@diaryofanas
|
.
“Elmas ya.” Hazal’ın mırıldanmasıyla bakışlarımı ona çevirdim.
“Buyur güzelim.”
“Çok uykum geldi uyuyorum ben.” kapalı gözlerini daha çok kapatıp bana sırtını döndü. Omuzları sakin bir şekilde inip kalkarken gülümsedim.
Telefonumu elime alıp saate baktığımda henüz 22.36’ydı. Dudaklarımı ısırıp aldığım kararı uygulamak için ayağa kalktım. Hazal’ın uyumamış olma ihtimalini düşünüp odasındaki balkona çıktım ve kapıyı arkamdan kapatıp balkondaki tekli salıncağa oturdum. Salıncak tıpkı Hazal'ın bütün odası gibi pembeydi. Üstümdeki pembe saten pijama takımı gibi pembeydi. Her şey pembeydi.
Kafamı iki yana sallayıp bu kadar pembe dünyasından düşüncelerimi arındırdım. Telefonumun ekran kilidini açıp rehbere girdim ve en son numaralardan O’nun numarasını buldum. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattıktan sonra numaranın üstüne tuşladım.
Dağhan aranıyor.
Telefonu kulağıma yasladıktan karşı taraftan, “Alo?” sesi geldi. Kalbim heyecanla ve gerginlikle çarpmaya başladığında elimi alnıma götürüp kaşıdım.
“Alo Dağhan,” dedim. Sadace Dağhan dememin kendimi kötü hissettirdiğini hissedince, “Bey.” diye ekledim. “Kusura bakmayın bu saatte sizi rahatsız ettim ama-”
“Yok, yok ne rahatsızlığı Elmas. Çok sevindim beni geri aramana.” dedi heyecanla. Sesinden bile mutlu olduğunu hissetmiştim ve bu sebepsiz bir şekilde beni de çok mutlu etmişti.
“Eh bir söz verdim sonuçta tutmak boynumun borcu.”
“Döndün mü Türkiye’ye? Nasıldı tatilin nereleri gezdin?” ayağa kalktığını ve bir kapıyı kapattığını duydum.
“Evet döndüm. Yeni yılı çocuklar olmadan geçirmek hiç içime sinmedi. Tatilimiz Hindistan'da başladı, Amerika’da devam etti ve en son Ukrayna’da sonlandı.”
“Ukrayna’dan bir şey paylaşmadın ki.” dedi çocuk gibi masum bir şekilde.
Güldüğümde, “Ukrayna’da biraz az kaldım. Çekip paylaşacak kadar vaktim yoktu o yüzden.” dedim.
Dudaklarımda oluşan gülümsemeyi fark ettiğimde bozmadım. Az önceye nazaran iyi hissediyordum ve bunu bozmak istemiyordum. Az da olsa mutlu olmak, benim de hakkım olmalıydı.
“Anladım. Nasıldı peki eğlendin mi?” sesi neden bu kadar heyecanlı çıkıyordu?
“Yani çok eğlenmek için gitmedim ama çok güzel şeyler gördüm. Disneyland’i bile gezdim biliyor musun?”
“Disney bir kraliçe kazanmış desene.” dedikten sonra kıkırdadı. “Lütfen bunu sana yürüyormuşum gibi algılama ben yalnızca arkadaş olmaya çalışıyorum.”
“Yok,” dedim. Aklıma Mirza'nın kurduğu benzer cümle gelince dudaklarımı ısırdım. “Yürüme olarak algılamam canım medeni insanlarız sonuçta arkadaş olmamızdan doğal ne var?”
“Ne bileyim evlisin sonuçta.” derken sesinin heyecan desibeli düşmüştü.
“Ben seni şeyden aramıştım,” dedim aramızda birkaç dakikalık bir sessizlik olduğunda. “yarın müsaitsen bir kahve içip tanışabiliriz.”
“Tabii,” dedi ve bir şeyin düştüğünü duydum. “tabii müsaitim sana hep müsaitim yani kahve içecek vaktim var sana vaktim hep var. Çok saçmaladım özür dilerim.” telefon yüzüme kapandı.
Gülerek kafamı iki yana salladım ve telefonu kulağımdan çektim. “Salak çocuk ya.” Birkaç saniye içerisinde telefon elimde titremeye başladığında Dağhan’ın yeniden aradığını görüp onayladım.
“Az önce yanlışlıkla telefonu yüzüne kapattım. Özür dilerim onun için de, ben anlık çok heyecanlandım. Heyecanlanınca çok saçmalıyorum ama ben hep aramanı bekledim. Hâlâ saçmalıyorum of sustur beni Elmas.” kendimi tutamayıp güldüğümde gözlerimi kapattım. “Salaklığıma gülüyorsun değil mi? Salağım çünkü. Biraz daha konuşursam geri zekalı olduğumu düşüneceksin. Susuyorum biraz da sen konuş.”
“Hayır hayır saçmalamıyorsun aksine çok tatlısın. Ne yapacağını ne diyeceğini bilmemen çok sevimli. sabaha kadar konuşsan yine eğlenerek dinlerim.”
“Yani benden sıkılmadın mı?” diye sordu masum bir şekilde. “Boş konuşmuyor muyum?”
“Hayır tabii ki eşek. Aksine çok tatlısın. Kasıntı biri olmaman bende artı bir özellik kazandırdı.”
“İlk defa bir kadınla konuşurken saçmalamam hoşuna gitti. Sanırım utandım, evet fazlasıyla utandım. İzin verirsen kapatıp biraz utanmak istiyorum. Biraz sonra ya da yarın müsait olursan konuşuruz olur mu? Şu an aşırı utanıyorum.”
Kendimi tutamayıp yeniden güldüğümde, “Kapat hadi ama utanma. Utanmanı gerektirecek bir şey söylemedim.” dedim.
“Hayır ama utanıyorum. Görüşürüz Elmas ben şey ederim yine seni.” bir şey dememe kalmadan telefon yeniden kapandığında kıkırdadım.
Konuşma ne kadar kabul etmek istemesem de iyi gelmişti. Dağhan kötü biri değil gibi duruyordu. Umarım bu kez yanılmam diye düşünerek ayağa kalktım. Sakin adamlarla aşağı inerken etrafı kolaçan ettim. Hiç kimse yoktu.
Çıkış kapısına doğru ilerleyip kapıyı açtım. Etrafta birkaç koruma duruyordu. Aralarından en genci bana doğru yaklaşıp yakası yeteri kadar düzgün değilmiş gibi yakasını düzeltti. “Buyurun Küçük Gelin Hanım, bir arzunuz mu vardı?”
Kaşlarımı kaldırıp adama baktım. “Bu saatte açık market ya da tekel bayi var mıdır?”
“Vardır Küçük Gelin Hanım, market olmasa da tekel bayi vardır. Bir isteğiniz varsa hemen gidip alayım.”
Derin bir nefes aldım. “Bekle para getireyim.” içeri girip çantamı aldım ve çantamdan cüzdanımı çıkarıp birkaç banknotu adama uzattım. “Bana bir paket fazla ağır olmayan sigara bir de iki şişe bira alır mısın? Yalnız Agâh Bey ve Mirza bilmezse mutlu olurum.”
Adam kafasını sallarken, “Siz soğukta fazla kalmayın isterseniz ben alıp geleyim gelince de Deniz Hanım’a veririm o size kimseye görünmeden getirir.” dedi.
“İyi o zaman Hazal'ın odasındayım.” diyerek içeri geçtim.
Yavaş adımlarla içeri geçerken yüzümde oluşan gülümsemeyi fark edince adımlarım duraksadı. Kaşlarımı çattım. Neden böyle olmuştu? Aptal aptal sırıtmamın anlamı neydi? “Bir şey yok Elmas. Kendini strese sokma, sakin ol.”
Hazal’ın odasına geçtikten sonra yeniden balkona çıktım, küçük sehpaya telefonumu bıraktım ve odadan çıkıp kapının önünde beklemeye başladım.
Daha önce hiç içki ya da sigara kullanmamıştım. Bu ilkti ve ben sonuçlarından endişeleniyordum. Sarhoş olacak kadar içmeyeceğimin farkındaydım ancak kafamın uyuşması hoşuma giderse devam etme ihtimalim de vardı. “Elmas Hanım?” duyduğum sesle daldığım yerden çıkıp önümdeki genç kıza baktım. “Bunları istemişsiniz.” elindeki poşeti bana uzatıp, “Afiyet olsun.” dedi ve gitti.
Ses çıkarmamaya özen göstererek Hazal'ın odasının balkonuna çıktım. Kapıyı arkamdan kapatıp salıncağa oturdum ve telefonuma uzandım. Şarkı açıp dertlenen insanları o kadar fazla yargılayıp aynısını yapacak olmayı gururuma yediremesem de yapacaktım. Rahatlamak istiyordum ve biliyordum düşünürsem ağlardım.
Bana bir masal anlat baba açıp sigarayı poşetten çıkardım. Hangi marka olduğuna bile bakmadan etrafındaki şeffaf paketi yırtıp kutudan bir dal çıkardım. Nasıl yakacağımı düşünürken bakışlarım poşetin içini buldu. Poşette henüz kutusu açılmamış bir küllük ve bir çakmak vardı. Çalışan insanların zekâsına gülümseyip çakmakla küllüğü de poşetten çıkarttım.
Küllüğün paketini açtıktan sonra sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirip avuç içimle siper ettim. Çakmağın ateşi sigaranın ucunu alevlediğinde içime derin bir nefes çektim.
Nikotinin soluk borumdan hızlı bir şekilde aşağı kaydığını hissederken boğazımın yandığını ciğerlerimin acı bana zevk verdi. Bir nefesi daha ciğerlerime çekerken bu kez canım ilk seferki kadar yanmamıştı.
Sigaranın ucunu küllüğe yerleştirip bira şişelerinden birini elime aldım ve kapağını açtım. Keskin koku burnuma dolduğunda yüzümü buruşturdum. İnsanlar bunu nasıl severek içebiliyordu? Kokusu bile kötüydü.
“Hadi Elmas bindik bi alamete gidiyoruz kıyamete.” şişenin ağzını dudaklarımın arasına yerleştirip içindeki kötü kokulu sıvıyı boğazımdan aşağı yolladım. Kaşlarımı çatıp şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırdığımda, “E bunun tadı kötü değil.” diye mırıldandım.
Biranın asidik tadı boğazımı yakana kadar büyük bir yudumu mideme indirdim. Şişeyi dudaklarımdan çekerken başımın döndüğünü hissettim ama o kadar umurumda değildi ki.
Damarlarımda dolaşmaya başlayan alkolün etkisiyle sarhoş olmak istediğimi hissettim. Belki delicesine ağlamak belki de delicesine eğlenmek istiyordum ama kafamın ayık olmasını hayır bunu istemiyordum.
Kenara bıraktığım ve tükenmek üzere olan sigaradan derin bir nefes çekip ucunu küllüğe bastırdım. Yeni bir tanesini paketten çekip yeniden dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ucunu alevlendirip bir nefesi içime çektim ve gözlerimi kapattım.
Anlatırken tut elimi, Uykuya dalıp gitsem bile Bırakıp gitme sakın beni.
Diyerek şarkıya eşlik etmeye başladım. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde kahkaha attım. Canım acıyordu, acıtıyordu ve bunu yokluğuyla bile yapabiliyordu.
Beni sevmiyordu, sevmemişti ve sevmeyecekti ama sevmediği birini öldürmek zorunda mıydı? Ruhumu öldürmüştü yaşamamı engellemişti ve bundan gram pişmanlık duymuyordu.
Göz yaşlarım yanaklarımdan akarken yeniden kahkaha attım ve bu seferki daha büyüktü. Öyle bir kahkaha attım ki sesim aşağıdaki boş bahçede yankılandı.
Telefondan farklı bir şarkının melodisi duyulmaya başladığında elimi uzatıp hırsla yüzümü kuruladım.
Tam da terk etmek üzereydim bu şehri Ait olmadığım sokaklara dönmek için Aniden sen geldin ve mahvettin beni Ben böyle güzel bir hata hiç görmemiştim
Kahraman Deniz, Böyle Sever. Babam için bir hataydım ama en güzel hatası değildim. Güzel bir hata bile değildim ve bu şarkı canımı daha çok yakmıştı.
Hıçkırıklarımı boğazıma dizerken derin bir nefes aldım. Bir elimde bira şişesi bir elimde sigara tutarken nefret ettiğim ayyaşlara benzemiştim ama şimdi onları daha iyi anlıyordum.
İnsanın canı yanıp,ruhu ateşler içinde kaldığında zihninin donmaya ihtiyacı oluyordu.
Gecenin ilerleyebilir saatlerinde biram bitmişti. Bittiğinde aşağı inip yeniden istemiştim ve bu sefer daha fazlasını. Yavaş bir şekilde içerken telefondan bu kez başka bir şarkı sesi geliyordu.
Telefona uzanıp saate bakacağım sırada, kalktım baktım gecenin üçündeymişim, ben nasıl bir kadınım hiç sevilmemişim, sözleri kulaklarıma doldu. Gözlerim saati bulduğunda 03.06’ydı. 306 lanetli sayım.
Kafamı gökyüzüne kaldırıp bakarken bir yıldız kaydı ve sanki evren o an 306’yı sevmemi istedi ya da ben kafamda kuruyordum bilmiyordum ama o an bir yıldız kaydı.
Tanrım, lütfen biri beni bütün yaralarımı iyileştirecek şekilde sevsin.
Elime aldığım telefonum çalmaya başladığında bakışlarımı telefona çevirdim. Arayan kişinin ismi bulanık görünürken aramayı yanıtladım. “Alo?” dedim ama sesim artık çatlak çıkıyordu.
“Elmas, uyandırdım mı?” Dağhan'ın sesini duyduğumda dudak büzdüm.
“Yoo uyumuyordum. Bugün uyumadım. Ben geceleri uyumam zaten, baykuşum ben.”
“Hey iyi misin? Sesin ağlamaklı geliyor?” dedi endişeli bir ses tonuyla.
“Ne fark eder ki? İyi değilim desem ne yapacaksın ki? Ağladım az önce hâlâ ağlıyorum telefonu kapattıktan sonra yine ağlayacağım.” saçmalamaya başladığımı algılayabilecek kadar ayık kaldığımı hissettiğimde elimi alnıma yerleştirdim. “Sen ne için aramıştın? Ben biraz sanırım sarhoşum.”
“Ağlaman çok şeyi değiştirir. Yanlış anlama hâlâ sana yürümüyorum, bir kadına ağlamak yakışmaz. Cennet ayaklarınızın altındayken gözlerinizden yaş akmasına izin veremem, istemem de.” duraksadı. “Ağlama şimdi lütfen ve eğer rahatsız olmayacaksan neden iyi olmadığını öğrenebilir miyim?”
“Şu an sarhoşum ve sen benden faydalanmaya çalışıyorsun.”
“Ne?” dedi büyük ve haklı bir şaşkınlıkla. “Senin neden ağladığını öğrenmem hayatımda ne gibi bir fayda sağlayacak ki?”
“Doğru evet. Ben biraz iyi değilim. Sanırım midem bulanıyor ve saçmalıyorum. Bunu yüzüme vurma yarın lütfen yoksa utançtan yerin dibine girerim.”
“Bir sarhoşa göre oldukça uzun ve mantıklı cümleler kuruyorsun.” dedi ve ben sebepsiz gülümsediğini hissettim.
“Ben edebiyatçıyım dostum, cümleler benim işim ve ben sarhoş değilim. Biraz çakırkeyif olabilirim ama asla sarhoş değilim sarhoş olsam duramazdım.”
“Tamam çubuk kız sakin ol, şimdi miden bulanıyorsa git kus ve bir yatağa yatıp uyu. Biraz daha durursan başın ağıracak ve sen uyuyamayacaksın.”
Babamın yapmadığı babalığı yaptığını hissettiğimde kalbimde büyük bir kırılma meydana geldi. Kırılmanın sesini işittiğimde sol gözümden büyük bir damla aktı. “Canımı yakıyorsun.”
“Ne oldu? Elmas bak özür dilerim ama-”
“Bana babam gibi davranma. Benim bir babam hiç olmadı ve olmayacak. Bana babammış gibi davranma canım yanıyor.” telefonu yüzüne kapattıktan sonra dediğini yaptım ve Hazal'ın odasındaki banyoya girdim. Girmeme kalmadan midem ağzıma geldiğinde bütün midemi klozete çıkardım.
Ayağa kalktıktan sonra sifona bastım ve aynaya baktım. Mavi gözlerimin çevresi mor, içleri kırmızıydı. Dudaklarım soğukta oturduğum için çatlamıştı ve yüzüm kuru görünüyordu. Soğuk suyu açıp yüzüme birkaç kere vurdum ve balkonda yaptığım çöplüğü şimdilik umursamadan Hazal'ın yanına yattım.
~~~
Beynime giren zonklama hissiyle yüzümü buruşturarak gözlerimi araladım. Başım feci derecede ağrıyordu.
Ellerimi yatağa bastırarak doğrulduğumda mümkünmüş gibi daha çok yüzümü buruşturdum. Bu kadar içmemem gerekiyordu.
Yavaş hareketlerle ayağa kalktım ve banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Başım ağrıyordu ama Hazal'ın odasını toplamam gerekiyordu, balkonunu ben kirletmiştim.
Balkon... O ne haldeydi acaba? Kaşlarımı çatarak balkona çıktığımda tertemiz olduğunu gördüm ve daha çok kaşlarımı çattım. Ben dün burayı toplamış mıydım? Aşırı derecede sarhoş değildim ama hatırlamıyordum.
Telefonumu masanın üstünde görünce elime alıp saate baktım. 10.24’tü.
Hazal'ın pijamalarıyla aşağı inip yemek salonuna baktım. Agâh Bey masada oturmuş gazete okuyordu. Tam arkamı dönüp gitmek üzereyken, “Elmas, bir gelir misin kızım?” diye seslendi Agâh Bey. Yutkunarak arkamı döndüm ve salona girdim. Agâh Bey elindeki gazeteyi boş bir yere bırakıp yüzüme baktı. “Aşırı fazla sigara ve bira kokuyorsun.” dedi.
Elimi alnıma götürüp gözlerimi kapattım. “Ben dün biraz dağıtmışım kendimi. Özür dilerim onun için.”
“Özür dile demedim, bir sıkıntın mı var?” diye sordu. “Farkındayım mutlu değilsin. Canın acıyor onun da farkındayım ama bu şekilde kendine gelemezsin ki kızım. Bize güvenmiyor olabilirsin anlatmak paylaşmak istemiyor olabilirsin ama bize söyle. Yardım almak istiyorum de, destek almak istiyorum de kimse sana yardım almak istediğin için bir şey demeyecek. Ben senin elinden tutarken yalnız o evden kurtarmak istemedim, seni kendinden de kurtarmak istedim çünkü en büyük düşmanın aslında kendinsin.”
Dudaklarımı ıslattım. “Kendimi henüz bir yardıma hazır hissetmiyorum. Hazır olduğum zaman ben kızlarla konuşurum, sonra da size söylerim olur mu?”
Kafasını salladı ve derin bir nefes aldı. “Olur tabii kızım.” duraksadı. “Eğer istersen bir özel okulla konuşayım, edebiyat öğretmeni olarak işe başla. Ehliyet kursu da buluruz bir tane. Ehliyetini alana kadar bir araba alırız. Akşam çalışma odama gelirsen birlikte size ev bakarız. Beğendiğin evi alırız. Geldiğinden beri mutsuzsun ve ben seni kurtarmayı isterken bir cehenneme tutsak etmek istemiyorum.”
Bakışlarımı kaçırıp ellerimi kucağımda birleştirdim. Bakışlarımı ellerime çevirip yutkundum. Göğsüme ağrı giriyordu, normal miydi? “Agâh Bey-”
“Bana artık Bey demeni de istemiyorum. Baba demekte zorlanırsın biliyorum ama en azından amca diyebilirsin, abi diyebilirsin istersen sadece Agâh bile diyebilirsin ama şu resmiyeti aramızdan atalım.” diyerek lafımı böldü.
“Ben,” ne demem gerekiyordu? “Agâh Bey bu benim için çok zor. Size olan hitabım dışında kalan her şeyi onaylayabilirim ama bu,” bir nefes verdim. “çok zor.”
“Biliyorum kızım ben de zaten şimdi hemen bana baba de demedim. Zaman alacak biliyorum ama en sonunda başaracaksın. Ben senin için şimdi bir psikolog arkadaşla görüşeyim, hazır olunca direkt yanına gidersin.”
Kafamı sallayıp kaldırdım. “Olur, teşekkür ederim. Şimdi izniniz olursa biraz temizlenmek ve dışarı çıkmak istiyorum.”
Agâh Bey elini kaldırıp kapıyı işaret etti. “İzin senindir.”
Gülümsemeye çalışarak yukarı çıktım ve direkt olarak odamıza girip banyonun kapısını açtım. Kapıyı arkamdan kapatıp sıcak suyu açarak üstümü çıkarmaya başladım.
Her geçen gün burada yaşamak benim için zorlaşıyordu. Mirza, garip bir insandı ve ben ilk günkü gibi beni iyileştireceğini düşünmüyordum. Aksine bana büyük bir zarar verecek gibiydi ve ben çok korkuyordum.
Sıcak suyun içine girip köşede duran köpüklerden suya sıktım ve elimle köpükleri ortaya çıkardım. Duş başlığından akan suyun altına kafamı yerleştirip saçlarımı ıslattım ve köpürttüm. Şampuanın kokusu içimi rahatlatırken saçlarımı duruladım. Yeniden köpürtüp yeniden duruladım ve duj jeliyle lifi elime aldım.
Uzun bir duşun ardından üstümde bornozla giyinme odasına girdim. İç çamaşırlarımı giyindikten sonra krem rengi bir kargo pantolon, üstüne oversize beyaz bir tişört giyindim. Yine krem rengi olan beyaz bir hırkayı üstüme geçirip odamıza girdim.
Islak saçlarımı kurutma makinesiyle kuruttuktan sonra yüzüme baktım. Göz altlarım mordu, dudaklarım çatlaktı ve yorgun görünüyordum. Derin bir nefes alıp Hazal'ın odasına geri geçtim. Hazal evde değil gibiydi, ondan izinsiz odasına girdiğim için kendimi kötü hissedince numarasını bulup üstüne tıkladım. “Buyur bebeğim!”
“Hazal ya ben şey diyecektim.” diyerek başladım. Odasına girip makyaj aynasının önünde durdum ve yeniden kendime baktım.
“De bakalım. Bu arada daha iyi misin? Dün gece biraz kötü geçmiş sanırım sabah toplattım balkonu.”
Yanaklarım ısınmaya başladığında dudaklarımı ısırdım. “Ben,” dedim ancak utancımdan konuşamıyordum. “özür dilerim. Senin odanda yapmamam gerekiyordu ama Mirza'yla muhatap olmak istemedim.”
“İyi yaptın Elmas. Mirza'nın önünde de içmeni tavsiye etmiyorum çünkü Mirza alkol, sigara ve türevlerinden nefret eder.”
“Bir daha böyle bir şeye kalkışmam zaten.”
“İsabet olur.” duraksadı. “sen beni neden aramıştın?”
“Ah şey makyaj malzemelerini kullanabilir miyim? Dışarı çıkacağım da biraz kötü görünüyorum.” yüzüme baktım. Çirkindim işte.
“Allah'ım gol!” diyerek çığlık attı Hazal. “Tabii ki kullan kızım soru mu bu da? Ne zaman makyaj yapmaya başlayacaksın diye bekliyordum ben de.”
Gülümsedim. “Teşekkür ederim.”
“Ne demek bebeğim her zaman. Şimdi kapatmam lazım toplantıya giriyoruz.”
“Kolay gelsin.” dediğimde cevap veremeden telefon kapandı.
Derin bir nefes alarak makyaj masasının önündeki küçük sandalyeye oturdum ve internetten günlük makyaj videosu açarak telefonu aynaya yasladım. Gösterdiği malzemeleri bulmak, ürünü yüzüme uygulamaktan daha zordu. Hazal'ın o kadar fazla makyaj malzemesi vardı ki hangisini kullanmam gerektiğini bir türlü seçemiyordum.
Uzun bir uğraşın ardından makyajım bittiğinde omurgamdan aşağı bir ter damlası süzüldü. Makyaj gerçekten zor bir işti ve bunu her gün yapanları tebrik etmek gerekirdi.
Telefonumu elime alıp cebime attım ve yeniden odamıza çıkıp saçlarımı yarım bir şekilde topladım. Saçlarım fazla bakımsız ve dağınık duruyordu, bakım yapmam gerekiyordu ancak ben bakım yapmayı da bilmiyordum. Bunu sonra düşüneceğime dair kendime söz verip küçük bir el çantasına cüzdanımı, kimliğimi ve gerekli olabilecek ufak tefek şeyleri yerleştirip aşağı indim.
Büyük kapıyı açıp dışarı adım attığımda dün gece bana bira alması için görev verdiğim adam önünü ilikler gibi yapıp hafif bir şekilde eğildi. “Bir yere mi gidiyorsunuz Küçük Gelin Hanım?”
“Evet. Rica etsem bırakır mısın?”
Adam kafasını sallayıp siyah bir arabanın kapısını açtı. “Elbette bırakırım. Bundan sonra sizin özel şoförünüzüm, Agâh ve Mirza Beylerin ortak emri.”
Kaşlarımı çattım. “Sakıncası yoksa ismini öğrenebilir miyim?”
“Özgün efendim.”
“Tamamdır Özgün, bana Elmas diyebilirsin. Prensip gereği Hanım da ekleyebilirsin ama lütfen Küçük Gelin Hanım diye uzatma.” diyerek açtığı kapıdan içeri girdim.
Bir şey demeden kafasını salladığını gördükten sonra arabaya bindi ve nereye gideceğimi sordu. Dağhan’la anlaştığımız yere geldiğimde dudaklarımı ısırıp Dağhan’ı aradım.
Son arama kayıtlarımda gece üçte beni aradığını gördüm ancak ne konuştuğumuzu hiç hatırlamıyordum. Sarhoş olduğum için saçmalamış olma ihtimalim yüksekti ve ben utanıyordum.
“Alo Elmas? Ben geldim de sen neredesin?” dedi direkt olarak.
“Ben de girişteyim ama göremedim seni.” derken etrafa baktım ancak Dağhan gerçekten yoktu.
“Köşedeki masadayım. Tamam gördüm seni. Sol tarafa bak, altıncı masadayım.” dediği yere baktığımda bana el salladığını gördüm ve telefonu kapatıp gülümseyerek yanına gittim.
Ayağa kalkıp bana elini uzattığında elini sıktım.“Hoş geldin Elmas. Beni kırmayıp geldiğin için teşekkür ederim.” dedi.
Üstünde siyah geniş bir pantolon vardı. Beyaz bir tişört giymişti ve tişörtün üstüne de siyah bir kazak giymişti. Teni ve yüzüne siyah renk gitmemişti. “Ben teşekkür ederim seni o kadar reddetmeme rağmen bana darılmadığın için.”
Kafasını yana eğdi. “Tanışmıyoruz ve bana sapık muamelesi yapman çok doğal. Sana teklifi götürürken üstüme atlarsın diye düşünmüştüm.”
Kıkırdadığımda o hafifçe güldü ve yanağındaki küçük gamze dikkatimi çekti. “Yok canım şimdiye kadar kimsenin üstüne atlamadım. Sakin bir insanımdır.”
“O zaman sabrını sınayacağım desene. Ben çok sabırsızımdır. Sakin değil genelde heyecanlıyım. Kolay kolay gerilip küfür de etmem mesela.”
Bir garson yanımıza geldiğinde Dağhan bana baktı. Bir sütlü kahve ve kırmızı pasta istediğimi söylediğimde Dağhan da aynısını söyledi. “Sen nasılsın Elmas? Biraz kendinden bahseder misin rahatsız olmayacaksan?”
“Antalya’da doğup büyüdüm, çok mükemmel anılarım yok. Tesadüfi bir şekilde eşimle tanıştım ve İstanbul'a taşındım. Taşındıktan sonra evlendik. Şimdi mezun olduğum bölümden, edebiyattan bir iş arıyorum. Öğretmen olurum yüksek ihtimalle.” diye kısaca kendimden bahsettim.
“Hobin yok mu hiç? Neler yapmaktan hoşlanırsın?” dedi meraklı bir ses tonuyla.
Dudak büzdüm. “Her klasik edebiyatçı gibi okuma yazmayı çok severim. Sanatın her dalını seviyorum ama okumak benim için apayrı bir boyut.”
Dağhan kaşlarını çattı. “Spora ilgin yok mu? Oysa çok fazla sporcu havan var.”
“Eskiden voleybol oynamayı seviyordum. Lisede çok oynardım ama sonra vaktim olmadı hiç oynamak için.”
“Şimdi oynamak ister misin?” dedi. O sırada siparişimiz geldi ve ben cevap veremedim.
“Eskisi gibi iyi oynayabileceğimi zannetmiyorum.” diye kaçamak bir cevap verdim.
“Bu benim soruma cevap değil.” dedi Dağhan pastasından bir parça bölüp ağzına atarken.
“Oynamayı isterim ama işe başladıktan sonra yine vaktim kalmayacak gibi hissediyorum.”
“Hafta sonların var olacak, okul çıkışların var olacak, haftanın beş günü derse gitsen bile sürekli ders yazmazlar diye düşünüyorum.” dedi bu kez de.
“Denerim.” kahvemden bir yudum aldım. “Senin var mı hobilerin? Ya da yapmayı sevdiğin şeyler?”
“Ben sporun her dalını severim. Kendi kurduğum küçük bir spor okulu var, voleybol konusunda birçok öğrencim kendini geliştirdi ve yarışmalara katılıyoruz. Onun dışında avukatım, bazen dava süreçleri uzun oluyor sporu boşlamak durumunda kalıyorum.” yediğim pasta boğazımda kalınca öksürmeye başladım ve Dağhan direkt olarak masada duran şişeyi açıp bana uzattı.
Sudan birkaç yudum içip kendime geldiğimde şaşkınlıkla Dağhan'a baktım. “Avukat mısın?”
Dağhan sırıttı. “Evet. Boşanma avukatıyım. Neden bu kadar şaşırdın ben avukat olamaz mıyım?”
“Yok canım olursun da, daha eğlenceli bir meslek beklerdim senden. Sıkılmıyor musun hiç avukatlıktan?”
Dağhan sırtını dikleştirdi. “Mesleki kişiliğim ve günlük hayattaki kişiliğim birbirinden farklı.”
Böyle böyle sohbetimiz yaklaşık iki buçuk saat sürdü ve biz hiç sıkılmadan birbirimizi dinledik. Kâh kahkaha attık kâh birbirimize şaşırdık ama hiç sıkılmadık.
Eve dönmek için dışarı çıktığımızda, “Dağhan.” diye seslendim. Kendi arabasına binmeden bana döndüğünde, “Kahve için teşekkürler.” dedim.
Gülümsedi. “Ne demek Elmas.” asker selamı verip daha çok gülümsedi. “Hem ne demişler, bir kahvenin kırk yıl hatrı kalır.”
~~~
Helloooo.
Benim en çok sevdiğim bölümlerden birisi oldu sanırım bu.
İlk başlarda yaşanan duygularla sonda yaşanan duygular birbirinden aşırı farklı çünkü kafam öyle... Kazan gibi ve ben karıştırdıkça ortaya farklı bir şeyler çıkıyor.
Tekrar söylüyorum kendimi iyi hissetmiyorum ve bölümde psikolojinizi kötü etkileyecek bir şey olduysa özür dilerim.
Sizleri seviyorum!
~dipnot: instagram hesabımı kapattım.~ |
0% |