Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. YASLANACAK OMUZ

@diaryofanas

gökhan türkmen, çatı katı

 

 

Acı somut bir hâl alabilir miydi?

 

Derin bir karanlığın içinde olduğumu hissediyordum. Bilincim açık mıydı, kapalı mıydı hiçbir fikrim yoktu. Hissettiğim yalnızca esen hafif rüzgardı.

 

Kulaklarıma dolan güzel melodiler vardı, annem benden pişman değildi. Kulaklarıma dolan güzel melodiler vardı, babam beni seviyordu.

 

Acı, belki de hayatım boyunca ilk defa bedenime bu kadar uzaktı.

 

Kulaklarıma denizin sesi doluyordu. Burnuma güzel bir yemek kokusu geliyordu. İlk defa kendimi yeterince aç ve her şeyi yiyebilecek gibi hissediyordum. Tenimde güneşin tatlı yakıcılığı vardı.

 

Yara izleri yoktu, acı yoktu, gözyaşları yoktu. Yalnızca huzur vardı. Mutluluk vardı. İçim rahattı korku yoktu.

 

“Annem?” annemin ince, zarif sesini duyduğumda gözlerimi araladım. Annem burada mıydı? “Saat geç oldu okulun yok mu bugün?”

 

Gözlerimi iyice aralayıp etrafıma baktım. Evdeydim. Evimiz sağlamdı, hatta odam güzeldi bile. “Neredeyiz biz?”

 

Dudaklarımdan çıkan ilk cümlenin bu olması üzücüydü. Annem bana şaşkınlıkla baktı. “Evdeyiz kızım nerede olacağız? Teyzen ve kuzenlerin geldi seni bekliyorlar.”

 

“Teyzem mi?” yatakta doğrulup ayağa kalktım. “Benim teyzem yok.”

 

Annem kınar gibi yüzüme baktı. “Elmas iyi misin yavrum sen? Yüzün bembeyaz terlemişsin de. Kâbus mu gördün?”

 

Odamda duran aynaya yaklaşıp yüzüme baktım. Yüzüm pürüzsüzdü. Kollarım da öyle. Gözlerim canlı bakıyordu. “Babam nerede?”

 

Annem yanıma yaklaşıp ellerini yüzüme yerleştirdi ve yüzümü okşadı. “Baban dün çalışmak için Almanya’ya gitti ya annecim. Sen iyi misin?”

 

“Mirza nerede?”

 

Annem daha büyük bir şaşkınlıkla ve yanına eklenen endişeyle yüzüme baktı. “Mirza kim?”

 

Anlamayarak arkaya doğru yürüdüm. Kafamı iki yana sallarken sırtım dolaba çarptı. “Biz kaza yaptık Mirza'yla. Araba yuvarlandı şarampolden aşağı. Öldük biz.”

 

“Elmas o nasıl söz? Kimse kaza yapmadı, sen de yaşıyorsun.” annem bana doğru yaklaştı ve yüzüme daha büyük bir endişeyle baktı.

 

İçimde derin bir acı hissettiğimde ellerimi şakaklarıma bastırdım. “Anne babamın adı ne?”

 

Gözlerimi kapatmış, ağrıyan başımı ovalıyordum. Her şey çok mantıksızdı, ben ölmüştüm ve cenneti mi yaşıyordum? Her şeyi kafamda kurmuş olamazdım. “Sen gerçekten iyi değilsin. Gel aşağı hadi bir su iç, azıcık bir şeyler atıştır kendine gel.”

 

“Anne babamın adı ne?” diye ısrar ettim. Gözlerimi hâlâ açmamıştım. Her şey mantıksızdı.

 

“Orhan. Canım eşimin ve senin babanın adı Orhan.” annemin ellerini bileklerimde hissettiğimde hızlıca ellerimi çektim.

 

“Bırak!” hızlı adımlarla odayı terk ederken her şeyin bir rüya olduğunun farkındaydım. Ben ölmüştüm ve bitmişti.

 

“Elmas!” diye seslendi annem. “Uyan Elmas, ölemezsin! Beni kurtarman gerek!”

 

Hızlıca gözlerimi araladım. Başıma saplanan ağrı ve vücudumda hissettiğim acıyla inledim. Yavaş bir şekilde kafamı sola doğru çevirmeye çalıştığımda burnuma dumanın kokusu doldu. Ağrıyla birlikte karanlığı hissettiğimde daha çok yüzümü buruşturdum.

 

Dudaklarımı ıslatırken, “Mirza?” diye mırıldandım ama sesim çatlamış ve kekelemek zorunda kalmıştım.

 

Kendimi zorlayıp kafamı sola çevirdiğimde Mirza'nın kafası cam tarafına doğru yatmıştı. Bedeni fazlasıyla cansızdı ve omuzları kalkıp inmiyordu.

 

İçimi endişe kapladığında parmaklarımı hareket ettirmeyi denedim, sağ kolum hareket edemezken sol kolumu yavaşça kaldırdım. Mirza'ya doğru uzatıp omzuna dokunurken gözlerimden yeniden yaşlar boşalmaya başlamıştı. “Mirza?”

 

Ben ölmemiştim. Mirza ölemezdi. Ölmemeliydi. Benim yüzümden ölemezdi. İzin veremezdim. “Mirza uyan.” omzunu dürtüp yavaşça kendime döndürdüğümde cama yaslı kafası koltuğa çarptı ve kana bulanmış yüzünü gördüm.

 

Kaybettiğim sesimi çabucak unutup büyük bir çığlık attıktan sonra titreyen elimi iki bacağımın arasına, koltuğa bıraktığım telefona uzattım. Tanrım lütfen telefonum sağlam olsun.

 

Elime çarpan sertlikle telefonumu havaya kaldırdım. Ekranı hafif hafif çatlamıştı. Gözlerimi kapatıp yandaki düğmesine dokundum ve yavaş yavaş gözlerimi araladım. Açılmıştı.

 

Etraf bulanıklaşıp mutluluktan gözyaşlarım akarken ekranı açtım. Açtığım gibi ekrana bir arama düştüğünde kim olduğuna bakmadan yanıtladım. “Elmas! Allah'ım sana şükürler olsun. İyi misin?”

 

Hazal’ın ağlayan sesini işittiğimde yutkundum. “Hazal ben,” vücuduma yeniden ağrı girdiğinde ağlamaya başladım. “ben iyiyim ama Mirza değil. Nefes almıyor.”

 

“Ne?” Hazal’ın acı dolu nefes sesi, sessiz sorusu ve hemen ardından gelen yutkunma sesi içimdeki ağlama isteğini arttırdığında hıçkırdım. “Ambulansın oraya yakın olması lazım. Ben,” hıçkırdı. “Ben telefonundaki o özelliği açmıştım sen uyurken. Bütün rehberini ve acil durum numarasını ekledim.”

 

“Ambulansı arayacağım tekrar.” telefonu omzum ve kulağım arasına sıkıştırıp hareket ettirebildiğim tek kolumla sıkışan kapıyı açmayı denedim.

 

“Ara, ara ben de geliyorum. Bana canlı konumunu yollar mısın?”

 

“Açıl. Açıl. Açıl.” kapıyı zorlarken arkamdan küçük bir inleme sesi duyuldu. Mirza ölmemişti. Yaşıyordu! “Yaşıyor.” yanaklarım yeniden ıslanmaya başladığında kapı açıldı.

 

Dengesiz bir şekilde açılan kapı yüzünden hareket ettiremediğim sağ kolumun üstüne düştüm. Yanma hissettiğimde yüzümü buruşturdum. Telefonumu tek elime alıp hızlıca ambulansın numarasını tuşladım. “Alo! Biz, biz ciddi bir kaza geçirdik. Lütfen yardım edin. Eşim baygın ve sanırım nefes almıyor.”

 

“Lütfen olduğunuz yeri bildirir misiniz?”

 

Gözyaşları içinde etrafıma baktım. “Ben,” biz neredeydik? Lanet olsun ben İstanbul'un hiçbir semtini bilmiyordum! “ben bilmiyorum!” diye bağırdım yaşadığım stresten ötürü. Lanet olsun Mirza benim yüzümden ölecekti. Ölmek üzereydi ve ben hiçbir şey yapamıyordum. “Ben bilmiyorum İstanbul'un hiçbir semtini bilmiyorum.”

 

“Lütfen sakin olup telefonunuzu hoparlöre alın ve konum hizmetinden yararlanın. Olduğunuz yeri konum aracılığıyla bize iletin.”

 

Karşımdaki kişinin dediğini yapıp olduğumuz yeri anlattım. Telefonu kapattıktan sonra olduğu yerde bırakıp ayağa kalkmayı denedim. Sağ ayağıma herhangi bir his gitmediğinde endişeyle etrafıma baktım. Sakat mı kalmıştım?

 

Korkuyla topallayarak Mirza'nın olduğu tarafa gittim ve kapısını tek kolumla zorladım. Benim kapımdan daha kolay bir şekilde açıldığında yüzüne dokundum. “Mirza bak ambulans aradım, geliyorlar. Hazal da geliyor. Kurtulacaksın duydun mu beni?”

 

Sol kolunu tutup omzumun üstüne attım, kendimi taşıyamıyorken onu arabadan çıkarmaya çalıştım. Vücudum acırken yüzümü buruşturdum ancak Mirza'yı arabada bırakamazdım. Araba patlama ihtimaliyle yanıp tutuşuyordu ve ben nu riski göze alamazdım.

 

Mirza arabadan çıkıp bedenimin üstüne düştüğünde, “Ah!” diye inledim. Her tarafım ağırmıştı. Mirza yere düştüğünde korkuyla ona döndüm. Yüzü görünmeyecek kadar kan içindeydi. Karnında büyük bir cam parçası vardı.

 

Canı çok yanıyor muydu? Ya da çok yanmış mıydı? Rüyasında ne görmüştü? Ne yapmış olursa olsun benim yüzümden ölmesini istemiyordum.

 

Ambulansın ve polis sirenlerinin sesini duyduğumda ayağa kafamı hızlıca yukarı kaldırdım. Biz şarampol yüzünden baya aşağıda kalmıştık ve ben yolu göremiyordum. Korkunçtu. Biz bu kadar aşağı yuvarlanmıştık. Biz ölmek üzereydik ve Mirza belki yaşamıyordu.

 

Ayağa kalkıp diğer tarafta duran telefonumu aldım. Hazal’ı ararken ambulans parçalanan şarampolü görmüş olmalıydı ki durmuştu. “Aşağıda mısınız?” diye bağıran birinin sesiyle kafamı yukarı kaldırdım.

 

“Evet!” bağırırken sesim çatlamıştı, boğazım acımış ve başım dönmüştü.

 

Yetkililer aşağı inerken telefonum çaldı. Dağhan’ın aradığını görünce yutkunup yanıtladım. “Elmas? İyi misin? Bana bildirim geldi ciddi kaza tespit edildiğine dair aradım ama çalmadı telefonun. İyi misin?” endişeli ses tonu yüzümde küçük bir gülümseme oluşturdu.

 

“Biz, biz biraz kaza geçirdik. iyiyim hastaneye gidiyoruz şimdi.”

 

“Hangi hastane? Ben de geleyim. Belki bir şeye ihtiyacın olur.”

 

Mirza uyanınca çok sinirlenirdi. Bana da çok kızardı ancak şu an umurumda değildi. Gelmesini istiyordum. “Olur. Çok iyi olur.”

 

“Hastaneye yetişince bana ismini yaz. Gelirim hemen.”

 

Gözlerim dolduğunda o görecekmiş gibi kafamı salladım. “Çok teşekkür ederim.”

 

~~~

 

Hastaneler beni her zaman ürkütürdü.

 

İyi bir haber veya kötü bir haber hiçbiri beni mutlu etmezdi çünkü o dört duvarın, o hijyenik kötü kokunun ve bekleyenlerin içindeki korku, hiçbir zaman geçmezdi. Bunun adı kaybetme korkusuydu.

 

Bir doğum ve bir ölüm. İkisi de bu dört duvarın gerçekleşirdi. Herkes bir hastanenin odasında gözlerini dünyaya açar, bir hastanenin morgunda dünyaya gözlerini yumardı.

 

Neredeyse hiçbir zaman bir hastaneyi içeriden görmemiştim. Çocukluğumun anılarında yer eden hastane görüntüleri fazlasıyla pusluydu.

 

“Elmas?” Hazal’ın endişeli ses tonuyla birlikte oturduğum yerden yavaşça ona döndüm.

 

Nabız çok düşük acele edin!

 

Bana doğru gelirken duraksamış ardından daha hızlı adımlarla yanıma ulaşmıştı. Yüzünde ilk defa makyaj yoktu, gözleri kızarmıştı. Yüzü solgun duruyordu. “Elmas sen-” hiçbir şey demeden bana sarılıp hıçkırırak ağlarken ben tepkisiz duruyordum.

 

“Allah'ım çok kötü duruyorsun. Elmas sen aynaya baktın mı?” Mirza'nın da yüzü kan içinde kalmıştı, yüzü görünmüyordu.

 

Kalbi duruyor, hastayı kaybedeceğiz!

 

Hazal bir şeyler anlatırken benim zihnim yalnızca ambulansta sağlık uzmanlarının söylediği sözlerdeydi. Ölecek demişlerdi. Ölemezdi, daha çizimleri bitmemişti. Ölemezdi çünkü daha bana aşık olduğunu söylememişti. Aşık olacağım demişti bunu hissetmeden ölemezdi.

 

Hazal’ın sesini suyun altındaymış gibi duymaya başladığımda gözlerim kararmaya başlamıştı. Etraf dönerken ellerimi yanımdaki oturağın kenarlarına yasladım. Bayılmamam gerekiyordu, Mirza uyanmamıştı.

 

Mirza uyanmadan uyuyamazdım. Mirza'nın uyanması gerekiyordu. Mirza uyanınca uyurdum.

 

“Elmas? Yardım edin Elmas bayılıyor!” Hazal’ın duyduğum son cümlesi buydu. Ve hissettiğim son şey Hazal'ın kolumu tutan elleriydi.

 

🙃

 

 

Yazardan.

 

Ambulans, olay yerinde durduğunda içerideki sağlık görevlileri umutsuzlukla birbirine baktı. Bu kazadan sağ çıkan var mıydı?

 

Aşağı inmek için en hızlı yollardan birini ararken, “Bir kadın var öylece oturuyor.” dedi içlerinden biri.

 

Sağlık görevlileri aşağı inince Elmas ağlamayı kesmişti. En büyük kâbusunu karşısında görmüş gibi irkilerek ayağa kalktı. Sağlık görevlileri ona baktı, sol şakağından çenesine doğru derin görünen bir yarası vardı. Sağ kolu yerinde olması gerekenden daha aşağıdaydı ve çok cansız duruyordu. Parmakları morarmaya başlamıştı.

 

“Hanımefendi ambulansa doğru alalım sizi şakağınızdaki yara kötü görünüyor.” Elmas sağlık görevlisini duymadı. Gözleri yalnızca Mirza'nın üstündeydi ve oraya dalmıştı.

 

Eli titrerken yutkundu. “Mi-Mirza nefes almıyor. Önce onu kurtarın.” oysaki öbür sağlık görevlileri Mirza'yı ambulans sedyesine bağlamıştı ve götürüyorlardı.

 

“Arkadaşlarım onunla ilgileniyor. Şimdi benimle gelmeniz gerekiyor, kafanız ciddi bir hasar almış.”

 

Elmas gözlerini kırpmadan kadına baktı. “Mirza ölecek mi?”

 

Kadın şaşırmıştı. Karşısındaki bu yaralı kadın kendinden önce eşini mi düşünüyordu? Bu delilikti! “Elimizden geleni yapacağız ancak benimle gelmezseniz ikinizi de kaybedeceğiz.”

 

Elmas kaybetme lafını duyduktan sonra topallayarak kadına yaklaştı. “Mirza ölmesin. Daha çizimleri bitmedi.” kadın neyden bahsettiğini bilmiyordu ancak kadını sedyeye yatırması gerekiyordu.

 

“Lütfen buraya yatar mısınız? Yürüyemiyorsunuz.” Elmas kadına baktı.

 

“Olmaz Mirza’yla gitmem gerekiyor. Onu yalnız bırakamam.” Mirza'nın bindiği ambulansı görüp elinden geldiğince hızlı adımlarla ambulansa yaklaştı. “Mirza beni bekle! Bensiz gidemezsin.”

 

Kadın ve diğer sağlık görevlileri şaşkınlıkla Elmas’a bakıyordu. Elmas fazlasıyla anormaldi ve onu muayene ettikten sonra yapacakları ilk iş psikoloji bölümüne yönlendirmek olacaktı.

 

***

 

Hastaneye yetiştiklerinde Mirza direkt olarak ameliyathaneye alınmıştı.

 

Karnına giren cam iç organlarına zarar vermeye başlamış üstüne sol böbreğine arabanın bir parçası girmişti. Kafatası büyük bir zarar görmüştü.

 

Elmas hâlâ fazlasıyla tepkisizdi ve herkes ondan korkuyordu. Sarı saçlarının arasında kan vardı, yüzü kirli ve kanlıydı. Kıyafetleri paramparça olmuştu ve topallıyordu.

 

Elmas kimseyi umursamadan ameliyathanenin önündeki oturaklara oturdu. İçinden geçirdiği tek cümle Mirza'nın öleceğiydi. Korku yoktu, belki de acı da yoktu ama Mirza ölmemeliydi. Elmas bunu istemiyordu.

 

İçeride yatan kendisi olmalıydı, Mirza'nın bir hayatı vardı. Elmas’ın canından başka nesi vardı?

 

Bayıldığını hissettiğinde ve gözlerini araladığında vücucunda acı yoktu. Kuş kadar hafif hissediyordu ve her şeyin bir rüya olduğunu düşündü.

 

Kazadan bu yana ilk kez her şeyin rüya olmasını diledi çünkü hisleri Mirza’nın öldüğü yönündeydi. İçine derin bir acı oturduğunda bakışlarını yere çevirdi.

 

Hayır bir kâbusun içinde değildi, bir rüya hiç değildi. Elmas, hastane odasında yatarken hayatının dönüm noktasını yaşadığının farkında değildi. Biraz geç anlayacaktı ama bazen zaman bazı şeyleri geç anlamak için bize izin tanımıyordu.

 

Bir şeyler erken anlaşılmalıydı aksi takdirde, her şey için gerçekten çok geç oluyordu.

 

Elmas, gelen hemşireye, “Mirza'ya gitmek istiyorum.” dedi. Sesi hâlâ buz gibiydi, gözlerini bile kırpmadan hemşireye bakıyordu. Hemşire şaşkınlıkla ona bakarken yanına iyice yaklaştı ve serumuna baktı.

 

“Kalkmamanız gerekiyor. Serumunuz yirmi dakika sonra bitecek.”

 

“Ayaklı serum yok mu? Mirza'ya gitmek istiyorum.” hemşire Elmas’ın inatçılığına karşı çıkmak istemedi. Bir tane tekerlikli sandalye getirip serumu tekerlikli sandalyenin aparatına yerleştirdi. Elmas, sakin hareketlerle sandalyeye oturduğunda hemşire onu Mirza'nın kaldığı yoğun bakımın önüne götürdü.

 

Bütün aile bireyleri, Gülcan, Hazal, Tomris Hanım, Agâh Bey ve hatta Nilay bile. Hepsi gelmişti ve hepsinin umursadığı tek kişi Mirza’ydı.

 

Nilay bir süre sonra yorulup eve gitmek istediğinde herkes ona destek çıkmış ve mutlaka arayacaklarını telkin etmişti.

 

Elmas oraya tekerlikli sandalye ile gelmişti ve hiçbiri dönüp nasıl olduğunu sormamıştı. Elmas buna fark etmeden kırılmış ve herkesin aksine en köşeye geçip kafasını duvara yaslayarak Mirza'nın kaldığı odaya bakmaya başlamıştı.

 

Neden bu kadar değersiz hissetmişti? Onlar hiçbir şeyi değildi, soyadları hariç hiçbir şekilde bir bağları yoktu. O hâlde neden umursanmamak ona kendini bu kadar kötü hissettirmişti?

 

Üzüntüyle iç çekip dolan gözlerini yumduğunda saatler sonra ilk defa hislerinin yerine geldiğini hissediyordu. Tam arkasını dönüp gideceği esnada Hazal, “Elmas sen neden kalktın ki güzelim?” diyerek onu durdurdu.

 

Elmas tebessüm ederek kafasını ona çevirdi ancak hâlâ kendini kötü hissediyordu. Geç kalınmış hiçbir şeyin önemi yoktu. Tam gitmek üzereyken sormasının bir anlamı yoktu. Bunu istemiyordu.

 

Elmas belki de ilk defa umursandığını hissettiği bir yerde olduğunu sanmıştı ancak yanılmıştı. Sen kimsin ki, demişti iç sesi ona. Sen kimsin ki umursayacaklar seni?

 

“Mirza'yı yalnız bırakmak istemedim. Uyanana kadar uyumayacağım.” Hazal’ın dolu gözleri gülümsediğinde Elmas yavaş Hareketletle tekerlekli sandalyesini koridor tarafına sürdü.

 

Yavaş bir şekilde asansöre doğru sürerken sandalyesini, gözünden bir damla yaş aktığını hissetti.

 

Hayır ağlamayacaktı, ağlamamalıydı. Onlar hiçbir şeyi değildi.

 

~~~

 

Dünya, aslında iki tarafı olan bir mıknatıstı.

 

Kabullenmek ve dışlanmak.

 

İki kutup bunlardı ve insanın hangi kutupta olacağı, maalesef onun seçimine göre belirlenmiyordu.

 

Dışarıdaki soğuk havaya aldırmadan üstümdeki parçalanmış kıyafetlerimle hastanenin önünde oturuyordum.

 

Ocak ayıydı, hava soğuktu. Yağan belki de yağmurdu ancak o kadar umurumda değildi ki. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Ne yapılması gerekiyordu? Benim yerimde olan biri ne yapardı?

 

Burnumu çekerken ucunun yandığını hissettim ve sağlam olan elimi kaldırıp yüzümü kuruladım.

 

Koluma siyah bir destek takılmıştı, ayni zamanda bacağıma da. Doktor bir şeyler söylemişti ancak dinlememiştim.

 

Burnumu bi kere daha çekip derin bir nefes aldım. “Ağlama Elmas.” diye mırıldandım kendi kendime. Sonra içimden devam ettim, bir başkası duyup bana acımasın diye. Ağlama kızım ilk kabullenilmeyişin değil.

 

“Elmas?” tanıdık bir ses duyduğumda yüzümü iyice kuruladım ve kafamı havaya kaldırdım. “Hava soğuk ne yapıyorsun burada böyle?”

 

Dağhan, sol tarafımdan bana doğru yaklaşırken yutkundum. “Nefes alamadım içeride, biraz hava almaya çıktım.”

 

Dağhan kaşlarını çatıp yüzüme bakarken önüme geçti, eğildi ve ellerini sandalyemin iki yanına yasladı. “Gözlerin ve çevreleri kızarmış. Burnunun ucu da pembeleşmiş ve sesin çatlıyor konuşurken. Ağlamışsın.”

 

Bakışlarımı beni inceleyen gözlerinden kaçırdım. “Biraz zor bir gündü.”

 

Dağhan ayağa kalkıp arkama geçti. Beklemediğim bir anda beni itince sandalyemin kenarlarına tutunmak zorunda kaldım. “Dağhan ne yapıyorsun?”

 

“Kafeteryaya gidiyoruz Elmas. Neden ağladığını anlatacaksın ben de dinleyeceğim.”

 

Hastaneden içeri girerken kendimi çok garip hissetmiştim. Bu kez kanmamam gerekiyordu. Bana değer vermiyordu, ben kimdim ki?

 

Sadece on beş dakika sonra bir masada karşı karşıya oturmuş, elimizdeki kahveleri yudumluyorduk. “Evet başlayabilirsin.”

 

Omuz silkmeye çalıştım. “Anlatacak bir şey yok ki, kaza geçirdik ve ben kötü hissettim kendimi.”

 

“Eşinle mutlu değilsin gibi hissediyorum.” dedi verdiğim cevabın ardından.

 

Bakışlarımı elimdeki kahve bardağından kaldırıp kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. “O nereden çıktı?”

 

Dağhan tek kaşını kaldırıp elini öne doğru uzattı. “Tavırlarından. Her konuda konuşurken rahatsın ama konu ne zaman eşine gelse kasılıyorsun bakışlarına sert bir ifade yerleşiyor. Karşındakine duvar örüyorsun.”

 

Anlamayarak yüzüne bakarken, “Sen,” dedim ancak sustum çünkü ne denirdi ki? Haklıydı.

 

“Ben avukatım Elmas, vücut dilini okumayı iyi bilirim. Konu eşin olunca geriliyorsun.” bakışlarımı ondan kaçırırken, “Bakışlarını da kaçırdığına göre kesinlikle bir sorun var.” dedi.

 

Kafamı iki yana salladım. “Belki de sorun Mirza değil de başka bir şeydir? Olamaz mı?”

 

Kendimi çok sebepsiz bir şekilde güvende hissediyordum. Ve Dağhan’a güvenebileceğimi.

 

“Yeni tanıştık, çıkıp da bana güven adlı şiiri okuyamayacağım. Bu senin tercihin Elmas. Birine güvenmek de güvenmemek de.”

 

Bakışlarımı yeniden gözlerine çevirdiğimde elayı andıran yeşil gözlerinde içimi rahat ettiren parıltılar vardı. Derin bir nefes alırken dudaklarımı ıslattım. “Mirza’yla aşk evliliği yapmadığımız doğru.”

 

Dağhan kafa salladı. “Bu belli bir şeydi. Gözlerindeki aşk değil minnet.”

 

“Minnet mi?”

 

“Bunu sen söyleyeceksin. Bir şey için ona minnet duyuyorsun.”

 

Derin bir nefes daha aldım. “Hayatımı kurtardılar ama ben ona değil Agâh Bey’e minnet duyuyorum.”

 

“Her ne yapmış olurlarsa olsun, kimseye minnet duyma Elmas. Yeri gelir o minnet duyduğun insanlar seni değil bir bardak suya, bir rahat nefese muhtaç kılar. Yapılan her iyiliğin karşılığı verilir ama bu minnet olmamalıdır.”

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde, “Dağhan.” dedim titreyen sesimle.

 

“Efendim?” dedi sakin bir ses tonuyla.

 

“Boşanma davası açmak için ne yapmam gerekiyor?”

 

~~~

 

Hadi bismillah Elmas bu saatten sonra başına geleceklerden ben sorumlu değilim.

 

Bu sefer cidden son kısa bölümümüzdü, sonraki bölüm 🌝

 

Sustum tamam sizi seviyorum, siz de beni seviyorsunuz. Nokta.

 

Ufak bir spoiler, biz Elmas ve Mirza'yla yeni evimize taşındıııkkkk 🌝

 

Bi hayırlı olsununuzu alırım, bakalım ne kadar hayırlı olacak ;)

 

Öptüm sizi görüşürüüüüzzzzzz

Loading...
0%