Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. BEKLENMEDİK DARBE

@diaryofanas

sezen aksu, güllerim soldu

 

 

.

 

 

Kafası dinlenmiş her insan mutluluk ve huzurun bir nebze tadını alırdı.

 

Az bir süre de olsa stresten, sinirden uzak durmak insana iyi gelirdi. Belki bir deniz kokusu solumak, güneşin tadını gerçekten çıkarmak ya da belki karın altında saatlerce dolaşmak...

 

İnsana neyin huzurlu hissettireceğini kendisinin başka kimse bilemezdi.

 

Kendim için hep yaz insanı derdim çünkü yaz mevsimleri benim için güzel geçerdi. Uzun kollu giyinemediğimden babam beni dövmezdi, sahile gidip denize girebilirdim ve eğer o gün şanslı bir günümdeysem tatile gelen kişilerin çocuklarıyla konuşup ikimize dondurma aldırabilirdim. Bunlar beni küçükken mutlu ederdi çünkü çocuktum ve en büyük mutluluğum o gün yediğim çilekli dondurma oluyordu.

 

Büyüdükçe kendinden uzaklaşmış ve yaz mevsimini sevemediğimi hissetmiştim. Artık çocuk değildim ve kimseye çilekli dondurma aldıracak yaşta değildim. Sıcak beni bayıyordu, büyüdükçe vücudumdaki izler de büyüyordu ve sıcak havada yaralarım yeniden kanıyor gibi hissediyordum.

 

Sıcak demirin sırtımda bıraktığı yanık izi ve o günkü koku yeniden burnuma dolduğunda gözlerimi kapattım. Düşünmemem gerekiyordu biliyordum ama zihnim beni sürekli geçmişimin hırçın dalgalarına itiyordu. Boğulmamak için çabalarken kendimi dalgalara teslim ediyor, bana el uzatan geleceğimi göremiyordum.

 

“Ne yapacağız senin bu sürekli dalıp gitme işini?” Mirza elindeki karton Bardallarla yanıma gelirken kafamı yeniden odaklandığım çocuklara çevirdim.

 

Kardan adam yapıyorlardı ve o kadar mutlulardı ki, içimde çocukluğunu yaşayamamış olan küçük kız göğüs kafesimin kemik parmaklıklarına tutunmuş tutsak olduğu hayatı izliyordu. Safir rengi gözlerinde büyük bir hüzün vardı, engelleyemediği.

 

“İnsanın yaşayamadıkları çok olunca yaşadıklarında boğulurmuş.” diye mırıldandım. “Yaşayamadığım her an boynuma bir urgan gibi dolanıyor, ufacık hareket etsem altımdaki tabure kayıp gidecek ama ben hâlâ urgandan kurtulmaya çalışıyorum.”

 

Elindeki bardağı bana Uzatırken bir tane garson da tatlı tabaklarını getirdi. Mirza sakin bir şekilde karşıma oturup kahvesinden bir yudum aldı. “Belki de boynuna dolanan şeyin urgan olduğunu sen düşünüyorsundur. Bunun bir aksesuar olduğunu düşündün mü hiç?” kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakarken o hafifçe gülümsedi. “Hayata baktığın pencereden aşağı atlarsan kendi cehennemini yaratırsın. Oysa baktığın yerin cennet olduğunu düşlersen kanatlanıp uçarsın.”

 

Oysa baktığın yerin cennet olduğunu düşlersen kanatlanıp uçarsın. Haklı mıydı? Hiç o yönden bakmamıştım. Bana göre yaşadığım hayat cehennemdi ve ben cenneti arıyordum. “Bunu düşünürüm.”

 

Mirza hiçbir şey demeden kahvesiyle tatlısına yumulduğunda ben de kahvemden bir yudum aldım ve hayatı düşünmeye devam ettim.

 

~~~ 

 

“Yeni yılı Gülcanlarla mı geçirmek istiyorsun?” diye sordu Mirza şaşkınlıkla. Aralık dudaklarıyla bana bakarken ördeğe benziyordu.

 

Neye bu kadar şaşırdığını anlamayarak, “Evet Mirza. Çocukları özledim. Hem turumuz bitti dememiş miydin az önce?” diye sordum.

 

“Evet dedim ama bu kadar çabuk eve dönmek istemeni anlayamadım.”

 

Eşyalarımı valize yerleştirirken gözlerimi devirdim. “Çocukları özledim işte sadece ya. Hem sıkıldım artık her yerde yabancı dil duymaktan benim yabancı dilim yetmiyor.”

 

Kendimi kötü hissediyordum. İngilizcem sıfır değildi ancak yeterli de değildi. Derdimi anlatacak kadar bile dil bilmiyordum ve bu beni üzüyordu.

 

“O zaman yarın için bilet bakarım olur mu?” diye sordu.

 

“Kalmak istiyorsan kalırız.”

 

“Ben buraları gezmiştim zaten, seni Disneyland'e getirmek istsediğim için gelelim dedim.” diyerek kendini açıkladı.

 

“O zaman yarın eve dönüyoruz.” kafasını sallamakla yetinirken içimdeki dans etme arzusunu bastırdım.

 

 

Ertesi gün, ilk uçakla eve gelmiştik ve ben dinlenmeden soluğu Gülcan’ın evinde almıştım. “Anne!” diye koşarak yanıma geldi Mihrimah.

 

Yere eğilip kollarımı ona doğru açtığımda sımsıkı sarıldı. “Bebeğim!”

 

Mete, “Elmas!” diyerek bana doğru koşarken Mirza elinde çocuklara ve Gülcan’a aldığımız hediye paketleriyle içeri giriyordu. “Çok özledim seni neredeydin?”

 

Mete’ye de kocaman sarılıp birlikte salona doğru giderken dudak büzdüm. “Dayının bana sürprizi varmış onu görmeye gittim aşkım.”

 

Mete kaşlarını çatarak Mirza’ya baktı. “Bir tek bize sürpriz yok Mirza efendi. Öyle olsun satacağım artık seni herkese görürsün.”

 

Mirza dudaklarını birbirine bastırıp gülmemek için kendini zor tutarken kaşlarını kaldırdı. “Aslan parçası üzgünüm ama balayına çocuk alınmaz.”

 

“Yani çocuk mu getiriyorsunuz anlamadım. Annemler de tatile gidip geldikten sonra Mihrimah’ı getirdi.”

 

Boğazıma bir şey kaçmış gibi öksürmeye başladığımda Gülcan ayağa kalkıp bana su getirdi, “Mete, öyle mi denir oğlum? Böyle sorular ayıp demiştim sana.” diyerek Mete’ye kızdı.

 

Mirza, gülümsemesini saklamadan yüzüme bakarken dudaklarını ıslattı. “Yok Metecim daha o evreye gelemedik ama inşallah geliriz.”

 

Sinirli bir şekilde Mirza'ya bakarken omuz silkti. Gıcıktı.

 

“Bakın size neler aldım!” diye hevesle şakıdıktan sonra Mihrimah’ı koltuğa oturttum ve isimlerini yazdığım paketleri teker teker sahiplerine verdim.

 

Mete heyecanla paketini parçalarken Mihrimah’ın paketini annesi açiyordu. “Elmas ya bu ne? Televizyon kumandası mı aldın bana gerçekten?” Mete elindeki küçük kumandaya bakıp yüzünü buruşturdu.

 

Kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakarken Mirza ayağa kalktı ve evin kapısına doğru adımladı.

 

Gülcan Mihrimah’ın paketini açtı ve içerisinde bebek olan kutuyu Mihrimah’a verdi. “Bebe!” diye heyecanla bağırdı Mihrimah.

 

Mete sızlanıp dudak büzerek Mihrimah’ın bebeklerine bakarken Mirza yanında bir tane adamla -sanırım şofördü- içeri girdi. Mirza’nın kucağında Mete’ye aldığım eski zamanları andıran bordo bir akülü araba vardı. Etrafını kırmızı kurdeleyle sarıp bağlamıştım. Şoförün kucağındaysa Mihrimah’a aldığım büyük bebek evinin kutusu vardı. Evi kuracak vaktim olmamıştı, olsaydı da kurup buraya getiremezdim.

 

Mete gözlerini kocaman açarak arabaya bakarken yavaş adımlarla Mirza'ya yaklaştı.

 

“Oha.” dedi önce sakin bir sesle. Gözlerini kapatıp yeniden açtı ve bu kez bağırarak, “Oha!” dedi. Aniden kahkaha atmaya başladığında Mirza arabayı yere bıraktı ve Mete anında etrafında dolaşmaya arabaya dokunmaya başladı. “Bu benim arabam mı? Şimdi bu benim mi?”

 

“Ah be Elmas ne gerek vardı bu kadar abartmaya?”Gülcan kafasını iki yana sallarken kızının ve oğlunun mutluluğunu izliyordu.

 

Gözlerimi Gülcan’ın yüzünden çekip çocukların mutluklarına baktım. “Sence şu görüntüye değmez mi?”

 

Mirza yaklaşıp yanıma oturduktan sonra elini belime sardı ve meyve aromalı şekerin kokusu burnuma doldu. Kafamı çevirmeden gülümsediğimde Gülcan Mihrimah düşmesin diye yanına gitti. Yere eğilip kutuyu açarken Mete çoktan arabasına binmiş, geniş salonun ortasında dolaşmaya başlamıştı.

 

“Biz de yapsak mı bir tane? Böyle sarı lacivert giydiririz kanarya gibi. Minik Kanaryamız olur. Evde sarı sarı dolaşır. Sen sarısın zaten sana benzer yüksek ihtimalle.”

 

Kaşlarımı çattım. “Neden sarı lacivert olsun? Ben siyah beyaz istiyorum. Beyaz tenine nasıl güzel gider siyah beyaz biliyor musun?” Mirza belimdeki elini yavaş bir şekilde yukarı kaldırdı.

 

İnce bluzumun üstünden bile hissettiğim soğuk parmakları sırtımı dikleştirmeme neden olduğunda etimin sıkıldığını hissettim. “Sarı lacivert dediysem,” parmakları biraz daha etime gömülüp canımı yakmaya başladığında bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinde gördüğüm alevler kaşlarımı çatmama neden olduğunda elimi eline attım. “sarı lacivert olacak.”

 

“Canımı yakmaya devam edersen parmaklarını kıracağım. Üç saniye içinde elini çektin çektin. Çekmedin olacaklardan ben sorumlu değilim.” diye fısıldadım. Parmaklarının etimdeki baskısı değişmediğinde elimi yukarı çevirip bileğine sardım. Mirza hırıltılı bir nefesi ciğerlerinden dışarı bırakıp elini çekti.

 

Hızla ayağa kalkıp lavaboya doğru ilerledim ve içeri girip kapıyı kapatarak kilitledim. Hızlı hızlı nefesler alırken ellerimi lavabo tezgâhına yasladım ve aynadan yüzüme baktım.

 

Yüzüm kızarmış, mavi gözlerimin çevresinde de kızarıklıklar oluşmaya başlamıştı. Korku dolu bakıyordum ama aynı zamanda öfke dolu bakıyordum.

 

Derin derin nefesler alırken göğsüm hızla inip kalkıyor dudaklarım kurumaya başlıyordu. Gözlerimi kapattım. “Sakin ol Elmas. Sakin ol. Geçti, baban yok. Geçti.” elimi saçlarıma atıp kendi saçlarımı sevdim. Annem yanımdaymış gibi saçlarımı sevdim ve annemin bana hep anlattığı masalı anlattım. “Geçti kuzum. Geçti.” elimi yanağımda dolaştırıp kendimi sakinleştirirken ıslaklığı hissettim.

 

“Elmas?” son bir nefesi içime çekip gözlerimi araladım. Ağladığımın farkında olmadan, “Efendim?” diye seslendim. Sesim çatlamıştı, aynaya baktığımda yüzüm kıpkırmızı olmuştu ve bitmiş görünüyordum.

 

“Kuzum iyi misin? Neredeyse bir saattir ortada yoksun?” dedi Gülcan. Suyu açıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra kapıyı açtım.

 

Gülcan endişeli bir yüz ifadesiyle bana bakarken burnumu çektim. “Alerji. Alerjim varmış toza. Kötü oldum bi an.”

 

Bakışlarımı Gülcan’dan kaçırırken Gülcan elini çeneme attı ve bakışlarımı yüzüne çevirdi. “Alerji kızarıklığı değil bu. Ağlamışsın. Söyle ne oldu?”

 

Elimi çenesine atıp elini çektim. Bakışlarımı yeniden kaçırırken burnumu çektim. “İyiyim. Alerji bu Gülcancım bi an hapşururken ağlamışım. Ondan öyle yoksa bir şey olmadı.”

 

“Gözlerini neden kaçırıyorsun?”

 

“Kaçırmıyorum. Bana yargılıyor gibi bakıyorsun.”

 

“Anne! Elmas! Bakın ne yapacağım?” diye bağırdı Mete. Gülcan’la birlikte salona doğru giderken Gülcan bileğimi tuttu. “Bu konuyu konuşacağız, kaçışın yok haberin olsun.”

 

Benden önce salona giderken bütün keyfim bir anda kaçmıştı ve ben buradan nefes alamadığımı hissediyordum.

 

~~~ 

 

Akşam yemeğine kadar odamda uyumuş sonra da akşam yemeği için aşağı inmiştim.

 

Yemek yemek için hiç keyfim yoktu ve canım hiç yemek istemiyordu. Mirza'nın bana yemek için yaptığı baskıyı yeniden yaşamaktan çekindiğimden sofraya oturdum.

 

Pilav ve et yemekleriyle dolu masada gözlerim sadece salataya takılmış ve uzanıp yalnızca salata yemeye başlamıştım.

 

“Nasıldı tatiliniz yavrum?” diye sordu Tomris Hanım.

 

“Güzeldi annem. Tac Mahal’a götürmek istiyordum Elmas’ı ama maalesef ki vaktimiz olmadı. Hindistan gezmesi zor bir ülke.” diyerek açıkladı Mirza.

 

“Bana baksana hayvan, kızı Galata’ya götür. Bakalım birbiriniz için nasip misiniz yoksa fasa fiso musunuz?” Hazal ağzını kocaman açıp pilavı resmen gömerken Mirza göz devirdi.

 

“Abla bilmem farkında mısın ama biz evliyiz? Hani o efsane evlilik içindi ya?”

 

Hazal omuz silkti. “Sanki aşk evliliği yaptınız da bana artistlik yapıyorsun burada. Belki ayrılacaksınız?”

 

“Aynen abla bir kule belirleyecek bunu zaten. Haklısın.”

 

“Neden bu kadar gerginsin Mirza?” diye sordu Agâh Bey.

 

Mirza bakışlarını babasına çevirdi. “Saçma sapan şeyler söylüyor çünkü baba. Allâh aşkına mantıklı bir tarafı var mı söylediklerinin?” diyerek elindeki çatalla bıçağı tabağına doğru attı.

 

Agâh Bey kaşlarını çattı. “Babanla aynı masada oturduğunu ve yerini bilmen gerektiğini unutma. Karşındaki yaşıtın değil baban haddini bil. Sesini alçalt hareketlerine dikkat et.”

 

Mirza hiçbir şey demeden yemeğine devam ederken masayı derin bir sessizlikte kapladı. Herkes sessizce temelini yerken ben yemeyi bırakıp Hazal’a bakıyordum. Üzülmüştü, yüzünden belliydi. Az önceki iştahına nazaran şimdi sadece tabağındaki yemeği didikliyor biri kalksın diye bekliyordu.

 

“İzninizle ben kalkabilir miyim? Doydum da.” diyerek izin istedim. Mirza kafasını kaldırıp bana bakarken yavaşça ayağa kalktım.

 

Bileğimde hissettiğim parmaklarla yutkunup gözlerimi Mirza'ya çevirdim. “Otur bir şey diyeceğim.” Zorluk çıkarmadan oturduğumda Mirza boğazını temizledi. “Tatile çıktığımızda eşim olarak Elmas’ın da fikrini alarak bir karara vardım.”

 

“Tabii dinliyoruz.” dedi Agâh Bey.

 

“Eğer sizin için de uygun olup sorun çıkmayacaksa ben ve Elmas ayrı bir eve çıkmak istiyoruz.”

 

Herkes yeniden sustuğunda bu kez şaşkınlıktandı. Ben de şaşkınlıkla Mirza'ya bakarken Mirza aşağıdan elimi tuttu ve sıktı. Canımın yandığını hissettiğimde elimi çektim.

 

“Elmas, kızım? Nereden çıktı bu karar?” Agâh Bey okları bana yönelttiğinde ben de kendime aynı soruyu sordum. Nereden çıkmıştı?

 

“Agâh Bey Mirza ve ben genç, yeni evli bir çiftiz. Elbette sizinle hiçbir sorunum yok ancak yakında kendi ailemizi kuracağız ve ben kendi ailemi kendi evimde kurmak istiyorum.” kıvırıyordum çünkü asla öyle bir şey yoktu. Aile olma gibi bir düşüncem de yoktu.

 

“Siz öyle karar verdiyseniz bize saygı duymak düşer kızım. İstediğiniz ev kriterlerini bana söylerseniz bulmanıza yardım edebilirim.”

 

“Ben şimdi sana seçenekleri atarım baba. Desteğin ve onayın için teşekkür ederim.” dedi Mirza.

 

“Artık kalkabilir miyim?” Mirza kafasını salladığında, “Afiyet olsun.” diyerek kalktım. Benden sonra Hazal da âfiyet olsun diyerek kalktı.

 

Yavaş adımlarla odama giderken Hazal arkamdan seslendi. “Elmas.”

 

Yanıma gelmesini bekleyip yüzüne baktım. “Efendim güzelim?”

 

“Birlikte vakit geçirelim mi? Ben kendimi biraz üzgün hissediyorum da.” dedi çekinerek.

 

“Elbette geçiririz. Sana bir hediye almıştım, dur onu alıp geleyim.” Hazal kafasını salladığında ben Mirza'yla odamıza geçtim. Valizlerimizi açıp Hazal için aldığımız saçma Hint kıyafetini ararken kapının kapandığını işittim.

 

Kalbim hızla ve korkuyla atmaya başladığında yutkundum. Neden korkuyordum? Neden kalbim hızlanmıştı?

 

“Bir an beni rezil edeceksin diye endişe duymadım değil.” dedi Mirza, hiç olmadığı kadar soğuk bir sesle.

 

Yavaş bir şekilde ayağa kalkarken Hazal’a aldığımız pembe kıyafetle birlikte kendi mavi kıyafetimi de elime aldım.

 

Mirza elini boynuna atıp kravatını çıkarırken gözlerini gözlerime sabitledi. Adımları yavaş bir şekilde üstüme gelirken ben geriye doğru adımlar atıyor, ondan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum. Ellerim yavaştan titremeye başladığında yeniden yutkundum. Çok ürkütücü davranıyordu. “Mirza öyle üstüme üstüme gelme geriliyorum.”

 

Mirza daha fazla üstüme gelmeye başladığında kravatını yere attı. Üstündeki gömleğin kollarını dirseklerine doğru kıvırırken sırtımın duvara değdiğini hissettim. Kaçacak yerim kalmamıştı ve lanet olsun ki Mirza hâlâ üstüme geliyordu. “Belki de gerilmen gerekiyordur Elmas?”

 

Aramızda benim adımımla üç onun adımıyla bir adımlık mesafe kaldığında sırtımı duvara iyice yasladım. Sırtımı dikleştirip topuklarımı duvara bastırırken Mirza elini kaldırdı ve kafamın yanına koydu.

 

O saçma anı yaşadığıma inanamayarak gözlerimi Mirza'nın babasıyla aynı olan karamel rengi gözlerinde gezdirirken duvardaki elini yüzüme doğru getirdi.

 

Elimdeki elbiseleri hızlıca yere atıp ellerimle yüzümü kapattığımda Mirza'nın burnundan sert bir nefesi dışarı verdiğini işittim. Gözlerimi sımsıkı yumup gelecek darbeyi beklerken Mirza elini bileğime sardı. Parmaklarımı sıktım. “Yapma. Bak her şeyi yap ama vurma bana lütfen. Küçükken babam yeteri kadar vurdu yapma lütfen. Yalvarırım gerekirse, kapanırım dizlerine istersen ama-” elimi yüzümden çektiğinde cümlem yarıda kaldı.

 

Gözlerindeki ateş dinmemiş aksine harlanmış gibiydi. İçimdeki küçük korku büyürken göğüs kafesimin içinde atan kalbim daha da hızlandı. Ellerimi yavaş bir şekilde yeniden aşağı indirdim.

 

Kafamı yeniden kaldırmama kalmadan Mirza'nın az önce bileğime sarılan parmakları boğazıma sarıldığında gözlerim kocaman açıldı. Anında ellerimi parmaklarına sardığımda boğazımı daha çok sıktı. “Bu aralar,” dediğinde yaşların şakaklarıma doğru süzüldüğünü hissettim. Ayaklarım yerden kesiliyordu ve ben ölecek gibi hissediyordum. “Fazla şımarıyorsun. Ben senin kocanım ve sen bana itaat etmeyi öğreneceksin.”

 

Birden boğazımı bıraktı ve beni resmen yere fırlattı. Yere düşer düşmez ciğerlerime dolan havayla öksürmeye başladım. Öksürürken göğsüm ağrıyordu, elimi bastırmak zorunda kalıyordum. Öksürmeye devam ederken Mirza yere attığı kravatını aldı ve bana eğilip gülümsedi. “Umarım küçük uyarımı dikkate alırsın güzel eşim benim. Unutma ben centilmen ve nazik bir adamım.” ıslık çalarak banyoya girdi.

 

Kendime gelip gelmemeyi umursamadan kıyafetleri alıp hızlıca odadan çıktım ve Hazal'ın odasına girdim. Arkamdan kapıyı kapatırken sırtımı da kapıya yasladım, derin nefesler alırken odaya baktım.

 

Hazal üstünde pembe saten pijama takımıyla ayakta durmuş bana bakıyordu. “Elmas? Ne oldu sana iyi misin?” hızlıca bana doğru gelip az önce Mirza'nın sıkarak tuttuğu çenemi nazik bir şekilde havaya kaldırdı. “Boynunda beş parmağın izi var resmen. Mirza yaptı değil mi? Ne oldu kavga mı ettiniz?”

 

Elinden kurtulup yavaş adımlarla yatağa yaklaştım, elimdeki kıyafetleri yatağa bıraktım ve banyoya girdim. Aynadan yüzüme bakarken gözlerimin yüzümün ve gerdanıma kadar görünen her yerimin kıpkırmızı kesildiğini gördüm. “Hazal kremin var mı?”

 

“Çekmeceyi aç gülüm orada var. İstediğini sür işe yarar.”

 

Çekmeceyi açıp elime gelen ilk kutuyu tezgâha yerleştirdim. Suyu açıp soğuk suyu kızaran yerlerime çarpıp kağıt havluyla kuruttum. Kremin kapağını açıp yavaşça sürdüm. Kutuyu geri yerine koyup yavaş adımlarla odaya geri girdim.

 

“Mirza bunu neden yaptı sana Elmas? Normal değil bu, sebebi ne olursa olsun.” dedi Hazal yüzüme bakıp. Gözleri krem sürdüğüm yerlerde geziniyordu.

 

“Anlık sinirlenmiş bir şey yok. Yarına sakinleşsin, ben yine konuşurum onunla.”

 

Emin olamayarak yüzüme baktı ama kafasını sallayıp onayladı. Yapacak bir şey yoktu, kabullenmek zorundaydı.

 

O gece içime bir huzursuzluk çökmüştü ve ben emindim, devam edecekti.

 

^^^

 

Selaam. Biliyorum bölüm çok kısa ama şu aralar asla kendimi yazacak kadar iyi hissetmiyorum arkadaşlar.

 

Bu aralar her şey fazla üstüme üstüme geliyor dayanamayıp saatlerce ağlıyorum, geceleri uyuyamıyorum sürekli büyük bir stres yaşıyorum...

 

Takdir edersiniz ki bu kafayla bir kurgu oluşturmak ve yazmak çok zor 🥲 elimden geldiğince yazmaya çalışıyorum. İyi dileklerinizi yollarsanız çok mutlu olurum ❤

 

Sizleri seviyorum <3

 

Instagram diaryofanas

Loading...
0%