@diaryofanas
|
candan erçetin, annem
.
Rivayetlere göre ormanda her şeyi bilen ve Bilgi Ağacında yaşayan bir kuş varmış. Kuşa Simurg, Zümrüd-ü Anka veya Phoenix denirmiş.
Ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişi temsil eden Anka kuşu kocaman, altın renginde ama alev görünümlü tüylerle tasvir edilirmiş.
Alevlerle temsil edilmesinin sebebi kendini feda ederek yuvasında yanması ve küllerinden yeniden doğmasıymış.
Aynı zamanda Anka kuşları öleceği zamanı hisseder ve ölecekleri zaman kendilerini yuvalarına kapatırlarmış. Kuru dallarla yaptıkları yuvalarını nereden geldiği henüz belirlenemeyen yapışkan bir sıvıyla sararlar ve güneş doğunca o kuru dalların yanarak kendilerini yakmasını beklerlermiş.
Güneş dalları yaktığında Anka kuşu alevlerin içinde kül oluncaya kadar kalır sonra da külleri birleşip Anka kuşunu yeniden var edermiş.
Anka kuşunun hikayesini ilk okuduğumda bana bir intihar gibi gelmişti ancak durup düşündüğümde yeniden ve daha güçlü bir şekildedir ayağa kalkmak çok mantıklıydı.
Yarım saat kadar önce gördüğüm kâbus yüzünden uyanmış, Mihrimah'ı yanımda göremeyince endişelenmiştim. Hemen sonra telefonuma baktığımdaysa Gülcan eve gittiklerine ve Mihrimah'ı yanımdan aldığına dair bir mesaj atmıştı.
İçim rahatlarken ayağa kalkmış ve Mirza'nın çizim odasına girmiştim. Burası bana nedensiz bir huzur veriyordu. Bu eve dair kendimi ait hissettiğim tek yer burasıydı. Kalemler, kağıtlar, boyalar... Hepsi kendimi iyi hissetmemde bana yardımcı oluyordu.
Duvarın yanındaki dolaba yaklaşıp boş bir tuvali elime aldım ve boş şövalelerden birinin üstüne yerleştirdim. Ucu açık kurşun kalemlerden birini masadaki kalemlikten çıkardım ve küçük tabureyi şövaleye yaklaştırıp derin bir nefes aldım.
Resmime başlamadan önce telefonumu elime aldım ve Dağhan'ı aradım. "Alo Elmas? İyi misin?"
Derin bir nefesi içime çekip telefonumu masaya bıraktım, aramayı hoparlöre alırken, "İyiyim canım da aşk olsun yani ben seni sadece kötü olduğumda mı arıyorum?" dedim şakasına. Oysa hiç şaka yapacak hâlim yoktu.
"Yani, tabii öyle değil de sadece-"
"Dağhan." dedim saflığına gülerken. "Şaka yapıyorum."
"Olsun ben yine de açıklayayım kendimi." dedi ama utanmıştı. Sesinden bile belliydi.
"Açıkla bakalım."
"Ee ne yapıyorsun? Gelecek misin buraya geri? Tabii ki geleceksin izin vermem orada kalmana. Odayı da temizledim zaten."
Kalemimi tuvale sürtüp yapmak istediğim resmin ilk dokunuşunu yaptım. "Ben de o yüzden aramıştım seni, bir-bir buçuk saate kadar beni almaya gelebilir misin?"
"Gelirim de, neden o kadar bekliyoruz?" dedi merakla.
"Resim çiziyorum bitmeden kalkmak istemiyorum."
"Resmi eve getirecek misin?" diye sordu. Resmi çizen elimin duraksadığını hissettim. Götürecek miydim? Elbette götürecektim. Benim emeğimdi, benim çizimimdi.
"Getireceğim tabii ki. Yani eğer evinde istersen, ne bileyim şeyse," yanaklarımın ısındığını hissederken Dağhan kıkırdadı.
"İsterim elbette Elmas aşk olsun. Senden gelecek hiçbir şeye hayır demem."
Yanaklarımın iyice alev aldığını hissettiğimde, "Utandım ve telefonu yüzüne kapatacağım. Hazır olunca sana mesaj atarım." diyerek telefonu yüzüne kapattım.
Elimdeki kalemi kenara bırakıp iki elimle yüzüme hava yaptım ancak hararetim geçmiyordu. Yüzüm hâlâ alev alıyormuş gibiydi, kor alevlerde yanıyordum.
"Sakin ol Elmas," dedim kendi kendime. Ama olamıyordum. Sakin olmam gerekiyordur, utanmamı gerektirecek bir durum yoktu.
Telefonumu elime alıp hüzünlü şarkıların olduğu bir çalma listeri buldum ve çalmaya başlayan ilk şarkı içimdeki yangına benzin döküp alevleri boğazıma dizdi.
Candan Erçetin, Annem.
Resim çizen elim duraksadığında yutkundum. Şarkıya eşlik etmeye başladığımda resim titrediğinde gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Ben kararlı uçarken yolumda, Sen çatık kaşlarının altında, Her yeni güne sevgiyle başlarsın
Annem yeni günlere sevgiyle başlayamazdı. Annem artık yeni güne bile başlayamazdı. Annem artık yoktu ölmüştü. Babam öldürmüştü. Babam annemi döverek öldürmüştü ve bundan ufacık bir pişmanlık duymamıştı. Annemi öldürürken tereddüt bile etmemişti.
Ağlamam gittikçe hıçkırıklara ve hıçkırıklarım kahkahalara dönüşürken kafamı iki yana salladım, akli dengem iyice bozuluyordu.
Hıçkırıklarım artarken ellerimle yüzümü kapattım, kimin duyacağını ya da birinin duyup duymayacağını umursamadan ağlamaya başladım.
Kayıplar bu kadar can yakıyor muydu? Kayıplar bu kadar yakıyor muydu bir insanın içini? Kayıp değildi anneydi. Her kayıp mı bu kadar can yakardı yoksa ölen annem olduğu için mi bu kadar acıtmıştı?
Ağlamam şiddetlenince kapının açıldığını duydum ama o kadar umurumda değildi ki dönüp kimin geldiğine bakmadım.
Annem ölmüştü. Ben anneme söz vermiştim, kurtaracaktım onu. Biz mutlu olacaktık, iyileşecektik, babamın açtığı bütün yaraları kapatacaktık. Annem beni yarı yolda bırakmıştı. Ben dayanmıştım ama o gitmişti. Ben de gitmek istiyordum.
"Elmas!" dedi Hazal yüksek bir sesle. Yüzümü kapattığım ellerimi tutup yüzümden çektikten sonra iki elini yanaklarıma yerleştirdi. "Bana bak Elmas, bak bana." yaşların hâlâ aktığı gözlerimi yüzüne çevirdiğimde endişe ile dolan gözlerini gördüm.
Hiçbir şey demeden kollarını bana sardığında kafam göğsüne denk geldi. Elleri bir kardeş sıcaklığıyla saçlarımı severken mümkünmüş gibi daha çok ağladım. "Hazal," dedim titrek bir sesle. "annem, annemi," dudaklarım arasından acı dolu bir inleme çıktığında kahkaha atmaya başladım. "babam öldürmüş. Babam ya annemin kocası." Hazal'dan ayrılıp yüzüne baktım. Gözlerimden yaşlar hâlâ akarken kahkaha atmaya devam ettim. "Babam o adam biliyor musun? Kıymış anneme, öldürmüş. Gözünü bile kırpmamış. Acımamış hiç." Hazal yüzüme bakarken ben onun gözlerinin yansımasında kendi acımı gördüm. Hazal kollarını yeniden bana sardı ve saçlarımın tepesine küçük bir öpücük kondurdu.
"Özür dilerim Elmas, geçmez biliyorum ama özür dilerim. Her şey için özür dilerim." sesinden akan pişmanlık kendimi daha kötü hissetmeme neden oldu. Hep böyle mi olacaktı? Kalbimdeki yangında ömür boyu yaşamaya mahkum muydum?
"Benim yüzümden öldü." hıçkırıklarım artarken Hazal bana daha çok sarıldı.
“Hayır kuzum benim yok öyle bir şey. Senin yüzünden falan değil, suçlama kendini. Hem eminim gittiği yerde çok daha huzurludur.”
Hazal’ın beni teselli etmeleriyle ne kadar ağladığım hakkında bir fikrim yoktu. Sakinleştiğime kanaat getirdiğimde burnumu çekerek Hazal’dan ayrıldım.
“Benim yukarıda birkaç parça eşyam vardı, onları almaya gideyim.” masadaki telefonumu elime alıp Hazal'ın cevap vermesine izin vermeden odadan çıktım.
Aslında yukarıda eşyam falan yoktu, buradan taşınırken Mirza her şeyi almamı söylemişti. Yukarı çıkıp adımlarımı Nilay’ın odasına doğru çevirdim. Kapıyı arkamdan kapatıp kilitledikten sonra telefonumun kilidini açtım, son aramalarda Dağhan’ın ismini bulup üstüne tıkladım.
“Ne oldu bitti mi utanman?” diye sordu Dağhan gülerek.
Burnumu yavaşça çekip sesimin titrememesi için yutkunurken, “Dağhan,” diye mırıldandım.
“Ağlıyorsun.” dedi ben daha hiçbir şey demeden. “Ne oldu? Ne yaptılar?”
“Gelip beni alır mısın?”
“Konum at geliyorum.” telefon yüzüme kapandığında odadan çıkıp aşağı, resim odasına geri gittim. Yalnızca ufak tefek çizgiler attığım tuvalimi elime alıp odadan çıktım.
Salona girdiğimde Hazal elinde telefonla koltukta oturuyordu. Yanındaki tekli koltuğa oturduğumda, “Hayırdır bu çökmüş halin? Dolabında pembe dışında kıyafet yok sanıyordum.” dedim. Üstünde lacivert bir şortlu takım vardı.
“Benim değil Nilay’ın bunlar.” dedi kafasını kaldırıp bana bakarken. Telefonuna geri dönecekken keskin bir şekilde bakışlarını bana çevirdi. Telefonunu oturduğu koltuğa bırakıp ayağa kalktı, ürkütücü bir şekilde bana yaklaşırken damarlarımda akan kana korku karıştı.
“Hazal ne yapıyorsun?” bacaklarımı kendime çekerken Hazal yere doğru eğildi ve dizlerimi tuttu.
“Elmas,” dedi sesi titrerken. “ne olur affet beni. Evet hatalıyım evet yanlış yaptım ama lütfen affet beni. Ben sandığımdan çok seviyormuşum seni, sandığımdan daha değerliymişsin.” gözlerinden yaşlar akarken kafasını dizlerime yasladı. “Bağır çağır küfür et, küs, trip at ama yok sayma beni.”
“Sen beni yok sayarken ben susup kabullendim Hazal, ailenizde de çevrenizde de bana yer olmadığını. Agâh Bey ve Tomris Hanım dışında kalanlar olarak siz de kabullenin hayatımda sizlere yer olmadığını.”
Kafasını yavaşça dizlerimden kaldırıp ayağa kalktım ve salondan çıkarken arkamdan geliyor olmasını umursamadan dış kapıya yaklaştım.
Dışarıya adımımı atar atmaz telefonum çaldı ve evin önünde bir araba durdu. Sürücü koltuğu tarafından Başak inince gülümsedim. O da gülümseyerek bana el salladığında arkama bakmadan arabaya yaklaştım.
Bu evden son çıkışımdı, dönüşüm olmayacaktı. Bu aileyi ilk terk edişimdi, ikincisi olmayacaktı. Özgürlüğüm için attığım ikinci ve sonuncu adımdı, umarım ki tekrarı olmayacaktı.
Arabanın arka koltuğunun kapısını açtım ve arabaya binerken Başak da arabaya bindi. “Dağhan nerede?” diye sorarken tuvalimi yanıma bıraktım. Başak cevap vermek yerine gülümsedi. Kaşlarımı çattım.
“Ta-da-da-daaaam.” dedi Dağhan ön koltuktan arkaya doğru kalkarak.
Kendimi tutamayıp kıkırdadım. “Ya sen neden oradasın?”
Dağhan koltuğa düzgünce otururken, “Boşanma davası açacaksın, her türlü riskli durumdan kaçınman gerek. Suçlu olan karşı tarafken bir anda beni aldattı diyerek seni suçlayabilirler. Aile bireylerinin hepsi bir erkekle evden çıktığını görselerdi avukatla birlikte bunu aleyhine kullanabilirlerdi. Hem,” devamında sustuğunda ne diyeceğini anladım ve bu hiç olmadığı kadar canımı yaktı.
“Beni,” dedim yutkunarak ve gözlerim doldu. “teste sokup bekaretimi kontrol edebilirler.”
Dağhan sıkıntılı bir nefes verdi. “Üstelik o gün vücudunda sperm örnekleri vardı, test yapılsa dahi o spermin kime ait olduğu hamile kalmadığın sürece tespit edilemeyebilir. Vücudunda tükürük örnekleri, kıl ve saç örnekleri, tırnak izleri vardı. Eğer,” tekrar sustuğunda yutkundum.
“Eğer?” dedim sessizce, ağlamamak için.
“Eğer istersen şimdi hastaneye gidebiliriz. Bu tür saldırılardan sonra kadınların iyileşme süreci dokuz ve yirmi dört gün arasında değişiklik gösterir. Spermin kime ait olduğu bulunamasa bile-”
“Hırka,” dedim birden.
Dağhan arkasını dönerek kaşlarını çattı. “Ne hırkası?”
“Sana geldiğim hırka. Yıkadın mı?”
Dağhan'ın dudakları aralanırken, “Tabii ya!” dedi kahkaha atarak. “Delil olarak kullanırız diye steril bir poşete yerleştirdim. Sperm örneği bulunacağını zannetmiyorum ama kıl örneği bulunabilir.”
“Dağhan.” derken Dağhan yeniden bana döndü.
“Efendim güzelim?”
Gözlerimi kaçırırken utandığımı hissettim. Kendimden iğrendiğimi de. O gün aklıma geldiğinde gözlerimi kapattım. Düşünme vaktim bugüne kadar hiç olmamıştı ancak şimdi, her şeyi çok net hatırlıyordum ve bu çok ağırdı.
“Zorlama kendini istersen.” dedi Dağhan yumuşak bir ses tonuyla. Bakışlarını yol boyunca sessizce oturup bizi dinleyen Başak’a çevirdi, sanki ondan rahatsız olup olmadığımı öğrenmek için.
“İçim,” dudaklarımı ıslatıp titrek bir nefes aldım. “içime bo,” gözlerimi sıkıca kapattım. Kafamı koltuğa yaslayıp gelen yaşları geri göndermeye çalıştım ancak çok zordu. “boşaldı.” diye fısıldadım zorlukla. “Eğer muayeneye girersem içimde bulunur mu örnek?”
Ortamda bir süre sessizlik olduğunda iki gözümden aynı anda yaşlar akmaya başladı.
“Resmî ya da hukukî bir belge olmadığı sürece bu tür muayeneler yapılmaz. Ben dava açmayı denerim ama kesin olarak o olayla ilgili belge almak istiyorsan, hemen şimdi halledebilirim.”
Buna hazır mıydım? Birinin daha vücuduma dokunmasına...
“Muayene,” Yutkunmaktan artık boğazım ağrıyordu ancak yutkunmadan da konuşamıyordum. “nasıl yapılıyor?”
Dağhan sıkıntılı büyük bir nefes aldı. Bir süre sessiz kalırken benim gözlerimden yaşlar sessizce akmaya devam ediyordu. “Uzman doktor öncelikli olarak seninle konuşuyor ve yazılı bir onam alıyor. Senin rızan olmadan muayene etme hakkı elbette ki olmuyor. Onayın alındıktan sonra doktor sana birkaç soru soruyor ve cevaplarına bağlı olarak kendince bir tespitte bulunuyor. Sonrasında fiziksel bir muayeneye giriyorsun. Fiziksel muayeneden sonra cinsel organların muayenesi yapılıyor. Cinsel saldırının hangi bölgeden yapıldığına bağlı olarak hymen muayenesi yapılıyor. Hymenin gördüğü zarar göz önünde bulundurularak bir rapor hazırlanıyor. Eğer ki zarar büyükse saldırı kurbanı tedavi sürecine bile girebiliyor.”
“Yani,” ellerimle yüzümü kuruladım. “dokunacaklar bana yine.”
“Eğer bunu kabul edersen, istersen ve rızan olursa maalesef ki uzman doktor sana dokunacak. Ama söz veriyorum Elmas bu son olacak. Bir daha kendi ellerin bile rızan olmadan sana dokunmayacak.”
Burukça gülümsedim. “İstiyorum. Muayene olmak istiyorum.”
~~~
Yok olmak ve yok olduğunu düşünürken yeniden var olmak. Hayatın akışı bundan ibaretti aslında, bunu göremeyen bizlerdik.
Özel bir hastanenin jinekoloji bölümünde sıramın gelmesini bekliyordum. Durumum özel olduğu için başka bir doktor tarafından kontrol edilecektim ve bu beni daha çok geriyordu.
“Dağhan,” sesim ve ellerim delicesine titriyordu. Korkuyordum.
“Söyle güzelim ne oldu?” yanımdaki boş koltuğa oturup titreyen ellerimi tuttu, ellerim onun avuç içleri içinde ısınırken baş parmakları ellerimin tersini okşadı.
“Çok geriliyorum.”
“Sakin ol ve rızan olmadığı sürece hiçbir şeyi yapmak zorunda olmadığını unutma. Vazgeçersen o odadan izin almadan çıkacaksın.” sesi rahatlatıcı geliyordu ancak ben rahatlayamıyordum.
“Yalnız girmek zorunda mıyım?” gözlerimi Dağhan’ın yüzüne çevirdiğimde gergin çehresiyle karşılaştım.
Kafasını sallarken, “Özel bir muayene bu. Hastane kayıtlarına bile geçmiyor.” dedi belki de ellinci defa.
Oflarken odanın kapısının kilidi açıldı ve bir hemşire beyaz kıyafetiyle dışarı çıktı. “Elmas Çakır?”
Gözlerimi Dağhan’a çevirdiğimde sakince ellerimi bıraktı. “Git hadi ben buradayım bir şey olursa.”
Gergin bir nefes alıp ayağa kalktım ve yavaşça odaya girdim. Hemşire beni bir odaya geçirip kapıyı kapattı. Korkmaya başladığımı hissettiğimde bakışlarımı odaya çevirdim. Kadın doktor bana yaklaşırken gülümsedi ve masasının karşısındaki koltukları gösterdi. “Elmasçım geç otur. Gerilmeni gerektirecek hiçbir durum yok.”
Yavaşça koltuğa oturup ellerimi koltuğun oturma yerine yasladım ve dimdik oturdum. “O sandalyede otursam ben de gerilmezdim zaten. Asıl mevzu bu koltukta oturup sakin kalabilmek.”
Doktorun şaşırdığını yüz ifadesinden anlamıştım anlamaktan öte hissetmiştim. Yine de gülümsedi ve elini uzattı. “Gerginliğini anlayabiliyorum ama sadece konuşacağız, lütfen biraz sakinleşmeyi deneyebilir misin? Ben Aydan.”
Gerginlikten buz tutmuş ellerimi kaldırıp sağ elimi doktora uzattım. “Elmas.” diye mırıldanırken içimden hiçbir şey olmayacağını tekrar ediyordum. Bir şey olursa Dağhan yanıma gelirdi. Yalnız değildim.
“Memnun oldum Elmas. Bana biraz kendinden bahsetmek ister misin?”
“Hayır istemem. Ne yapacaksak yapabilir miyiz? Gitmek istiyorum buradan.” göğsüm korkuyla kalkıp iniyordu ve ben endişe duyuyordum.
Doktor derin bir nefes alırken, “İstemediğin hiçbir şeyi sana yapmayacağım Elmas, eğer gitmek istiyorsan şimdi çıkıp gidebilirsin. Kendini hazır hissettiğin zaman tekrar gelirsin.” diye açıkladı kendini.
“Hayır muayeneyi istiyorum. Yapalım.” içimdeki korku büyüdü, büyüdükçe nefes alamadım.
(Buradan sonrasında muayeneyi açık bir şekilde yazacağım. Lütfen etkilenecek olan okumasın 🥲)
“
Peki,” dedi Aydan Hanım. “önce o günü bana lazım. O günün tarihini, saldırgan veya saldırganların kaç kişi olduğunu, saldırının nereden olduğu, lavabo ihtiyacını en son ne zaman giderdiğin gibi sorulara cevap vermeni istiyorum.”
Yutkunup gözlerimi kapattım. “19 Mart günüydü, 20 de olabilir çünkü geceyi sabaha bağlayan bir vakitti.”
Biz neden evimizdeydik?
Zihnimle oynamaya çalışmıştı, beni gördüklerim ve yaşadıklarımın kafamda kurduğum dünyada olduğuna inandırmaya çalışmıştı.
“Neredeydiniz?” dedi Aydan Hanım.
Ellerim titremeye başladığında o gün ve o anlar gözlerimin önünde yeniden dönmeye başladı.
Bir şey yapmayacağın.
Yapmıştı. Yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı.
“Evdeydik. Sadece ikimiz vardık. Büyük bir kazadan çıkmıştım ve ın günlük bir koma gibi bir şeyden yeni çıkmıştım.” ve o bunu, travmamı kullanarak beni kaçırmıştı. “Zor bir sürecin içindeydim. Üstüme gelerek bayılmama neden oldu ve,” yeniden yutkunduğumda sesimin titrediğini hissettim. Ağlamayacaktım.
“Kendini anlatmak için zorlama, vaktimiz var.” dedi Aydan Hanım’ın rahatlatıcı sesi. Kafamı sallarken derin bir nefes aldım.
“Kendi evinizde uyandım. Bana,” dudaklarımı ıslatırken dudaklarım arasından titrek bir nefes çıktı. “yaşadığım her şey benim kafamda kurmammış gibi davrandı. Beni dövmemiş gibi, ben günlerce komada kalmamışım gibi, ben delirmişim gibi.”
Ben delirmiş olabilir miydim? O an değil belki ama bugünlerde delirme noktasına gelmiştim.
“Sonra odaya gittim, telefonumu almak için. İkimizi odaya kilitledi. Ben, ben sanmıştım ki yine vuracak, yine dövecek ama o bana yaklaştı.”
O bana yaklaştı ve ruhumu bedenimden ayırdı.
“Aranızda bir atışma geçti mi? Ona direndin mi?” dedi doktor. Sesi sabitti.
“Direnmeye çalıştım ama direnecek gücüm yoktu, dediğim gibi ağır bir sürecin içindeydim.”
Gözlerimi yavaşça aralarken yaşlar gözlerimden yavaşça aktı. Aydan Hanım derin bir nefes alırken, “Biraz su içmek ister misin?” diye sordu. Kafamı iki yana salladım.
“Sonra bana yaklaştı, beni öpmeye başladı. Durmasını söyledim, durmadı. Kemerini çıkarıp ellerimi bağladı.”
“Kıyafetlerin yırtıldı mı?”
Olumlu anlamda kafamı salladım. “Yırttı. Sonra beni yatağa attı, vücudumun her santiminde gezindi elleri. Vücudumun her bir hattında hissettim dudaklarını.” sonra vurmuştu yine bana, hiç acımadan. Bir insan değilmiş de bir boks torbasıymışım gibi.
“Biraz ağır bir soru olacak ama maalesef ki sormak zorundayım.” sesi buraya geldiğim andan beri ilk defa kısılmıştı. Bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde zorlandığını gördüm. “Hangi pozisyondaydınız? Bu soru bazı sonuçları elde edebilmemiz için önemli.”
Gözlerinin içine bakarken evren durmuş gibiydi, nefes bile almadan yüzüne bakıyordum. Göz kırpmadan, “Üstümdeydi. Bacaklarım aralıktı, zorla vurarak açtırdı.” diye açıkladım ve doktor gözlerini kaçırdı.
“Şahsın kim olduğunu normal şartlarda öğrenmem gerekiyor ama Serkan bana böyle bir şey söylemedi. Şimdi eğer hazırsan fiziksel muayeneye geçeceğiz.”
Ayağa kalkıp beyaz bir kapıya yaklaştı ve kapıyı açıp içeri girmem için elini uzattı. O anların geldiğini anlayarak derin bir nefes aldım ve içeri adımımı attım.
Doktor kapıyı arkamızdan kapatırken yerdeki küçük platformun üzerine kahverengi bir kağıt serdi. “Şimdi bu kağıdın üstüne çıkmanı ve tamamen soyunmanı istiyorum. Kıyafetlerinden düşecek herhangi bir tüy, kıl, saç teli bile işimize yarayabilir.”
Ayakkabılarımı çıkarıp kağıdın üstüne çıktım. “Her şeyi mi çıkarmam lazım? Yani gerçekten tamamen mi?”
Kafasını salladığında yutkundum. Üstümdeki kapüşonlu kazağın eteklerini tutup yukarı kaldırırken doktor vücudumu izliyordu.
Üstümdeki her şeyi yavaş yavaş çıkarırken doktor beni izliyordu. Tamamen çıplak kaldığımda ellerim kendimi koruma içgüdüsüyle birlikte vücuduma sarılmak istedi ancak yapamazdım, biliyordum.
Aydan Hanım yanıma yaklaştı ve eldiven taktığı elini göğüslerimin üstünde moraran yerlerde gezdirdi. Yere doğru eğilip bacaklarıma bakarken iç bacaklarımdaki morlukları gördü. Üç parmak izi şeklinde olan morluklar.
“Arkanı döner misin?” diye sordu garip bir ses tonuyla. Sakin olmaya çalışarak arkamı döndüğümde doktorun karşılaştığı izler çocukluğumun çığlıklarıydı. Çocukluğumun izleriydi ve hiçbir zaman geçmezdi. “Bunlar,” dedi ve sustu. “hepsi o saldırı esnasında oluşmuş olamaz.”
Hafifçe omuz silkerken kalçamı belime bağlayan noktaya dokundu. Hissettiğim küçük acıyla inlediğimde elini çekti. “Göğüslerinde ısırık izleri var. Vücudunun çoğu yerinde ekimoz oluşmuş, bunları tedavi etmemiz gerek. Pubis tüylerinden örnek almam lazım, iznin var mı?”
Yüzümü doktora dönüp kaşlarımı çattım. “Pubis?”
Eline usturaya benzeyen küçük bir tarak alıp yanıma yaklaştı. “Kasık bölgenden aşağı doğru inen üçgenimsi bölge. O günden sonra yıkandığını tahmin ediyorum ama örnek almam lazım üzgünüm ki.”
Kafamı sallayıp izin verdiğimde eldivenli ellerinden birini kasık bölgeme yasladı, göbek deliğimden biraz daha aşağısına. Öbür eliyle kasıklarımdaki kıllarımı yavaşça taradı. Nefesimi tutup işini bitirmesini beklerken içimdeki gerginlik bir türlü yok olmuyordu. Çok korkuyordum, yine aynı şeyleri yaşamaktan.
Doktor işini bitirip benden ayrıldıktan sonra tarağı küçük şeffaf bir pakete yerleştirdi. Üstüne ismimin etiketini yapıştırırken doğum yatağına benzeyen bir yatağı işaret etti. “Genital bölgelerin muayenesini de yapıp seni bugünlük rahat bırakacağım.”
Her şeyimi gördü, diyerek umursamayı bir kenara bıraktım ve yatağa uzandım. Bacaklarımı iki yandaki yere yerleştirip ellerimi karnımın üstünde birleştirdim ve derin bir nefes aldım.
Bu sondu, bundan sonrası kolay olacaktı. Bundan sonra nefes alabilecektim, kurtulacaktım bu aileden.
Aydan Hanım eldivenli elini kadınlığıma atıp oradaki dudaklara dokundu ve bu birkaç dakika devam etti. “Vajinana dokunduğunda kanamayla karşılaştın mı? Ya da ağrısı, sızısı, şişliği oldu mu?”
Gözlerimi kapattım. “İdrar ihtiyacımı karşılarken ağrısı oldu, ağrının üstüne kaşıntım oldu ve ben kaşımadan dokununca kanla karşılaştım. Az önce dokunduğunuz yerlerde topa benzeyen şişliklerle karşılaştım.”
Ve bu şekilde cinsel istismara uğradığım birkaç muayeneyle daha kesinleşmiş oldu. Muayene sonunda doktorun söyledikleriyse hayatımı altüst etti.
~~~
Muayene olduğum günün üstünden bir hafta geçmişti ve bu bir hafta tam olarak cehennem gibiydi.
Muayene odasından çıktığım andan itibaren hayat üstüme kapılarını kapatmıştı ve ben hiç olmadığım kadar yıkılmış hissetmiştim.
Dağhan defalarca kez ne olduğunu sormuş3tu ancak bir cevap vermemiştim. Verememiştim.
Bir haftadır Dağhan'ın evinde misafir odasında kalıyordum ve bir haftadır neredeyse hiç iletişim kurmamıştık. Kendime bir şey yapacağımdan korktuğu için odada tek başıma olduğum süreci en aza indirmeye çalışıyordu. Bunu anlıyordum ancak belli etmiyordum.
Beni yanına çağırdığında gidiyor, çoğu zaman da onu dinliyordum ancak konu cevap vermeye geldiğinde en fazla on kelime kullanarak cevap veriyordum.
“Elmas?” elimdeki çay fincanı elimden düşüp ayağıma yakın bir yerde kırıldığında irkilerek arkama döndüm.
“Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim. Topluyorum hemen.” yere doğru eğildiğimde Dağhan hızlıcs iki büyük adım attı ve bana yaklaştı.
İki bileğimi tutup yerden topladığım parçaları yeniden yere atmama neden oldu. Kafasını yana eğip, “Elmas.” dedi üzgün bir ses tonuyla. “Yüzüme bakar mısın?”
Yutkunup yavaş bir şekilde kafamı kaldırdım ve bana olması gerektiğinden daha yakın olan yüzüyle karşılaştım. Güzel kokusu burnuma dolup gözlerimi kapatarak onu koklama isteği yaratıyordu. Badem şeklindeki gözlerinin rengi yakından daha çok yeşile kaçıyordu. Gözünün içindeki kahverengi-sarı karışımı çizgiler gözlerini sabaha kadar izleme isteği oluşturduğunda dudaklarını ıslattı. Bedenimdeki bütün kan çekilip birden bir noktaya hücum ettiğinde yanaklarımın ısındığını hissettim. Fazlasıyla yakındık ve ben kendimi sebepsiz bir şekilde heyecanlı hissediyordum.
“Abi ablam se-” Başak birden mutfaktaki balkona çıktığında ve ikimizi o kadar yakın bir şekilde gördüğünde, “Tamam,” dedi ikinci heceyi uzatarak. “ben bunu görmemiş sayıyorum ve sizi bölmeden arkamı dönüp gidiyorum.”
“Başak.” dedi Dağhan hâlâ gözlerime bakarken. “Otur oturduğun yerde. Ablam ne istiyor?”
Bakışlarını ağır ağır benden çekip yerdeki camları toplamaya başladı ve balkondaki çöp kutusuna attı. “Uzay’ı biraz gezdirir misin diyor. Kendisinin birazcık işi varmış.”
Utanarak ve heyecandan hızlanan kalbimi tutarak ayağa kalkıp Agâh Bey’in evinden getirdiğim tuvale son dokunuşumu yaptım.
Resmim hazırdı.
“Uzay’ı hazırlayıp yollasın. Elmas’la birlikte biraz gezer sonra eve geliriz.” dedi Dağhan benim yerime de. Başak onaylayıp yanımızdan ayrılınca Dağhan bana döndü. “Bu ne?” Tuvale bakıp yanıma yanaştı ve koltuğa oturdu.
“Anka kuşu küllerinden doğarkendoğarken. Hikâyeyi biliyorsun değil mi?”
Dağhan resmime bakıp kafasını iki yana salladı. “Birkaç şey duymuştum ama tamamen bilmiyorum.”
Dudaklarımı ıslatıp sakince anlatmaya başladım. “Rivayetlere göre ormanda her şeyi bilen ve Bilgi Ağacında yaşayan bir kuş varmış. Kuşa Simurg, Zümrüd-ü Anka veya Phoenix denirmiş.
Ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişi temsil eden Anka kuşu kocaman, altın renginde ama alev görünümlü tüylerle tasvir edilirmiş.
Alevlerle temsil edilmesinin sebebi kendini feda ederek yuvasında yanması ve küllerinden yeniden doğmasıymış.
Aynı zamanda Anka kuşları öleceği zamanı hisseder ve ölecekleri zaman kendilerini yuvalarına kapatırlarmış. Kuru dallarla yaptıkları yuvalarını nereden geldiği henüz belirlenemeyen yapışkan bir sıvıyla sararlar ve güneş doğunca o kuru dalların yanarak kendilerini yakmasını beklerlermiş.
Güneş dalları yaktığında Anka kuşu alevlerin içinde kül oluncaya kadar kalır sonra da külleri birleşip Anka kuşunu yeniden var edermiş.” derin bir nefes aldım yeniden ve kendi çizimimi anlatmaya başladım.
“Buradaki kuşun ruhu bu kadının ruhunda saklı. Bu kuş aslında temsili çizildi, kadın yuvasında ama dallarla dolu bir yuva değil, farkındaysan mağara gibi bir yerde. Aslında bu yuva, onun yuvası değil kafesi. Tutsak olduğu yer. Kollarını iki yana açması, ruhunu temsil ediyor. Ruhunu uçan kuşa teslim ediyor ve kendini özgür kılıyor.”
Dağhan hayranlıkla bir bana bir resme bakarken kafasını salladı. “Kuş,” dedi resmi işaret ederek. “seni temsil ediyor değil mi?”
“Anka kuşu küllerinden doğar.” diyerek Dağhan'a döndüm. Kendimden emin bir şekilde yüzüne baktıktan sonra gülümsedim. “Elmas Arıcı yuvasına döndü ve küllerinden doğma sırası onda.”
^^^
BEN YORUMSUZUM!!!!!!
sizi seviyorum ❤ |
0% |