Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. ELEM YAĞMURLARI part/2

@diaryofanas

 

Kabuslarla dolu bir uyku uyuduktan sonra uyanıp yeniden uyumuştum ve bu kez uykum huzurluydu.

 

Uyandığımda hava aydınlıktı, uyuduğumda saat öğlen iki gibiydi. Baya uyumuştum, hiç bana benzemiyordu.

 

Dağhan'ın ben uyurken odaya girip kapalı telefonumu yatağın yanındaki komidine koyduğunu hissetmiştim ancak uyanmamıştım.

 

Kapalı telefonumu elime alıp açtım, sayısız mesaj ve arama vardı. Telefon açılır açılmaz elimde çalmaya başladı. Agâh Bey arıyordu.

 

Birkaç saniye bekleyip telefonu açtım ve kulağıma yasladım. “Elmas! İyi misin kızım? Neredesin? Güvende misin?” sesi endişeli geliyordu.

 

“İyiyim Agâh Bey. Beni oğlunuzdan koruduğunuz için teşekkür ederim.” sesim sabitti. Herhangi bir iğneleme yapmayı amaçlamamıştım ancak elimde değildi. Onu suçlamak istemiyordum çünkü evden çıktığımızda saat sabahın erken saatleriydi. Kimse o saatte uyanık olmak zorunda değildi ki Agâh Bey yaşını almış bir insandı.

 

Derin bir nefes aldı, geri verdi. “Biliyorum sizi yalnız bırakmamalıydım ama seni götüreceğini tahmin edemedim. Neredesin gelip alayım seni?”

 

Etrafıma baktım. Gitmek istiyor muydum? Hayır istemiyordum. Kendimi güvende hissettiğimi söyleyip bunu da bozmak istemiyordum ama burası sebepsiz bir şekilde güvende hissettiriyordu.

 

“Birazdan eve geleceğim, eşyalarımı alıp gideceğim. Şimdilik bir arkadaşımda kalıyorum kendime bir iş bulup onun da yanından ayrılacağım.” Dağhan burada kalmama izin verir miydi? “Siz de oğlunuza boşanmaya hazırlanmasını iletirseniz mutlu olurum. Ben yapmaya çalışırsam beni sağ bırakmaz da.”

 

“Elmas kızım,” dedi. Arkada kızlarının sesi vardı. Neler olduğunu merak ediyorlardı. “bizim eve mi geleceksin? Mirza'yı gönderdim merak etme, Yasin’le birlikteler. İstanbul'da değil.”

 

Derin bir nefes alıp yutkundum. İnanmalı mıydım? “Mirza'yla evimize gidip eşyalarımı almak istiyorum. Sonrasında sizin eve gelirim, sizinle konuşmak istediğim son bir şey var.”

 

“Elbette iste. Biraz sonra seni bekliyoruz. Bak kızlar da burada, Çağlar ve Rıfat da. Mete ve Mihrimah da seni soruyor.” dedi neşeli çıkarmaya çalıştığı bir ses tonuyla.

 

“Üzgünüm Agâh Bey mutlu aile tablonuzda bana yer yok. Birazdan gelip sizden son bir şey isteyeceğim ondan sonra boşanıp hayatınızdan çıkacağım.”

 

Agâh Bey bir süre sustu. “Peki kızım nasıl istersen.”

 

“Teşekkür ederim.” diyerek telefonu kapattım ve iki elimle yüzümü sıvazladım. Yüzlerini görmeye katlanabilecek miydim? Aralarında ne yapacaktım?

 

Düşünmeyi bırakıp ayağa kalktım ve banyoya gidip elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Üstümdeki pijama takımı kalındı ancak üşüyordum, ateşim çıkacak gibi duruyordu.

 

Banyodan çıkınca mutfağa girip mutfaktaki balkona çıktım ve sandalyeye oturdum. Gün doğmuştu, dünkü fırtınanın izleri tamamen silinmişti.

 

Ayaklarımı oturduğum sandalyeye çekip çenemi dizlerime yasladığımda bundan sonra olacakları düşündüm. Dağhan uyanınca boşanma davası için gerekli her şeyi yapmaya hazır olduğumu söyleyecektim. Böyle bir insanla daha fazla birlikte kalamazdım, formalite icabı olsa bile.

 

Her şey iyiydi güzeldi ancak Mirza boşanmayı kabul etmeyecekti ve ben o konuda ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Zorladıkça bana zarar vermesinden korkuyordum.

 

Uğruna savaştığım yolun sonuna gelmeden ölmek istemiyordum.

 

Hayatıma Elmas Çakır değil, Elmas Arıcı olarak devam edene kadar durmak istemiyordum ve durmayacaktım da.

 

Artık emindim benim için kurtuluş hiçbir zaman olmayacaktı çünkü ben Tanrı tarafından lanetlenmiş olan o kadındım. Mutlu olamazdım çünkü Tanrı evrendeki hiçbir yolun sonunda bana mutluluğu vadetmemişti.

 

Annemi istiyordum. Ona sarılmak istiyordum, yanımda olmasına ihtiyacım vardı.

 

Hüzünlü bir şekilde gülümsediğimde gözlerimin dolduğunu hissettim. Dudaklarımı ıslatırken, “İyice sulugöz oldum iki gündür.” diye mırıldandım. Parmak uçlarımı göz altlarıma bastırıp ağlamamı durdurdum. Artık ağlamak yoktu.

 

Ben Elmas Arıcı’ydım, acıya alışıktım. Her şeye rağmen ayağa kalkmayı biliyordum ve şimdi yıkılamazdım. Yaşadıklarım zordu, kötüydü ama benim hayatım hiçbir zaman kolay olmamıştı ki.

 

Derin bir nefes alıp omuzlarımı dikleştirdim. Hayat üstüme mi geliyordu? Ben de onun üstüne gidecektim aksi takdirde hayatta kalma şansım yoktu.

 

Mutluluk bana öyle havadan gelecekte değildi, onu ben bulacaktım. Peşinden koşmaksa peşinden koşacaktım çünkü mutlu olmak benim de hakkımdı. Zorla da olsa mutlu olacaktım.

 

“Elmas?” Dağhan'ın sesini duyduğumda omzumun üstünden ona baktım. Siyah eşofmanı hardal sarısı tişörtü ve yüzündeki uykulu ifadeyle fazla.. şirin duruyordu. “Neden erken uyandın?”

 

Yanıma yaklaşırken gülümsemeye çalıştım. “Neredeyse yirmi dört saat oldu. Zaten çok olmadı uyanalı.”

 

Yanımdaki sandalyede oturduktan sonra ayaklarını korkuluğa doğru uzattı. Kafasını sandalyenin arkasına yasladı ve bakışlarını yüzüme çevirdi. “Nasılsın bugün?”

 

Bakışlarımı gözlerinden kaçırdım. “Daha iyiyim. Ne olursa olsun yıkılmayacağıma dair kendime söz verdim az önce.”

 

“Yıkılmayacaksın diye kendini duygularını kapatma. İnsanı insan yapan duygularıdır hisleridir, sen duygularını hissetmeye kapatırsan insanlığını kapatmış olursun. Hisset her şeyi ama dozunda hisset. Üzüleceksen üzül, ağlayacaksan ağla, mutlu olmak istiyorsan kimseyi umursama mutluluğunu yaşa.”

 

Gülümsedim, bu kez içimden gelerek. “Vakti de zamanı da değil biliyorum ama bir süre burada kalabilir miyim? Kendime iş bulana kadar.”

 

Dağhan esnedi. “İstediğin kadar burada kalabilirsin Elmas, istersen hiç gitme. Kendini yük olarak gördüğünün farkındayım böyle hissetme, inan bana burada olman bana yük olsa yüzüne bakmazdım.”

 

Kendimi yük olmaktan ziyade rahatsızlık veriyormuş gibi hissediyordum. Gerek Dağhan gerekse Başak ikisi de hayatımda çok kısa süredir varlar, onları bu şekilde hayatımın merkezine sokmak ne kadar mantıklıydı tartışılırdı.

 

“Bundan sonra ne yapacağım?” diye sesli düşündüm. Dudak büzüp karşımdaki beton yığınlarına baktım. Manzara yoktu, yalnızca koca koca binalar vardı.

 

“Önce boşanıp özgür bir kadın olacaksın. Kendi ayaklarının üstünde duracaksın, seni bu kez kimse yıkamayacak çünkü bütün acılarının üstünden yalnız başına gelen bir kadını fırtına bile içine alamaz. Sonra okuduğun bölümden hayatına devam edeceksin, istersen bambaşka bir şey yapacaksın hiç fark etmez. Cinsiyet ayrımı yapıyorum evet ama sen bir kadınsın Elmas, istesen dünyayı baştan yaratacak kadar güçlüsün. Emin ol bu süreci kolay olmasa da atlatacaksın ve küllerinden öyle bir doğacaksın ki seni kafese tutsak etmeye çalışanlar bile önünde diz çökecek.” ses tonu, vurgusu, diksiyonu... hepsi o kadar güzeldi ki ağzından çıkan her kelimede gözlerim daha da dolmuş içimdeki gücün varlığına küçük bir ateş yakılmıştı.

 

Dudaklarım titrerken, “Dağhan,” diye mırıldandım. “sarılmak istiyorum şu an sana.”

 

Dağhan hafifçe gülümseyip ayaklarını korumadan indirdi. Kollarını açıp kafasini sol tarafa eğerek, “Gel.” dedi. Ağlayıp ağlamayacağımı umursamadan kollarımı Dağhan'ın beline doladığımda Dağhan ellerini beni rahatsız etmeyecek şekilde sırtıma yerleştirdi.

 

Bana olan yaklaşımı içimdeki ağlama isteğini artırdığında kendimi rahat bıraktım. Tekrar ve tekrar Dağhan'ın göğsünde ağlarken Dağhan yalnızca saçlarımı sevdi.

 

Ağlama demedi. Sakin ol demedi. Kendime gel demedi. Geçecek bile demedi, ağlamama izin verdi.

 

~~~ 

 

Yine buradaydım.

 

Kapıda duruyordum, kurtulduğum için seviniyordum ama bir yandan da kabullenilmeyecek olmanın korkusunu yaşıyordum.

 

Aptal, dedim kendime acı içinde gülümserken. keşke o gün kimse kabullenmeseydi seni.

 

Derin bir nefes alarak omuzlarımı dikleştirdim. Dağhan'ın ablasından aldığım topuklu ayakkabının topuğu taşlı yolda yürümemi engelliyordu ancak bu durmam için yeterli bir sebep değildi.

 

Elmas Arıcı mıydım? Elmas Arıcı’yı şimdi göreceklerdi. Güçse güçtü, dik duruşsa dik duruştu. Kimseye yıkıldığımı göstermeyi düşünmüyordum.

 

Adımlarımı kendimden emin bir şekilde atarken kalbimin attığı çığlıklar, zihnimin içinde plak gibi dönen anılar vardı ama hepsini görmezden geldim.

 

Birkaç ay önce acıyla ve özgüvensizlikle geldiğim eve bu kez yine acıyla ama hiçbir zaman sahip olamadığım özgüvenimle geldim.

 

Elimi zile götürüp çaldığımda bir kez daha derin bir nefes aldım ama ciddi anlamda gergin değildim. Kendimi rahat hissediyordum.

 

Acılarını kendine zırh edinen bir kadının rahatlığıydı. O kadın bendim.

 

İsmini unuttuğum kız kapıyı açtığında şaşkınlıkla yüzüme baktı, “El-Elmas Hanım?” dedi kekeleyerek. Yüzündeki şaşkınlığı görünce büyük bir gülümseme sundum ona.

 

“Selam tatlım aile bireyleri nerede?” kız bana şaşkınlıkla bakmaya devam ederken titreyen elini kaldırdı, içeriyi gösterdi.

 

“Sa-Salondalar küçük hanım.” dedi yine kekeleyerek. Neden ölüp sonradan dirilmişim gibi davranıyordu? Henüz ölmemiştim.

 

“Geçebilir miyim?”

 

Kafasını sallayıp kapıdan çekilerek geçmem için yol verdi. Kendinden emin adımlarla salona doğru ilerledim, içeriden konuşma sesleri geliyordu.

 

Topuk sesim parke zeminde yankı yaparken omuzlarımı daha çok dikleştirdim. Konuşma sesleri bir anda kesilirken gülümsedim. “Ben geldim Çakır Ailesi.”

 

Hazal, çökmüş haliyle ayağa kalktı. Tökezlediğinde Gülcan belinden tuttu, “Elmas?” dedi çatallı sesiyle. “Hoş geldin. Gel, gel otur.” yanındaki yastıkları kaldırdı ve kenara attı. Açtığı yere oturduktan sonra bacak bacak üstüne attım, ellerimi dizlerimin üstünde birleştirdim.

 

“Hoş buldum tatlım. Nasılsınız?” herkes şaşkınlıkla bana bakarken kapı yeniden çaldı, Mete, “Baba!” diye bağırıp koşarak kapıya doğru gitti.

 

“Bizi boşver de,” dedi Gülcan yutkunarak. Şaşkındı, herkes şaşkındı. Kimse benden böyle bir çıkış beklemiyordu. Haklılardı, iki gün önce evlerinde, gözlerinin önünde intihara kalkışmıştım. “neredeydin? Sen nasılsın?”

 

Gözlerimi Agâh Bey’e çevirdim. Pişmanlıkla yüzüme bakıyor, gözlerini birkaç saniyeliğine benden kaçırıyordu. Oysa ben göz bile kırpmadan yüzüne bakıyordum. “Mirza size söylemedi demek ki.” omuz silktim. “Mevzular uzun, kahveye ne dersiniz? Ah pardon burası sizin evinizdi ve ben misafirdim değil mi? Orta şekerli kahve alırım tatlılarım, sormadınız ama.” dilimi damağıma vurdum. “Hiç misafirperver değilsiniz bugün.”

 

“Elmas,” dedi Hazal üzüntüyle. “hatalıyız, bize istediğin gibi gönül koymak hakkın ama sence de önce olanları bilmemiz gerekmiyor mu?”

 

Sesi yorgun çıkmaya başlamıştı. Üstünde siyah bir eşofman takımı vardı, saçları yağlı ve topuzdu. Yüzünde gram makyaj yoktu hatta dudakları çatlamaya yüz tutmuştu. Ya da belki de o da tokat yemiştir.

 

“Tabii ki bilin şekerim. Çağlar abi gelsin, Tomris Hanım gelsin anlatacağım her şeyi.” o sırada Mihrimah oturduğu koltuktan, “Baba!” diyerek kalktı.

 

Herkesin gözleri Çağlar’a döndüğünde Çağlar, elinde birçok çiçek buketiyle birlikte salona girdi. Gülümsediğinde gözleri karısına döndü, aşkla parladı. Bana hiçbir zaman öyle bakılmayacak parıltılarla. Elindeki buketlerden beyaz olanı eline aldı. Beyaz şakayık buketiydi, kalp şeklinde. “Duydum ki bir ailede sahip olunabilecek en güzel kadınlar toplanmış. İzninizle ilk buketi dünyalar güzeli eşime vermek istiyorum. Bir gülüşünde değil bir demet, bahçeler dolusu çiçek açsa da gözünün gördüğü yerler de çiçek dolsun canımın en içi.”

 

Gülcan gözleri dolu bir şekilde ayağa kalkıp çiçek buketini eline aldı. Eşinin boynuna sıkıca sarılıp yanağına uzun bir öpücük kondurdu. Çağlar da dönüp eşinin burnunun ucunu öptü. Mihrimah, ayaktayken babasını yaklaşıp dizlerine vurmaya başladı. Herkes gülmeye başladığında Çağlar buketleri tek koluyla tutup kızını kucağına aldı. “Çok kıskanç bir hanımefendisiniz.”

 

“Artık benim kızım değil. Son günlerde fazla olmaya başladı.” gözlerini kısıp Mihrimah’a bakarken Mete annesinin bacaklarına sarılıp çenesini karnına yasladı. “Üzülme anne ben en çok seni seviyorum.”

 

Gülcan eğilip oğluna sarıldıktan sonra ayağa kalktı. “Ben doğurdum bu çocuğu, belli oluyor.”

 

“Kızımızı ben mi doğurdum Gülcan’ım?” Gülcan kötü kötü Çağlar’a baktı.

 

“Erkek sus, kızına bak. Benimle bir süre konuşmayın.” az önce oturduğu koltuğa geri dönüp Mete’yi kucağına oturttu. O sırada Tomris Hanım içeri girdi, endişeyle herkese baktı.

 

“Neler oluyor Elmas’a-” beni görünce cümlesi yarıda kaldı, hızlı adımlarla yanıma yaklaşıp kollarını boynuma sardı. Kimseden çıt çıkmıyordu, herkes bizi izliyordu. “çok şükür iyisin güzel kızım, çok endişelendik senin için.” ellerim hâlâ dizlerimdeyken hafifçe gülümsedim.

 

Bana bir yabancı gibi değil, annemmiş gibi sarılması hiç adil değildi. Özlemini çektiğim anne sıcaklığını bir yabancının kollarında hissetmek, kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu.

 

“Anneciğim gelmişken size de çiçeğinizi vereyim.” Tomris Hanım yanıma oturup Çağlar'a baktı. Sulu gözlerini tek eliyle kurutup damadını süzdü.

 

“Ne çiçeği evladım?” Çağlar kızını yere indirip kayınvalidesine yaklaştı, mavi bir buketi ayırıp reverans yaparak çiçeği uzattı. Tomris Hanım elini dudaklarının üstüne kapatarak güldü. “Ne gerek vardı oğlum?”

 

“Gereğinden değil anne, yüzünüzdeki gülümsemesi değer.”

 

Kalan diğer kadınlara da, Nilay ve Hazal, çiçeklerini verdikten sonra içinde üç tane yapay pembe gül ve küçük sürpriz yumurtalar olan beyaz buketi kızına uzattı. Mihrimah ellerini çırpıp babasına sarıldı. “Babi çi!”

 

Yüzümdeki buruk tebessümle Çağlar ve kızının iletişimini izledim. Çağlar’ın kızına olan sevgi dolu bakışları, kırmaktan korkarcasına tutuşu, varlığına ettiği şükür... Hepsi çok güzeldi.

 

Ve ben emindim, babası yanında olduğu sürece Mihrimah’ı kimse üzemezdi.

 

Kendi babamı düşündüm. Beni öldürmek isteyen babamı. Bana olan nefret dolu bakışlarını. Kemiklerimi kırmak istercesine vuruşlarını. Varlığıma ettiği küfürler. Dünyaya hiçbir zararı olmayan bir çocuk neden günahları ipe dizip boynuna urgan olarak geçiriyordu?

 

“Gelin Hanım?” dedi Çağlar ben düşüncelerimin içinde boğulurken. “Sizi de saydım haberiniz olsun.” bakışlarımı ona çevirdiğimde elinde kalan son beyaz buketi gösterdi. Kaşlarını kaldırırken gülümsedi.

 

Gülümsemeye çalışıp ayağa kalktım. Bebek mavisi lale buketini elime alıp kokladım. Dudaklarım yana doğru kıvrılırken tek kolumu Çağlar’ın beline sardım. Çağlar da tek kolunu bana sarıp omzumu tuttu ve sıktı. “Teşekkür ederim.”

 

Saçlarımın tepesine öpücük kondurdu. “Ne demek gelin hanım, mutlu olun yeter.”

 

Geri yerime oturmadan direkt olarak Agâh Bey’e döndüm, “Agâh Bey sizinle konuşmak istediğim şeyler var. Aile bireyleri için sorun olmayacaksanız özel olarak konuşmak istiyorum.” dedim.

 

Kafasını sallayıp ayağa kalkarken aile bireylerine döndü. “İzninizle biz çalışma odasına giriyoruz.” kimseden cevap beklemeden arkasını dönüp çıkarken kaşlarımı kaldırarak peşinden gittim.

 

Birkaç hafta önce girdiğim çalışma odasına yeniden girerken içimi boğuk bir özlem hissi sardı. İnsan hiç ait olmadığı bir yeri özler miydi?

 

“Elmas ben özür dilerim, uyuyakalmışım. Çıktığınızı-” koltuğa otururken elimi kaldırıp sözünü kestim.

 

“Hayatımın en berbat yirmi dört saatini geçirmiş olsam da Mirza'nın beni alıp götürmesi sizin suçunuz değildi. Kendinizi bu konuda suçlamayın ve kötü hissetmeyin. Bir suçlu arıyorsanız bu oğlunuzdan başkası değil.” masanın üstünden temiz bir kağıdı önüme çekip kalemlikten ucu kalın olan bir kurşun kalem aldım.

 

Agâh Bey’e hiç bakmadan zihnimden geçen görüntüleri çizmeye başladım. “Seni koruyacağıma söz vermiştin ama sen,” masanın karşısındaki döner sandalyeye oturdu. “Mirza’nın sana ne yaptığını bilmiyorum. Bu güçlü duruşunun altında şu an neler yaşanıyor bilmiyorum ama kızım hiç iyi şeyler olmadığını bilmiyorum.”

 

Hafifçe gülüp kafamı salladım. “Neler olduğunu bilmek ister misiniz?” kafamı sallayıp saçlarımı kafamı yana eğerek savurdum. Agâh Bey’in karamel rengi gözlerinin içine bakarak, “Dokundu bana. Rızam olmadan taciz etti beni. Sonra yetmedi dozunu arttırdı. Defalarca kez durdurmaya çalışmama, bağırmama, çığlık atmama direnmeme rağmen bana dokundu. Zorla sahip oldu Agâh Bey, isteğim dışında beni kendisiyle birlikte olmaya zorladı. Ruhum can çekişti ama ben ağzımı açıp tek kelime edemedim çünkü oğlunuz ben direndikçe vurdu bana. Ben direndikçe ruhumun ses tellerini kesti, ben direndikçe daha çok sıktı boynumdaki ipi, ben direndikçe daha derine girdi pençeleri.” elimi göğüs kafesimin üstüne koyup o anları yaşamanın verdiği stresle atan kalbime dokundum. “Ne oldu biliyor musunuz Agâh Bey? Bugüne kadar durması için uğraşılan kalbimi yerinden söküp aldı. Ben hisleriyle yaşan bir kadındım ama oğlunuz benim hislerimi girdabına alıp dağıttı sonra da hiçbir şey olmamış gibi çekti gitti. Bu karşınızda oturan kadın, güçlü bir kadın örneği değil aksine mahvolmuş bir kadın örneği.”

 

Agâh Bey her bir kelimemin sonunda gözlerindeki acı ve üzüntü büyürken bana bakıyordu. Yutkundu, benim ruhumun parçalanışına, bedenimin acı çekişine ve kalbimin yerinden söküp alınmasına saniye saniye şahit oldu. Titrek bir nefes alırken ellerini kaldırıp yüzünü sıvazladı. “Yaptı mı gerçektende bunları?” sesi titriyordu tıpkı elleri gibi, benim acım yüzünden.

 

Kafamın salladım. “Yaptı Agâh Bey. Üzgünüm ama yaptı, ben hepsini dakikalarda, saatlerce yaşadım, hissettim. Ama ne var biliyor musunuz? Nefes aldığım müddetçe oğlunuza hayatı dar edeceğim. Bana onun tutsağı olduğumu söyledi. Ona tutsak olmak ne demekmiş göstereceğim. Bunu size söylüyorum Agâh Bey bana engel olmaya çalışırsanız yalnız Mirza değil siz de yapacaklarımdan nasibinizi alırsınız.”

 

Agâh Bey yüzüme bakmaya devam ederken kafasını ağır ağır iki yana salladı. “Engel olmam ama o hâlâ oğlum Elmas. Canımdan kanımdan bir parça. Canına zarar gelsin-”

 

“Oğlunuz bir insanın canına verirken oğlunuz değil miydi? İnsan canının yanmasını göze alamıyorsa can yakmamalı aksi takdirde çok şey kaybeder.” diyerek sözünü kestim.

 

Mirza'nın canının yanması umurumda bile değildi. Benim canım yanarken herkes susmuştu şimdi Mirza'nın canı yanarken dünya çığlık atsa bile duymayacaktım. Benim çığlıklarıma sağır olduysa dünya, ben de kulak asmayacaktım hiçbir bağırışa.

 

“Şimdi sizden yardım istediğim iki konu var.” kalemi kağıtta kaydırmaya devam ederken bakışlarımı yeniden önüme çevirdim.

 

“Söyle tabii elimden gelirse.”

 

Kafamı kaldırıp kalemliğe baktım. Kırmızı kalemi elime alıp ucunu açtım ve kağıdıma döndüm.

 

“Birincisi Antalya’ya gitmemiz gerekiyor. Eğer gücümüz yeterse babamı tutuklattırmak istiyorum. Beni öldürdüğü evden bileklerinde kelepçe ve müebbet cezasıyla çıksın istiyorum.” kalemi kağıtta sürterken zihnimde dolanan bir şarkı vardı ancak ne olduğunu bulamıyordum.

 

“Ceza almasını sağlayabilirim ancak müebbet zor.” dedi sakin bir sesle.

 

“Ceza alması da yeterli. Annemle bana cehennem azabı çektirip elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşmasını istemiyorum.” kurşun kalemle çizdiğim kadının saçlarına sarmaşıklar ekledim. Sarmaşıkların içinde çiçekler vardı.

 

“Diğer konu ne?” dedi meraklı bir ses tonuyla.

 

Buraya geldiğim günden beri aklımda dönüp duran düşünceyi sesli söylemeye hazır mıydım? Derin bir nefes aldım ve Agâh Bey’e bakmayıp çizimime bakmaya devam ederek, “Annemi İstanbul'a getireceğiz ama annem de benimle kalacak. Ne sizin eviniz, ne de Mirza'nın evi, ikisini de istemiyorum. İkimiz kendi başımızın çaresine bakarız.”

 

Agâh Bey, “Ne?” diye sordu ama tam olarak hangisine sorduğunu anlayamadım. “Nasıl başımızın çaresine bakarız? O ne demek Elmas?”

 

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Dudaklarımı ıslatırken derin bir nefes aldım. “Sizin desteğiniz bir tek banaydı Agâh Bey. Annem de ben de bize daha fazla destek vermenizi kabul etmeyiz. Ben zaten işe başlayacağım, bir süre bir arkadaşımda kalıp sonra küçük, mütevazı bir ev tutarım.”

 

Agâh Bey dirseklerini masaya yaslayıp ellerini birleştirdi, çenesini ellerine yasladı. “Size destek vermek bana gurur verir, mutlu eder. Ha annen burada kalmak istemez, seninle kalmak ister bir şey diyemem ama biz de senin aileniz Elmas.”

 

Bakışlarımı kaçırıp çizimime çevirdim. “Ailem olsaydınız oğlunuz ruhumu bedenimden ayırırken yanımda olurdunuz. Şimdi yukarıda kızlarınızdan birinin parmağına kıymık batsa siz buradan hissedip yanlarına gidersiniz. Ben kendinden geçecek kadar acı çektim hissettiniz mi? Hayır hissetmediniz. Bana biz aileniz demeyin çünkü ben ailenizin bir parçası değilim.” bu gerçek benim neden canımı yakmıştı? “Eğer mümkünse bugün hatta hemen şimdi Antalya’ya gitmek istiyorum. Daha fazla kimseyi uğraştırmak da kendim uğraşmak da istemiyorum.”

 

Kırmızı kalemle çizdiğim kurdun tüylerini biraz belirginleştirip kalemlikten daha koyu bir kırmızı kalem aldım ve kurdumun burnunu çizdim. Kadının yüzüne kurşun kalemle birkaç çizik ekleyip kalemleri yerine yerleştirdim ve resmimi biraz kaldırıp uzaktan baktım. Güzel gibi görünüyordu.

 

Sol alt kısma bugünün tarihini atıp altına imzamı attım. Resmi masaya bıraktıktan sonra Agâh Bey eline alıp inceledi. “Yeteneklisin.”

 

Alayla güldüm. “Yetenekten değil acıdan başladım resim çizmeye.”

 

Agâh Bey derin bir nefes alıp, “İstersen şimdi çıkabiliriz Antalya'ya yola. Yasin bizimle olmayacak ama.”

 

~~~ 

 

Yalnızca bir buçuk saat sonra kendimi yine yolda bulmuştum. Yine bir arabanın arka koltuğunda, yine başıma ne geleceğini bilmeden oturuyordum.

 

Agâh Bey direkt olarak arkadaşlarını arayıp Antalya'daki merkezle iletişime geçmelerini istemişti. Benim için bir darp raporu çıkaracaktık, vücudumda hâlâ izleri vardı. Üstüne dolandırıcılık ve yasa dışı kumardan da tutuklanacaktı.

 

Kafamı cama yaslayıp başıma gelenleri düşündüm. Yaşadıklarım ve yaşayamadıklarım. Tepkilerim ve tepkisizliğim. Gücüm ve güçsüzlüğüm.

 

Benim direnişim bir güç müydü? Güçlü değildim, güçlü olsam yıkılmazdım. Güç yıkılmamak demek miydi yoksa yıkıldığın gibi ayağa kalkmak mı?

 

Kendimi bir binaya benzettiğimde yıkılmamak güç demekti. Yıkılan bir binaya kimse güçlü demezdi. Aldığı darbelere rağmen yıkılmayan bir binaya güçlü denirdi.

 

Ben henüz yıkılmamıştım ama yaşadıklarım bir insanın kaldırabileceği şeyler miydi? İntiharın eşiğine gelmiş bir insan olarak kendime yıkılmadığımı söylemem çok ironikti.

 

Mirza bana dokunmuştu. Bu gerçek henüz zihnimin içinde kabullenemediğim bir şeydi. O anları yok saymak kendimi daha temiz hissettiriyordu. Kendimden iğrenmemem gerekiyorsa ama ben kendimden iğreniyordum.

 

Elleri vücudumun her yerindeydi, her yerime dokunuyordu ve ben tepki veremiyordum. Kulağıma yüzsüz gibi zevk aldığını fısıldayan sözleri... Silkelenip kendimi düşünmekten kurtardım çünkü düşünürsem dayanamazdım.

 

~~~ 

 

Aradan geçen saatlerin sonunda her şeyin başlangıcı olan evin önünde durduğumuzda derin bir nefes aldım.

 

Burada doğmuştum, cehenneme atılan ilk kibrit bu olmuştu. Burada büyümüştüm, ateşe atılan odun olmuştu. Buradan kurtulmuştum, cehennemi peşimden gölgem gibi sürüklediğimi bilmeden. Ve şimdi yanıyordum. Kendi cehennemim öyle bir yakıyordu ki beni, ruhumun derisi büzüşüyordu. Yanıyordum ama çığlık atamıyordum.

 

“Elmas kızım?” sırtıma dokunan elle irkilip kendime geldiğimde gözlerim doldiğini hissettim. Hızlıca gözlerini kapatıp yaşları geri gönderdim. Bugün ağlamak yoktu, artık hayatımda ağlamak yoktu.

 

“İyiyim Agâh Bey. Haftalar sonra gelince biraz garip oldum.” Agâh Bey inanmasa da kafasını salladı.

 

“On dakikaya kadar ekipler burada olurmuş, baban kesin evde mi?” bakışlarımı evin kapısına çevirdim. Bu saatlerde evde olurdu, saat üç gibi kahveye gider okey oynardı, saat kaç gibi içmeye gittiği hakkında bir fikrim yoktu ama gece geç saatte gelip annemü ya da beni döverdi. Bazen dövemeden sızardı, ertesi gün daha ağır dayak yerdik.

 

“Evde olması gerekiyor.”

 

“İstersen eve geç, demek istediğin bir şeyler varsa-” sözünü kestim.

 

“Bileklerinde kelepçeyle o kapıdan çıkmadığı sürece hiçbir şey demek istemiyorum.”

 

“Umarım cezasını çeker de için rahat eder güzel kızım.” elini yeniden sırtıma yerleştirdi ve omzuma doğru kaydırıp omzumu sıvazladı.

 

O sırada bize doğru yaklaşan iki beyaz araç görünce bakışlarım onlara döndü. Sivil giyinmiş iki polis memuru öndeki araçtan indikten sonra yanımıza yaklaştı. “Polis, Nice Haznedar. Şikayetçi olan siz miydiniz?”

 

Kadına dönüp kafamı salladım. “Elmas Arıcı-” dedim ancak resmiyette soyadımın Çakır olduğu aklıma gelince, “Çakır.” diye ekledim.

 

“Memnun oldum Elmas Hanım. Kimi alıyoruz?”

 

Evin kapısına yaklaşıp kapıyı çaldım. İçimden evde olması için dua ederken gözlerimi kapattım. Sadece birkaç saniye sonra kapı küfürler eşliğinde açıldığında gözlerimi açıp gülümsedim. “Elmas?” dedi şaşkınlıkla. Küfür ettikten sonra, “Ben fazla mı içtim bugün?” dedi kendi kendine. Elindeki alkol şişesini kafasına dikti.

 

“Şahin Arıcı hakkınızda şikayet var. Dolandırıcılık, kadına şiddet, yasa dışı kumar ve bağımlılıktan dolayı sizi merkeze kadardır ağırlamamız gerekiyor.” dedi Nice Haznedar. Belinden kelepçesini çıkarıp babama yaklaştığında babam şaşkınlık ve öfkeyle bize baktı.

 

Kapıyı yüzümüze kapatmaya çalışırken Nice ile birlikte gelen erkek polis memuru kapıyı tuttu. “Lütfen zorluk çıkarmayın, sizi götüreceğiz.”

 

Babam küfürler edip bağırıp çağırırken kapıdan uzaklaştım ve gülümsedim. Yeşil gözlü adam babamın ellerini tutarken Nice kelepçeyi bileklerine geçirdi.

 

O an çocukluğumun bileklerindeki kelepçeler koptu ve çocukluğum özgür kaldı. Acıyla attığı çığlıklar mutlu birer haykırışa dönüştü. Sağ gözümden mutlulukla dolu iri bir Samoa yaş aktığında, “Baba!” diye seslendim o sıfatı hiç hak etmiyor olmasına rağmen. Babam arabaya bindirilmeden bana dönünce gözlerindeki öfke beni o an yerin dibine gömebilirdi. “Ben sana demiştim, mahvolacaksın ve ben annemle gülerek seni izleyeceğim dedim. Bak sen ömrün boyunca dört duvara mahkum olacaksın ben ve annem özgürlüğümüzü yaşayacağız.”

 

Mutlulukla kahkaha atmaya başladığımda gözlerinden yaşlar akıyordu ama bu kez mutluluktandı. Bitmek üzereydi, annemi alıp gidecektim buralardan.

 

Babam burnundan bir nefes verip gülerken, “Aptal kız.” dedi yalnızca. Neden öyle dediğini anlamamıştım ama umurumda değildi.

 

Anneme kavuşacaktım. Annemle mutlu olacaktık.

 

Evin açık kapısına yaklaşıp, “Anne! Ben geldim!” diye seslendim heyecanla. Küçük evimizin kapısı bile olmayan bütün odalarına baktım ancak annem yoktu. Annem neredeydi?

 

Kaşlarımı çatıp, “Anne?" diye seslendim yine. Adımlarımı kapıya doğru çevirirken yeniden anneme seslendim, daha yüksek sesle. Komşulardan birine mi gitmişti?

 

Annem kimseyle görüşmezdi, herkes annemden uzak durmayı tercih ederdi ama bir tek Yeliz Teyze anneme kucak açardı.

 

Yeliz Teyzemin evinin önüne gelip alacaklı gibi kapıya vurmaya başladım. “Yeliz Teyze! Yeliz Teyze aç kapıyı!” içimi sebepsiz bir telaş sardığında yutkundum. Kapıya vurmaya devam ederken Yeliz Teyzeye seslenmeye devam ediyordum.

 

Kapı nihayet açıldığında Yeliz Teyze kafasındaki siyah şalla birlikte yüzüme baktı. “Elmas kızım? Hoş geldin.”

 

“Yeliz Teyze annem nerede? Bak babam tutuklandı, içeri aldılar. Annemi alıp gideceğim buradan. Kurtulduk babamdan.” heyecanlı ses tonum karşısında yutkundu, uzanıp ellerimi tuttuktan sonra dolan gözlerini gözlerime çevirdi. İçimdeki heyecan balon gibi sönerken, “Yeliz Teyze? Neden ağlıyorsun?” diye sordum.

 

“Kızım,” dedi acı dolu bir ses tonuyla.

 

Kalbim korkuyla çarpmaya başladığında Yeliz Teyzenin ellerimi tutan ellerini sıktım. “Neler oluyor?”

 

“Kızım biz,” dedi ve ağlamaya başladı. Hıçkırarak ağlıyordu ve ben gittikçe endişeleniyordum. Korku bedenimi sardığında yutkundum.

 

“Ne oldu?” diye fısıldadım, korkudan sesim çıkmıyordu.

 

“Yirmi gün önce anneni kaybettik.”

 

~~~

 

Arayı açmadan bölüm atacağım dedikten sonra nasıl araya 848383980494 gün girdi oynat bakalım.

 

Sizi seviyorum!

 

Instagram diaryofanas

Loading...
0%