Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. ELEM YAĞMURLARI

@diaryofanas

 

son feci bisiklet, bikinisinde astronomi

 

 

denizler cinayet işlemezler,

 

aslında kimseyi istemezler...

 

 

Yazardan

 

Hayat, inişler çıkışlarla doluydu ve genç kadın bunun her zaman farkındaydı. Canı acırdı, üzülürdü, kırılırdı ama ayağa kalkacağına dair inancı hep olurdu.

 

Her gecenin bir sabahı olduğunu düşünürdü, her karanlığın bir aydınlığı vardı, her düşüşün bir kalkışı.

 

O gece, uzun zaman sonra bir gecenin sabahı olmadığına inanmıştı çünkü o gece güneş bir türlü doğmamıştı. O gece karanlık, yerini aydınlığa bırakıp sahneyi terk etmemişti.

 

Elmas için artık güneş açmayacaktı, karanlık onu terk etmeyecekti.

 

Zihni, kalbi, bedeni ve düşünceleri dağılmış bir şekilde uyandı. Hangi ara uyuduğunu bilmiyordu, belki de bayılmıştı ama ne önemi vardı?

 

Başına gelenleri, az önce olanları kabullenemeden ayağa kalktı. Mirza insaf edip ellerini sökmeyi akıl edebilmişti.

 

Gözlerini yan tarafa çevirdiğinde ayı gibi uyuyan Mirza'yı gördü. Onu uyandırmamaya özen göstererek dolabına yaklaştı. İç çamaşırı bile giyinmeden uzun siyah bir hırka aldı, üstüne geçirdi ve fermuarı kapatarak kapüşonunu taktı. Açılmamasına rağmen komidinde duran telefonunu alıp hırkanın cebine koydu.

 

Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde kapıya yetişip kilidi açtı, odadan çıktı. Evden çıkarken ayakkabı bile almamıştı çıplak ayaklarla kendini sokağa atmıştı.

 

Dışarı adımını attığı anda hissettiği ıslaklıkla kafasını havaya kaldırdı. Yağmur yağıyordu. Hava kasvetliydi, bulutlar gökyüzünü ele geçirmişti.

 

Elmas o an gökyüzüne içine benzetti. Onun da içi kapkaraydı, onun da göğsünde elem yağmurları yağıyordu.

 

Çıplak ayaklarını oluşan küçük su birikintilerine bilerek bastırarak yürümeye başladı. Nereye gideceği, ne yapacağı, ne yapması gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Yalnızca yürüyor ve uzaklaşmak istiyordu.

 

Yürürken çıplak bacaklarına değen yağmur damlaları üşümesine neden oluyordu ama tuhaf bir şekilde içi yanıyordu.

 

Kendinden iğreniyordu, bedeninden iğreniyordu, ölmek istiyordu ama lanet olsun ki içinde hâlâ bir umudu vardı. O umut neye dayalıydı kendisi bile bilmiyordu.

 

Bir tane çocuk parkı gördüğünde aklına çocukluğu geldi. Çocukluğunun çıplak ayakları salıncaktan aşağı doğru sarkıyordu. Huzuru hissetti Elmas, çocukluğu huzuru hissetmişti. Mutluydu çünkü karşısındaki çocukluğu, iyiydi.

 

Parka girip kaydırağın çatısı altında olan yere oturdu. Sırtını soğuk demire yaslarken cebinden telefonunu çıkardı, yan düğmesine tekrar basılı tuttu. Ekranda beliren küçük ışık, içindeki ağlama isteğini körüklediğinde ayağa kalktı.

 

Yağmur gittikçe hızlanıyordu, hava gittikçe soğuyordu ama Elmas nereye gideceğine bir türlü karar veremiyordu.

 

Boş yolda yürürken cebindeki telefonu çalmaya başladı, umursamadı. Deniz kenarındaki bir sokağa geldiğini fark ettiğinde adımlarını banklara doğru çevirdi. Tam o sırada gökyüzünde bir şimşek çaktığında, Elmas irkildi.

 

Tanrı onu uyarıyordu, çünkü Elmas'ın kafasından geçenlerin haddi hesabı yoktu.

 

Banka oturduktan sonra ellerini oturduğu yere yasladı, olduğu yerde ileri geri sallanırken telefonu bir kez daha çaldı. Cebinden çıkarıp arayana baktığında Dağhan olduğunu gördü.

 

Telefonu açıp kulağına yasladı, gözleri nedensiz bir şekilde dolduğunda, "Dağhan," dedi kısık ve titrek sesiyle.

 

Dağhan telefonun karşı ucunda telaştan kafayı yemek üzereydi. Eli saçlarında bir şekilde derin bir nefes aldı. "Elmas." dedi, derin bir nefes aldı

"Şükürler olsun ulaşabildim sana iyi misin?"

 

Yağmur şiddetlenince gökyüzünde bir şimşek daha çaktı, Elmas bu kez yerinden kıpırdamadı. Dolu gözlerini dalgalı denize doğru çevirdi. "Dağhan," dedi yine. "ben yüzme bilmiyorum biliyor musun?" sesi haddinden fazla titriyordu, bedeni de öyle. Gözyaşları gözlerinden sicim gibi akmaya başladı.

 

Dağhan ne olduğunu anlayamadı, endişesi büyüdü. "Ben öğretirim sana yüzmeyi. Sen bu fırtınada dışarıda mısın?"

 

"Yüzmeyi bilmiyorum," dedi tekrardan. Ayağa kalktı, yolun bittiği deniz kenarına yaklaştı ve yere oturarak ayaklarını suya daldırdı. "denize atlasam ölür müyüm? Boğar mı beni bu haşin dalgalar?"

 

Dağhan gittikçe korkmaya başlıyordu. "Sen iyi değilsin, sesinden acı akıyor ve ağlıyorsun. Neredesin Elmas?"

 

Elmas burnunu çekti. Bakışlarını denize yeniden çevirdi ve gözlerini kapatıp boğulduğunu hayal etti. Bu hayal onu sebepsiz mutlu ederken dudakları titredi. "Ölüyorum Dağhan. Üzülür müsün ölürsem?"

 

Sesi titriyordu, kaldırıma değen çıplak bacakları titriyordu, elleri titriyordu, ruhu titriyordu ve acısı yalnızca bedeninde değil ruhunda, kalbinde hatta belki de somut olarak dünyanın her yerindeydi.

 

"Konum at. Hemen Elmas hemen konumunu at. Seni almaya geliyorum." Dağhan'ın telaşlı ses tonu kendini kötü hissettirmişti.

 

Yine de dediğini yaptı. Telefonu kapatmadan Dağhan'a canlı konumunu gönderdi, telefonu geri kulağına yasladı. "Kurtarma beni Dağhan, bırak öleyim." hıçkırdı, omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. "Yalvarırım sana beni kurtarma. İstemiyorum ki ben artık yaşamak, istemiyorum ki ben artık nefes almak. O kadar yoruldum ki," nefesi kesildi. Konuşurken ağlıyordu ve bu onu zorluyordu. "boğuluyorum. Nefes alamıyorum acıdan," gerçekten nefes alamıyordu.

 

"Tamam," dedi Dağhan kederli bir ses tonuyla. "tamam sakin ol. Ben yardımcı olacağım sana. Boğulduğun her şeyden de kurtaracağım seni. Ben gelene kadar lütfen sakin kal ve kendine bir şey yapma, tamam mı?"

 

Elmas sakin kalmak istemiyordu. Yaşamak da istemiyordu, hiçbir şey istemiyordu. Yalnızca gözlerini kapatmak ve huzuru hissetmek istiyordu. Acılarından arınmak istiyordu.

 

"Tamam mı Elmas?" dedi Dağhan ama Elmas cevap vermedi. Telefonu Dağhan'ın yüzüne kapatıp yeniden cebine soktu.

 

On beş dakika. Dağhan'ın on beş dakikası vardı, on beş dakika içinde gelirse kurtulurdu. Gelmezse de kendini denize bırakır, hırçın dalgaların bedenini yutmasına izin verirdi.

 

Gözlerini kapatıp kendini geriye doğru bıraktı, soğuk kaldırıma kafasını yasladı. Zihninde son zamanlarda duyduğu şarkı sözünün iki cümlesi yankılandı.

 

Denizler cinayet işlemezler,

Aslında kimseyi istemezler...

 

Denizler cinayet işlemiyorsa boğularak ölen insanların katili kimlerdi?

 

Soğukluk artık Elmas'ı rahatsız etmemeye başladığında hafifçe gülümsedi. Ölüyor muydu? İstediği oluyor muydu?

 

Aradan geçen zaman ne kadardı, bilmiyordu. Huzuru artık hissedebiliyordu. Mutluydu. Ölmüş müydü?

 

"Elmas!" kasvetli gökyüzünü yaracak kadar büyük bir haykırış sesi duyana kadar öldüğüne emindi. Gözlerini aralayıp kafasını hafifçe yana çevirdi. Ona doğru koşan Dağhan'ı gördüğünde bakışlarını gökyüzüne çevirdi.

 

Dağhan yanına yaklaşıp yere doğru eğildi. Islanıp ıslanmayacağını umursamadan dizlerini yere yerleştirdi ve ellerini Elmas'ın yüzüne doğru yaklaştırdı. "Elmas iyi misin? Bana bak." Elmas gözlerini ona doğru çevirdi.

 

Dağhan Elmas'ın kollarını tutup onu yattığı yerden kaldırırken Elmas patates çuvalı gibiydi. Tepkisizdi. Bu defa hislerini gerçekten kaybetmiş gibi hissediyordu. Korku? Yoktu. Endişe? Yoktu. İnandırıcı değildi ama acısı bile yoktu.

 

Dağhan Elmas'ın kollarını tutup doğrulttuktan sonra bacaklarını uzattığı yerden kaldırıma doğru çekti. "Çıplak ayak mısın bir de?" diye isyan etti. Ellerini Elmas'ın koltuk altlarına yerleştirip Elmas'ı ayağa kaldırdı. Tek kolunu beline sarıp öbür eliyle kolunu tuttu, arabasına doğru ilerlemeye başladı.

 

Birlikte arabaya yaklaştıklarında Dağhan Elmas'ı yolcu koltuğuna oturttu. Elmas rahatsızca yerinde kıpırdanırken Dağhan'ın kemerini bağlayan kolunu tuttu. Dağhan şaşkınlıkla ona baktığında, "Araban ıslanacak böyle neden bindirdin ki beni?" diye sordu çatlak sesiyle.

 

Dağhan büyük bir yıkım yaşadı ve sebebi bu haldeyken bile bunu düşünmesiydi. Donuk ellerini kemeri bağladıktan sonra çekti ve kapının yanında eğilerek Elmas'a baktı. "Sence bu umurumda mı şu an Elmas? Yüzüne vurmak istemiyorum ama halinin farkında mısın? Canından sağlığından önemli mi bu araba?"

 

Elmas gözleri dolarak kafasını yana çevirdi ve gözlerini kapattı. Dağhan kapısını kapatıp onu yalnız bırakmaya karar verdi, şimdilik. Kendi koltuğuna oturduktan sonra arkaya uzandı, kalın bir oduncu gömleğini eline alıp Elmas'ın üstüne örttü.

 

Elmas kafasını iyice cama yaslayıp bacaklarını koltuğa doğru çekti. Kollarını dizlerine sarıp ceketin altına iyice girdi ve ısınana kadar ne kadar üşüdüğünün farkında olmadığını hissetti. İçini bir titreme kaplarken gözlerini kapattı.

 

Hayat onu yormuştu ve artık dinlenmek istiyordu.

 

^^^

 

"Yok baba." dedi Gülcan endişenin binbir tonuna bürünen sesiyle. "Elmas'ın telefonu tamamen kapalı. Hiç açmamış. Mirza'nın telefonu çalıyor ama açmıyor."

 

Hazal kenardaki koltukta oturmuş, ellerini şakaklarına, dirseklerini dizlerine yaslamış bir şekilde ağlıyordu.

 

Agâh Bey iki eliyle birden yüzünü sıvazladı. Göğsü sıkışıp duruyor, vicdan azabı bir gölge gibi peşinde dolaşıyordu. "Benim yüzümden oldu. Ben söz verdim dün sizi yalnız bırakmayacağım diye."

 

Gülcan babasının bu şekilde kendisini suçlamasına dayanamıyordu. Hepsi suçluydu, hepsinin suçu vardı çünkü hepsi susmuştu.

 

Agâh Bey dayanamayıp kendi telefonuyla Elmas'ı aradı umutsuzca. Çaldığını duyunca hızla yerinden kalktı. "Aç kızım, hadi aç şu telefonu. Hadi Elmas, aç hadi."

 

Herkes pür dikkat Agâh Bey'e bakarken Agâh Bey yerinde duramıyor, bir sağa bir sola gidip duruyordu.

 

"Açtı mı çalıyor mu baba?" Hazal ağlamaktan kızarmış yüzüyle babasına bakarken Agâh Bey umutsuzca kafasını iki yana salladı.

 

"Çalıyor ama açmıyor." sıkıntılı bir nefes alıp verirken Mirza, bütün arsızlığı ve utanmazlığıyla içeri girdi.

 

"Baba Elmas burad-" sözünü yarıda kesen ablalarının kızarmış yüzlerini görmekti. Kaşlarını çatarak onlara baktı. "Siz iyi misiniz? Hazal neden ağlıyorsun?" Hazal öfkeden deliye dönmek üzereydi.

 

Sert adımlarını Mirza'ya doğru çevirdi ve önünde durup iki eliyle birden Mirza'nın göğsüne vurdu. "Ne mi oldu? Ne oldu öyle mi? Ne yaptın kıza! Nereye gitti Allah bilir, ne yapıyor Allâh bilir ve sen," her bir kelimesinde kardeşinin göğsüne daha sert vuruyordu. "sen hâlâ pişkin pişkin karşımıza geçip ne olduğunu mu soruyorsun? Annem var ya utanıyordur senin gibi bir evlat yetiştirdiği için."

 

Mirza, her şeyi dinledi ve yalnızca sustu.

 

"Elmas nerede Mirza?" dedi Agâh Bey uyarıcı bir ses tonuyla.

 

Mirza babasına baktı. "Ben de size onu soruyorum baba, Elmas nerede?" hiç mi utanmıyordu? Herkesin aklındaki tek soru buydu.

 

Agâh Bey öfkeyle ellerini masaya vurdu. "Kendine gel artık!" diye bağırdı bütün sesiyle. "Bir kadına vuruyorsun, öldürecek raddeye getiriyorsun. Bu musun sen Mirza? Böyle mi gördün bizden?"

 

Hazal iki eliyle yüzünü sıvazladı. "İğreniyorum senden Mirza. Sen benim tanıdığım Mirza değilsin, kardeşim değilsin. Benim kardeşim eşinin somurtkanlığında bile dünyayı yakardı, hiçbir şey yapmamasına rağmen eşini değil." Hazal'ın sözü biter bitmez Mirza sinirle solumaya başladı.

 

"Yeter!" diye bağırırken eli havaya kalktı, Hazal'a doğru. Hazal hiçbir tepki vermeden yüzüne bakarken gözleri doldu.

 

"Vur hadi. Adamsan vur Mirza. Ama ne var biliyor musun? Sen adam değilsin." Hazal odayı hızlıca terk ederken Gülcan kardeşine yaklaşıp elini yanağına sert bir şekilde geçirdi. Mirza yana eğilen kafasıyla birlikte havadaki elini yumruk yaptı ve aşağı indirdi.

 

"Her yaptığında arkanda dururdum ben Mirza. En büyük ablan olarak sana annelik yapardım ama masum birinin canını yakmanın arkasında durulacak bir tarafı yok. Elmas'ı yalnız bırakmıştık ya savaş meydanında, şimdi o savaş meydanında sen kal tek başına. Üstelik bu sefer bütün silahlar senin aleyhine kuşandı." Gülcan da odayı terk ederken Mirza bakışlarını Agâh Bey'e çevirdi.

 

Agâh Bey kızları odadan çıktıktan sonra, "Eğer o kıza bir şey olursa," dedi. Oğluna yaklaştı ve yüzüne baktı. Kaşlarını kaldırırken derin bir nefes aldı. "beni unut. Eğer o kıza bir şey olduysa Agâh Çakır'ın oğlu olmayacaksın."

 

Mirza o an ilk kez yıkıldığını hissetti. Sızlayan yanağını, kalbini bir kenara bırakıp, "Baba." dedi acı dolu bir ses tonuyla. Babası onu dinlemeden odadan çıktı ve kapıyı üstüne kapattı.

 

Mirza omuzları çökmüş bir şekilde odadan çıktı, annesinin odasına doğru gitti. Kapıyı tıklatıp gel komutunu aldığında içeri adımladı. Annesi makyaj masasının önünde ağlayarak yüzüne makyaj yapıyordu. "Annem." dedi Mirza yine acı dolu bir ses tonuyla.

 

Tomris Hanım bakışlarını oğluna kaldırıp gülümsedi. "Doğru mu?" dedi yalnızca. Mirza bu kez bir daha toparlanamayacak kadar yıkıldı. "Kaldırdın mı elini o yaralı kıza?"

 

Mirza yere, dizlerinin üstüne çöktü. İçi acımıştı, normal miydi? Hiç kimse değil annesiyle babasının ona sırtını dönmesi çok zoruna gitmişti. Canını yakmıştı. "Anne ben-"

 

"Yaptın." dedi yalnızca Tomris Hanım. Mirza gözleri dolarken dizlerinin üstünde annesine doğru gitti. Kafasını annesinin dizlerine yaslayıp bacaklarına sarıldı.

 

"Anne ben aşık oldum." dedi sessizce. "Ben ona çok aşık oldum. Köpek gibi aşığım ben o kıza. Ama o beni sevmiyor anne, ben, ben dedim ki-" hıçkırdığında gözlerinin aktığını hissetti.

 

"Aşk can yakmaz ama oğlum, aşk şiddet değildir." Tomris Hanım kıyamadı biricik oğluna, ellerini uzatıp saçlarını sevmeye başladı.

 

"Biliyorum," dedi Mirza hıçkırırken. "lanet olsun ki biliyorum ama başka şekilde durmuyor anne. Bir başkasına gidiyor bir başkasını seviyor ona güveniyor. Bana güvenmiyor."

 

Tomris Hanım hafifçe gülümsedi, gülümsemesi hüzünlüydü. "Güvenilecek ne yaptın ona?"

 

Mirza yüzüne vurulan gerçekle daha çok ağlamaya başladı, annesine hislerini dökerken bir kez daha yanlışıyla yüzleşti.

 

Tıpkı iki buçuk sene öncesindeki gibi hissediyordu.

 

^^^ 

 

Dağhan evinin önüne gelmişti. Araba yaklaşık yarım saattir evin önünde çalışır vaziyette duruyordu. Arabadan inemiyordu çünkü Elmas uyumuştu.

 

Onu uyandırmak istemiyordu hâli yeterince kötüydü. Arabayı söndüremiyordu da, söndürürse klima kapanırdı ve Elmas üşürdü. Ne yapacağını düşünürken Elmas, "Yapma." dedi. Dağhan bakışlarını ona çevirdiğinde kendisine söylediği düşündü ancak hayır Elmas'ın gözleri kapalıydı. "Yapma." dedi bir kez daha ve kaşları çatıldı. "Yalvarırım dur." dedi bu kez de. Sesi titremeye başlamıştı.

 

Dağhan ne olduğunu öğrenmek için Elmas'ın koluna dokunup onu uyandırmak istediğinde Elmas yerinde sıçrayarak, "Yapma!" diye bağırdu ve uyandı. Şaşkınca etrafına bakıp neler olduğunu anlamaya çalışırken Dağhan'ı gördü. Elini kalbinin üstüne götürüp derin bir nefes aldıktan sonra iki eliyle yüzünü kapattı.

 

"İyi misin?" dedi Dağhan torpidodan bir şişe su çıkarırken. Kapağı açıp. suyu Elmas'a uzattı.

 

Elmas suyu titreyen eline alıp yudumlarken Dağhan'ın içindeki endişe büyüdü.

 

Elmas'ı bulduğunda vücudu bembeyaz ve buz gibiydi. Dudakları mosmor, burnu kırmızı ve ayakları yaralıydı. Ölmek üzereydi ve Elmas bunun farkında bile değildi. Üstünde ayakkabı kıyafet bile yoktu. Dizlerine kadar bile gelmeyen, hatta baldırlarını zar zor örten bir hırkayla bu fırtınada dışarıda ne işi vardı? Nasıl bir acı bir kadını bu kadar çaresiz bırakabilirdi? Hangi acı bir kadını bu şekilde ölüme sürükleyebilirdi.

 

"İyiyim. Kâbus gördüm sadece." suyu geri Dağhan'a uzatırken oduncu gömleğini gösterdi. "Bunu giyinebilir miyim?" Dağhan kafasını sallarken suyu kapattı.

 

"Elbette giynebilirsin. Eve yetiştik zaten, üstünü giyin evde sıcak bir duş alırsın. Yemek yaparım ya da istersen dışarıdan söyleriz. Sonra da uyursun, olur mu?"

 

Elmas gömleği üstüne geçirip düğmelerini kapattıktan sonra, "Kıyafetim yok. Aç da değilim zaten sadece uyusam olur mu?" arabanın kapısını açıp arabadan indi ve Dağhan'ı beklemeye başladı.

 

Dağhan arabayı söndürüp arabadan indi. Yağmur dinmişti ancak hava hâlâ kasvetliydi. Bulutlar Elmas'ın içini yansıtır gibiydi. Gri, karanlık ve her an yağmur yağacakmış gibi.

 

Elmas kapüşonuna iyice sarılarak Dağhan'ı takip ederken Dağhan anahtarla üç katlı apartmanın kapısını açtı. Elmas önde Dağhan arkada olacak şekilde asansöre ilerlediklerinde Dağhan, "Asansöre binelim istersen en üst kata çıkacağız." dedi.

 

Elmas hiçbir şey demeden asansöre ilerledi ve Dağhan asansörün kapısını onun için tuttu. En üst kata çıktıklarında Dağhan evin kapısını açtı.

 

Elmas neresi olduğunu umursamadan içeri geçti, salonu gördüğünde direkt olarak geçmeyi düşündü ancak hemen sonra sırılsıklam olduğu aklına geldi. Çekinerek Dağhan'a döndüğünde Dağhan elinde iki havluyla salona adım attı. Lacivert vücut havlusunu Elmas'a uzatırken, "Geç duş al Elmas. Başak sana seve seve kıyafet verir." dedi.

 

Elmas havluyu eline alıp saçlarını kurutmaya başladığında utanarak bakışlarını kaçırdı. "Gerek yok ben şimdi kururum zaten, kurud-" sözünü kesen Dağhan'ın sert ses tonuydu.

 

"Fikrini sormadım, geç dedim. Şimdi banyoya geçiyorsun, gerekirse kaynar suyla yıkanıyorsun ve sonra yemek yiyip uyuyorsun. İtiraz kabul etmiyorum." Elmas'ı omuzlarından tutup banyoya doğru ittirdi. Banyoya girdiklerinde Dağhan direkt olarak küvetin tıpasını kapattı, sıcak suyu açarak dolmasını bekledi. "Sen rahat rahat yıkan temizlen, ben de Başak'ı arayayım."

 

Elmas hiçbir şey demeden elindeki havluyu aynanın önüne bıraktı, Dağhan'ın oduncu gömleğini çıkarıp kirli sepetine attı, üstündeki hırkayı çıkarmadan hâlâ dolmakta olan küvetin içine girdi.

 

Sıcak su üşüyen vücudunda karıncalanma etkisi yarattığında dizlerini kendine çekti. Kollarını dizlerine sararken alnını dizlerine yasladı.

 

"Elmas?" diye ince bir ses duyduğunda kafasını kaldırdı. Gözleri o gün alışveriş merkezinin çıkışında tanıştığı kızı bulunca dudakları gülümsemek için titredi ancak başarılı olamadı.

 

Başak dehşete düşmüş bir şekilde banyoya girerken yutkundu. O gün tanıştığı kadın neredeydi? Cıvıl cıvıl olmasa da daha... iyiydi. Çökmüş değildi. Şimdi karşısındaki kadın yaralıydı ve bu yalnızca ruhsal değildi. Kollarında sararmaya yüz tutmuş morluklar vardı, yüzünde izler vardı, gözlerinde saf bir acının attığı çığlıklar vardı.

 

Başak'ın gözleri dolduğunda elini dudaklarının üstüne kapatıp kapatmama konusunda tereddüt etti. "Başak." dedi Elmas kısık bir ses tonuyla. "Dağhan'ı çağırır mısın?"

 

Başak neler olduğunu algılayamadı, ağlamamak için banyodan çıktı. Banyodan çıktığı anda iki gözünden birden yaşlar akmaya başladı.

 

Bir kadının acısı yalnızca onu değil, gözlerine gerçekten bakan herkesi yakarmış. Başak onu fark etmişti.

 

~~~ 

 

Zihin, lanetli bir yerdi. Hafıza da onun destekçisiydi.

 

O anlar gözlerimin önünden gitmezken dudaklarımı ısırdım. Sıcak su beni iyiden iyiye ısıtırken derin bir nefes aldım.

 

Dayan Elmas, diye mırıldandım kendi kendime. Dayan çünkü dayanmak zorundasın.

 

Kendimden iğreniyordum. Bedenimde hâlâ eller var gibiydi. Neden kendimi suçlu gibi hissediyordum?

 

"Elmas?" gözlerimi kapatıp daldığım yerden beni çıkaran sesle gözlerimi açtım. "Beni çağırmışsın iyi misin?"

 

Derin bir nefes aldım. "Benimle," dedim çenemi dizlerime yasladım. "oturur musun? Yani yanımda kalır mısın? Güvende hissetmiyorum kendimi."

 

Dağhan şaşırdı, bakışlarını benden kaçırırken ellerini ensesine götürdü. "Yıkanacaksın Elmas uygun olmaz."

 

Omuz silktim. "Şu an yıkanmıyorum. Yıkandığımda da arkanı dönersin."

 

Dağhan derin bir nefes aldı. "Olmaz diyorum Elmas. Kapıda durayım?"

 

Gözlerimin dolduğunu hissettim. "Peki."

 

"Peki demen iyi olmadı, üzüldün şu an." dedi üzgün bir sesle.

 

"Güvende hissetmiyorum kendimi, hem," sustuğumda kafamı eğip alnımı yeniden dizlerime yasladım.

 

Adım sesleri işittiğimde Dağhan, sakin bir şekilde koluma dokundu. Dokunması içimdeki korkuyu uyandırdı ancak tepki vermedim. "Elmas neler oluyor? Hem ne? Neden bu kadar kötü hissediyorsun? Yüzüne vurmak istemiyorum seni zor durumda bırakmak istemiyorum, zorlamak istemiyorum ama Elmas bu şekilde olmaz. Kendini neden güvende hissetmediğini anlatmazsan ben sana kendini güvende hissettiremem."

 

Ah Elmas, sesi zihnime dolduğunda bugüne kadar aldığım en derin nefesi aldım. O kelime zihnimde dönüp dururken sol gözümden bir damla yaş aktı. Sesim fısıltı gibi çıkarken, "Dokundu," dedim. Kendi sesimi kendim bile duymazken Dağhan'ın kolumu tutan eli kaskatı kesildi. Kafamı kaldırmadan tepkisini beklerken, "bana zorla dokundu." yutkundum yine. "Dur dedim," sesim titredi. "durmadı Dağhan. Dokundu, öptü, ben her yerimde hissettim. Çığlık attım, kimse duymadı. Yardım istedim ama kimse bana yardım etmedi. Sonra kabullendim, sustum o bana," hıçkırarak ağlamaya başladığımda Dağhan uzanıp kafamı kaldırdı. Islaklığımı umursamadan kafamı göğsüne bastırdığında daha çok ağlamaya başladım. "o bana zorla sahip oldu Dağhan. Zorla yaptı."

 

Dağhan hiçbir şey demeden saçlarımı öptü, saçlarım kirli ve ıslaktı. İğrenç bir haldeydim ama o bana sarılıyordu, o beni öpüyordu ve benden iğrenmiyordu.

 

"Şşt, ağla. Ağla ama biraz sakinleş. Geçecek hepsi endişelenme, geçirmene yardım edeceğim. Birlikte atlatacağız."

 

Elleri saçlarımı seviyordu, omuzlarıma kadar bile inmiyordu. Biraz önce bana zorla sahip olunduğunu unutmuyor, buna dikkat ediyordu. Göğsünde bir süre ağladıktan sonra sakinleşince kafamı kaldırdım.

 

"Dağhan," dedim titreyen sesimle.

 

"Söyle safir gözlü kız." dedi merhamet ve şefkatli bir sesle.

 

"Temizler misin beni? Arındırır mısın bedenimi o acıdan?" bakışlarımı kaçırdım çünkü onu zan altında bırakıyordum, biliyordum.

 

"Dokunamam sana, bu-"

 

"Sadece saçlarımı yıkar mısın? Vücudumu," duraksadım. "onu ben kendim hallederim." sesim hâlâ yorgundu, berbat çıkıyordu ama birinin desteğine ihtiyacım vardı.

 

"Yık-Yıkarım." dedi kekeleyerek. Neden kekeliyordu?

 

Dağhan sıcak suyla saçlarımı güzelce temiz suyla duruladı. Başak'ın kırmızı meyve kokan şampuanını saçlarıma sıkıp parmaklarıyla kafama masaj yapmaya başladı. Gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya çalışırken, "Telefonun çalıp duruyor istersen kapatıp kenara bırakırım ya da uçak moduna alırsın çünkü banyodan sonra yemek yiyip uyuyacaksın. Kimse rahatsız etmesin seni." dedi.

 

Ah demek beni arıyorlardı. Agâh Bey beni bırakmayacaktı, oğlunun kaçırdığından haberi var mıydı?

 

"Kapatırız." dedim çünkü umurumda değillerdi.

 

Dağhan saçlarımı yıkadı, bir kez daha şampuanladı, saç kremi sürdü, taradı ve kremi duruladı. "Başak sana havlu ve bornoz getirir. Çıkınca misafir odasında üstünü giyinirsin. Sonra yemek yer istersen benim yatağımda uyursun."

 

Banyodan çıktığında elimden geldiğince hızlı bir şekilde vücudumu temizledim. Paketli küçük liflerden birini açıp vücudumu çitiledim, o sırada Başak havlu ve bornoz getirmişti.

 

İşimi bitirince küvetten çıktım, tıpayı açtım ve bornozu giyindim. Havluyu saçlarıma sardıktan sonra Başak'ın yönlendirmesiyle misafir odasına girdim.

 

Benim için hazırlanan kıyafetleri içim çok da rahat etmeyerek giyindim. Havluyu yeniden saçlarıma sardıktan sonra odadan çıktım. "Dağhan?"

 

"Buradayım." sesin geldiği yöne gittiğimde gördüğüm küçük mutfakla birlikte burnuma yemek kokusu doldu. "Şefin mutfağından mercimek çorbası, saray kebabı ve tatlı olarak trileçe."

 

Kokudan midem bulanırken yüzümü buruşturdum. "Şey ben yemesem olur mu? Midem çok bulanıyor uyumak istiyorum sadece."

 

Dağhan yüzüme baktı. Biraz önce söylediklerimi kafasında tarttı ve memnun olmadan ofladı. "Tamam uyu ama uyanınca yemek yiyeceksin." Başak mutfağa girdiğinde, "Abisi Elmas'ı misafir odasına götürür müsün? Biraz yorgun sonra yemek yiyecek." dedi.

 

Başak hiçbir şey demeden kafasını salladığında birlikte mutfaktan çıkıp misafir odasına girdik. Başak bana temiz yastık kılıfı ve çarşaf verdi, sonrasında, "Ver ben değiştireyim en son abimin arkadaşı kalmıştı burada." dedi.

 

"Ben değiştiririm sorun yok." desem de Başak inat etmiş kendisi değiştirmişti.

 

Odadan çıkarken iyi uykular dilemiş sonra da odadan çıkmıştı. Kendimi yatağa atıp yorganı kafama kadar çektim, gözlerimi kapattıktan sonra güçlü ve sarsılmaz duruşum yıkıldı. Gözyaşlarım durdurak bilmeksizin gözlerimden akarken hıçkırmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Şu, darbe. Şu memelere bak. inleme. Küçücükler fındık gibi.

 

İğrenç dudakları onların üstündeydi, öpüyor, emiyor ısırıyordu. Canım yanıyordu bağırıyordum bana tokat atıyordu.

 

Daha fazla düşünmemek için gözlerimi sıktım. "Uyu Elmas," diye mırıldandım ama sakinleşeceğim yoktu.

 

Annemin küçükken ben uyuyayım diye söylediği ninni annemin sesiyle kulaklarıma dolduğunda ağlamak yavaşladı. Bir elimi saçlarımdaki havluya götürüp havluyu çektim ve kenara attım. Islak saçlarımı tek elimle okşarken annemin ninnisine eşlik ettim.

 

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum ama karanlık beni tesiri altına alırken içim rahattı, güvende hissediyordum.

 

^^^

 

Bilmem farkında mısınız ama bu bölüm Elmas'ı üzmedim. Henüz.

 

Bundan sonra ne olur sizce hadi bakalım çok merak ettim.

 

Aslında bu bölümün devamı olacaktı ama yazmadım... Bir sonraki bölüm 21. bölüm değil, bunun part2'si olacak.

 

Instagram diaryofanas hesabının biyografisinde whatsapp kanalımın linki var, whatsapp kanalımda bölümle ilgili spoiler, alıntılar paylaşıyorum.

 

Sizleri seviyorum, siz de beni seviyorsunuz. Nokta?. ❤

Loading...
0%