Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. YAŞAM SAVAŞI

@diaryofanas

 

Yazardan

 

Hayat çoğu zaman adaletsizdi. Herkes bunu bilirdi, herkes bunun farkındaydı.

 

Mutluluk, mutsuzluk, gülümsemeler ve gözyaşları. Herkesin hayatında mutlaka olurdu çünkü bunlar insan doğasında olan şeylerdi.

 

Tanrı, insanı yaratırken ona duygular ekledi ve hissetmesini istedi.

 

İnsanlar hislerden ibaretti. O hisler kaybedildiği takdirde insan olamazdı.

 

Gülcan son birkaç haftadır olduğu gibi yine hastane duvarına yaslanmış, içeride yatan kadını izliyordu. İçeride yatan kadın Elmas’ın ta kendisiydi.

 

Mirza sabahın erken bir saatinde aramış, endişeli bir ses tonuyla Elmas’ın ateşinin çok yüksek olduğunu ve uyanmadığını söylemişti.

 

Gülcan neden ambulans yerine kendisini aradığını anlayamamıştı ancak umursamadan çocukları Tomris Hanım’a bırakmış ve hızlıca kardeşinin evine gitmişti.

 

Mirza kapıyı açtığı zaman Gülcan’ın gördüğü manzara korkunçtu. Elmas’ın ceketi, çantasının içinden dökülen eşyaları, telefonu, koltuğun yastıkları. Her şey birbirine girmişti ve Gülcan’ın aklına ilk gelen eve hırsız girdiğiydi.

 

Korkarak içeri girerken, “Elmas nerede?” diye sormuştu. Mirza kendinde değil gibiydi ve Gülcan bu halinden çok korkuyordu. İçinden tekrar ettiği tek dua Elmas’ın sapasağlam olmasıydı.

 

Mirza, hızlı adımlarla kilitlediği misafir odasının kapısını açarken Gülcan’ın kalbi ağzında atmaya başladı, kaşlarını çattı. “Kızı odaya mı kilitledin? Bir de misafir odasına?”

 

Mirza hiçbir şey demeden kapıyı ittirdiğinde Gülcan ona yaklaşıp kolundan tutarak arkaya doğru çekiştirdi ve odaya girdi.

 

Gördüğü manzara, kalbinde büyük bir boşluk yarattığında küçük bir çığlık attı. Korkuyla yere eğilip titreyen parmaklarını Elmas’ın boynuna dayadı. Nabız hissedemediğinde gözleri doldu, kafasını öfke ve endişeyle Mirza'ya çevirdi. “Ambulans ara çabuk!”

 

Mirza yere çökerken vücudu titrmeye başlamıştı, Gülcan umursamadan Elmas’ın yüzüne gelen saçlarını yüzünden çekti ve yanaklarını okşamaya başladı.

 

Soğuk ve sıcak aynı anda hissedilebilir miydi? Elmas yanıyordu ama vücudu buz gibiydi. Bir ölü kadar soğuktu.

 

Gülcan’ın gözyaşları akmaya başladığında kendi suçluluk hissiyle boğuştu. Mirza'nın arkada bir şeyler konuştuğunu duydu ancak dönüp bakmadı.

 

Parmaklarını yeniden Elmas’ın boynuna bastırdığında nabzı hâlâ yoktu. Nabzı atmıyordu. Yavaş hareketlerle ayağa kalkarken Mirza ve Elmas’ın kaldığı odaya girdi. Makyaj çekmecesini açıp küçük bir aynayı eline aldı, hızlıca odaya geri girdi.

 

Yere eğilip aynayı Elmas'ın burnuna doğru tuttu. Kalbi korkudan durmaya yakın bir hale geldiğinde nefesini tuttu. Tanrım lütfen yaşasın, diye gözlerini kapatırken yaşların yeniden gözlerine dolduğunu hissetti.

 

Gözlerini araladığında etrafı bulanık görüyordu, yine de bakışlarını aynaya indirdi. Tek eliyle gözlerini silerken öbür eli titreyerek aynayı tutuyordu.

 

Birkaç saniye boyunca aynayı izledi, lütfen nefes al Elmas, lütfen, diye mırıldandı. Aynada hiçbir bulanıklık olmadı. Son bir umutla nefes almadan Elmas’ı izledi.

 

Kalbi, iyiden iyiye korkuyla kasılırken kolları arasındaki bedenin titrediğini hissetti. Elmas acıyla inlediğinde Gülcan içinden şükür duaları ediyordu.

 

Hiçbir şey yapamadan ambulansın ışıkları camlara yansıdığında ayağa kalktı. Bu gece de zor geçecekti, gerçekten zor.

 

•••

 

Sadece yarım saat sonra Elmas solunum cihazı ve serumla birlikte yoğun bakıma alınmıştı. Solunumu düzene girdikten sonra normal odaya alınacaktı.

 

Mirza, içeri girmek istememiş hastanenin önünde kalmıştı. Yüzü yoktu girmeye tabii.

 

Gülcan kendini kötü hissediyordu. Elmas’ı ailesine kabul etmiş ancak kazadan sonra yüzüne bile bakmamıştı. Sadece kendisi değil, kardeşleri de bakmamıştı üstelik Elmas bunca zaman yanlarındayken.

 

Nilay düşük yaptığında ilk önce Elmas destek olmaya çalışmıştı. Yalnızca Nilay’a değil Rıfat’a da destek olmuştu.

 

Gözleri tekrardan dolarken suçluluk duygusu arttı.

 

Elmas’a kendini affettirmek için evine davet etmeyi düşünmüştü, hatta bunu yarın yapacaktı ancak yapamamıştı.

 

Kardeşleri de bunun için bir şeyler düşünüyordu. Özellikle Hazal yalnızca arkadaşı Dağhan’ı sormuş ona destek olmamıştı. En çok yıpranan oydu Gülcan farkındaydı ama hepsi suçluydu. Hiçbirinin birbirinden geri kalır tarafı yoktu.

 

Yalnızca Agâh Bey, bir tek Agâh Bey ne olursa olsun Elmas’ı yalnız bırakmamıştı. Fiziken destek olamasa da manevi olarak her zaman yanındaydı. Her gün defalarca arayıp soruyordu, evlerine özel doktorlar yolluyordu, tatlı, yemek ve abur cubur aldırıp yolluyordu.

 

Elmas Agâh Bey’in dördüncü kızıydı ve ne olursa olsun onu kaybetmek istemiyordu.

 

Bu suçluluk değildi, bu hatasının bedelini ödemek için yaptığı bir şey değildi, bu gelini olduğu için sevmek zorunda olduğu bir kız da değildi. Elmas sevilmeyi gerçekten hak eden bir kızdı, en çok baba sevgisini hak eden bir kızdı. Agâh Bey henüz ona baba dedirememiş olsa da bir gün başaracaktı, inanıyordu.

 

Agâh Bey’in bu hayatta en çok istediği şey öz kızı olmayan bir kızın ona baba sevgisiyle yaklaşmasıydı.

 

Bugün Agâh Bey akşam yemeği için oğluyla kızını kendisine davet edecekti. Gülcan’ın bir kez daha gözleri dolduğunda suçluluk bütün benliğini ele geçirdi.

 

Gözlerini kapatırken içinden ettiği tek dua, Elmas’ın sağlıklı bir şekilde uyanmasıydı.

 

~~~ 

 

Rüyalar kabuslara gebeydi.

 

Hayaller gerçekleri doğururdu.

 

İyilikler kötülükleri büyütürdü.

 

Hayatım boyunca kâbuslarla büyümüş, gerçeklerle her seferinde yüzleşmiş ancak hiçbir zaman kötülüğü kalbimde barındıramamıştım.

 

O günün üstünden kaç gün geçmişti, yaşıyor muydum, ölmüş müydüm, bana ne olmuştu? Hiçbirinin cevabını bilmiyordum ancak hissettiğim tek şey huzurdu.

 

Ağrım yoktu, sızım yoktu, vücudum fazlasıyla hafifti.

 

Öldüğümü düşünüp kendimi rahatlatırken göz kapaklarım titredi. Şansıma küfür edip yutkunduğumu düşünürken suyun altındaymışım gibi hissettiren sesler duymaya başladım.

 

“On gün oldu.” demişti biri, sesi tanıdık değildi. “Bilinci açık ama uyanmayı kendisi reddediyor. Birkaç kere uyanması için serum taktık, etki göstermedi. Kendisi gözlerini açmadığı sürece bizim elimizden hiçbir şey gelmiyor.”

 

Bahsettikleri kişi ben miydim? Sadece on gündür mü uyuyordum? Neden ölmemiştim? Tanrı, neden beni yanına almak yerine sürekli acıyla sınıyordu?

 

“Uyanması ne kadar sürer peki?” bu ses tanıdıktı. Gülcan’dı.

 

“O konuda kesin bir tarih vermem ne yazık ki mümkün değil. Hastanın bilinçaltına göre değişiklik gösterebiliyor.”

 

Bilinçaltım uyanmamam gerektiğini söylüyordu. Acaba kendimi öldüğüme inandırırsam ölür müydüm?

 

“Uyandığı zaman,” dedi Gülcan sesi titrerken. “iyi olacak mı? Bizi herhangi bir olumsuz durum bekliyor mu?”

 

Doktor derin bir nefes aldı. “Kafasını sert vurmuş. Hafızası konusunda sıkıntı yaşayabileceğini belirtmek isterim. Böyle vakalarda hasta uyandıktan sonra kendini herkesten soyutlayabilir. İçine kapanıp kendi dünyasında yaşayabilir, sizlerle iletişim kurmak istemeyebilir. Böyle anlarda-”

 

“Böyle anlarda ona nasıl davranmam gerektiğini biliyorum. Hafıza konusunda kesin bir şey var mı? Ona göre kendimizi hazırlayalım.”

 

Kendisini neye hazırlayacaktı? Hafızamı kaybedersem Mirza'nın bana yaptıklarının üstünü mü kapatacaklardı?

 

Göz kapaklarım bilinçaltıma ihanet edip açılırken sebepsiz bir şekilde gözlerin bana döndüğünü hissetmiştim.

 

“Elmas, şükürler olsun uyandın.” Gülcan gözyaşları içinde bana yaklaşırken kaşlarımı çattım.

 

Hem ışık gözlerimi acıtmıştı hem de biraz kafa dinlemeye ihtiyacım vardı. Hafızam konusunda bir sorun olabilecekse olsundu.

 

“İyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini?” kaşlarımı mümkünmüş gibi daha çok çatarak bakışlarımı doktora çevirdiğimde doktor yaklaşıp Gülcan’ın omzuna dokunarak bana yaklaşmasını engelledi.

 

“Hastamızı rahat bırakalım. İzin verirseniz gerekli kontrolleri yapmak istiyorum, bizi yalnız bırakır mısınız?” Gülcan üzüntüyle bana bakarken doktora döndü. Yeniden bana döndüğünde bakışlarımı kaçırdım.

 

“Ama,” kendini doktora doğru çevirdi. “Ablasıyım ben. Yanında olmam gerekiyor.” Gülcan yalvarırcasına doktora bakarken doktor göz ucuyla bana baktı. Belli etmeden kafamı iki yana salladım.

 

“Gülcan Hanım sizi anlıyorum ancak hasta doktor ilişkisini göz önünde bulundurmam gerekiyor.”

 

Gülcan yenilmiş bir şekilde omuzlarını düşürdü. Kafasını sallarken son kez bana baktı ve her an yere yapışacakmış gibi sarsak adımlarla odayı terk etti.

 

Doktor bana doğru yaklaştı ve yatağımın yanındaki tekerlekli tabureyi yatağa yaklaştırarak üstüne oturdu. “Evet.” dedi ikinci heceyi uzatarak. “Kendini nasıl hissediyorsun?” Boş boş yüzüne bakarken doktor gözlüklerini çıkardı. “Konuşmak istemiyor musun?” tepkimi bozmadan yüzüne bakarken kafasını salladı. “Anladım, istemiyorsun. İzin verirsen sağlığını kontrol edebilir miyim?”

 

Önlüğünün cebinden küçük bir ışık çıkardıktan sonra gözlerime tuttu. Bunun için geç kalmamış mıydı?

 

“Şimdi beynindeki hasarı kontrol etmek için tomografiye götüreceğiz. Bir şeyler hatırlıyor musun?” tepkisiz şekilde gözlerimin önündeki küçük parıltılarla yüzüne baktım.

 

Konuşmak istemiyordum. Beynimde de bahsettiği gibi bir hasar yoktu. Her şeyi maalesef ki hatırlıyordum.

 

Dedikleri gibii beni mr tomografi derken bütün testlere girdikten sonra odama geri getirildim. Her şeye karşı o kadar tepkisiz o kadar hissizdim ki kendimi tanıyamıyordum.

 

Yemek yemiyordum, canım yemek istemiyordu. Düşündüğüm gibiyse serumla takviye alıyordum. Değilse de birkaç güne ölüp gidecektim. Umarım ölüp giderdim, yaşamaya mecalim kalmamıştı.

 

Yatağımda oturmuş camdan dışarıyı izlerken kapı açıldı ve içeri Mete girdi. Koşarak yanıma yaklaşıp yatağa oturduğunda gülümsemek istedim ancak başaramadım. Bütün tepkisizliğimle Mete’nin yüzüne bakarken Gülcan, Mihri’nin elinden tutarak içeri girdi. “Ah be oğlum yavaş ol demedim mi sana? Mihrimah henüz o kadar hızlı olamıyor.”

 

Mete omuz silkip yüzüme bakarken gülümsedi. “Nasılsın Elmas? Annem pek iyi olmadığını ve bir süre hasta olacağını söyledi.”

 

Yüzüne bakarken cevap vermediğim için kendimi kötü hissettim. Bakışlarımı gözlerinden çektikten sonra elinin tersindeki seruma baktım. “Annem dedi ki, Elmas dilini yutmuş, gerçekten yuttun mu? Aç ağzını bakayım.”

 

Yatağa iyice tırmanıp ellerini Omuzlaroma yerleştirince zihnim, o geceye gitti. Korkuyla irkilip kendimi geri çekerken Mete irkilişim yüzünden korktu. O da kendini geri çekerken kollarımı yüzüme siper ettim.

 

Gülcan’ın, “Mete dayının yanına gider misin? Giderken kardeşini de al.” dediğini duydum.

 

Bir çocuk ağlayışı duydum. Ağlayan çocuk hıçkırdı.

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde tiz bir çığlık sesi kulaklarımı sağır etti. Bir annenin çığlığıydı. Çocuğuna zarar geldiği için var gücüyle bağıran bir annenin çığlığıydı.

 

Çocuk ağladı, ağladıkça kulaklarıma tokat sesleri doldu. Kemer sesleri geçmişimin puslu perdesinin ardından bana ulaştı. Küfürler çocukluğumun kendi kanıyla baba yazdığı duvarda asılı kaldı ve ben kendimi hiç olmadığım kadar çaresiz hissettim.

 

Bir çocuk ağlıyordu, o çocuk belki de bendim. O çocuk belki de bir başkasıydı. O çocuk belki de herhangi biriydi ama ağlıyordu. O çocuğun canı acıyordu.

 

Göğsüme ağrı saplandığında nefes alamadığımı hissettim. Ellerimi kafamın etrafından çekerken onun sesini duydum, babamın.

 

Korkuyla bacaklarımı kendime çekip çığlık atarken babam bana doğru yaklaşmaya başladı. Yatağa iyice yaklaşırken yeniden çığlık attım, bana yaklaşmaya devam etti.

 

Yataktan yere düştüğümü hissettiğimde elimin yersin de mi serum tenimden ayrıldı.

 

Babam geliyordu, bana yine vuracaktı. Bu sefer öldürürdü. Ben ölmek istemiyordum. Ben yaşamak istiyordum, öğretmen olmak istiyordum, anne olmak istiyordum, bir kez olsun saf mutluluğu yaşamak istiyordum. Şimdi gelmemeliydi. Şimdi ölemezdim.

 

Çığlık atmaya devam ederken olduğum yerde geriye doğru sürünmeye başladım. Babam sırıttı ve elini pantolonun bel kısmına attı. Aşina olduğum kemer gözlerimin önündeydi.

 

Titremeye başladığımda başım dönmeye başladı. Midemde derin bir yanma hissettim ve sırtım duvarla buluştu. Çığlık atmayı denedim ama bir el ağzımı kapatmıştı.

 

Kalbim korkuyla iyiden iyiye hızlanmaya başladığında başım önümü göremeyeceğim kadar dönüyordu. Ağzımdaki el kimindi bilmiyordum ama elini çekmeliydi, kusacaktım.

 

Gözyaşlarımın ılıklığı yanaklarıma dokunurken vücudum yanmaya başladı. Soğuk terler dökerken burnuma kanın kokusu doldu. Benim kanımdı, ben yine kan kokuyordum.

 

Babam beni bulmuştu. Elmas Arıcı için kurtuluş yoktu. Ben yalnızca acı çekmek için dünyaya gelmiştim.

 

Ve işte mutlak son buydu. Elmas Arıcı kan kokusunun ve hatta kan gölünün içinde can verecekti.

 

Bilincim kapanmadan önce hissettiğim son şey omuzlarımın tutulduğu oldu. Sonrası ise derin bir karanlıktı.

 

~~~ 

 

Kalbim, uzun zaman sonra heyecandan hızlanmıştı.

 

İçimi çok sebepsiz bir mutluluk hissi sardığında gözlerimin dolduğunu hissettim. Bu kez mutluluktandı.

 

Elimi dudaklarımın üstüne örtüp kıkırtımla karışık hıçkırığımı gizledim ve gözlerimden akan yaşları durdurmadan aynaya baktım.

 

Bir gün Elmas Arıcı’nın mutluluktan ağlayacağını söyleselerdi güler geçerdim ama mutluydum. Ağlıyordum ve bunun sebebi mutluluktu.

 

Aynaya bakıp akan makyajımı silerken aklım sürekli mutluluğuma kayıyordu. Bozulmazdı, değil mi? Bozulmamalıydı.

 

Bozulan makyajımı yeniden yaparken dış kapının açıldığını duydum. Mirza gelmiş olmalıydı.

 

Odamızın kapısı da açıldığında aynadan gelene baktım. Doğru tahmin etmiştim Mirza gelmişti. Üzerindeki koyu yeşil gömleğin kolları kıvrılmıştı, altındaki krem rengini andıran gri pantolonu ve kahverengi kemeri ile çok çekici olmuştu.

 

Karamel rengi gözlerinde büyük bir sevgi ve aşk vardı. Gülümseyerek bana yaklaştığında sırtımı makyaj masasına döndüm ve Mirza’ya baktım. “Hoş geldin kocacığım.”

 

Kollarım Mirza'nın boynuna dolanırken Mirza da ellerini belime yerleştirdi. “Hoş buldum karıcığım. Bugün ayrı bir güzelsiniz.”

 

Kalçam makyaj masasına iyice değdiğinde Mirza belimden hafifçe kaldırıp kasaya oturmama yardım etti. Uzanıp açıkta kalan boynuma içimi gıdıklayacak bir öpücük kondurdu. “Misler gibi de kokuyor benim karım. Bugün dışarı mı çıkıyoruz?”

 

Kafamı iki yana sallarken dudak büzdüm. “Üzgünüm canım dışarı çıkmıyoruz. Yemek yaptım.”

 

Mirza uzanıp büzdüğüm dudaklarımı öperken ellerimi gömleğine götürdüm. En üstteki düğmeyle birlikte gömleği çıkarmaya başladığımda Mirza alt dudağımı dudakları arasına aldı ve dişlerinin yumuşak deriye girdiğini hissettim.

 

Dudaklarım arasından nefes verirken sesim inlemiş gibi çıkmıştı. Mirza dudaklarını benden ayırıp yüzüme baktı. “Sabrımı sınıyorsun.” kafamı yana eğerek yüzüne baktım ve kalan düğmelere parmaklarımı uzattım.

 

“Sen şimdi güzel bir duş al, güzelce temizlen ben de masayı hazırlayayım. Çok güzel yemekler çok.” Mirza yüzüme bakıp burnumun ucuna hafifçe vurdu. Yüzümü çocuk gibi buruşturup gülerken Mirza da kıkırdadı.

 

“Eh karım ne derse o. Banyo yapayım bari.” eşyalarını seçmek için arkasını döndüğünde makyaj masasından kalktım ve yavaş adımlarla mutfağa doğru gittim.

 

Yaptığım yemekleri güzelce servis ederken Mirza için hazırladığım sürprizleri yanımdaki sandalyeye bıraktım.

 

Yaklaşık yirmi dakika sonra Mirza nemli saçları, siyah eşofman altı ve beyaz tişörtüyle mutfağa giriş yaptı. Gülümseyerek yüzüne baktım. Gözleri parlak bir şekilde masaya bakıyordu. “Ooo donatmışız masayı yine. Hayırdır kutlama mı var?”

 

Karşıma oturduğunda ellerimi çenemin altında birleştirdim. “Aşk olsun normalde aç mı bırakıyorum seni?”

 

“Hayır tabii ki canım. Bugün biraz daha özenli gördüm masayı, o yüzden dedim. Yoksa karımın elinden zehir olsa yerim.” yaptığım çorbayla yemeye başladığında gülümseyerek onu izlemeye başladım.

 

Yemek yediği süreç boyunca onu izledim. Birkaç kere göz göze gelmiştik ancak yerine oturttuğum yeme düzenim yeniden dibe battığından yemek yiyememiştim.

 

Mirza yemeğini yedikten sonra ayağa kalkacakken, “Dur dur kalkma! Sana bir sürprizim var.” diyerek onu durdurdum.

 

Mirza kaşlarını çatarak bana bakarken yanımdaki sandalyeye bıraktığım sürprizleri elime aldım ve ayağa kalkıp Mirza'nın karşısına geçtim.

 

Hediye paketine sardığım küçük şeyleri Mirza'ya verdim. Mirza anlamayarak bana bakarken ilk hediye paketini açtı. Heyecandan yüreğim ağzımda atarken ellerimi dudaklarımın üstüne bastırdım.

 

İçinden lacivert örme patikler çıkan hediye paketine dehşete düşmüş gibi baktı. “Bu ne?”

 

İçimdeki heyecanın bir parçası kırılırken öbür hediye paketini gösterdim. “Onu da aç.”

 

Mirza istemeyerek öbür paketi de açtı ve az önce mutluluktan ağladığım gebelik testinin bir benzeriyle karşılaştı. Çift çizgisi olan teste bakıp bakışlarını ağır ağır bana çevirdi. Çatık kaşları ve anlamsız boş bakışları beni derinden kırdığında ben de kaşlarımı çattım. “Hamile misin yani şimdi?”

 

Olumlu anlamda kafamı sallarken, “Sevinmedin mi?” diye sordum bir umut ama hiç de sevinmişe benzer bir hâli yoktu.

 

Elindekileri ağır ağır masaya bırakıp ayağa kalktığında dudak büzdüm. Elini gözümün önüne gelen saça atıp saçı arkaya ittiğinde gözlerim doldu.

 

Hiç beklemediğim bir anda parmakları boğazıma sarıldı ve sırtım sert bir şekilde duvarla buluştu. Ayaklarımın yerle olan bağlantısı kesilirken iki elimi de Mirza'nın eline attım ancak nafile bir çabaydı.

 

Nefesim boğazıma takıldığında Mirza iyice yüzüme yaklaştı, “Sevinmedim.” dedi soğuk bir sesle. Başım havasızlıktan dönmeye başladığında gözlerim bu kez hem acıdan hem boğazımı sıkmasından dolayı doldu.

 

Boğazımdaki eli birden boğazımdan ayrıldı, yerle bir oldum. Öksürüp nefes almama dahi izin vermeden ayağını uzatıp karnıma sert bir tekme attı. “Burada mı taşıyorsun çocuğu!” bir tekme daha attı. “Peki ben barındırır mıyım bu çocuğu!” bir tekme daha.

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken ben nefes almaya çalışıyordum, nefes almaya çalıştıkça Mirza daha çok vuruyordu.

 

Kasıklarımda büyük bir ağrı hissettiğimde çığlık attım. Elim direkt olarak bacaklarımın arasına gittiğinde ıslaklığı hissettim, elimi kaldırdığımda kanın kokusunu.

 

Acıyla bir kez daha çığlık attığımda, “Hayır.” diye bağırdım ama sesim çıkmadı. “Hayır.” kafamı iki yana salladım ama kan çoğalıyordu. Son bir kez var gücümle ve acıyla, “Hayır!” diye çığlık atarken Mirza yeniden karnıma vurdu ve bu son darbeydi.

 

Bilincim kapanmıştı.

 

Gördüğüm kabusun etkisiyle yerimden sıçrayarak uyandım. Elim ben fark etmeden karnıma gittiğinde öbür elimi başıma götürdüm.

 

Başım çok ağrıyordu.

 

Son olanlar aklıma gelince içimi derin bir korku sardı. Babam, o burada mıydı?

 

Kapı kolunun hareket ettiğini hissettiğimde aldığım soluklar ciğerlerime yetmemeye başladı. Korkudan bir kez daha bayılmak üzereyken karşımda Gülcan’ı gördüm ve istemeden de olsa rahatlamış gibi nefesimi dışarı verdim.

 

Gülcan içeri girip kapıyı arkasından kapattı. Bana doğru yaklaşmaya başladığında kendimi istemsiz olarak geri çektim. Gülcan bana kırgın bir şekilde bakıp, “Tamam, sakin ol. İstemediğin sürece yakınında olmayacağım.” dedi. Benden uzağa oturduğunda bile kendimi rahat bırakamadım.

 

Gülcan gözleri dolu dolu yüzüme bakarken yorgun görünüyordu. Yüzünde hiç makyaj yoktu, üstündeki kıyafetleri kirliydi ve göz altlarının altında morluklar oluşmaya başlamıştı. “O gece,” dedi ve tepkimi ölçmek için yüzüme baktı.

 

Kalbim korkuyla sayamadığım kadar kez hızlandığında Gülcan dudaklarını ıslattı. “Mirza'yla,” onun ismini duyar duymaz ellerimi kulaklarıma kapattım. Ayaklarımı yatağa yaslayıp dirseklerimi dizime yasladım.

 

Duymak istemiyordum, onu istemiyordum, kabuslarıma giriyordu. Beni ürkütmeye başlamıştı. İstemiyordum. İsmini dahi istemiyordum.

 

“Tamam sakin ol, yok öyle biri. Elmas sakin ol.” olamıyordum. Bebeğimi öldürmüştü. Rüyada dahi olsa bir bebeği öldürmüştü. O katildi.

 

“Beni hatırlıyor musun?” diye sordu. Konuyu değiştiriyordu ama konu bu değildi. O katildi. Korkunç biriydi.

 

“Elmas birazcık daha sakin olmazsan doktor çağıracağım ve yine sakinleştirici vuracaklar.” uyumak istemiyordum. O da babam gibiydi. O da bana vuracaktı. Benim kurtulmam gerekiyordu.

 

Kafamı kaldırıp iki yana sallarken Gülcan ayağa kalktı, kapıya doğru yaklaşırken, “Hayır.” dedim. Durup bana baktığında gözlerim dolu bir şekilde yüzüne baktım. Hâlâ kafamı iki yana sallarken bana yaklaştı.

 

Yatağımın köşesine oturduğunda ellerini kaldırdı. “Şimdi sana dokunacağım. Hazır mısın?” kafamı iki yana sallarken Gülcan sakince ellerini bana doğru yaklaştırmaya başladı.

 

Yine babam ve onun sesini duymaya başladığımda ağlamaya devam ettim. Gülcan’nın kolları beni kendisine doğru çektiğinde hıçkırarak, hatta bağırarak ağlamaya başladım.

 

Beni öldürecekti, korkuyordum. Ben yaşamak istiyordum. Neden yaşamama izin vermiyorlardı? Ben neden yaşamaya bile hakkı olmayan bir insandım? Hayat bu kadar mı nefret doluydu bana karşı?

 

Bebektim, öldürmek istemişlerdi. Çocuktum, henüz bacak boyunda bile değildim muzlu süt istediğim için günlerce aç bırakılmıştım. Ergenliğe girmiştim, regl olduğum için dayak yiyip hastanelik olmuştum. Genç bir kadındım, bir mal gibi satılmış, kurtulduğumu düşünüp daha büyük bir belayla karşılaşmıştım. Ben gerçekten ölmesi gereken biri miydim? Ölmeliydim. Yaşamaya hakkım yoktu.

 

Tanrı evreni oluştururken ilk önce galaksileri, sonra gezegenleri oluşturdu. Tek bir gezegene milyarlarca can sığdırdı, tek bir gezegene milyarlarca günah sığdırdı. Ve Tanrı yalnızca belirli canları bağışladı. Belirli canlar var oldukları dünyada mutlu olmayı öğrendi, geriye kalanlar acıyla savaşmak zorunda kaldı.

 

Ağladım, ağlamalar yetmedi. Gözyaşlarım tükendi daha çok canım yandı. Kalbimdeki yangın büyüdü, ırmakları tükenen gözlerime ulaştı. Kusmak istedim ancak midem boştu. Kendi mide sıvımı bile kusamadım.

 

Nihayet ağlamam bittiğinde Gülcan’dan ayrıldım. Uzun zaman önce kuruyan yüzümü yeniden ellerimle kuruttum.

 

Bir şeyler demem gerekiyordu, belki de demem gereken çok şey vardı ancak ben hiçbir şey demedim. Bana destek çıktığı için teşekkür edecek değildim çünkü bu hâle gelmeme onlar sebep oldu.

 

Beni ilk baştan uyarabilirlerdi, bana söyleyebilirlerdi. En azından hareketlerime belirli bir süre dikkat edebilirdim. Sonra boşanır hayatıma bakardım ancak onlar benden bunu gizlemeyi tercih etmişlerdi.

 

İçim bir kez daha yandığında yutkundum. Yutkunuşumla birlikte kapı kolunda bir hareketlilik oluştu. Her defasında olduğu gibi kalbim hızlandığında bu kez kötü bir şey olacaktı, emindim. Ne yazık ki hislerimde henüz yanılmamıştım.

 

Korkuyla gelen kişiye bakarken Gülcan yatağımdan kalktı ve koltuğa oturdu. Gözlerimi kapatıp kendimi yatağa bırakacağım esnada içimden bir ses durmamı söyledi.

 

Gelen kişiye baktığımda nefesim ciğerlerime ağır geldi. Yutkunamadım.

 

Burada olmamın sebebi, o gecenin ve kabuslarımın yeni mimarı O buradaydı.

 

Kalbimin katili gelmişti.

 

^^^

 

AMAN ALLAH'IM N'OLUYO N'OLUYO KIZ ÖYLE!!!!!!

 

Öhm öhm öncelikle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayram'ınız kutlu olsun yavrularım. Sizleri çok seviyorum, nice bayramları birlikte kutlayalım diyorum.

 

Bölümde bana çok küfür etmeyin lütfen üzülüyorum (üzülmüyorum paözşamzşam) sizleri çok seviyorum unutmayın 😇

 

Bir sonraki bölümde umarım görüşebiliriz, çok öpçüükk 😇

Loading...
0%