Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. YENİ YIL ve MUCİZELER

@diaryofanas

 

fikret kızılok, bu kalp seni unutur mu

 

 

Mucizeler var mıydı? Belki vardı. Belki de yoktu ama ben emindim mucizeler yalnızca belli insanlara işliyordu.

 

Benim için, annem için, bizler ve bizim gibiler için mucizeler yoktu.

 

Mucizeler bana işliyor olsaydı babam kötü biri olmazdı. Mucizeler bana işliyor olsaydı annem bu hayata mahkum olup beni de kendiyle birlikteyiz tutsak etmezdi. Mucize bana işliyor olsaydı Mirza'nın da babama benziyor olmasından delicesine korkmazdım.

 

Taksiden inip Gülcan’ın evinin önünde dururken gözlerim hâlâ yaşlarla doluydu. Ne yapacaktım? Ne yapmam gerekiyordu?

 

Korkuyordum. Ya Mirza babamdan farksızsa? O zaman hayatım nasıl ilerleyecekti?

 

Telefonumun melodisi kulaklarımı doldurduğunda silkelenip telefonunu elime aldım ve kim olduğuna bakmadan açtım. “Alo Elmas? Neredesin kuzum, bekliyorum ben seni?”

 

Gülcan’ın sesini duymamla yutkunup ileri doğru adımlamaya başladım. “Geldim canım geldim. Kapıdayım.”

 

Bir şey demesine izin vermeden telefonu kapattım. Kapıya yetiştiğimde kapı, ben vurmadan açıldı ve içeri girdim. Gülcan kapıda durmuş endişeli gözlerle bana bakarken ona sımsıkı sarıldım ve gözlerimden yaşların akmasına izin verdim.

 

Sırtımda ellerini hissettim. Parmaklarım uzanıp üstündeki kazağın eteklerini sıktı. Dudaklarımı birbirine bastırırken Gülcan’ın endişeden hızlanan kalp atışlarını işittim.

 

Bana sarılıyordu, bana ciddi manada sarılıyordu ve bu sarılma yalnızca fiziksel değildi. Gülcan ruhuma sarılıyordu. Kalbimin yaralı olan her bir parçasına sarılıyordu. Kırıklarımın hepsini teker teker sarıyordu ve bu o kadar yüce bir histi ki gözyaşlarımın gözlerimden akmasına engel olamıyordum.

 

“Ne oldu Elmas? Beni fazlasıyla endişelendiriyorsun.” yavaş adımlarla beni içeri geçirip kapıyı kapattı. Kolları bana sarılıyken salona geçirdi ve bir koltuğa oturtup önümde eğildi.

 

Gözümün önüne gelen saçlarımı kenara çekerken kafasını hafifçe yana eğdi. “Hadi güzelim anlat ne oldu?”

 

“Anne Mihri rujunu yiyor!” Mete’nin salona doğru hızla koşmasıyla yüzümü kuruladım. Mete beni görünce durup, “Aaa Elmas.” dedi. Bu kez bana doğru koşturup annesini umursamadan boynuma atladı ve sıkıca sarıldı.

 

Duygusal anıma denk geldiği için gözlerim akarken kıkırdadım. “Çok mu özledin bakalım sen beni?” Mete benden ayrılıp elimi tutarak annesinin odasına götürdü. Gülcan Mihrimah’ı kucağına almış rujları yemenin kötü bir şey olduğunu küçücük çocuğa açıklamaya çalışmıştı.

 

Mihrimah beni görünce, “Ema!” diye seslenip ellerini bana doğru uzatınca dayanamayıp kucağıma aldım ve yanaklarından öptüm.

 

“İsmimi öğrenmiş.” Mete gururla öne çıkıp göğsüne vurdu.

 

“Ben öğrettim. Her çocuğun bir annesi olur, kardeşim ve benim de tek bir annemiz var.” gülerek kafamı sallarken Gülcan’ın gözleri doldu.

 

“Kimden öğreniyorsun sen böyle lafları? Eşek.” uzanıp oğlunun saçlarını severken Mihrimah benim ıslak gözlerime garip bir şekilde bakıyordu. Uzanıp ıslak yanağıma dokunduğunda dudak büzdü. Küçük parmağı yanağım boyunca ilerleyip gözüme ulaştığında gözlerimi kapattım.

 

Gülcan ve Mete farklı bir sohbete başladıklarında kucağımda Mihrimah’la salona doğru geri girtiğimde Mihrimah gözlerime yeniden dokundu. Koltuğa oturup Mihrimah’ı da bacaklarıma oturttum. “Ema hüü?” dedi kendi gözlerini gösterip dudak büzerek. Gülümsedim.

 

“Hayır bebeğim ağlamadım.” anlamadan yüzüme bakarken uzanıp yanağımı öptü. Hiç beklemediğim için tepki veremezken bacaklarım üzerinden yere düşeceğini hissettim, hızlıca ellerimi beline yerleştirip geri kucağıma oturttum.

 

Yüzüne bakarken yüzünde üzgün bir ifade vardı. Sanki hissediyordu, hissettikleri onu da üzüyordu.

 

Omuzlarıma tutunup ayağa kalktıktan sonra bu kez uzanıp gözlerimin altını, ıslak olan yerleri öptü. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken yerine oturdu, masum masum gülümsedi. Toplamında bir dakika bile sürmeyen bu olaylar zinciri kalbimin ısınmasına ve içimdeki kötü hislerin uzaklaşmasına neden olmıştu.

 

“Mete!” diye seslendi Gülcan elinde bir tepsiyle içeri girerken. Mete koşarak öbür taraftan gelirken, “Efendim anne?” dedi. Gülcan koltuğa oturdu ve bacak bacak üstüne attı. “Mari ablanıza gitmek ister misin biraz? Bizim Elmas’la kız kıza konuşmamız gereken şeyler var.”

 

Mete bana baktı, sonra annesine döndü. “Mihri’yi de mi alacağım?” Gülcan kafasını salladı. Mete dehşete düşmüş gibi annesine baktı. “Ama anne ben nasıl götüreceğim?”

 

Gülcan kıkırdayıp ayağa kalktı. “Ben götürürüm sizi.” Mihrimah götürme lafını duyunca kaşlarını çatarak annesine baktı, ardından uzanıp boynuma sarıldı. “Ema!”

 

“Mihri gelmek istemiyor, ben tek gideyim mi?” dedi Mete. Gülcan yüzüme bakarken gözlerimi açıp kapattım, sorun yok demek için.

 

Gülcn kararsızlıkla bana baktı ve ofladı. “Git bakalım oğlum. Geç olmadan gel ama.”

 

Mete kafasını salladı ve ikimizi de öpüp kapıya yaklaştı. Mihrimah onu öpmediği için üzgün bir şekilde abisine bakarken eğilip tombiş yanağından öptüm. Mutlulukla bana sarıldığında elimi küçük sırtına yerleştirip okşadım.

 

“Ben gittim anne!” sonrasında kapanan kapı sesi ve Mete’nin koşar adımları.

 

Gülcan yanımıza yaklaşıp kendini koltuğa bıraktı. “Evet Elmas dökülme vakti. Söyle ne oldu?”

 

Gözleri benim mavi gözlerimi izlerken yutkundum. “Mirza’yla ters düştük biraz. Sanırım biraz fazla.”

 

Gülcan kaşlarını çattı. “O ne demek öyle?”

 

Gözlerimi kaçırdım. “Yani biraz fazla sinirlendi sanırım. Gözlerinde-” Gülcan’ın telefonu çaldığında koltuktan kaldırıp kimin aradığına baktı.

 

Bakışlarını bana çevirip, “Mirza arıyor.” dedi. Endişeyle çarpan kalbimi susturmaya çalışırken Mihrimah kafasını sol göğsümün üstüne yasladı. “Efendim ablacım?”

 

Telefonu hoparlöre aldı. “Abla Elmas yanında mı?”

 

Gülcan kaşlarını çattı. “Sana da merhaba Mirza. Ben de iyiyim teşekkür ederim sorduğun için.”

 

Mirza derin bir nefes alırken ofladı. “Şu an gerçekten halini hatrını soracak havamda değilim abla özür dilerim. Elmas yanında mı?”

 

“Elmas evde değil mi?” dedi şaşkınca Gülcan. Burada olduğumu söylemediği için gözlerim dolarken Mihrimah kaşlarını çatarak bana baktı. Haklıydı, ben buradaydım ve annesi burada olmadığımı söylüyordu.

 

“Biz,” dedi Mirza. Arabanın kapısının kapanma sesi geldi. “tartıştık biraz. Kaba davrandım ona kaçtı benden.”

 

“Sen evde misin?” dedi Gülcan.

 

“Eve yeni geçiyorum. Elmas’ın da eve geleceğini zannetmiyorum.”

 

Gitmezdim tabii ki. “Hayır bende değil.” Gülcan’ın sesini endişe bürüdü. “Arkadaşı falan vardır ya da Nilay’a gitmiştir, Hazal’la onun arkadaşlarına gitmiştir. Ben şimdi arayıp sorarım sen gitme kızın üstüne.”

 

Mirza yeniden ofladı. “Haber alırsan bana da haber verir misin? İstanbul çok büyük, Elmas buraları hiç bilmiyor ve başına bir şey gelsin istemiyorum.”

 

Gülcan kafasını salladı. “Tamamdır bebeğim. Haber alayım elbette haber veririm.”

 

“Teşekkür ederim abla, iyi ki varsın.” Gülcan gülümseyip telefonu kapattı.

 

“Şimdi Hazal'ı arayıp buraya çağırmamız gerek. En kötü ihtimalle Hazal’la birlikte dışarıda olduğunu söyleriz.” kafamı sallarken Gülcan hızlıca Hazal’ı aradı.

 

“Teşekkür ederim Gülcan.” yüzüme bakıp gözlerini kırptı bir şey değil dercesine.

 

“Ablaların en güzeli en özeli! Nasılsın balım?” Hazal’ın sesi neşeli geliyordu, arkadan da müzik sesi. Yolda olmalıydı.

 

“İyiyim canım sen nasılsın?”

 

“Ben de iyiyim. Ne yapıyorsun bakalım? Biricik yeğenlerim nasıl?”

 

“İyiler, Mete komşumuza gitti. Mihrimah da yengesiyle oturuyor. Sen neredesin?”

 

“Ay ne güzel. Ben iş yerinden çıktım, bizim çocukarla biraz takıldım şimdi de eve geçiyorum.” dedi Hazal.

 

“Tamam eve geçmiyorsun direkt bana geliyorsun. Çok acil.”

 

“Ne?” dedi Hazal şaşkınlıkla. “İyi misin, bir şey mi oldu?” arkaya bir arama düşmüş olmalıydı, Hazal’ın telefonu çalmaya başladı. “Mirza arıyor.”

 

“Dur açma!” diye bağırdı Gülcan ve ayağa kalktı. “Mirza ararsa sakın açma ve olabildiğince hızlı bir şekilde buraya gel.” elini alnına götürüp alnını ovaladı.

 

“Gülcan neler oluyor? Elmas ve Mirza arasında mı bir şeyler olmuş?” Gülcan bana baktı.

 

“Soru sorma Hazalcığım. Buraya gel, Elmas anlatmak isterse anlatır.”

 

“Hemen geliyorum, bir şey lazım mı?”

 

“Yok canım sen gel yeter.”

 

Telefonu kapattılar. Gülcan yerine otururken getirdiği tepsiden bir bardak aldı. “Emzirmeyi bıraktığım için alkol almaya başladım.”

 

“Ben de sanırım yanlışlıkla sigaraya başladım.” Mihrimah göğsüme yaslanmış yorgun gözlerle annesini izliyordu.

 

Gülcan kaşlarını çattı. “Yanlışlıkla da ne demek? Bunun yanlışlığı mı olur?”

 

“Kötü hissettim kendimi ve biraz fazla bira içtim. Bira içerken sigara da bitirmişim.” utanmıştım.

 

“Baştan anlatır mısın şunları? Anlayamıyorum şu an seni.”

 

“Mirza şiddete meyilli mi?” diye sordum pat diye.

 

“Ne?” dedi Gülcan. “Elbette değil. Öyle bir girişimde mi bulundu?”

 

Kafamı olumlu anlamda salladım. “Sinirleniyor ve sanırım bilinçsiz olarak bana zarar veriyor. Geçen gün boğazıma yapıştı bir anda. Sürekli kibarlığına vurgu yapıyor ama bazen öyle bir bakıyor ki Gülcan beni öldürebilecek gibi hissediyorum.”

 

Gülcan şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Saçmalama Elmas olamaz öyle bir şey.”

 

“Sinirlendiğinde beni tersliyor, küfür eder gibi konuşuyor ve benden iğreniyor gibi bakıyor. Geçen gün Hazal gördü boynumu sıktığında ne olduğunu. Nefesimi kesmek istedi.” o anları hatırlayınca gözlerimin dolduğunu hissettim.

 

“Şşt ağlama tamam. Konuştun mu bunu Mirza'yla?” bana yaklaşıp ellerini omuzlarıma yerleştirdi.

 

“Konuşmadım. Bugün dışarı çıktık yeni evimize alış veriş yapmak için, orada da sinirlendi bana yine kaba kuvvet uygulamaya çalıştı. Dışarıda bir adam yardım etti bana, Mirza'yı oyaladı.”

 

Gülcan saçlarımı okşamaya başladı. “Bence kaçmak yerine biraz daha sakin davranmalısın. Mirza'nın sana kaba kuvvet uygulamasına elbette ki izin vermeyeceksin, vermeyeceğiz ama kaçmak yerine karşısında dimdik durman gerektiğini düşünüyorum. Konuş onunla, konuşmayı dene. Baktın olmuyor geç olmadan ayır yollarınızı. Kimsenin, kardeşim bile olsa kimsenin, seni kurtardığımız hayata hapsetme gibi bir hakkı yok.”

 

Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında hıçkırmamak için dudaklarımı ısırdım. “Boşansak ne yapacağım Gülcan? Nereye gideceğim? Kimim kimsem yok benim.”

 

Gülcan saçlarımı öptü. Anne gibiydi, bir anne gibi yaklaşıyordu. Merhamet ve sevgisi bir annenin çocuğuna duyduğu hislerle aynıydı. “Biz neyiz Elmas? Ben neyim burada? Hazal ne? Nilay’la çok bir şey paylaşmadınız ama emin ol ilk önce Nilay durur yanında.”

 

Gözlerimi kapatıp Nilay’ın söylediklerini getirdim aklıma. Bir çocuk bizi birbirimize bağlardı. Bağlar mıydı?

 

Kafamı Gülcan’ın omzundan kaldırıp yüzümü kuruladım. Bakışlarımı kucağıma indirdiğimde Mihrimah’ın gözleri kapanmıştı. Derin derin nefesler alırken minik göğsü benim göğsüme değiyordu. Gülümseyip yavaşça saçlarını severken zihnime kendi çocuğumun hayali düştü.

 

“Gülcan.” dedim meraklı bir ses tonuyla. “Bir şey sorabilir miyim?”

 

“Sor elbette.” dedi. önce sonra kafasını kızına doğru eğdi. “Alayım mı rahat et?”

 

Kafamı iki yana salladım. “Hayır kalsın lütfen. Huzurlu hissettiriyor.” sırtının ağırmaması için kucağıma doğru düzgün bir şekilde eğip yanağını göğsüme yasladım. Bacaklarını tek bir tarafta toplayıp tek elimle saçlarını sevdim.

 

“Ne soracaktın bana?” derken kızının çoraplarını çıkardı. Minik ayaklarını eğilip öptü ve derin bir oh çekti.

 

“Sence çocuk için erken mi?” Gülcan öptüğü kızının ayaklarından öksürerek doğrulduğunda bana şaşkınlıkla bakıyordu.

 

“Ne?”

 

“Çocuk yapsak Mirza'yla bir tane? Çok mu erken sence?” Gülcan elini alnına vurdu.

 

“Elmas az önce ayrılmayı düşünmedin mi ya sen? Ne çocuğu?” mantıklı bir soruydu.

 

Yavaşça omuz silktim. “Boşanmaya kadar gideceğimizi sanmıyorum. Sadece, çocuk belki bizi birbirimize bağlar.”

 

Gülcan kınar gibi yüzüme baktı. “Bu fikri aklından çıkar Elmas. Birbirinizi daha tanımıyorsunuz bile. Belki pişman olursunuz evlendiğiniz için belki ayrılırsınız çocuğunuza yazık olmayacak mı? Biraz zaman geçsin birbirinizi gerçekten sevmeye başlarsanız çocuk yaparsınız. Ama şimdi hayır hiç mantıklı değil.”

 

“Belki mutlu bir ilişkimiz olur?” dedim umutla. Mutlu olmak istiyordum bu kadar zor muydu?

 

“Güzelim benim daha evliliğiniz başında bile değilsiniz çocuk için bu kadar aceleye gerek yok. Evliliğinizin üstünden birkaç ay geçsin, birbirinizi tanıyın mutlu olduğunuzdan emin olun çocuk her şekilde yapılır. Gençsiniz sağlıklısınız, ne acelen var?”

 

“Tamam ama ben istiyorum.” Gülcan derin bir nefes aldı.

 

“Hatırlatmak istemiyorum ama mutlu bir evde büyümeyen çocuklar hayatları boyunca mutlu olamazlar canım. Bak kendine, mutlu musun? Çocuğuna mutsuz bir hayatı sunmayı göze alabiliyor musun? Özür dilerim gerçekten söylediğim için ama,” elini omzuma koyup sıktı. “kendini mutlu etmeyi öğren önce.”

 

Sol göğsümün üstünde derin bir acı hissedince gözlerimi kaçırdım. Gülcan’ın getirdiği alkol bardağını elime alıp tek dikişte bitirdim. İçindeki her neyse ani bir şekilde içtiğim için çarpmıştı. Başım dönerken kulaklarıma çocukluğumun çığlıkları doldu.

 

“Haklısın.” derken buldum kendimi. Haklıydı, kendi isteklerim uğruna bir canın hayatını mahvetme hakkım yoktu. Çocuk yapmak kolaydı, asıl mevzu büyütmedeydi. Mirza'yla ayrılsak bile çocuğumu baba sevgisinden mahrum büyütemezdim, baba sevgisinden mahrum bir şekilde büyümüşken.

 

“Amacım üzmek değil, gerçekten üzdüysem özür di-” sesi pişmanlık yüklüydü. Bu örneği verdiği için pişman olmuştu.

 

“Dileme özür canım. Haklısın. Üstelik yaşadıklarımın sorumlusu sen değilsin ki. Sen söylesen de söylemesen de yaşadıklarım orada duruyor, çocukluğumun çığlıkları uykularımı süslüyor.”

 

Kapı çaldığında Gülcan yavaş adımlarla ayağa kalktı ve kapıyı açtı. “Mihri uyudu bağırma.” diyerek baştan uyardı.

 

Hazal, ilk defa pembe giyinmeyerek içeri girdiğinde şaşkın bir şekilde kıyafetine baktım. “Hani pembe?”

 

Hazal omuz silkip dudak büzerek kendini karşımdaki koltuğa bıraktı. “Biraz reglim. Birkaç gün böyle siyah takılacağım.”

 

Gülcan gülerek yeniden karşıma oturdu. “Şarap mı içersin viski mi?”

 

Hazal yüzünü buruşturdu. “Mümkünse kahve. Hiç içki içesim yok.”

 

Gülcan ayağa kalkarken Hazal bana döndü. “Beni suçunuza alet ettiniz şimdi neler olduğunu açıklayacaksınız.”

 

^^^ 

 

Saat gecenin geç bir vaktine gelirken Hazal’ın arabasında oturmuş, Sezen Aksu dinleyerek eve gidiyorduk.

 

“Hazal neden Sezen Aksu dinliyoruz?”

 

“Çünkü keyfim ağlamak istiyor.” kafamı iki yana salladım.

 

“Eve gidince film izler ağlarız ne dersin?”

 

“Gerçekten mi?” dedi heyecanla. “Ayy Elmas seviyorum seni kız.”

 

Gülümseyip kafamı cama yaslarken akıp giden sokağı izliyordum. Hayat bu kadar mıydı? Adalet bu muydu?

 

“Hazal bir market ya da tekel bayi görürsen durur musun?” kafam hâlâ cama yaslıyken nefesimi cama doğru verdim. Cam buğulanırken gözlerimin dolduğunu hissettim ve yutkundum.

 

Kendimi kötü hissediyordum çünkü korkuyordum. Geçmişim derin bir kuyuydu ve ben o kuyuya bir taş atmış, ardından atlamıştım.

 

Hayat tekerrürden ibaret olmamalıydı ancak ben tam tersini hissediyordum. Ya ölecektim ya da ölecektim. Bu yolun sonunda hep ölüm vardı ve ben korkuyordum. Hiçbir zaman ölmeyi dileyen birisi değildim, hâlâ da ölmeyi dilemiyordum. Yaşamak istiyordum hayatı. Bir kez olsun hayat yüzüme gülmeliydi ve ben güleceği anı bekliyordum.

 

Hiç kimsenin hayatı acı ve gözyaşı üstüne kurulu olamazdı, olmamalıydı. Mutlaka bir mutluluk, bir çıkış yolu olmalıydı. Hayat kuralları olmayan bir oyundu ve ben bu oyunda kendi kurallarımı yazmak istiyordum. Hayat uyardı ya da uymazdı ama en azından inandığım doğrular olurdu.

 

“Tekel bayi var Elmas burada, durayım mı?” beni düşüncelerimden ayıran Hazal'ın sesiyle silkelenip kendime geldim. Yanaklarımdaki ıslaklığı hissedince kuruladım.

 

“İyi olur. Teşekkür ederim.” arabayı sola çekip durunca yavaş bir şekilde arabadan indim. Tekel bayiye girip kendime sigarayla çakmak aldım ve parasını ödeyip geri arabaya doğru ilerledim.

 

Kapıyı açarken, “Arabada sigara içebilir miyim?” diye sordum. Hazal bana şaşkınlıkla bakıp olumlu anlamda kafasını salladı. Koltuğa oturdum ve camı sonuna kadar açıp sigara paketinden bir dal çıkardım. Dudaklarım arasına yerleştirip çakmakla yaktım, derin bir nefesi içime çektim.

 

“Sigara kullandığını bilmiyordum.”

 

“Biliyor musun ben de bilmiyordum. Geçen gece biraz dağıtmışım kendimi. Sigara rahatlattığı için yine aldım.”

 

“Tekrar içmeni beklemezdim,” derken evin önüne doğru yaklaşmaya başladı. “yani o gece dağıttığını fark ettim de devamı gelmez sanmıştım.”

 

Omuz silktim. “Bu da benim kendime verdiğim zararım olsun.”

 

“Kendine zarar vermek yerine kendini iyileştirmelisin. İnsanın kendinden başka kimsesi olmaz.”

 

“Ve bazen insanın kendisi bile kendisine iyi gelemez. Bazı şeyler geçmez, bazı yaralar iyileşmez ve bazı acılar unutulmaz. En çok bu mezler mazlar öldürür insanı kimse fark etmez. Herkes zanneder ki insan bir anda soğuyor hayattan, bir anda kopuyor çevresinden, bir anda yitiriyor heveslerini. Oysa her şey zaman alıyor kimse bu zamanı göremiyor.”

 

Göğsümün yandığını hissettiğimde sigarayı camdan dışarı attım. “Belki de bu kadar takmamalısın hayatı Elmas. Anlıyorum zor yollardan geçtiğini ama hâlâ gençsin güzelsin aç şu güzelim gözlerini bir çevrene bak. Asla övünmek değil ama olanaklarına bak. Git bir kursa yazıl, bir aktivite yap, gez dolaş, arkadaş edinmeye çalış ama hapsetme kendimi zihninin demir parmaklarının ardına.”

 

Arabayı garaja park edip kapısını açtı. Yavaş bir şekilde kendi kapımı açıp arkasından inerken garajın karanlığı kendimi kötü hissetmeme neden oldu. Hazal duvara yaklaşıp bir düğmeyi açtığında etrafı beyaz ışık doldurdu. “Garajdan mı girelim eve yoksa dış kapıdan mı?”

 

Omuz silktim. “Girelim buradan. O kadar halim yok ki hiçbir şeye.”

 

Hazal kafasını sallarken duvara doğru yürüdü ve duvarla bütünleşmiş olan kapıyı çantasından çıkardığı anahtarla açtı. Birlikte dar koridorda yürürken söylediklerini düşündüm. Haklı mıydı?

 

“Mirza yüksek ihtimalle resim odasındadır. Böyle stresli olduğu zamanlarda genellikle orada olur. Onunla konuşmak istersen ilk oraya bak. Konuşmak istemiyorsan da benim odama geçebiliriz. Kendini iyi hissetmediğini söylerim.” dedi Hazal mutfaktaki kapıyı açıp içeri girerken.

 

“Sanırım Mirza'yla konuşsam iyi olacak. Kaçmanın ikimize de bir faydası dokunmayacak.” dolapların birinden büyük bir nardan su doldurup tek yudumda bitirdim. “Mirza ne içmekten hoşlanır çalışırken?” diye sordum Hazal'a.

 

“Mirza genelde bir şey içmez. Çayla da kahveyle de arası yoktur. Ballı süt ya da taze portakal suyu içmeyi tercih eder. Eğer bir şey götürmek istiyorsan ballı süt yapsan daha iyi olur.”

 

Kafamı sallarken, “Süt ve bal nerede? Ben sanırım ilk defa giriyorum mutfağa.” diye mırıldandım.

 

Hazal bana süt, bal ve cezve verip başka bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Olmadığını söylediğimde uykusu olduğunu söyleyerek odasına çekildi.

 

Mirza'ya süt kaynatıp balla güzelce karıştırdıktan sonra büyük kupa bardağını elime alarak mutfağı geride bıraktım. Ayakkabılarımı girişte çıkarıp sakin adımlarla resim atölyesine doğru ilerledim.

 

Resim atölyesinin kapısı aralıktı, içeriden loş bir ışık geliyordu ve çok sesli olmayacak şekilde Fikret Kızılok - Bu Kalp Seni Unutur Mu çalıyordu.

 

Bambaşka bir halin vardı

Fark etmeden beni sardı

Benliğimi benden aldı

 

Mirza şarkıya eşlik ediyordu. Sakince kapıyı itip kafamı içeri doğru geçirdim. “Gelebilir miyim?”

 

Mirza odaklandığı kağıttan kafasını kaldırıp bana baktığında yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı. Telefondan açtığı şarkıyı durdurup doğruldu. “Elbette gelebilirsin.”

 

İçeri adımlayıp masanın karşısındaki koltuğa oturdum. Elimdeki kupayı ona doğru uzatıp tebessüm ettim. “Sana kaynattım. Biraz kafanı dinlersin.”

 

Mirza elimdeki bardağı alıp içindeki sıvıya baktı ve yüzünde huzur dolu bir gülümseme oluştu. “Birilerinden tavsiye almışız.” sütten bir yudum aldı ve kupayı karnına yaslayıp kafasını arkasındaki sandalyenin tepesine yasladı.

 

“Birazcık tüyo almış olabilirim.” Mirza'nın önündeki boş kağıtlardan birini önüme çektim. “Mirza.”

 

“Elmas.” aynı anda birbirimize seslendiğimizde kafamı kaldırdım. Elini bana doğru uzatıp, “Önce sen söyle.” dedi.

 

“Bugün ve öncesinde olanlar,” diyerek söze başladım. Önümdeki kalem kutusundan bir tane kurşun kalem çıkarıp önümdeki kağıdı karalamaya başladım. “henüz temeli bile atılmamış ilişkimize zarar veriyor. Bana neden bu kadar öfkelendiğini ya da öfkeni neden bu kadar zarar vererek çıkardığını bilmiyorum ama ben bu şekilde devam etmek istemiyorum Mirza. Ben bana zarar veren bir hayattan kurtulmak için sığındım sana, bana yeniden ve bu sefer daha büyük bir zarar vermen için değil. Eğer öfke kontrolünü sağlayamıyorsan yollarımızı geç olmadan ayıralım. Ha yok ben dikkat ederim diyorsan,” derin bir nefes aldım. “dikkat ederim diyorsan ben seninle yolun gittiği yere kadar gitmeye hazırım.”

 

Kafamı kaldırıp Mirza'ya bakamıyordum çünkü bakarsam ağlardım. “Ben de bu konu hakkında konuşacaktım seninle.” dedi sanki konuşacak başka bir konumuz varmış gibi. Derin bir nefes aldığını işittiğimde yutkundum. “Olanlar için özür dilerim, biliyorum özür dileyince geçmiyor ve geçmeyecek de ama en azından bile isteye yapmadığımı hisset istiyorum. Son zamanlarda günlerim çok yoğun geçiyor, babamın işleri, şirket, toplantılar, yanlış anlamazsın umarım ama senle bir anda olan evliliğimiz. Hepsi üst üste geldi ve ben stresimden dolayı öfke patlaması yaşıyorum. Bunun hepsini sana yaşatmak istemezdim ama maalesef hepsi sana denk geldi. Eğer bana bir şans daha vermeye hazırsan, ben de seninle yolun sonuna kadar gitmeye hazırım.”

 

Gülümsedim. “Bana zarar vermeyeceksin o zaman artık.” kafamı kaldırdım. “Bana bir kere daha zarar vermeye kalkarsan Mirza üzgünüm ki ayrılmak zorunda kalırız. Bir kere daha affedemem seni.”

 

Mirza yavaş bir şekilde ayağa kalkıp kupasını masaya bıraktı ve bana doğru yaklaştı. Elini bana uzattığında anlamayarak tuttum. Ellerinin ikisini kelime yerleştirirken alnını da alnıma yasladı.

 

Aldığı derin nefesi yüzümde hissederken gözlerimi kapattım. “Aşk değil hâlâ sana karşı olan hislerim,” dedi. Sağ elimi tutup avuç içimi sol göğsüne bastırdı. Kalbinin atışı avuç içimi doldurduğunda gözlerimi araladım. Kalbi çok hızlı atıyordu. Hızlı ritim, avuç içimin kalkıp inmesine neden olacak kadardı. “ama bir şeyler filizleniyor sana karşı Elmas. Kalbim bak, susturamıyorum onu artık. Zapt edemiyorum konu sen olunca.” sözleri vücudumdaki bütün tüylerin şaha kalkmasına neden olurken yutkundum.

 

Heyecandan dizlerim titriyordu, kalbim avuç içimde atan kalbiyle birlikte dört nala gidiyordu ve ben bayılacak gibi hissediyordum. Dilim kurumuş, zihnim söylediklerini bozuk bir çark gibi tekrar etmeye başlamıştı.

 

“Kendini bir şey söylemek zorunda hissetme. Söyle diye demedim zaten sana bunları. Sadece bilmen gerektiğini düşünüyorum çünkü ben çok yoruldum içimde tutmaktan.”

 

“Mirza,” dedim ama ne diyeceğimi bilmiyordum. Ne denmesi gerekiyordu? Ne denmeliydi? Daha önce beni kimse sevmemişti, nasıl bir histi sevilmek?

 

“Seni öpmeme izin verir misin?” diye sordu fısıltılı bir ses tonuyla. Yalvarır gibi sordu. Bunu yapmazsa ölecekmiş gibi.

 

Gözlerimi kapatıp kafamı olumlu anlamda oynattım. “Veririm.”

 

Kuru dudaklarının benim nemli dudaklarıma dokunduğunu hissettiğimde ellerimi Mirza'nın ensesine götürdüm. Oradaki yoğun ve yumuşak saçları okşarken Mirza beni daha çok kendisine bastırdı.

 

Dudaklarımı aralayıp kendisine daha geniş bir alan sunduğumda inler gibi bir ses çıkardı. Ellerini belimdeki kazağımdan içeri geçirip çıplak belimle buruşturduğunda gerildim.

 

Mirza arkaya yatan belimi fırsat bilerek uzanıp boynuma ıslak bir öpücük kondurdu ve yeniden dudaklarına ulaştı. Az öncekinden daha hırçın bir şekilde dudaklarımı öperken bu kez inler gibi bir ses çıkaran ben oldum.

 

Ellerini belimden yukarı çıkarıp sutyen kopçama laflar getirdiğinde dudaklarımı duraklarından ayırdım. Alnımı omzuna yaslarken ellerimi ensesinden çektim ve belimdeki ellerine götürdüm. “O kadar değil. Hazır değilim henüz ona.”

 

Sesim kısık ve çatallı çıkıyordu. Mirza anlayışla içimdeki ellerini çıkardı ve kazağımın üstünden belime yerleştirdi. “Uyumak ister misin? Yorucu bir gündü.”

 

“İsterim.” derken vücuduma bastıran uykuyu hissettim. Aşırı yorgundum.

 

°°°

 

Yeni yıl gecesi çoğu zaman umutlarla gelirdi. Herkes yeni yılın bir önceki yıldan iyi geçeceğini umut ederdi. Oysa değişen yalnızca bir rakamdı.

 

Umut etmek ve inanmak, insanın bakış açısına göre şekillenirdi. Kimisine göre yıldızlar umut demekken kimisine göre bir çiçek umudun simgesi olabilirdi.

 

Kimisine göre umut etmek geleceğin güzel günler getireceğine inanmakken kimisine göre umut etmek şu an mutlu hissetmekti ve insan umut ettiği sürece mutlu olurdu.

 

Kimisine göre umut bir insanken kimisine göre bir nesne ya da soyut bir simge umudu temsil ederdi.

 

Ben hayatımda neredeyse hiç umutla dolmamıştım çünkü benim umut edebileceğim bir inancım hiç olmamıştı.

 

Küçükken yeni yıl gecelerinde mutlu olurdum çünkü bütün soğuk ve acıya rağmen o gece havai fişekler patlardı. Sokaklarda herkes saatin gece yarısını göstermesini beklerdi ve babam o gecelerde eve gelmezdi.

 

Yaşımı hatırlamadığım bir yeni yıl gecesinde üstümde koyu yeşil kadife bir elbise vardı. Öğretmenimin hediyesiydi, ağlayarak vermişti.

 

Saat gece yarısına gelmek üzereydi ve herkes sokaktaydı. Bizim gibiler ve bizim gibi olmayanlar herkes havai fişeklerin patlamasını ve artık yeni yıla girmeyi bekliyordu.

 

Hiç unutmazdım o gün bir hayırsever bütün mahalleye yılbaşı ağacı, ışıklar, çocuklar için meyve suyu, kek, yaş pasta ve oyuncaklar dağıtmıştı. Annem o gün karnımı doyurmak için kek, pasta ve meyve suyu almıştı. Oyuncak isteyip istemediğim sorulmuştu oysa hangi çocuk oyuncaklara hayır derdi?

 

O gece oyuncakların arasında babamın yaktığı peluşun bir benzeri vardı. Gözlerim dolu dolu oyuncağa bakmıştım ancak istememiştim çünkü alırsam babam yine yakardı.

 

Kadın dolan gözlerime ve gözlerimi ayıramadığım peluşa baktı. Dudaklarını ısırıp kafasını salladı ve komşumuzun kapısını çaldı.

 

İçeri geçerek pasta ve meyve suyumu içmiştim, sonra gece yarısını beklemek için dışarı çıkmıştım.

 

İçimden o oyuncağın acısını atmak ister gibi gökyüzündeki yıldızları sayarken gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapattığım anda havai fişekler patlamaya başlamıştı ve ben ağlamaya başlamıştım.

 

Sorsalar ağlamamın nedenini söyleyemezdim ama canım çıkıyormuşcasına ağlıyordum.

 

Tanrım, demiştim parmaklarımı birbirine kenetleyip çenemin altında birleştirirken. Lütfen oyuncağım olsun, peluşum geri gelsin.

 

Sonrasında hiçbir şey olmamıştı ve ben de beklemenin anlamsız olduğuna kanaat getirip eve geçmiştim.

 

Sadece birkaç dakika sonra kapımız çalınmıştı, annem korkarak kapıyı açmış ve içeri girdiğinde elinde oyuncakla yüzüme bakmıştı.

 

İçimdeki mutluluk ve heyecanı bir ben bir de Allâh biliyordu. Koşarak anneme yaklaşmış ve mutluluktan dolan gözlerimle oyuncağı elime almıştım.

 

Annem, not var kızım dur okuyayım, demişti. Onu bile duymamıştım ama o notta ne yazdığını hiçbir zaman unutmamıştım.

 

Yeni yıl mucizen olsun safir gözlü minik kız.

 

Umut değildi ama inançtı. Ben o gün inanmıştım, mucizelerin de olabileceğine. Çocuktum, belki bir şeyleri anlamıyordum ama bu bir mucizeydi.

 

“Yine ne düşünüyorsun bakalım?” Mirza'nın sesini duyunca daldığım yerden gözlerimi ayırdım.

 

Gülümseyip elimdeki meyve suyundan bir yudum aldım. “Mucizeleri.”

 

“Hiç mucize olduğunu düşündüğün bir olay yaşadın mı?”

 

Derin bir nefes aldım. “Yaşadım. Bir kere oldu sadece.”

 

Mirza güldü, bakışlarımı ona çevirdiğimde uzanıp gözüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Mucizeler her zaman ortaya çıkmaz zaten masal prensesi. Her zaman olsaydı adı mucize olmazdı.”

 

Gözlerimi babasının aynısı olan karamel rengi gözlerine çevirdim. “Yeni yıl gecesiydi.” dedim o beklemeden. “Küçüktüm, belki Mete kadardım ve o gün ilk defa bir şeyi çok istedim.”

 

“Ne istedin?”

 

Yutkunup bakışlarımı kaçırdım. Ondan biraz uzaklaşıp sırtımı duvara yasladım ve elimdeki bardakta kalan son yudumları bitirdim. “Bir oyuncaktı. Peluş bir oyuncak. Babam aynısını yakmıştı, canımın ne kadar acıdığını görmesine rağmen yakmıştı ve o yenı yıl gecesi ben o oyuncağın aynısını gördüm.”

 

“Baba deme şu adama tetikleniyorum.” dedi öfkeyle. Burnundan bir nefes verdiğinde gülümsedim, acının tatlı tebessümüydü.

 

“Ben beni döveceğini bilmeme rağmen ona baba diye ağlayıp bana sarılmasını istedim. Bir kez olsun bir babaya sarılmak ne demek hissetmek istedim ama o sırtımda gördüğün yanık izini yaptı. Üşüyorum dedim, yaktı. Seviyorum dedim, dövdü. Acıktım dedim, kendi kanımda boğdu. O hep böyleydi ve ben her şeye rağmen beni seveceğini düşündüm.” gözlerim dolup sol göğsüm acıdığında kafamı iki yana salladım. “Artık beklemiyorum. Artık o küçük kız değilim ve geçti.”

 

Mirza elini dirseğime yaslayıp beni kendisine çekti ve kafamı göğüs kafesine yasladı. Gözlerimi kapatıp ağlamamak için sıkarken Mirza saçlarımı öptü. Sırtımı yavaş bir şekilde okşadı. “Bir baba gibi sarılabilir miyim bilmiyorum ama bana her sarılmak istediğinde sana kollarımı açarım.”

 

Gece yarısı olduğunu belli eden havai fişekler patlamaya başladığında Gülcan içeriden, “Elmas! Mirza! Koşun hadi pastayı kesiyoruz!” diye seslendi.

 

Gülümseyip Mirza’dan ayrılırken, “Mutlu yıllar sevgilim.” dedim. Utanıp arkamı dönerken Mirza söylediğim kelimenin etkisinde kalmıştı.

 

Yanaklarım ısınmaya başlarken telefonuma bir bildirim düştü. Kaşlarımı çatıp bildirimi açtım.

 

Dağhan:

Mutlu yıllar Elmas! 🥳

 

Yazmıştı. Gülümseyip aynı mesajı kendisine attım ve içeri geçtim.

 

Mucizeler belki vardı belki yoktu bilmiyordum ancak seneler sonra yine aynı günde bir mucize gerçekleşmişti.

 

Seneler sonra mutlu bir yeni yıl geçirmiştim ve kalbim huzurun kırıntılarını kan kokan topraklarına ekmişti. Şimdi yapmam gereken tek şey gözyaşı yağmurlarını yağdırıp huzurun kalbimde filizlenmesini beklemekti.

 

~~~ 

 

Ben ölmüşüm bu bölüm. Çok sebepsiz bir şekilde aşırı hoşuma gitti.

 

Sonraki bölüm, neyse 🌝

 

Sizleri seviyorum, oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

Sanırım yarını beklemeyip şimdi atacağım bölümü!!!!

Loading...
0%