendisi de sağ tarafa adımladı. Bu sefer sol tarafa hareket ettiğimde yine beni taklit ederek sol tarafa kaymış'tı. Elimde olsaydı da yüzüne okkalı bir yumruk yapıştırsaydım. Hayır yani dediklerim'den bir şey anlamıyormuy'du. Arkasına mı konuşmam gerekiyor'du? Daha iyi anlaması için... Öfkeyle gözlerimi gözlerine çıkardığım'da göz göze gelmiştik. Zaten bana bakıyormuş şerefsiz... "Anladım acelen var. Bu kadar çıkışmana gerek yoktu. Sadece ismini merak etmiştim. Birisine ismini söylemek bu kadar zor mu?" Tane tane konuştuğunda, bende kurumuş dudaklarımı aceleyle araladım. "Evet acelem var. Hatırlarsan sabah'ta söylemiştim. Birisine yada birilerine ismimi söylemiyorum. An-la-dın." Sonda kendisini alaya aldığımda kendisi de sinirlenmeye başlamıştı. "Anladım. Ama sen beni anlamadın galiba öncelikle verdiğin sözünün arkasında durmayı bil bence." Fitilim boyumu hepten aştığında, elimi hızlı bir şekilde gömleğinin boyun tarafına koyarak sıktığım'da, gözleri şaşkınlıkla yerinden çıkacakmış gibi açılmıştı. Galiba kendisi beni anlamamıştı. "Bende dedim ki acelem var!" "Sana kalmadı sözümün arkasında mıyım? Değil miyim?!" Sinirlerim aşırı derecede bozulmuştu. Sabah karşılaştığımızda kendisine zaten gıcık olmuştum. Yetmedi bir postada Furkan'la cebelleşmiştim. Şimdi yine cinsi bozuk bu adamla uğraşıyordum. Canıma tak etmişti. Elini kaldırarak gömleğini sıktığım elimin üzerine koyarak biraz güç kullanarak elimi aşağıya indirdi. Konuşmak için dudaklarını araladığın'da, kendisini bölen arkamdan gelen o sesti. "NEHİR!" Siktir... Hemde koca bir SİKTİR!
🥀
|
0% |