Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. YIKIMIN KALINTILARI

@diaryofanas

 

Yazardan

 

Hatalar kötü sonuçlara gebeydi. Kötü sonuçlar suçluluğu doğururdu ve suçluluk yalnızlığı büyütürdü.

 

Mirza hata yapmıştı, bunun farkındaydı ama nasıl düzelteceği hakkında bir fikri yoktu.

 

Elleriyle yüzünü ovuştururken sıkıntılı bir nefes aldı. Oturduğu kafenin camından dalgasız denizi izliyordu.

 

Sevdiği kadının günler önce o denize atlayıp canına kıymak istediğini bilmeden.

 

Telefonunu eline alıp saate baktı. 12.02’ydi. Babasının yanına uğraması gerekiyordu ancak yüzü yoktu. İyileştim diyerek hastaneden çıkmak için babasını zorlamıştı ve şimdi durup düşününce iyileştiği yoktu. Gittikçe daha kötü bir hâle geliyordu bunu görüyordu ama geri dönmek istemiyordu.

 

“Mirza?” ablasının sesini duyduğunda daldığı yerden irkilerek bakışlarını çekti. Hazal her zamanki halinden daha farklı bir şekilde Mirza'nın karşısına oturduğunda Mirza kaşlarını çattı.

 

“Pembe giymemişsin? Hatta siyah giyinmişsin?” Hazal gözlerini devirdi.

 

“Tek sorunumuz pembe giymiyor olmam mı sence?”

 

Mirza olumlu anlamda kafasını salladı. “Senin pembe veya beyaz tonlarını giymediğin vakitler kıyâmet alâmetidir.”

 

Hazal cevap verme tenezzülünde bulunmadı. “Beni neden çağırdın?”

 

Mirza utandığını hissetti ve yutkundu. Bakışlarını yeniden denize çevirirken, “Elmas,” dedi yalnızca ama Hazal cümlenin devamını tahmin etti.

 

“Sizi barıştırmayacağım. Hatta Elmas’ı arayıp iyi bir avukat bulmasına yardım edeceğim.” diyerek Mirza'nın söyleyeceği şeyi o söylemeden reddetti.

 

Mirza keskin bir şekilde bakışlarını ablasına çevirirken Hazal gözlerinde pişmanlığı ve acıyı gördü. “Hazal.” dedi Mirza sesine de bulaşan acıyla birlikte. “Bir tek sen yardım edersin bana. Hem Elmas en çok-”

 

“Elmas şu an hiçbirimizi görmek istemiyor kaldı ki istese de sizi barıştırmam. Bir kere daha hayatını mahvetmene izin vermeyeceğim. Yapacağını yapıp mahvetmişsin kızı zaten.” Hazal tiksinir gibi kardeşinin yüzüne baktı.

 

Mirza elleriyle tekrar ovaladı yüzünü. “Abla,” dedi sakince. “bizi bir araya getirsen yeter, yapar mısın?”

 

Hazal kaşlarını çattı ve sırtını dikleştirip dudaklarını ıslattı. “Neden Nilay ya da Gülcan’ı aramadın? Çünkü ağzına sıçarlar değil mi? Çünkü beynini yerler değil mi? Bana neden güvendin Mirza? Benim onlardan farkım ne?”

 

Mirza bakışlarını ablasının gözlerine dikti. “Çünkü ben ne yaparsam yapayım sen benim arkamda durursun. Hep durdun.”

 

Hazal alayla gülerken ona doğru eğildi. “Yine dururdum, eşine şiddet uygulamasaydın. Yine dururdum ona zorla dokunmasaydın. Yine dururdum bir kadına zarar vermiş olmasaydın. Ben ne yaparsan yap seni korurdum Mirza çünkü canımsın, canımdan bir parçasın ama şimdi hayatının hatasını yapıyorsun ve ben alnından öpüp aslan kardeşim diyerek arkanda durmayacağım. Hayatında ilk defa savaş meydanında bir başına kal ve sevdiğin için savaşmak ne demek öğren.” yanındaki sandalyeye bıraktığı çantasını eline aldı ve Mirza'nın bir şey demesine izin vermeden yanından uzaklaştı.

 

Mirza o giderken arkasından yalnızca izledi. Hatasının ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladı, Hazal bile ona sırtını dönünce.

 

Kendini yine iki buçuk sene öncesindeki gibi çaresiz hissediyordu. Sevmek ve aşık olmak arasındaki ince çizgiyi yeni yeni fark ediyordu ve bu suçluluk hissini daha fazla büyütüyordu.

 

“Yaa Mirza.” genç kadın utanarak bakışlarını kaçırdı. Mirza gülerek elini çenesinin altına yerleştirdi ve yüzünü daha iyi görebilmek için çenesine baskı uyguladı.

 

“Söyle canımın içi, söyle güzelim, söyle her bir şeyim.” genç kadın Mirza'nın eline vurdu ve ayağa kalktı.

 

“Oyalama beni işe gideceğim. Hem akşam annem bize çağırıyor unutma.”

 

“Ne giyeceksin işe?” dedi Mirza kaşlarını hafifçe çatarak.

 

Genç kadın ne olduğunu anlayamadı ve anlamayarak adamın yüzüne baktı. “Kalem etek ve gömlek giyeceğim de sen neden sordun?” sesindeki şüphe Mirza'yı rahatsız etti.

 

“Giymiyorsun etek falan.” sesi sert çıkmıştı. Sevdiği kadının bacaklarının ve kalçasının ortada olmasını istemiyordu. Onun yanınds duracak kadın açık giyinemezdi.

 

“Pardon?” dedi kız alayla. “Sen mi karar verecekmişsin benim ne giyineceğime?”

 

Mirza ayağa kalkıp kızın karşısında durdu oysa kızın ondan korktuğu yoktu. Geri adım atmayacaktı.

 

“Sevgilin ve hatta nişanlın değil miyim? Elbette ben karar vereceğim.” ben derken işaret parmağıyla kendisini göstermişti.

 

Kız alaya devam etti. Kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi. “Yok ya? Ben istersem çıplak gezeceğim sen bana saygı duyacaksın. Dediğin gibi sevgilimsin sevgililiğini bil babam karışmıyor giyim kuşamıma.”

 

Mirza'yı umursamadan yanından geçip gitmeyi düşündü ancak işler istediği gibi gitmedi ve Mirza kolunu canını acıtacak kadar sert tuttu. Kız şaşkınlıkla ona döndüğünde Mirza burnundan soluyordu.

 

Konuşmaya başladıkları andan bu yana kız ilk defa korkuyu hissetti çünkü Mirza, Mirza gibi bakmıyordu. Gözlerinde büyük bir nefret ve kin vardı. O gözler, o bakışlar ölüm diye haykırıyordu ve kız biraz daha zorlarsa o ölümün kendi ölümü olacağını hissediyordu.

 

“Kolumu bırak.” dedi canını yaktığını söylemeden. Canını yaktığını söylerse devam ederdi ve kız bunu istemiyordu.

 

“Kolumu bırak.” diye titreyen bir ses duydu Mirza. Kafası karışarak etrafına baktı. İyice kafayı yemişti, kafasında kurduklarını duyuyordu. “Beni korkutuyorsun bırak kolumu.”

 

Mirza kafasını sesin geldiği yöne doğru çevirdiğinde genç bir kızı ve karşısındaki adamı fark etti. Adam kızın kolunu sertçe tutuyor ve ayağa kaldırmaya çalışıyordu.

 

“Faruk çeker misin elini üstümden? Rezil oluyoruz.” kızın sesi ağlamaklı çıkıyordu ve bunun sebebi gerçekten rezil oluyor olmaları mıydı yoksa canının acısı mıydı, muammaydı.

 

“Kes sesini! Ben sana o elbise giyilip dışarı çıkılmayacak demedim mi?” kızın üstündeki elbise kısa değildi, kısa olsa bile bunu bu şekilde belli edemezdi. Mirza sinirlenmemek için vücudundaki bütün hücreleri zorladı ancak yapamıyordu.

 

“Tamam, tamam giymem bir daha sakin ol. Hadi eve gidelim lütfen.” kız dayanamayıp ağlamaya başladığında adam elini havaya kaldırdı. Mirza dayanamayıp hızlıca ayağa kalktı, adamın havada olan elini tuttu ve tuttuğu gibi hafifçe ters çevirerek adamın dikkatini dağıttı.

 

“Sen ne ayaksın lan?” adam sinirle Mirza'ya dönmeye çalıştı. Mirza adamın kolunu bırakıp yüzünü kendisine döndürmesine izin verdi. Adam döner dönmez kafasını ileri attı ve adama sert bir şekilde kafa attı.

 

Karışmak planları arasında değildi, onun ne haddineydi? Ama bir kadın şiddet görüyordu ve Mirza bunu istemiyordu. Kendi karısını öldüresiye döven kendisi değilmiş gibi...

 

“Kadına saygı duyacaksın!” dedi Mirza hırsla. Karşısındaki adam öfkesini bu kez Mirza'ya yöneltti, burnundan solurken Mirza'nın yakasını tuttu.

 

“Çekil git kardeş sana ne oluyor?” Mirza'yı kenara iteklemeye çalıştı. Mirza omzunu silkeleyip adamın elinden kurtuldu, kadını bileğinden tutup arkasına aldı ve adamdan korudu.

 

“Kadına karışmayacaksın, elini kaldırmayacaksın!” dedi adamı omuzlarından iteklerken. Kadın arkasında ağlıyor, Mirza'ya yapmaması için itiraz bile edemiyordu.

 

“Sana ne?” dedi adam karşılık verip aynı şekilde Mirza'yı omuzlarından iteklerken. Mirza dayanamadı ve elini kaldırıp adama bir yumruk attı.

 

Adam ne olduğunu algılayamadı, Mirzaya öfkeyle baktı ve sendelediği yerden daha güçlü bir şekilde Mirza'nın üstüne atladı.

 

İki adamın içindeki zarar verme dürtüsü birbirine karışmaya başladığında polis sirenleri etrafı doldurdu.

 

Mirza elinin tersiyle kanayan burnunu tutarken polis memurları içeri girdi. Genç bir kadın polis direkt olarak ağlayan kızın yanına gitti. Üç tane daha polis memuru içeri girip Mirza ve kavga ettiği adama yaklaştı.

 

“Sanırım derdinizi merkezde çözmemiz gerekecek.”

 

Mirza, ifadesi alınmış bir şekilde odadan çıkarken genç kız kapıda duruyordu. Mirza'yı görür görmez yanına yaklaştı ve minnetle yüzüne baktı. “Ben, çok teşekkür ederim.”

 

Mirza kaşlarını çattı. “Kim olsa aynısını yapardı, teşekküre gerek yok.”

 

“Hayır yapmazdı, yapmadı da. Biz ayrılalı bir yıl oldu ama kabullenemiyor. Evime sürekli taciz mesajları bırakıyor, aileme uygunsuz hareketler yapmışım gibi fotoğraflar videolar gönderiyor. Bulduğu yerde beni sözleriyle taciz ediyor,itiraz edecek olursam vuruyorlar. En son evime gizlice girip öldüresiye dövdü. Kendimi korumaya çalışırken bıçakladı beni.” kız üstündeki kazağı hafifçe sıyırıp karnının yanındaki büyük sayılabilecek yara izini gösterdi. Daha çok tazeydi, derisi bile daha kendi rengine kavuşmamş, pembeydi.

 

Kız korku ve acıyla bir nefesi dışarı verdi. Mirza hâlâ karnına bakmaya devam ederken, “Bugün eğer beni kurtarmamış olsaydın sanırım yine döverdi ve bu kez kurtuluşum olmazdı.” dedi.

 

Mirza dehşetle kızı dinlerken içinde küçük bir yangın baş göstermeye başladı. Elmas’a böyle mi hissettiriyordu? Elmas da korkuyor muydu onu öldürmesinden?

 

Genç kız Mirza'nın dalgınlığını görünce hafifçe gülümsedi ve yanından uzaklaştı.

 

Mirza'yı o karakol koridorunda pişmanlıkları ve pişmanlığın yarattığı yıkımı ile baş başa bıraktı.

 

~~~ 

 

Küçük bir çocuğun gülümsemesi yalnızca anne babasını mı mutlu ederdi?

 

Yaklaşık iki saattir Uzay ile birlikte lunaparktaki bütün aletlere binmeye çalışıyordum ve gülümsemesi, mutluluğu beni ondan daha çok mutlu ediyordu.

 

Dağhan bizimle birlikte çoğu alete binmek istememişti çünkü dediğine göre yüksekten korkuyordu.

 

Üstelemeden Uzay’ın elinden tutarak dönme dolaba yaklaştım. “Uzay, dönme dolaba bir kez daha binelim sonra Dağhan'la çarpışan arabaya biner, yemek yer eve gideriz olur mu?”

 

Kafasını sallarken, “Olur Elmas abla.” dedi kibarca.

 

Çok akıllı bir çocuktu, kibardı ve sakindi. İlk tanıştığımız gün bana çıkışından eser yoktu. Bu hâlini sevmiştim ancak bir çocuğun özellikle de bir erkek çocuğunun bu kadar sakin olması beni şaşırtıyordu.

 

Dönme dolaba bindiğimizde Uzay elini saçlarına atıp karıştırdı ve bana döndü. “Elmas abla.”

 

“Efendim canım?” yuvarlak yüzüne bakarken yanaklarını mümkünmüş gibi daha çok şişirdi.

 

“Senin çocuğun yok mu?” kaşlarımı çatarken kafamı iki yana salladım.

 

“Hayır yok da, neden ki?”

 

Omuz silkti. “Dayımla birlikte gezmeyi seviyorum. Başak teyzemle gezmeyi de.” konuyu değiştirmek istediğini hissettiğimde üstüne gitmedim.

 

“Annenle baban? Onlarla gezmeyi sevmiyor musun?” bakışlarını benden kaçırdı.

 

“Babam burada değil annem de çok meşgul. Genelde benimle uğraşacak vakti olmaz o yüzden dayımla gezmeye gönderir. Sanırım annem beni sevmiyor.” söylediği son cümle beni derinden yaralarken içimde bir parçanın kırıldığını hissettim.

 

“Neden sevmesin seni? Senin gibi akıllı bir çocuğa sahip olduğu için gurur duyuyordur.”

 

Yine omuz silkti. “Bana zaman ayırmıyor. Çoğu zaman evde değil çalışıyor, şimdi hamile ve kardeşimi benden daha çok seviyor. O daha doğmadı ama annem onu benden daha çok umursuyor.”

 

Uzanıp minik elini tuttum ve elinin tersini parmak uçlarımla okşadım. “Annen belki de zor bir süreçten geçiyordur bebeğim, bu seni sevmediği anlamına gelmez ki. İşler düzene girince eminim ki seninle ilgilenecektir. Hem istediğin zaman beni arayabilirsin, ben seni alır gezdiririm.”

 

Dönme dolap başladığı yere yaklaşırken bizi gülümseyerek izleyen Dağhan'a baktım. Aynı şekilde gülümseyerek karşılık verirken, “Dayıma söylemesen olur mu? Üzülür.” dedi Uzay.

 

Bakışlarımı ona çevirirken kafamı salladım. “Bence annenle bu konuyu konuşmalısın, seni anlayacağından eminim.”

 

Uzay hiçbir şey demeden dolap kabininden indi, merdivenlerin başında duran dayısına koştu. Dağhan yere doğru eğilip, “Zekâ küpüm!” diyerek yeğenini kucağına aldı.

 

“Dayı ben acıktım, yemek yiyebilir miyiz?”

 

Dağhan sevgi dolu bakışlarla Uzay’a baktı. “Yiyelim tabii aslan parçası. Ne yemek istersin?”

 

“Pizza!” dedik Uzay'la aynı anda. Dağhan kafasını havaya kaldırıp gülerken, “Çocuğu da bozdun iki saatte.” dedi.

 

“Pizza istiyor alt tarafı, nesi bozukmuş?”

 

Uzay’ı yere indirip ellerini havaya kaldırdı. “Tamam, tamam sakin olun hanımefendi bir şey demedim.”

 

Gülerken birlikte arabaya doğru gittik. Uzay’ı arka koltuğa oturtup kemerini bağladıktan sonra yolcu koltuğuna geçip kendi kemerimi de bağladım.

 

Yola çıktığımızda Uzay mırıldanmaya başladı. Arkamı dönüp yüzüne baktığımda gözlerinin kapalı olduğunu ve uyumak üzere olduğunu fark ettim. Gülümsedim. “Uyumuş seninki.”

 

Dağhan inanmayarak hafifçe arkasına döndü ve gülümseyerek önüne döndü. “Bu saatte öldürsen uyumazdı. Çok yorulmuş belli.”

 

Kafamı cama yasladım. Garip bir şekilde huzurlu hissediyordum ve bunun Uzay’la vakit geçirmemle alakalı olduğunu hissediyordum. “O mu yoruldu ben mi anlayamadım. Ondan çok koşturdum.”

 

“Sevdi seni. Sevmese saygı göstermezdi. Bu huyundan nefret etsem de düzeltemiyorum. Yeni tanıştığı birini sevmezse sürekli laf sokuyor ve boyundan büyük konuşuyor. Cüce boyuyla herkese kafa tutuyor.”

 

Geçip giden yolu izlerken gözlerim kapanmaya başlıyordu. “Seninle vakit geçirmeyi çok seviyor. Ve bence bunu azaltmalısınız.” kafamı camdan çekip Dağhan'a çevirdim. Dağhan anlamayarak bana baktı ve bakışlarını geri yola çevirdi.

 

“Neden öyle düşünüyorsun? Ya da bir şey mi oldu?”

 

Hafifçe omuz silktim. “Dayıma söyleme dedi ama bunu saklamak yanlış gibi geliyor. Annesinin onu sevmediğini düşünüyor, evde değersiz hissediyor ve kendini değerli saydığı tek yer sizin yanınız. Sen ve Başak ona beklediği ilgiyi veriyorsunuz. Üzülüyor annesi ve babası onunla ilgilenmediği için.”

 

Dağhan sıkıntılı bir nefes verdi. “Eniştem çok sorumsuz bir insan, ablam da ceremesini çekiyor maalesef ki. Son birkaç aydır hatta neredeyse bir senedir doğru dürüst eve uğramıyor. Şehir dışında çalışıyor, zaten Uzay doğduğunda bir süre yoktu şimdi de işleri kötüleşiyor, ablamın yüzüne bakamıyor. Ablam hamile ve çocuğu aldırmak için geç kaldı. Son birkaç gündür bu yüzden kötü hissediyor.”

 

Dudaklarımı aşağı doğru büküp kafamı salladım. “Üzüldüm şu an. Bence ablana birlikte destek çıkabiliriz, ben de işe başlayacağım birkaç güne kadar.”

 

“Sen kendini bu konuda sorumlu hissetme. Senin herhangi bir sorumluluğun yok, derdin başından aşkın zaten.”

 

Tekrar omuz silkerken kafamı cama yasladım. “Yardım etmek istiyorum, sorumlu hissetmekten öte bir çocuğun yüzündeki gülümsemenin varlığını korumasını istiyorum.”

 

Dağhan'ın gülümsediğini hissettiğimde dudaklarıma yerleşen tebessümü fark ettim. Parmak uçlarımı dudaklarıma değdirdikten sonra daha geniş gülümsedim.

 

Yaklaşık bir saat sonra eve yetiştiğimizde Dağhan Uzay’ı kucağına aldı. Birlikte Dağhan'ın evine çıkarken, “Bir yarım saate kadar pizza sipariş ederiz, uyanınca üzülmesin.” dedi.

 

Kafamı sallarken bana verdiği anahtarla kapıyı açtım. Dağhan direkt olarak kendi odasına girdiğinde lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım ve kendimi mutfağa attım. Dağhan pizza sipariş verecekti yemek yapmama gerek yoktu ama tatlı yapabilirdim.

 

“Elmas?” dedi Dağhan şaşkınca. “Pizza alacağız dedik ya?”

 

“Tatlı yapabilir miyim? Ya da eve bir şey lazımsa gidip alayım ya da dur temizlik yapayım.” elimdeki süt kutusunu geri buzdolabına koymak için hareketlendiğimde Dağhan bileklerimi tuttu. Tek elimdeki süt şişesini alıp tezgâha bıraktı, olduğu yerde hafifçe eğilip gözlerime endişeyle baktı.

 

“Neyin var Elmas? O günden beri kötüsün, doktoruna sormaya tenezzül bile etmedim ama sen de bana hiç yardımcı olmuyorsun. Anlat, çözelim. Anlat birlikte üzülelim ama kendi kendine işkence çektirme. Değer mi bunu yaptığına?’

 

Yutkunup elayı andıran yeşil gözlerine baktım. Gözlerinin içindeki karamel rengi yıldızda, gözbebeğini saran siyahlık ve yeşilin içindeki farklı renk tonlarında gezdirdim bakışlarımı.

 

“Doktor,” diye mırıldanırken bakışlarımı yüzünden kaçırdım. Bileklerimi tutan elleri ellerimi serbest bırakıp çenemin iki tarafında kendine yer buldu. Bakışlarındaki yumuşaklık, şefkat, merhamet ve sevgi dolu gözlerimden bir damla yaşın akmasına neden olurken tekrar ve tekrar yutkundum. “dış gebelik geçirme ihtimalimin yüksek olduğunu söyledi. Tüplerimde şimdilik herhangi bir sıkıntı görmedi ama eğer operasyon geçirip tüplerime yerleşen hücreyi aldırırsam anne olma ihtimalim düşermiş. Normal gebelik de yaşayamazmışım ve Dağhan ben anne olmak istiyorum.” gözlerim daha çok akmaya başladığında sesimin titreyip titremeyeceğini umursamadan konuşmaya devam ettim. “Normalde dış gebelikten sonra normal gebelik geçirmek görülmesi garip bir durum değilmiş, benim gördüğüm şiddet rahmime zarar vermiş.” hıçkırırken kafamı iki yana salladım, canım acıyordu. “Dış etkenler yüzünden rahmim zarar görmüş.” kafamı iki yana sallamaya devam ederken gülmeye başladım. Gözlerimden akan yaşlar önümü görmemi engelleyecek kadar fazlaydı ama kahkaha atıyordum.

 

Kafamın yumuşak bir yere yaslandığını hissettim, Dağhan'ın göğsüydü. Ellerimi kafamın yanına yerleştirip üstündeki tişörtü avuçlarım arasına alarak sıktım. Dudaklarım arasından küçük hıçkırıklar, bazen de çekişler çıkıyordu.

 

“Geçecek. Boşanınca söz veriyorum Elmas her şey geçecek. Hem daha dış gebelik yaşayıp yaşamadığın bile belli değil, bu kadar yüklenme kendine.” saçlarımı severken burnumu çektim.

 

Kafamı kaldırıp gözlerine bakacağım esnada telefonu çaldı. Saçlarımı seven ellerinden bir tanesini cebine atıp telefonunu çıkardı ve hızlıca onayladı. “Asel, sonuç ne?” gergin bir nefes alırken ondan tamamen ayrıldım. Kaşlarımı çatarken ellerimle yüzümü kuruladım. Dağhan elini alnına götürüp sıvazlarken sıkıntılı bir nefes aldı. “Biraz daha uğraşamaz mısın? Gerçekten çok önemli yoksa bu kadar üstelemem biliyorsun.”

 

Bir süre karşı tarafı dinledi ve üzücü bir kabullenişle omuzları çöktü. Gözlerini kapatıp kafasını sallarken derin bir nefes daha aldı. Telefonumu geri cebine koyarken, “Adliyeden bir arkadaşım. Hakime Hanımdır kendisi, adliyede benden daha çok vakit geçiriyor. Senin davanın tahmini ne zaman olacağını sordum ancak sonuç pek olumlu değil.” diye açıkladı kendini.

 

Kaşlarım çatılırken, “Ve?” dedim sorarcasına.

 

Dağhan ellerini yüzüne götürüp yüzünü sıvazladı. “Ağustos’un son haftasına kadar duruşma yapamazmışız. Normal şartlar altında kasım hatta belki aralık dedi Asel, benim ısrarımla ağustosa almayı başardı.”

 

•••

 

Geceler hep hüzünlü mü hissettirirdi? Karanlık hava kasvet ve huzursuzluğun sembolü müydü?

 

Elimdeki şişeden bir yudum daha aldığımda bitirdiğim ikinci şişeydi.

 

Saat sabahın dördü olmalıydı, hava serindi ancak ben yanıyordum. Belki de yanan kalbimdi, bedenimdi, ruhumdu ya da belki ben var oluşumun tümüyle yanıyordum.

 

Annem bir keresinde cehennemin babamı yakacağını ve bizim cennetin berrak sularında yaşam bulacağımızı söylemişti. Çocuktum, cehennem kötü bir yerdi anlamıştım ancak şimdi hissediyordum, cehennem bir yer değil hayatın kendisiydi. İnsanı yakan soyut bir inanış değil hayatın acıtan somutluğuydu.

 

Dağhan uyuduktan sonra anahtarını almış ve yakınlarda sayılmayan bir tekel bayiinden bira almıştım. Dağhan onun evinde içmeme kızabilirdi ancak bu evindeki son gecemdi. Bir daha onu rahatsız etmeyecektim.

 

Ağustos... Beş ay vardı. Beş ay boyunca Dağhan'ı rahatsız etme hakkım yoktu. Uzun zamandır kişisel alanını işgal ediyordum ve bu benim nezdimde hiç hoş değildi.

 

Ne yazık ki vakit çabuk geçiyordu ama ben ağustos ayı için iyi şeyler hissetmiyordum. Hızlı geçen zaman konu acılar olunca çok bonkör olabiliyordu.

 

Beni öldürecek kadar hızlı geçen zaman, gözyaşlarımda takılıp kalmıştı ve ben olduğum yerdeydim. Daha kötü değildim olduğum durumdan ama daha iyi olduğumu söylemeye de dilim varmıyordu.

 

Geç kalmıştım. Hayatın akışına, hayata, yaşamaya geç kalmıştım.

 

Her zaman hissettiğim umut bedenimi terk etmeye başlamıştı. Yeniden doğmak mümkün değildi, değil mi? Ama benim yeniden dünyaya gelmem ve yaşamam gerekiyordu....

 

Yeniden dünyaya gelmeliydim, bu kez masum biri olarak. Yeni doğan bir bebek huzur kokardı mutluluk kokardı cennet kokardı, kan kokmazdı. Ben neden buram buram kan kokuyordum? Bir bebek kan kokmazdı, kokmamalıydı, ben neden kanın içine doğmuştum?

 

Yeni doğan bir bebek masum olurdu, günahsız olurdu. Ben neden bütün kötü günahları sırtlanarak doğmuştum?

 

Küçük bir çocuk saf mutluluğun simgesiydi, iyiliğin simgesiydi. Ben neden küçücük yaşımda kötü ilan edilmiştim? Bir çocuğun kalbi ne kadar kötü olabilirdi?

 

Geç kalmıştım, yeniden doğmaya, masum bir çocuk olmaya, genç bir kız olmaya ve yaşamaya da. Arkadaş edinmeye, iyi bir aile kurmaya, akademik kariyer yapmaya....

 

Gözümden akan tek yaşa engel olamadım. Canım yanıyordu, içim yanıyordu ve ben artık yaşamak istemiyordum.

 

Telefonumun melodisi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi açıp telefonumu yerden elime aldım. Mirza arıyordu. Şaşkınlık ve korku içinde telefona bakarken ekran kapandı, yeniden yere koyacağım esnada telefon yeniden çaldı ve ben telefonu açmak zorunda kaldım.

 

“Elmas?” dedi neredeyse fısıldayarak. Sesi kısık ağzından çıkan harfler karışıktı. “Masal Prensesim.”

 

“Hiç girme o toplara Mirza. Yemiyorum artık bu sözlerini.” elimdeki şişeden bir yudum daha alırken Mirza'nın yutkunuş sesi kulağıma doldu.

 

“Ben, pişmanım. Özür dilerim. Telefonda kuru kuru dilemeyecektim ama yüzümü görmek istemezsin diye bir şey yapamıyorum.” sarhoştu konuşmasından belliydi ama sesindeki pişmanlık somut bir haldeydi.

 

“İstersen geber pişmanlığından umurumda bile değil. Belki fiziksel bir zarar veremem sana ama Mirza ruhunu öyle bir eğdireceğim ki doğrulmak ne demek unutacaksın.”

 

“Elmas deme öyle.”

 

“Ne düşündüğün ya da ne hissettiğin umurumda değil. Telefonu kapatıyorum ve beni ararsan numaranı engellerim. Beni buna mecbur bırakma.”

 

Tam telefonu kulağımdan çekeceğim esnada arka taraftan bir kadın sesi, “Mirza iyi misin canım?” diye sordu ve sonra telefon kapandı.

 

~~~ 

 

Ay söz verdiğim bölüm biraz geç kaldı ama attım sonunda.

 

Geçen haftaki yoğunluğum biraz azaldı, bölümleri seri bir şekilde atmayı ‘deneyeceğim’.

 

Desteğiniz ve sabrınız için sonsuz teşekkür ederim ✧༺♥༻✧

 

Sizi seviyorum ❤

Loading...
0%