Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. İNTİKAM ATEŞİ

@diaryofanas

 

model, yalnızlık senfonisi

 

 

 

İntikam.

 

İçimde cayır cayır yanan bir parça vardı ve ben neden yandığını bir türlü anlayamıyordum.

 

Bir tarafım bas bas intikam almam gerektiğini, onu mahvetmem gerektiğini, cezalandırmam gerektiğini haykırıyordu ancak diğer tarafım bensizliğin ona en büyük ceza olacağını söylüyordu.

 

Bana takıntılıydı, bundan artık emindim. Başladığımız evcilik oyununda rolünü o kadar güzel üstlenmişti ki bana aşık olabileceğini düşünmüştüm. Sözleri, bakışları, dokunuşları her şey o kadar gerçekçiydi ki ben ilk defa sevilebilecek bir insan olduğumu düşünmüştüm.

 

Hayatında hiçbir yere ait olmayan kişiler onlara ilgi gösteren cellatlara ait hissederdi.

 

Beni sevmişlerdi ve ben ilk defa bir aile sıcaklığının içinde hayat sürmeye başlamıştım.

 

Şimdi düşününce takıntı olduğunu ilk günden beri belli etmişti ancak görmek istemeyen bendim.

 

Ne yapacağım konusunda düşünürken derin nefesleri ciğerlerime doldurmaktan ciğerlerim ağırmaya başlamıştı. Ayağa kalkmam gerekiyordu, dimdik durmam gerekiyordu, yıkılmamam gerekiyordu ama Mirza'yı görünce bile geçmiş girdabı beni içine çekip dalgalarında boğuyordu.

 

Karşısında güçlü durabilsem bile sonrasında yalnız başıma kalınca bütün savaşı zihnimle vermek zorunda kalıyordum. Ne yazık ki zihnim kendisiyle savaşacak kadar güçlü değildi ve en ufak darbede yıkılıyordu.

 

Bir şekilde kendimi kurtarmam gerekiyordu ve ben her zamanki gibi çaresizdim.

 

Saat sabah saatlerine gelmişti ve ben hâlâ terasta aynı şekilde oturmuş ne yapacağımı düşünüyordum. Gözlerim belki de uykusuzluktan yanıyordu ama umurumda değildi.

 

Kapının açılıp kapanma sesini duyduğumda kafamı çevirmedim. Gözlerimi kapatıp adım seslerini dinledim, Agâh Bey’in evinde kimin yürürken nasıl ses çıkardığını dinlemiştim. Gelen Hazal olmalıydı.

 

“Elmas?” ses tonunu duyduğumda bakışlarımı Hazal'a çevirdim. “Neden uyandın diye soracağım ama uyumamışsın belli ki.” koltuğa yaklaşıp yanıma oturduğunda üstünde pembe mini şortu ve pembe atleti vardı. Hava serindi, üşümüyor muydu?

 

“Üşümüyor musun?” diye sordum kendimi tutamayarak.

 

Hazal kafasını arkasındaki koltuğa yaslarken yeni yeni aydınlanan havaya baktı. “Üşüyorum ama umurumda değil. Rüzgarın tenime işlemesi hoşuma gidiyor.” yaslandığı yerden kafasını bana çevirdi. Ona bakmayı bırakıp bakışlarımı yere çevirdim. “Seni zorla getirdiğim için özür dilerim ama çocuklar-”

 

“Sorun değil,” diye böldüm cümlesini. “çocukları o halde bırakıp eve dönseydim kendimi affedemezdim. Ailenizin üyeleriyle tanışıp geri dönerim sanırım. Kalmak istemiyorum burada.”

 

“Elmas,” dedi Hazal yumuşak bir ses tonuyla. “sen de ailemizin bir parçasısın.”

 

Kafamı yavaşça iki yana sallayıp derin bir nefes aldım. “Hayır değilim Hazal. Umurunuzda bile değilim, şimdi hepiniz bana ayrı ilgi gösteriyorsunuz bunu sözde benim için yapıyorsunuz ama hepiniz kardeşinizi korumaya çalışıyorsunuz. Başıma bir şey gelirse Mirza suçlanacak diye korkuyorsunuz ve bunu engellemeye çalışıyorsunuz. Şimdi çıkıp da bana biz seni düşünüyoruz ayaklarına yatmayın çünkü beni düşünüyor olsaydınız kardeşinizin ne mal olduğunu ilk günden söylerdiniz.”

 

“Sana söylemek istedim,” dedi Hazal pişman bir ses tonuyla.

 

“İstedin veya istemedin sonuç olarak bu bilgi bana verildi mi verilmedi mi Hazal? Sonuçta hayatım mahvolma yolunda mı değil mi? Kardeşiniz bana dokundu ve zorlaydı. Şimdi rahmime bile düşmeyecek bir çocuk var olursa anne olma şansımı tümden kaybedeceğim. Psikolojik olarak iyi değilim tedaviye başlayacağım. Bacağım çoğu zaman yürürken ağrıyor hâlâ. Her yerimde yara izleri var ve ne var biliyor musun bunların hiçbirinde bana destek olmadınız.” derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim. “Kazadan sonra hastanede ölmeyi diledim çünkü ölmesi gereken bendim Hazal. Mirza'nın ailesi var, onu sevenler var, sevdikleri var onun dışarıda bir hayatı var. Bak bana canımdan başka bir şeyim kaldı mı elimde? Kalmadı. Ama kardeşiniz ona da göz koydu. Alacaksa alsın artık kurtarsın beni bu beladan çok yoruldum.”

 

Hazal bir süre sustu, bu süre ne kadardı bilmiyordum ancak umurumda değildi. Yalnızlığım omuzlarımdan sıkıca tuttu, omurgam bir anda dikleşti, kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissettim.

 

Kucağımda hâlâ duran yastığı koltuğa bırakıp ayağa kalktım. Hazal’a bakmadan düğmemi ilikleyip içeri doğru adım atmaya başladım. “Elmas bekle!” Hazal'ın arkamdan gelen adım seslerini işittim, yine de durmadan içeri doğru adımlamaya devam ettim. Geniş koridorun sonundaki büyük kapıdan içeri girdiğimde karşımda olabildiğince büyük bir salon vardı. Herkes masada oturuyor ve yemek yiyordu. Konuşulan bir konu vardı ve benim içeri girmemle masaya derin bir sessizlik çökmüştü.

 

Utanarak elimi saçıma götürdüm ve bakışlarımı yere doğru çevirdim. Arkamdan gelen Hazal, “Bunu söyleyecektim,” diye mırıldandı. Herkesin bana baktığını hissederken içimdeki güç beni yavaş yavaş terk etmeye başladı.

 

“Ema anne!” Mihrimah, annesinin kucağından yere atlayıp kendince büyük adımlar atarak bana yaklaştı. Bacaklarıma sarılıp alttan alttan bana bakarken yere doğru eğildim. Bacaklarımı bırakıp ellerini yüzüme doğru kaldırdı, parmaklarını avuç içine doğru büküp açarak onu kucağıma almamı işaret etti. Hiç beklemeden Mihri’yi kucağıma alırken Gülcan, “Sana bakmak için odaya geldim ama seni göremeyince içeri girmek zorunda kaldım. Sabahtan beri Elmas Elmas diye kafayı yedi, rüyasında mı gördü seni anlamadım.” dedi.

 

Mihrimah tıpkı dün abisine sarıldığı gibi kollarını boynuma doladı. Saçları boynumun yan tarafını gıdıklarken küçük bir tebessümü dudaklarıma yerleştirdim. “Terastaydım.”

 

Herkes hâlâ bize bakarken yaşlı bir adam, “Bu mu gelinin Agâh?” dedi Agâh Bey’e doğru. Agâh Bey gururla doğruldu ve yüzüne geniş bir gülümseme kondurdu.

 

“Evet babacığım, yalnızca gelinim değil kızım da kendisi. Adı Elmas.” Agâh Bey’in babası bakışlarını ağır ağır bana çevirdi. Yüzüme baktı, ardından baştan aşağı olabildiğince yavaş bir şekilde beni inceledi.

 

“Murat’ın torunu musun?” kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Dudaklarımı ıslatıp sorarcasına, “Murat?” dedim. Yaşlı adam bakışlarını Agâh Bey’e çevirdi. “Ailesini tanımıyor mu?”

 

Agâh Bey göz ucuyla bana baktı, “Baba Elmas karşında. İsim vermek yerine soyadını da söylersen sana cevap verir.” diye cevap verdi babasına.

 

“Abiciğim kız cevap verebilse babam zaten sana sormazdı.” dedi orta yaşlarının başında olan bir kadın. Agâh Bey’e çok fazla benziyordu. Duruşuyla, bakışlarıyla, mimikleriyle ve yüzüyle. Agâh Bey'in kadın bir versiyonu gibiydi.

 

Agâh Bey elindeki çatal ve bıçağı masaya bırakırken sakin bir nefes aldı. “Yanlış Lavin. Babam Elmas’ı yok sayıp burada değilmiş gibi davranıyor.” bakışlarını bana çevirdi. “Murat babanın babası kızım ondan bahsediyor.”

 

Masada kalan herkes sessizce neler olacağını beklerken yaşlı adam yeniden dudaklarını araladı. “Ailemize alacak başka gelin bulamadın mı?” sesi buğulu ve konuşması yavaştı.

 

“Hadi ama dede amcam zeki bir adam, bu kızda yanlış bir şey olsa değil ailemize gelin olarak almak, yüzüne bile bakmazdı.” genç yaşlarda bir adam konuştuğunda Gülcan ona bakıp gülümsedi.

 

“Bilmiyorum farkında mısınız ama hakkında konuştuğunuz kız burada. Haberiniz olsun diye diyorum yanlış anlamayın.” Hazal yanıma yaklaşıp koluma dokundu, bütün ailesinin gözleri önünde koluma dokunan eli omzuma çıktı ve beni sardı.

 

Gülcan yanındaki sandalyeyi eliyle işaret etti. “Gel Elmas otur.” öbür tarafında Mete oturuyordu. Çok sessiz ve sakindi. Gülcan elindeki ekmeği ona uzatmak için omzuna dokununca irkildi. “Bir şey yok annem, al ballı ekmek.” Mete bakışlarını annesine çevirip kafasını iki yana salladı.

 

“Yemek istemiyorum dışarı çıkabilir miyim?” Gülcan’ın pek de mutlu bakmayan gözlerine iyice hüzün çökerken dudakları titredi. Hafifçe kafasını sallarken yutkundu, eğilip oğlunun saçlarını öptü.

 

“Fazla uzaklaşma tamam mı?” Mete hiçbir şey demeden sandalyesini arkaya doğru ittirdi, herkese afiyet olsun dedi ve uzaklaştı. Gülcan arkasından bakarken bakışları bana dokundu, burukça gülümserken varlığımın bir aileyi dağıtışını izledim.

 

Sol göğsüme büyük bir sancı oturduğunda içimde büyüyen bir his vardı ve bu his beni korkutuyordu.

 

Gülcan eliyle yanındaki sandalyeyi tekrar işaret etti. “Gel canım otur.” Hiçbir şey demeden adımlarımı Gülcan’ın yanına doğru çevirdim. Sandalyeye otururken Mihri kafasını kaldırdı, kucağımda ters döndü. Bacağımda kendisine rahat bir pozisyon seçerken parmağıyla masadaki dilimlenmiş muzları gösterdi. Önümdeki çatalı alıp muza batırırken Gülcan tabağıma yumurta, salatalık, domates, peynir ve zeytin dolduruyordu. “Keşkek yer misin?”

 

Mihri’ye muz yedirip kaşlarımı çatarak Gülcan’a döndüm. “Keşkek mi? O ne?”

 

Gülcan masanın ortasındaki büyük kaseye uzandı, önümden aldığı küçük kaseye biraz doldurup önüme bıraktı. “Aslen Tokat yöresine ait olsa da genelde Amasya'da keşkekle kahvaltı ederler. Bugün dedem misafirleri var diye biraz Akdeniz mutfağına girmiş.”

 

Önümdeki beyaz çorbamsı şeye bakarken burnuma dolan kokusu midemi ağzıma getirirken yüzümü buruşturmamak için büyük bir çaba sarf ettim. “Aç değilim de yemesem sorun olur mu?”

 

Masadakiler kendi hâlinde sohbete devam etmeye başladıklarında Gülcan bana doğru eğilip, “Şimdi kalkacağım arkamdan gel tamam mı? Biraz daha iğreniyormuş gibi bakarsan hamile olduğunu düşünecekler.” diye fısıldadı.

 

Gülcan ellerini masaya yerleştirip boğazını temizlediğinde yutkundum. Neden bu kadar gerilmiştim? İçimde kötü bir his vardı, boğazımı düğümlüyor ciğerlerime dolan havayı ciğerlerime yetişmeden bir girdap gibi yutuyordu.

 

Gülcan, “İznini-” demişti ki cümlesi yarıda kaldı. İçeri doğru gelen adım sesleri ve bütün aile fertlerinin o tarafa dönmesiyle kafamı kapıya doğru çevirdim.

 

O gelmişti. Mirza kapının önündeydi. Üstü başı dağınıktı, saçları yağlanmış ve karmakarışıktı. Kafasını kaldırıp yüzüme baktığında karameli andıran gözlerinin kızardığını, altlarının morardığını fark ettim.

 

İçimdeki intikam ateşi harlandığında damarlarımda akan kan gittikçe yoğunlaştı. Korkum yoğunlaşan kanımın içine tohumlarını ekti ancak hissettiğim ateş tohumları yaktı. Yanan tohumlar ateşime katıldı, ateşim gittikçe harlandı. İntikam ateşi meleklerin kalbime ektiği cenneti yakarak yok etti ve o an hissettim, intikam ateşimin yalnızca Mirza'yı değil hepimizi yakacağını.

 

“Bu ne hâl Mirza?” Yaşlı adam konuşurken Miraç kafasını eğip sırıttı ve kafasını kaldırdığında yüzüme baktı. Gözlerimi yüzünden çekip yeniden Mirza'ya çevirdim.

 

Mirza elini alnına götürüp sıvazladı. “Biraz rahatsızdım dede, uzun yolculuk da yapınca biraz dağılmışım.” masaya yaklaşıp boş olan bir yere oturduktan sonra bakışlarını bana çevirdi.

 

Ona dönüp bakmamıştım ancak yakıcı bakışlarının üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Masadaki gerginlik elle tutulur cinstendi ancak hiç kimse ağzını açıp tek kelime edemiyordu.

 

“Ee kuzen nasıl bir his evlilik anlatsana?” Miraç dalga geçer gibi sırıtıp ağzına bir zeytin attıktan sonra sırıtarak Mirza'ya baktı. Mirza kafasını hareket ettirmeden yalnızca bakışlarını ona çevirdi, aynı delici bakışlar artık Miraç’ın üstündeydi.

 

“Sana ne lan nasıl bir his olduğundan?” Agâh Bey boğazını temizlerken Gülcan masada olan ellerinden birini indirip masanın altından kucağımda oturan Mihri’nin karnında birleştirdiğim elimi tuttu. Dedesi ters bir şekilde Mirza'ya bakarken Agâh Bey, “Kuzeninle düzgün konuş oğlum.” diyerek oğlunu uyardı.

 

“Neden öyle diyorsun kuzen? Aranız mı bozuk yengemle?” bana dönüp göz kırptığında herkesin bakışları bu cümleyi kuran benmişim gibi bana döndü. Mirza elini yumruk yapıp masaya koyarken burnundan solumaya başladı.

 

“Yengen değil o senin.” Miraç dudak büzüp kafasını yana eğdi ve çayından bir yudum aldı. Mirza daha fazla öfkelenirken Gülcan’ın elimi tutan eli gittikçe sıkılaşıyordu. Tutmadığı elimi elinin üstüne yerleştirip okşadım. Yüzünü bana çevirdiğinde dudaklarımı oynatarak sakin ol dedim.

 

“Neden kuzen? Evli değil misiniz? Yoksa boşanıyor musunuz?”

 

“Miraç yeter gitme kuzeninin üstüne.” diye uyardı bir adam. Bakışlarımı ona çevirdiğimde Agâh Bey’in babasına çok benzediğini fark ettim.

 

Miraç bakışlarını ona çevirdi. “Yanlış bir şey söylemedim babacığım. Yengem ve kuzenimin evliliğinin nasıl olduğunu merak ediyorum yalnızca.”

 

“İyi.” dedi Mirza tersleyerek. Tabağına bir şeyler doldurmaya başladığında Miraç burnundan bir ses çıkararak güldü.

 

“Sadakat kuzen, bir evlilikte en önemli şey değil mi?” bakışları bana döndüğünde bu kez alay yoktu, aksine üzgün bir ifadesi vardı. Anlamayarak kaşlarımı çatarken Mirza ayağa kalktı, saniyeler içinde Miraç’ın yakasına yapıştı. Mihrimah korkuyla bağırıp ağlamaya başladı, Gülcan’ın dudaklarından küçük bir çığlık koparken Mirza kuzeninin yakasını iki eliyle tutmuş çocuğu sarsıyordu.

 

“Kes artık sesini pezevenk herif! Yorum yapma evliliğim hakkında! Sikeceğim seni soysuz herif öldüreceğim duydun mu?” bir elini kaldırıp Miraç’a yumruk attı ve Miraç yere düştü.

 

Mirza bunu fırsat bilip göğsüne oturdu ve yüzüne yumruk atmaya devam etti. Agâh Bey, abisi olduğunu düşündüğüm kişi ve kardeşi onları ayırmaya çalışırken Gülcan’ı kolundan tutup ayağa kaldırdım. “Gülcan.” Gülcan dolu bakışlarını bana çevirdi, kolunu çekiştirerek ayağa kaldırdım. Zorlukla odadan çıkarken Mirza bağırıp çağırmaya, küfürler etmeye devam ediyordu. “Odan nerede?”

 

Gülcan sanki robotmuş gibi çocuklarla kaldığı odaya içeri girdiğinde arkasından girip kapıyı kapattım.

 

Mete hâlâ dışarıdaydı ancak içeri gireceğini düşünmüyordum. Korkardı, dışarıda kalmasını istemiyordum ama bütün olayların içine geçirip daha çok korkmasını istemiyordum. “Mete, Mete dışarıda.” Gülcan kendinde değilmiş gibi kapıya yaklaştı, kapının önünde durup çıkmasını engelledim.

 

“Çağlar ya da Hazal alır Gülcan. Otur sen çıkma şu an.” yüzüme bakıp kafasını salladı, yatağa yaklaştı ve sırtını başlığa yaslayarak dizlerini kendine çekti.

 

“Gülcan’ım sakin olur musun?” Mihrimah sızlanıp annesine seslendiğinde annesi bakışlarını ona çevirdi. Kollarını açıp kızını yanında istedi, sorgulamadan verdim.

 

“Uzun zamandır emzirmedim şimdi emzirirsem alışır mı?”

 

“Gülcan biraz sakinleş, Mihrimah da şu an meme istemiyor.” ellerimi yanaklarına götürüp yüzünü yüzüme çevirdim. “Bana bak. Hiçbir şey yok. Bu kadar korkmanı endişelendirmeni gerektirecek hiçbir durum yok. Derin nefes al,” gözlerime bakarak derin bir nefesi ciğerlerine doldururken kafamı yavaş bir şekilde aşağı yukarı salladım. “işte böyle. Sakinleş, burada yalnızız.”

 

Çocuk yok.

 

Zihnimi geçmişimin karanlık sularına teslim etmemek adına yutkundum. Zamanı değildi şu an teslim olamazdım.

 

“Mete, Mete nerede Elmas? Korkar o yüksek sesten.” dudaklarımı ıslatırken ayağa kalktım.

 

“Getireceğim şimdi bekle. Sen çıkma odadan tamam mı? Çağlar’ı yollayacağım yanına.”

 

Babam her zaman bağırarak girerdi eve, annem beni saklayabileceği bir yer arardı ama hiç bulamazdı. Yanıma yollayacağı ve beni koruyacak birisi de olmazdı. Babam hırsını aldıysa kendisi yanımda olurdu, alamadıysa beni korumak için canını ortaya koyardı.

 

“Elmas! Kaç annem çık dışarı!” 8 yaşındaydım koşarak dışarı çıkmıştım. Var gücümle yardım edin diye bağırmıştım herkes sırtını dönmüştü.

 

O gün küçük bir çocuğun ruhu kaldırımlarda can vermişti sessiz kalan bütün dünya suçlusuydu.

 

O gün bir annenin ruhu rutubetli duvarların ardında can vermişti çığlıklarına kulaklarını kapatan herkes katiliydi.

 

Hiç haberi yok gibi ıslak kaldırımların

Kimse görmüyor mu?

 

Kaldırımlar bir çocuğun katili olduğunu bilir miydi? Kaldırımlar bir çocuğun ıslak yanaklarından akmaya devam eden gözyaşlarıyla ıslanır mıydı? Islak olan bir kaldırımda bir çocuğun gözyaşlarının önemi kalır mıydı?

 

Zihnimin kapalı kapılarının ardında sakladığım anılar günyüzüne çıkmaya başladığında bütün sesler birbirine karıştı. Annemin çığlıkları, babamın küfürleri ve küçücük bir çocuğun babasına olan yalvarışları.

 

Adımlarım nereye gittiğini bilmezken etraf önümü göremeyeceğim kadar bulanıklaştı. Ağlayacak mıydım yoksa bayılacak mıydım bilmiyordum ama iki seçenek de pek iç açıcı değildi.

 

Derin bir nefes aldım, damarlarımda hâlâ akmakta olan intikam ateşinin sıcaklığıyla ellerimi yüzüme götürüp yüzümü sıvazladım.

 

Ben Elmas Arıcı’ydım. Hayat üstüme geldiğinde kaçmyacaktım. Hayat hamlesini yapabilirdi çünkü daha benim vuracağım darbenin ne olduğunu bilmiyordu.

 

Biraz öncesine kadar sarsak attığım adımlarım kendinden emin bir hâl aldığında omuzlarımı dikleştirdim. Evin dışına doğru yürürken Agâh Bey’in sesini duydum.

 

“Geri gideceksin! Duydun mu beni?” sesi ilk defa bu kadar öfkeli ve yüksekti. Kaşlarımı çatarak karşı tarafın konuşmasını dinlemek istedim ancak umurumda değildi.

 

Adımlarımı hızlandırıp evin büyük kapısına yaklaştım, yavaş bir şekilde açtım ve karşımdaki gölle karşılaştım. Dışarı adımımı attığımda Mete’yi gördüm. Gölün kenarında oturmuş elindeki taşları hırsla suya atıyordu.

 

Yavaş adımlarla yanına yaklaşıp üstümdeki pantolonun kirleneceğini umursamadan yanına oturdum. Kafasını kaldırıp bana baktı ve elindeki taşları yere bıraktı. “Neden geldin?”

 

Bakışlarımı suya çevirip derin bir nefes aldım. “Yalnız bırakmak istemedim.”

 

“Hayır onu sormadım.” bakışlarımı ona çevirdim, onun bana bakışlarıyla karşılaşarak.

 

“Neyi sordun aşkım?”

 

Omuzları çökerken bakışlarını kaçırdı. “Bir şey yok. Annemin yanına gidiyorum.” ayağa kalktı, hiçbir şey demeden yanımdan uzaklaşarak eve girdi.

 

Suçluluk duygusu omuzlarıma çöktüğünde gözlerimin dolduğunu hissettim. Neden geldin?

 

Neden gelmiştim? Hayatlarına neden girmiştim? Neden evlerine gelmiştim? Neden onların soyadını kabul etmiştim?

 

İki gözümden aynı anda yaş düştüğünde arka cebimde duran telefonumu elime aldım. Hiç düşünmeden arama kısmına girdim.

 

Dağhan'ın isminin üzerine tıkladım, birkaç saniye çaldıktan sonra açıldığında, “Dağhan,” diye mırıldandım ancak sesimin titremesine engel olamadım. “beni alır mısın?”

 

“Elmas!” diye bağırdı endişeyle. “Ne oldu? Neden ağlıyorsun? Bir şey mi yaptılar sana?”

 

“Beni alır mısın?” Dağha bir süre sustu. Hayal kırıklığıyla gözlerimden iri bir yaş aktı. “Tamam, tamam anladım. Özür dilerim rahatsızlık verdiğim için.” kırmızı tuşa basarak aramayı sonlandırdım ardından telefonu tamamen kapatıp ayağa kalktım.

 

Hayata karşı tek başıma duracağımu biliyordum ancak bir anda tamamen yalnız kalmış olmak çok ağırdı.

 

Yüzümü silme zahmetine girmeden içeri doğru adımlarken Hazal karşımda belirdi. Elini kalbine götürürken derin bir nefes aldı, “Şükürler olsun iyisin.” diye mırıldandı.

 

Yüzüne bakmadan, “Hazal beni odama götürür müsün? Bir de kıyafet verebilir misin yıkanmak istiyorum.” diye sordum.

 

Yüzümü inceleyen bakışlarını umursamadan yerdeki parkenin desenlerini incelemeye devam ettim. “Ağlamışsın ama üstüne gelmeyeceğim. Gel odama götüreyim seni yoksa Mirza’yla aynı odada kalmak zorunda kalacaksın.”

 

Hiçbir şey demeden kafamı sallarken Hazal kolumu tuttu. Birlikte bir odaya doğru yürürken gözlerimden birer damla yaş daha aktı, bu sondu. Elmas için artık gözyaşı yoktu.

 

^^^

 

Yazardan

 

Düşünceler zihnin kapanıydı ve insan düşündükçe o kapana kısılırdı.

 

Dağhan yaklaşık on iki saattir düşünüyor, düşünmekten kafayı yiyecek noktaya geliyordu.

 

Eve geldiğinden beri neredeyse hiç uyumamış, Başak’ın bütün zorlamalarına rağmen doğru dürüst tek lokma yememişti.

 

Endişeliydi. Elmas için endişelenmekten kafayı yemek üzereydi ve eli kolu bağlı oturmak hiç Dağhan’a göre değildi.

 

“Abi bir durur musun artık?” elindeki telefona abisinin zoruyla bakıyor, bütün son dakika gelişmelerini takip ediyordu. “Bak Elmas iyi hiçbir haber yok. Kahramanmaraş merkezli deprem dışında son dakikada hiçbir haber yok.”

 

Dağhan ellerini yüzüne götürüp sıvazlarken derin bir nefes aldı. “Endişe ediyorum Başak, Saatleedir aramadı.”

 

Başak gözlerini devirdi. “Mesela burada kıvranmak yerine neden yanına gitmiyorsun? Emin ol Elmas yadırgamaz aksine mutlu olur.”

 

Dağhan kardeşine umutla baktı. Bunu düşünmüştü ancak uygulamaya geçmek için gaza ihtiyacı vardı. “Olur mu mutlu?”

 

Başak abisinin çocukça umuduna ve heyecanına bakıp gülümsedi. “Olur tabii ki. Gidişin biraz uzun sürer ama,”

 

“Olsun. Olsun sürsün uzun. Yolun sonu Elmas’a çıkacak değil mi sonuçta? Varsın günler sürsün yolculuk.” kendi kendini onaylamak için kafasını sallarken odasına doğru gitti. Başak sabır dilenirken, “Hazırlan Başak, Uzay’ı da getir. Amasya’ya gidiyoruz.” diye seslendi abisi.

 

“Ya abi!” diye bağırdı Başak. “Okuyorum ben okuyorum, okulum var.” abisine çemkirmek için abisinin odasına giderken Dağhan odasından üstü çıplak bir şekilde çıktı.

 

“Ben de çalışıyorum Başak. Merak etme hallederim ben okulunu.” ofladı kız kardeşi, eli mahkum kabul edecekti biliyordu.

 

“Of abi of. Son zamanlarda çok sinirimi bozuyorsun.” abisi ben de seni seviyorum diyerek banyoya girdi be ıslak çalarken suyu açtı.

 

“Sizin aşkınızın ızdırabını neden ben çekiyorum ya?” diye sızlandı Başak ve ablasının evine doğru yol aldı.

 

10 saatlik yolculuğun katlanılır tek yanı Uzay olacak gibi görünüyordu.

 

~~~

 

Aşklar selaaamm 😻

 

Bölüm kısa farkındayım ama daha sık bölüm yazacağım diye düşünüyorum. Uzun tutup sizi bekletmektense her hafta sonu bir bölümü sizlerle buluşturmak istiyorum.

 

Wattpad'in hâli ne olur, açılır mı kapanır mı bir daha burada olur muyuz bilemiyorum ama bir sonuç çıkana kadar buradayım.

 

Tutsak’ın finalini yazdıktan sonra eğer wattpad açılmış olursa Wattpad’e ara vermeyi düşünüyorum. Tutsak finaline kadar düzenli bir şekilde buradayız ama üzgünüm ki sonrası için söz veremiyorum.

 

Bir bakarsınız yazma hayatıma tamamen veda ederim ve kalemimden okuduğunuz tek kitap Tutsak olur.

 

Söz vermemekle birlikte taslakta sizlerle buluşmayı bekleyen onlarca kurgum var ama yazabilecek kafada mıyım, o sorunun cevabına erişemiyorum.

 

Sizlerle hiçbir zaman uzun uzun konuşmadım burada şimdi de konuşmayacağım ama iyi değilim. Bunu açıkça söylemek yürek ister ama iyi değilim.

 

Her neyse canlarım sizleri seviyorum. Desteğiniz ve sevginiz için çok minnettarım. Hâlâ hayal gücümü ortaya koyup kalemi elimde tutuyorsam bana destek olanlardan birisiniz.

 

Sizin için basit olabilecek herhangi bir yorumun kalemi elime almam için motivasyon kaynağı olduğunu sanırım hiçbir zaman bilemeyeceksiniz.

 

Ve canımın içi (🤍) henüz bu satırları okumuyorsun ama iyi ki varsın. Seni çok seviyorum.

 

Ay ben şimdiden bu kadar duygusal olduysam final bölümünde napcaz damarımıza pıçah mı dayicaz acabaa

 

Neyse kocaman sevgiler canlarım 😻💗

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%