Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. ATEŞİN FİTİLİ

@diaryofanas

 

2023 yılı bana şans getir.

 

Gözlerim kapalıyken ve ellerim çenemin altında birleşmişken içimden geçen tek cümle buydu.

 

Şans istiyordum, mutlu olmak içindi. Şans istiyordum, huzurlu olmak içindi. Şans istiyordum, belki de gerçekten gülümseyebilmek içindi. Sadece şans istiyordum çünkü ihtiyacım vardı.

 

“Mutlu yıllar gençler!” diyerek elindeki rakı bardağını kafasına dikti Agâh Bey. Herkes gülerek ona bakarken Tomris Hanım kafasını iki yana salladı.

 

“Yaşlandın artık Agâh, yapma şöyle hareketler. Cefasını ben çekiyorum.”

 

Agâh Bey elini kaldırıp parmağını iki yana salladı. “Sadece bir gece gençlerle eğleniyorum Tomris Sultanım.”

 

Tomris Hanım yeniden kafasını iki yana salladı ve önündeki abur cuburlardan yemeye devam etti.

 

Gülcan, çocuklarla birlikte eşini aramıştı. Görüntülü konuşurlarken Mete heyecanla bir şeyler anlatıyordu. “Baba Elmas bana araba almış! Mihri’ye de ev almış!”

 

Gülcan telefonu sabitlediği yerden elini alnına vurdu. “Oyuncak bunların hepsi hayatım ciddi ciddi almadı.”

 

Mihri öğlen uyuduğu için şimdi cin gibiydi. “Babi Ema!” diye ellerini hareket ettirip babasına bir şeyleri anlatıyordu.

 

Gülerek ikisine bakarken belimde eller hissettim. Ensemde sıcak bir nefes hissedince kafamı hafifçe yana eğdim. “Ben çalışma odasına gidiyorum masal prensesi. Eğer istersen yanıma gel aile bireyleriyle vakit geçirmek istersen kal.”

 

Nilay, eşiyle birlikte koltukta oturuyordu. Eli karnındaydı ve yüzünü buruşturmuştu. “Canımın içi kalk hastaneye gidelim. Hadi. Ağrın olması normal değil, ağlatacak kadar canın yanıyor.”

 

Nilay kafasını havaya kaldırdı. “Hayır istemiyorum. İyiyim, bir lavaboya gideyim sonra eve gideriz dinlenirim.”

 

Rıfat abi, emin olmadan Nilay’a bakarken Nilay ayağa kalktı. Karnını tutarak aramızdan ayrıldı.

 

“Ben biraz daha oturup gelirim yanına. Sabaha kadar oradayız sonuçta.” diyerek Mirza'ya yanıt verdim. Mirza ellerini belimden uzaklaştırıp, “Tamamdır güzelim. Ben kaçtım.” dedi.

 

Gülümseyip göz kırptım. Boş bir koltuğa oturdum ve telefonumu elime aldım. Sosyal medya hesabıma biraz göz gezdirip telefonumu bıraktım. Dudak büzüp telefonu koltuğa bırakırken, “Rıfat!” diye bir çığlık sesi geldi. Ardından bir hıçkırık sesi ve yeniden bir çığlık. “Gülcan! Anne! Yardım edin bana!”

 

Rıfat abi koşarak bu kattaki lavaboya giderken Gülcan endişeyle Mihri’yi Mete’nin kucağına oturttu ve o da koşarak lavaboya gitti.

 

Neler olduğunu anlayamadan ayağa kalkıp hızlı adımlarla lavaboya yaklaştım. Giderken Mete’nin, “Elmas ne oluyor?” diye korkuyla sorduğunu duydum.

 

“Bir şey yok bebeğim bakıp geleceğim hemen.” diyerek cevap verdim. Herkes lavabonun kapısında dururken içeriden Nilay’ın yüksek sesli hıçkırıkları ve acı dolu inlemeleri geliyordu.

 

“Rıfat öldü diyorum sana!” diye bağırdı. Gülcan’ın yanında dururken Rıfat yere eğilmiş Nilay’ın yüzünü avuçları arasına almıştı.

 

Yerde kan lekeleri vardı, Nilay’ın ellerinde küçük küçük kan izleri vardı. Çöktüğü yer küçük de olsa bir kan gölüne dönüşmüştü ve Nilay deli gibi ağlıyordu. “Sakin ol bebeğim, kalk hastaneye gidelim hadi. Kanaman durmuyor bir şeyler yapmamız lazım.”

 

Rıfat’ın sesi acı doluydu, sevdiği kadından bir parçayı kaybetmişti.

 

Nilay ellerinin ikisini kasıklarına yasladı. Gözlerini kapatıp yüzünü buruştururken, “Öldü Rıfat! Kaybettim onu.” diyerek daha çok ağlamaya başladı.

 

“Nilay.” diyerek hareketlendi Gülcan. Sesi çatlamıştı. O bir anmeydi, acısını anlıyordu. “Kalk ablacım hadi. Hastaneye gidiyoruz.”

 

Nilay’a doğru yaklaşıp önünde eğildi. Ellerine uzanıp kanlı ellerini tuttu ve yüzüne baktı. Nilay acıyla ablasına döndüğünde, “Abla.” dedi acı dolu bir ses tonuyla. Ellerini uzatıp ablasına sımsıkı sarıldı. Gülcan’ın üstündeki beyaz gömlek Nilay’ın parmaklarındaki kan yüzünden lekelenmişti. “Acıyor.”

 

Rıfat yutkunup kafasını öbür tarafa çevirdi ve elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü. Gözlerinden akan yaşları fark ettiğimde ona yaklaşıp yere eğildim. Elimi omzuna yerleştirirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Hiç beklemediğim bir anda Rıfat bana sarıldığında ve dudakları arasından bir hıçkırık çıktığında gözlerimi kocaman açtım.

 

Gülcan Nilay’ı ayağa kaldırmış, yavaş bir şekilde lavabodan çıkarırken bana döndü. “Elmas sen çocuklarla kalır mısın? Nilay’ın acilen hastaneye gitmesi gerekiyor.”

 

Rıfat’ın sırtına ellerimi koyup sakin hareketlerle okşarken, “Ta-tabii kalırım. Bana sürekli haber verin ama.” dedim.

 

“Abla çığlık sesi duydu-” Mirza'nın yaklaşan sesini işittim. Cümlesini yarıda kesen Nilay ve Gülcan’ı görmesiydi. “Ananı avradını ne oluyor burada?” Nilay’ın hâlâ durmayan kanamasına ve yüzüne bakıp Gülcan’ın ona sarılmadığı taraftan Nilay’ı tuttu. “Bu halde yürüyemezsin gel şuraya.”

 

Nilay iki kolunu Mirza'nın boynuna sarıp kafasını boyun boşluğuna gömdü. Mirza canını yakmamaya çalışarak ablasını kucağına aldı ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. “Nilay’la git, kendine geldiğinde ilk sana ihtiyaç duyacak.”

 

Rıfat benden ayrılıp yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Elini yüzünü yıkayıp son bir kez eşinin kanına baktı ve kapıya doğru yaklaştı.

 

Olayın şokunu yaşarken yutkunup ayağa kalktım ve ellerimi yıkadım. Sakin adımlarla çocukların yanına giderken telefonumun çaldığını duydum. “Ema ayo!” Mihri koşar adımlarla telefonumu bana getirirken gülümsedim.

 

“Kim arıyor aşkım?”

 

Mihri anlamayarak bana baktı ve telefonu uzattı. Mirza arıyordu. Cevaplayıp telefonu kulağıma yasladım. “Efendim?”

 

“Alo Elmas Gülcan ben.”

 

“Efendim Gülcan?” koltuğa otururken Mete hâlâ babasıyla konuşuyordu ancak az önceki heyecanı yoktu. Daha çok korku dolu bir ses tonu vardı.

 

“Benim telefonum evde kaldı, Mete hâlâ Çağlar’la konuşuyorsa ona durumu açıklar mısın”

 

Kafamı sallarken Mihri’nin elini tuttum ve birlikte Mete’ye doğru yaklaştık. “Aybi Ema.” Mete olduğu yerden kayıp telefonu da eline aldı.

 

“Baba şimdi Elmas geldi ben telefonu ona veriyorum.”

 

“Elbette açıklarım. Çocukları yatırayım mı, eve mi götüreceksin?”

 

Mete Mihri’nin elinden tutarak içeri doğru götürdü ve televizyonu açıp çizgi film kanalına çevirdi. “Yatırsan iyi olur aslında. Mete’yi yıkar mısın sana zahmet? Hazal’ın dolabında kıyafetleri var.”

 

Görecekmiş gibi kafamı sallarken, “Tamamdır canım. Şimdi yıkar, saçlarını kurutur sonra da yatırırım.”

 

“Teşekkür ederim Elmas,iyi ki varsın.”

 

Gülümsedim. “Sen de iyi ki varsın.”

 

Telefonu kapatıp kameranın karşısında beni izleyen Gülcan’ın eşine olanları anlatılabilecek en kısa şekilde anlattım. “Gülcan sana güveniyor.” dedi bir anda.

 

Kaşlarımı çattım. “Nereden çıktı bu?”

 

“Çocukları normalde annesi hariç kimseyle bırakmaz. Hazal’la bile zar zor bırakıyordu. Mete küçükken kaçırılma tehlikesi geçirdi, korkuyor ondan sonra. Şimdi seninle bırakıyor, üstelik yıkamana bile izin veriyor.”

 

İçimden küçük bir mutluluk dalgası kalbime doğru ilerledi. “Sanırım güveniyormuş.”

 

“İyi bir annesin, iyi bir yengesin gelin hanım. Hakkınızda hayırlısı olsun.” dedi Çağlar ve gülümsedi. “Kapatmam lazım şimdi, çocukları çok öp benim için ve dikkat edin.”

 

“Görüşürüz Çağlar abi.”

 

Telefonu kapattıktan sonra ayağa kalkıp, “Mete!” diye seslendim.

 

“Efendim Elmas?” salona geçip koltukta oturan çocukların yanına oturdum.

 

“Şimdi yıkanıp uyuyacağız. Saat çok geç oldu.” Mete yüzünü buruşturdu.

 

“Yıkanmak zorunda mıyız? Hiç sevmiyorum yıkanmayı.”

 

“Üzgünüm, annen yıkanman gerektiğini söyledi.” Mete daha çok ofladı.

 

“Tamam yapalım ama sonra uyuyalım hemen. Yıkandığımı anlamayayım.” Mihri bana bakarken ellerini koyu renkli saçlarına götürüp, “Dayin!” dedi. Gülümserken kafamı salladım. “Evet bebeğim yıkanacağız.”

 

Mihri ellerini çırpıp gülerken geldiğim ilk günü düşündüm. Mihrimah bana karşı mesafeliydi, yine güveniyordu ancak bu kadar değildi.

 

Anne olduğumu düşündüm ve bir bebeğim olduğunu. Sarışın olurdu yüksek ihtimalle, ben çocuğum sarışın olsun istemezdim. Saçları benden koyu olmalıydı. Ben sarışın bir aptaldım çocuğum zeki olmalıydı. Biliyordum saç rengine bağlı bir şey değildi ancak hâlâ çocuğum sarışın olmamalıydı.

 

~~~

 

Çocukları yıkayıp üstlerini giydirdikten sonra saçlarını kuruttum. Gülcan yalnızca Mete’yi yıkamamı söylemişti ama Mihri pişik olmuştu ve onu da yıkamıştım.

 

Mete’yi yatağa yatırıp üstünü örttüm, ışıkları kapatıp gece lambasını açtım ve saçlarını öpüp yanına uzandım. “Elmas.” dedi mayışmış sesiyle.

 

Mihri kafasını göğsüme yaslamış uyumak üzereydi. “Efendim aşkım?”

 

“Niloşun bebeğine mi bir şey oldu?” sorusu içimin acımasına sebep olduğunda yutkunup Mihri’yi tutmadığım elimle saçlarını sevdim.

 

“Bunlar yaşına uygun olmayan sorular bebeğim. Sen kafanı yorma bunlarla ve uyu hadi.” Mete bir şeyler sayıklayıp elini yanağının altına koydu ve uykuya daldı.

 

Mihri, Mete’den on beş dakika kadar sonra uykuya daldığında yavaşça kucağımdan yatağa bırakıp yanına ve yere yastık dizdim. Yatağın yanındaki komidini de kenara çekip üstündeki bebefonu açtım. Diğer bebefonu elime alıp sessiz adımlarla odadan çıktım.

 

Yavaş adımlarla aşağı doğru inerken ne yapacağımı düşündüm. Evde hiç kimse yoktu.

 

Oflayıp adımlarımı Mirza'nın resim odasına çevirdim. Diğer kapılardan ağır olan kapıyı yavaş hareketlerle açıp içeriye girdim. Karanlık oda beni kendisine çekerken derin bir nefes aldım.

 

Sol elimi uzatıp düğmeyi aradım ve bulduğumda üstüne bastım. Aşırı fazla ışık gözlerimi aldığında yüzümü buruşturdum.

 

Birkaç saniye sonra gözlerim ışığa alıştığında içeri doğru adımlayıp duvarlarda, tuvallerde, mantar panolarda asılı olan çizimlere baktım.

 

En yakınımdaki tuvale yaklaştım ve raptiyeyle tutturulmuş kağıdı çıkarıp elime aldım. Bir gerdanlık çizimine benziyordu. Çiçek gibiydi ancak örümcek ağını da anımsatıyordu ve ortasında Ying Yang simgesine benzeyen bir şey vardı. Yeşil-siyah tonlarda boyanmıştı ve inanılmaz güzel görünüyordu.

 

Kağıdı geri yerine yerleştirip mantar panolara yaklaştım. Yüzükler yazılı kağıdın altındaki kağıtlara bakarken dudaklarım aralandı. Henüz bütün çizimleri görmemiştim ama en güzel çizimler şimdiden yüzük çizimleriydi. Dudaklarım aralık bir şekilde beğendiğim kırmızı boyalı çizimi elime aldım.

 

Yüzüğün daire olan kısmı gümüşten olmalıydı, etrafında kana benzeyen küçük çizgiler vardı ve o küçük çizgilerin hepsi yukarıdaki kalpte birleşiyordu. Kalp kırıktı ve kırığın ortasından siyah sarmaşıklar geçiyordu. Siyah ve kırmızının uyumu o kadar muhteşemdi ki, yüzüğe bakarken büyülendiğimi hissettim. Acaba bunu yapmışlar mıydı?

 

Başka bir resme bakmak için bunu da yerine astım ve yavaş adımlarla masasına doğru yaklaştım. Bu masada da kağıtlar vardı, kurşun kalemler ve mum boyalar. Mirza’nın mum boya kullandığını düşünmüyordum ancak neden burada olduklarını da anlamamıştım.

 

Elimdeki bebefonu masaya yerleştirip döner sandalyeye oturdum. Boş kağıtlardan birini önüme çekip metal kalemlikten ucu açık olan bir kurşun kalem seçtim. Kalemi parmaklarım arasında sıkarken gözlerimi kapattım.

 

Parmaklarım benden bağımsız bir şekilde kağıtta dolaşmaya başladığında kaşlarımı çatıp dudaklarımı ıslattım.

 

Resim yeteneğim yoktu ya da ben olmadığını düşünüyordum çünkü hiçbir zaman çizme fırsatım olmazdı. Ortaokula başladığım ilk senede en sınıfımız en altta kattaydı. Ben arkada cam kenarında oturuyordum ve sürekli dışarıyı izliyordum.

 

Yağmurlu bir gündü, aylardan ekimdi ve ders sosyal bilgilerdi. Öğretmenimiz çok değişik bir adamdı, yalnızca zeki ve zengin öğrencilerini seviyordu geri kalan bütün öğrencileri aşağılıyordu. Dersini hiçbir zaman dinlemezdim ve çalışmazdım.

 

O gün de camdan dışarıyı izliyordum ve okulu bizim okulumuzdan yarım saat sonra başlayan ilkokul çocuklarının okula girmesini takip ediyordum.

 

Küçük bir kız geçmişti babasıyla birlikte. Kızın elinde mor prensesli bir şemsiye vardı, ayağında mor plastik çizmeleri, lacivert okul eteği ve beyaz montu. Bıcır bıcır bir şekilde babasına bir şeyler anlatırken babasinin elini tutuyordu.

 

Gözlerim dolarak o anı izlerken gözlerim yalnızca birbirlerini tutan ellerindeydi. Babasının kocaman eli kızının küçücük avuç içini tutuyordu ama uzaktan bile belliydi, zarar vermediği.

 

Kız ve babasını okula girene kadar izlemiş ardından defterimi açıp o anı defterime karalamaya başlamıştım. İlk çizimim kötüydü hatta o kadar kötüydü ki kendimden soğumuştum.

 

Ertesi gün yeniden aynı kız ve babasını görmüştüm. Yine aynı şekilde el ele tutuşuyorlardı. Ben o gün yine aynı resmi çizmiştim ve bu sefer bir öncekinden çok daha güzel olmuştu.

 

Bu şekilde gördüğüm her şeyi birkaç gün içerisinde çizmeye başlamıştım ve yeteneğim olmasa bile pratikle güzel işler ortaya çıkarmaya başlamıştım.

 

Üniversiteye başladığımda para kazanmam gerekiyordu, bahçede ders saatini beklerken ya da sınıflarda otururken görüp odaklandığım kişilerin resimlerini çizmeye başladım.

 

Resimlerim bittiğinde koşarak resmini çizdiğim kişiye veriyordum ve mutluluklarını izliyordum.

 

Bir gün birinin resmini çizip ona verdiğimde bana para vermeyi teklif etmişti. O gün kabul etmemiştim ancak daha sonrasında bana ulaşıp istediği resimleri çizip çizemeyeceğimi sorduğunda kabul etmek zorunda kalmıştım.

 

İsmim gizliydi, kim olduğumu kimse bilmiyordu ancak bütün üniversitede resimlerim dolaşıyordu. Yaptığım resimlerin bazıları okula asılmıştı. Okulu çizdiğim bir resim okulun dergisinde yayımlanmıştı. Kimse beni bilmiyordu ancak ben okulda popüler biriydim.

 

O zamanlar isteseydim çok kolay arkadaş edinirdim çünkü kim yeteneği herkesçe konuşulan birini arkadaş olarak istemezdi ki? Kimseyle arkadaş olmamıştım, ilişkimiz bir menfaat üzerine kurulu olmamalıydı.

 

Dikkatimi çizdiğim resme verdiğimde kafamı iki yana salladım. O günler geçmişti.

 

Kum saati çizmiştim, kum saatinin içinde bir kadın çırpınıyordu ancak bir kısmı da aşağı doğru akmıştı. Kadının zamanı dolmak üzereydi, O yaşamaya çalışıyordu.

 

Kaşlarımı çatıp kalemi masaya bıraktım ve bıraktığım gibi bebefondan Mihri’nin ağladığını duydum.

 

Bebefonu elime aldım, hızlı adımlarla kapıya yaklaştım ve ışığı kapatıp Mihri’nin yanına koştum. Odaya girdiğimde yatakta oturmuş sulu gözlerle etrafına bakıyordu.

 

Ona doğru yaklaşıp hızlıca kucağıma aldım yanaklarını kuruttum. “Ne oldu bebeğim? Korktun mu?”

 

Bana bakarken, “Brum brum.” dedi. Neyden bahsettiğini anlamadığımda dudak büzdü. Ne istiyor olabilirdi?

 

“Susadın mı?” kafasını salladığında ayağa kalktım ve Mihri’yle birlikte mutfağa girdik. Küçük bir bardağa su doldurup Mihri’yi tezgâha oturttum. Bir elimi kafasının arkasına yaslayıp suyu içirmeye başladım.

 

Kafasını yana çevirdikten sonra bardağı tezgâha bırakıp Mihri’yi kucağıma aldım. Yatak odasına doğru yürürken uyku bedenimi yavaş bir şekilde ele geçiriyordu. Mihri’yi yatağa yatırıp yanına uzanırken Mete’nin açılan üstünü örttüm.

 

Mihri bir elini belime yerleştirip gözlerini kapatırken gece lambasını kapattım. Kafamı yastığa güzelce yerleştirip derin bir nefes aldım, Mihri’nin saçlarını öptüm ve onu rahatsız etmeden ona sırtımı dönüp gözlerimi kapattım.

 

~~~ 

 

Huzurlu bir uykunun içinden beni çıkaran, Mihri’nin annesine seslenmesiydi. “Şşt sessiz ol kızım Elmas uyuyor daha.”

 

Gülcan’ın Mihrimah’ı kucağına aldığını hissettiğimde yavaş bir şekilde gözlerimi araladım. Gülcan Mihrimah’a bakıp sevimli suratlar yapıyor, Mihrimah annesinin dudaklarını sıkarak kahkaha atıyordu.

 

Yüzümdeki gülümsemeyi fark etmeden onlara bakarken Gülcan bana döndü. “Uyandırmışız işte kızı annecim. Hiç hoş davranışlar değil bunlar.”

 

Yatağa yaklaşıp yanıma otururken fazlasıyla yorgun görünüyordu. Her zaman bakımlı olan yüzünde renk yoktu. Göz altları hafif hafif morarmaya başlamıştı ve dudakları çatlamaya. “Uyandıracağını bilseydim odaya girmezdim, kusura bakma lütfen.”

 

Doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım. “Yok canım ne olacak? Gün içinde yatmaktan başka yapacak neyim var ki?”

 

Gülcan kafasını salladı. “Yine de uyandırılmak hoş bir şey değil. Mihrimah maalesef ki çok ses yapar uyanınca. Bir tek kendisi uyurken kimse ses yapamaz ama.”

 

Güldüm. “Çocuk daha boşver.” gülüşüm yavaş yavaş solarken dudaklarımı ıslattım. Çekinerek de olsa, “Nilay ve Rıfat nasıllar? Yani durumları iyi mi?” diye sordum.

 

Mirza'nın eşiydim, hepsi görümcem oluyordu ancak kendimi bir türlü aileden birisi gibi göremiyordum. Kimliğimde Mirza'nın soyadı yazıyordu ancak ben kendimi bir türlü o soyada alıştıramıyordum.

 

“Bebek düştü, bu zaten bildiğimiz bir şeydi. Hatta Nilay da bunu bekliyordu ama,” gözleri doldu. Derin bir nefes alıp elini gözünün altına bastırdı. “annelik işte Elmas ya. Çocuğa sahip çıkamadığını bilmek çok üzüyor. Elinde olmadığını kendine kabul ettiremiyorsun ve bu da seni ben anne olmaya layık değilim düşüncesine sürüklüyor.”

 

Gözlerimi kaçırdım. “Gençler, bildiğim kadarıyla sağlıklılar da. Bir kez daha çocuk sahibi olmayı deneyebilirler.”

 

Gülcan bu kez kafasını iki yana salladı. “Tıptan çok anlamıyorum ancak doktoru Nilay’ın hamileyken de düşük yaparken de çok zarar gördüğünü ve çocuk sahibi olmasının çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi. Yani çocukları olursa bile rahmine tutunamayabilirmiş.”

 

İçim acıyla burkulduğunda nefes alamadığımı hissettim. Tanrı bir kadını neden çocuk sahibi olmakla sınardı? Kadına verilen en büyük ve belki de tek lütuf olan anneliği bir kadından neden esirgerdi? Herkes bir şeylerle sınanıyordu ancak bir kadın anne olamamakla sınanmamalıydı. Bu ona yapılacak en büyük kötülüktü.

 

“Ben,” ne diyeceğimi bilemedim çünkü bu tarifsiz bir acıydı. Hiçbir kelime, hiçbir cümle bu acıyı tarif etmeye yetmezdi. Bu acıyı değil geçirmek anlamaya bile yetmezdi. “çok üzüldüm. Ne demem gerektiğini bilmiyorum.” sesim kısılmıştı, Nilay’ın acısını içimde hissetmiştim.

 

“Bir süre çocukları Nilay’dan uzak tutsam iyi olacak sanırım. Çocuk görmek İsteyeceğini zannetmiyorum.” dedi Gülcan üzüntüyle.

 

“Bence aksine ona iyi gelecek tek kişiler çocuklar. Çocukları ondan uzak tutmak kaybettiği bebeğinin acısını yüzüne vurur. Çocuklarla ilgilenir, onlarla birlikte olursa yeniden çocuk sahibi olmak için cesaret toplayabilir.”

 

“Çocuk görmek onu kötü etkilemez mi?”

 

Dudak büzdüm. “Birini kaybettiğin zaman o kişinin anılarına tutunursun. Bu sana onu kaybetmemiştir gibi hissettirir. Nilay’ın doğmamış bebeğiyle bir anısı yok ama doğmamış bebeğin hayaliyle anıları var. Hayallerini kendi çocuğuyla olmasa da bir çocukla gerçekleştirmesi gerektiğini düşünüyorum.”

 

“Çaktırmadan sorarım ona. Teşekkür ederim Elmas her şey için.” Mihri’yi yatağa oturtup bana doğru yaklaştı ve sımsıkı sarıldı. Gülümseyip gözlerimi kapattım, ellerim Gülcan’ın sırtına giderken Mihri yatakta ayağa kalkıp bize doğru yaklaştı. Kahkaha atarak kollarını ikimize dolamaya çalışırken Gülcan dolu gözlerinin ardında gülümsedi.

 

“Teşekkür etmene gerek yok. Teşekkürlük hiçbir şey yapmadım.”

 

Gülcan kınar gibi yüzüme baktı. Bir süre sessizce Mihri’nin kendi kendine bir şeyler anlatmasını dinledik. “Ha bu arada Mirza hastaneye gitmeni istedi. Ona bir gömlek ve pantolon götürmeni de istedi.”

 

Kaşlarımı çattım. “Ben mi götüreceğim?”

 

“Özellikle senin götürmeni istedi, anlayamadım. Ben eve gidiyorum istersen getiririm dedim ama ille de Elmas getirsin diye tutturdu.”

 

“Allâh Allâh neden ki acaba?” yavaş hareketlerle ayağa kalktım. “O zaman ben bir duş alayım, sonra giderim.”

 

“Gidebilir misin götüreyim mi?” dedi Gülcan.

 

“Taksiyle giderim, bana hastanenin adresini atarsan.”

 

Gülcan kafasını sallarken Mete kapıyı açıp içeri girdi. “Anne ya Mihri çok konuşuyor uyurken! Az önce uyandım şarkı söylüyordu.”

 

Onları ailecek baş başa bırakıp Mirza’yla odamıza geçtim. Direkt olarak duşa girip sıcacık suyla kısa bir duş aldım. Giyinme odasına girip iç çamaşırlarımı giyindim. Üstüme siyah bir gömlek, altıma siyah etek, siyah külotlu çorap ve uzun siyah çizmeler geçirdim. Saçlarımı hızlıca kurutup sıkı olmayan bir topuz yaptım ve yüzümdeki renksizliği gidermek için Hazal’ın makyaj malzemelerini kullandım.

 

Mirza'nın bana aldığı birkaç kutu parfüme bakıp kafamı iki yana salladım ve kullandığımı elime alıp sıktım. Üstüme siyah deri ceket geçirip sırt çantama cüzdanımı koydum. Mirza için siyah kot pantolon ve beyaz boğazlı kazak seçtim. Mirza gömlek istemişti ancak gömlekleri ütülü değildi ve çantaya koyarsam ütülü olanlar da kırışacaktı.

 

Adımlarımı salona çevirip koltukta bıraktığım telefonumu aldım ve Gülcan’a seslendim. “Gülcan, ben çıkıyorum!”

 

“Tamam canım yetişince haber et. Dikkat et giderken de.” onay alınca dış kapıya doğru yaklaştım. Kapıyı açar açmaz Mirza’nın benim için görevlendirdiği adam karşıma çıktı.

 

“Buyurun Elmas Hanım sizi hastaneye ben götüreceğim.”

 

~~~ 

 

Yirmi dakikanın sonunda hastaneye yetiştiğimizde yanımdaki adam beni direkt olarak Nilay’ın odasına götürmüştü.

 

Kapıyı çalarak içeri girdiğimde gördüğüm ilk şey Nilay’ın üstündeki mavi hastane kıyafeti ve yatakta huzursuz bir şekilde uyuyan Nilay’dı. Eli karnında bir şekilde uyuyordu ve bu beni üzmüştü.

 

Gözlerimi ondan ayırıp yutkundum. Yatağın karşısındaki koltukta oturan ve yorgunluktan ayakta uyuyan Mirza'ya baktım. Yanına yaklaşıp önünde hafifçe eğildim. Elim yanağına değince yorgun bakışlarını gözlerime dikti. “Elmas sen mi geldin?” sesi de tıpkı gözleri gibi yorgundu.

 

Babasının aynısı olan karamel rengi gözlerinde kızarıklıklar vardı. Yüzü solgundu. “Evet ben geldim de, sen çok kötü duruyorsun.” doğrulup koltuğun kolçağına kalçamı yasladım. Sırt çantasını Mirza'nın yanındaki boşluğa bırakırken Mirza kafasını karnıma yasladı ve gözlerini kapattı.

 

“Çok yoruldum son birkaç gündür. Sanırım son doksan altı saatte toplasan on saat uyumadım.” hızlanan kalbimi umursamadan elimi uzatıp Mirza'nın saçlarına dokundurdum.

 

“Eve gidelim duş alıp uyursun. Dinlen biraz, kendini bu kadar yormana değmez.”

 

Çocuk gibi omuz silkti. İstemsiz şekilde gülümserken odanın kapısı yeniden açıldı ve içeri Rıfat girdi. Onun da Mirza'dan bir farkı yoktu ancak o daha kötüydü. Kendi evladını kaybetmişti ve emindim ki en az Nilay kadar yaralanmıştı. “Sen ne zaman geldin Elmas?”

 

“Çok olmadı, bir on dakika falan.” kafasını sallarken Nilay’ın yatağının dibindeki sandalyeye oturdu ve Nilay’ın karnını tutmayan elini sıkıca tuttu. Omuzları sarsılırken incitmekten korkarcasına dudaklarını Nilay’ın eline bastırdı.

 

“Siz gidin isterseniz. Mirza'nın işi vardı hem, Agâh Babam kızmasın.” Mirza kendi kendine bir şeyler mırıldanırken bakışlarımı ona çevirdim.

 

“Agâh Bey’in böyle bir durumda Mirza işe gelmediği için sorun çıkaracağını sanmıyorum.” ellerim Mirza'nın saçlarına ulaştığında, “Mirza,” diye mırıldandım. Uykulu sesiyle hm dediğinde gülümsedim. “hadi kalk gidelim.” bakışlarımı Rıfat’a çevirdim. “Siz ne zaman eve geçeceksiniz? Arabanız var mı?”

 

Rıfat derin bir nefes aldı. “Güzelim uyansın eve gideriz sanırım. Gülcan gelecek yine o alacak bizi. Zaten Nilay’ı da yalnız bırakmak istemiyormuş.”

 

“Eve geçerken bana haber verir misin? Ben de geleyim size, Nilay’ın yanında olayım.” Rıfat kafasını sallarken Mirza'nın saçlarını hafifçe çekiştirdim. “Mirza? Bu şekilde araba mı kullanacaksın?”

 

Mirza yavaş yavaş kafasını kaldırıp kızarmış gözlerini bana çevirdi. Ayağa kalkarken ellerini saçlarına geçirip dağıttı. “Yok, iyiyim tamam.”

 

“Kayınço araba kullanmayı aklından bile geçirme.” dedi Rıfat uyarır gibi sert bir ses tonuyla.

 

Mirza avuç içleriyle yüzünü sıvazladı. “İyiyim ben bir şeyim yok. İlk kez bu kadar yorgun kalmıyorum.”

 

Dudaklarımı ıslatıp ona bakarken içimi bir endişe duygusu sarmıştı. Mirza'nın araba kullanmasını istemiyordum, kötü bir şey olacaktı.

 

“Hadi Elmas gidelim, Gülcan ablam geri gelecek biz gidince.” elini bana uzattığında tereddüt ederek parmaklarımı eline uzattım. “Abi biz akşam eve geliriz. Bir duş alayım, kendime geleyim. Ablam bu kadar yorgun görmesin bizi.”

 

Rıfat yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Bize yaklaşıp önce Mirza'ya, sonra bana sarıldı. “Teşekkür ederim desteğiniz için. Varlığınıza duacıyım.”

 

“Saçmalama abi senin eşinse benim de ablam. Tabii ki destek olacağız.”

 

Ben hiçbir şey yapmamıştım, bana teşekkür etmesi gereken bir durum yoktu. Mirza'yla birlikte dışarı çıktığımızda Mirza fazlasıyla yorgun yürüyordu. Dik duran omuzları çökmüş, yere sağlam basan adımları sarsaklaşmıştı. “Mirza araba kullanmak istediğine emin misin? Taksiyle ya da-”

 

Sözümü kesen sert sesiydi. “İstiyorum Elmas. Korkma seni öldürecek değilim.” gözlerim kocaman açıldı. Korkum benim ölmem değildi, ona zarar gelmesinden endişe duymamdı.

 

“Peki.” dedim sessizce. Arabasının yolcu koltuğunun kapısını açtım ve binip kemerimi taktım. Mirza yanıma otururken kafasını kapının üst kısmına çarptı. Ağzından küçük, acı dolu bir inleme dökülürken buna bir küfür eşlik etti. İçimdeki endişe duygusu daha fazla ortaya çıkarken yutkundum.

 

Mirza yanıma oturduktan sonra kemerini taktı ve anahtarı Yuvası'na yerleştirip arabayı çalıştırdı. Hastanenin otoparkından çıkarken bakışlarımı yola doğru çevirdim.

 

Her şey hâlâ büyük bir şaka gibi geliyordu. Her şey çok karışıktı. Uzun bir sürenin ardından kendimi burada olmamam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Aitlik veya olmak istediğim yer değildi. Ben burada olmamalıydım. Belki ait olduğum yerdi, belki olmak istediğim yerdi ancak olmam gereken yer değildi.

 

“Babam senin için okul araştırıyor. Birkaç arkadaşının okulunda edebiyat öğretmeni eksiği varmış, seni almayı düşünüyorlar.” dedi Mirza.

 

Daldığım yerden kafamı ona çevirdim. “Şey ehliyet kursuna ne zaman gideceğim?” utanmıştım çünkü ben onlardan hiçbir zaman hiçbir şey istememiştim. İstemeyi de düşünmüyordum ama şimdi maalesef ki buna ihtiyacım vardı.

 

Yalnızca ehliyet için onlara ihtiyacım vardı. Arabayı kendim almam çok zordu ancak alırdım. “Babamla konuşacağım. Halledeceğiz onu da.”

 

Telefonuma bildirim geldiğinde elime alıp ekrana baktım. Başak yazmıştı.

 

Başak:

Elmas selam! Eğer müsaitsen hafta içi kütüphanede falan buluşabilir miyiz? Bu aralar biraz fazla yardımına ihtiyacım var da.

 

Gülümseyip parmaklarımı klavyede gezdirirken telefon bir anda elimden çekildi. Yüzümdeki gülümseme anında solarken bakışlarımı Mirza'ya çevirdim. “Ne yapıyorsun?”

 

Mirza öfkeyle solurken gaza yüklendi, tek eliyle telefonumu tutarken tek eliyle de direksiyonu sıkıyordu. “Kiminle konuşuyorsun?”

 

Sesine yansıyan öfke kırıntıları içimi korkuyla doldururken ciğerlerime dolan hava ağırlaştı. “Arkadaşım Mirza.”

 

Burnundan öfkeli nefesler verirken gaza biraz daha yüklendi. İstanbul trafiğine henüz yetişmemiştik ancak hızımız normal değildi.

 

Korku içimdeki bütün duyguların önüne geçerken yutkundum. Sağ elimin tırnakları kendilerini koltuğun deri yüzeyine geçirirken sırtımı dikleştirdim. “Mirza arabayı yavaşlat, korkuyorum.”

 

“Yavaşlatmıyorum! Korkacaksın Elmas. Daha çok korkacaksın.” bakışlarını telefonuma çevirirken araba zikzak çizerek gitmeye başlamıştı.

 

“Mirza.” gözlerim dolmuştu, korkudan gözlerim dolmuştu. Derin nefesler alırken Mirza bana döndü.

 

“Ne Mirza! Ne Mirza Elmas? Söyle hadi. Aldattım seni de!” araba biraz daha hızlandı, kalbimin gümbürtüsüyle birlikte.

 

“Ne aldatmasından bahsediyorsun sen Mirza?” gözlerimden yaşlar akmaya başladığında araba bariyerlerden birine çarptı ve dudaklarım arasından küçük bir çığlık kaçtı. “Mirza yalvarırım durdur şu arabayı sakince konuşalım. Yalvarırım sakin ol.”

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan hızlıca akarken araba bir bariyere daha çarptı, araba biraz daha zikzakla gitmeye başladı. “Dağhan kim o zaman? Kim bu Elmas? Ne hakla sana böyle mesajlar atar!”

 

Mirza'nın direksiyonu tutan eli hafiften seğirmeye başladı. Hıçkırarak ağlarken araba iyice kontrolden çıkıyordu. “Mirza!” bir çığlık daha dudaklarım arasından firar ederken araba sol taraftaki bir yere çarptı. Kafamı cama vurduğumda acıyla inledim.

 

“Kes! Yok sana Mirza! Duydun mu beni?” telefonumu kucağıma fırlatıp iki eliyle direksiyonu kavradı. Öfkeyle karşısına bakarken omuzları aldığı nefeslerle kalkıp iniyordu.

 

Korkudan titrerken, ağlarken ve hiçbir şey yapamazken Mirza biraz daha hızlandı. Hız artık kontrol edilemez bir noktaya geldiğinde arabanın lastiklerinden acı dolu sesler geliyordu.

 

“Mirza lütfen dur. Bak çok korkuyorum kaza-” sözümü kesen arabanın tekerinin bir yere takılması ve Mirza'nın direksiyon hâkimiyetini kaybetmesi oldu.

 

“Elmas!” diye bağırdı az önceye nazaran endişe dolu bir ses tonuyla. Tek tük arabaların arasından hızlı bir şekilde geçerken derin nefesler almaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. “Elmas bak sıkı tutun güzelim!”

 

“Öldüreceksin bizi Allah'ın cezası!” dedim var gücümle bağırarak. “Öleceğiz senin saçma sapan kıskançlığın yüzünden! Allah kahretsin se-”

 

Araba yeniden bir yere takıldığında ve takla attığında yanımdaki cam kırıldı. Ellerimi hızlıca kafama sararken gözlerimi kapattım. Araba şarampolden aşağı doğru yuvarlanırken yalnızca ağlıyor, çığlık atma eylemini bile gerçekleştiremiyordum.

 

Mirza defalarca kez adımı bağırmış, ellerini bana uzatmaya çalışmış ve korumayı denemişti ancak ben gözlerimi kapatmış mutlak sonumuzu beklemiştim.

 

Araba durduğunda ve biz ters bir şekilde durduğumuzda her tarafta dumanlar vardı. Etrafı aşina olduğum kan kokusu sarmıştı. Bütün vücudum acıyordu, ruhum bedenimi terk etmek üzereydi.

 

Ölüyorum baba, hâlâ nefret ediyor musun benden?

 

Ölüyorum baba, tıpkı dilediğin gibi. Mutlu olacak mısın cansız bedenim toprağa karışırken?

 

Ölüyorum baba, bayram yapacak mısın ardımdan?

 

Ölüyorum baba, birazcık bile, sadece birazcık üzülecek misin insan olduğum için?

 

Ölüyorum baba, ilk ve son kez olsun beni evladın olarak görüp içinden gelerek kızım diyecek misin?

 

Gözlerim kapanmadan önce duyduğum son ses, “Elmas beni affet.” oldu ve ben gülümsemeye çalışırken gözlerimi kapattım.

 

Bitmişti, ölüyorduk.

 

~~~

 

Sela- tamam küfür etmeyin.

 

Anladığınız üzere olaylı, aksiyonlu, heyecanlı ve acılı bölümlere giriş yapmaktayız.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, sizleri seviyorum.

 

Siz de beni sevin. Nokta.

Loading...
0%