Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. ADALET PERDESİ

@diaryofanas

 

 

 

Hayat inişleri ve çıkışları olan basit bir olguyken içini doldurabilecek insanlar olması fazlasıyla garipti.

 

Bir insan geliyor, yüzünüzü gülümsetebiliyor, sizi mutlu edebiliyor ve basit bir olgu olan hayatı daha yaşanılabilir kılıyordu.

 

Daha da garip olanı yüzünüzü gülümsetip içinizi ısıtan, hayatı daha katlanılır kılan insan bir anda dünyanızı başınıza yıkabiliyor ve basit bir olgu olan hayatı daha da zorlaştırabiliyordu. İnsanoğlu çok garipti.

 

Akşam saatlerinde eve geldiğimde Gülcan evin önündeki gölün yanında oturmuş sigara içiyordu. Şaşırmıştım çünkü Gülcan alkol kullansa bile sigara kullanan bir insan değildi. “Elmas,” dedi ben yanına oturduğumda. Kasıklarımda haddi hesabı olmayan bir ağrı vardı ve regl olacak gibi hissediyordum. “sanırım Mete’yle konuşman gerek.”

 

Kafamı göle doğru çevirip dizlerimi karnıma doğru çekerek ağrımı azaltmaya çalıştım. “Beni suçluyor.” diyebilmiştim yalnızca, fazlasına yüreğim acırdı hissetmiştim. Yetişkin bir insanın beni suçlaması beni üzmezdi ama küçük bir çocuğun bana olan suçlayıcı tavırları beni mahvederdi.

 

“Korktuğu için öyle söyledi sonra pişman olup göğsümde ağladı. Seni çok seviyor.” dedi sigarasından bir nefes daha çekerken. “Ben onu affedeceğini söyledim ama huzursuzdu.” hiçbir şey demeden kafamı salladım.

 

Bir süre sessizce ay ışığının aydınlattığı gölün yüzeyini izledik. Dolunay vaktiydi, karanlık gölün yüzeyinde dağınık şekilde duran ay görüntüsü içime sebepsiz bir huzur ekiyordu.

 

Gülcan arada sırada kenarda duran sigara paketinden bir dal çıkarıyor, durakları arasında yerleştirip bir nefesi çektikten sonra sigaraya bakıyor ve yanlış bir şey yaptığına kanaat getirmiş gibi yere bastırıp söndürüyordu. Saydığım kadarıyla altı tane sigarayı bu şekilde söndürdüğünde uzanıp paketi yanından aldım. “Heba edeceğine ben içerim hiç sorun değil.” bir dalı çıkarıp dudaklarım arasına yerleştirdim, Gülcan çakmağı uzattığında ucunu alevlendirdim.

 

Hiçbir şey demeden kafasını sallarken, “Elmas,” dedi acılı bir tonda. “ne yapacaksın? Mirza'ya dava açtığını söyledin evet ama anlaşmalı boşanma yapmanızın imkânı yok. Başka şekilde de Mirza kabul etmediği sürece dava uzar. Hadi boşandınız, ondan sonra ne yapacaksın? Evin yok, işin yok, tanıdığın hiç-”

 

Sözünü kestim. “Orasını bana bırak ben kendim hallederim. Bir boşanalım da gerisi kolay.”

 

“O çocuk hastanedeki,” diye başladı cümlesine. “yanlış anlama yargılamayacağım kızmayacağım da sadece meraktan soruyorum.” bakışlarımı gölden yüzüne çevirdiğimde bana olan bakışlarında inancı gördüm. Neyin inancıydı bilmiyordum ama ne dersem diyeyim inanacak gibiydi. “Sevgilin mi?”

 

Bakışlarımı yeniden ayın aydınlattığı gölün yüzeyine çevirdim. Ne demeliydim? Dağhan benim neyimdi? Sevgilim değildi. Arkadaş da değildik. Avukat-müvekkilden de fazlasıydık. Ya da belki de ben kafamda kurup saçmalıyordum bilmiyordum ama bu sorunun cevabı kesinlikle basit bir kelimeden çok daha fazlasıydı.

 

“Bilmiyorum,” dedim açıkça. “sevgilim değil. Şimdilik avukatım ileride neyim olacağı konusunda hiçbir fikrim yok.”

 

Gülcan elini omzuma attı. Donuk bakışlarımı yüzüne çevirince gülümsedi. “Hisler Elmas, hisler insanları var eden yegâne şeylerdir. Eğer yaşanması gereken bir hissin varsa doğru veya yanlışlığını düşünme. Hayat doğru ve yanlışı düşünüp mutlaka doğruyu seçebileceğin kadar dürüst değil.”

 

Kafamı sallarken Gülcan ayağa kalktı. Elini bana uzattığında düşünmeden tuttum. Aklıma gelen soruyla kaşlarımı çattım. “Gülcan,” dedim kapıya doğru yaklaşırken. “sana bir şey sormam lazım.”

 

Gülcan gerilerek yüzüme baktı. “Tabii canım sor.”

 

“Anne!” diyen bağıran bir sesle birlikte sesin geldiği yöne doğru baktık endişeyle. Gülcan hızlıca cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp içeri girerken Mete hâlâ bağırmaya, ağlamaya devam ediyordu.

 

Gülcan’ın açtığı kapıdan içeri girerken gür bir sesle, “Orospu çocuğu!” diye bağırdı biri. Bu ses Mirza'ya aitti. Kaşlarımı çatarak sesin geldiği yöne doğru hızlı adımlarla ilerledim.

 

Kalbim korku ve endişeyle güm güm atarken güçlü durabilmek adına içimden bildiğim bütün duaları ediyor, tırnaklarıma avuç içlerime batırarak kendimi anda kalmaya zorluyordum.

 

Sakin ol Elmas, başaracaksın. Başarmak zorundasın. Yapman gerekiyor.

 

Derin bir nefes alıp geniş olan oturma odasına girdiğimde gördüğüm manzara geçen seferkinden pek farklı değildi. Dedesini koruyan genç kız kenarda durmuş dehşetle ağlayarak etrafına bakıyordu. İsmini bilmediğim ama kuzenleri olduğunu düşündüğüm bir adam Mirza'nın önünde duruyor ellerini omzuna yerleştirerek karşısında duran Miraç’a adım atmasını engelliyordu.

 

Miraç yerden doğrulduğunda Mirza kafasını öfkeyle arkaya attı, yüzüne gelen saçları hışımla arkaya iterken bir parmağını Miraç’a doğru salladı. “Öldüreceğim seni pezevenk herif! Duydun mu beni, ecelin elimden olacak!”

 

“Yeter Mirza kendine gel.” dedi Hazal baskın bir sesle. Mirza'ya doğru yaklaşıp yüzüne gelen saçlarını bu kez Hazal arkaya attı. Narin parmakları Mirza'nın terli ve hırpalanmış yüzünü severken onu tutan adam kenara çekildi. Gülcan’a yaklaşıp koluna dokunurken Gülcan kafasını hafifçe sallayıp gülümsedi. Ona dokunan elinin üstüne elini koyup parmaklarıyla okşadı. Mete’yi işaret ederken Mirza hâlâ küfürler ediyor, önünde Hazal olmasa Miraç’ın üstüne atlayacak gibi derin solukları ciğerlerine dolduruyordu.

 

“Sikerim ben bu çocuğu Hazal. Haddini bilecek hakkımda düzgün konuşacak. Kendi ne sik de bana konuşuyor?” Hazal elindeki peçeteyi Mirza'nın kanayan burnuna bastırırken kafasını iki yana salladı.

 

“Sen sakin ol Mirza olay çıkarma.” Miraç ayağa kalkıp elinin tersiyle kanayan dudağına dokundu.

 

“Sadâkat önemli kuzen. Özellikle de evlilikte sadâkat çok önemli, değil mi kuzen?” yüzünde bilmiş bir gülümseme vardı. Neler olduğunu anlamayarak kaşlarımı çatarken Mirza, “Kes sesini pezevenk!” diye bağırdı. Hazal’ı umursamadan kenara ittirdi ve zavallı Hazal yerle buluştu.

 

Miraç’ın ikinci seferdir ortaya attığı sadâkat kavramını anlayamasam da boşuna konuşmadığını hissettim. Mirza tam Miraç’ın karşısında duracakken önüne geçerek ellerimi göğsüne bastırdım.

 

Arkaya doğru sendelediğinde öfke dolu birkaç nefesi ciğerlerime doldurdum. Omuzlarım aldığım nefeslerle inip kalkarken bu gücün nereden geldiğini bilmiyordum, nasıl bu kadar güçlü olduğumu da öyle. Ancak umursayacak vaktim yoktu, gelmişti çünkü ihtiyacım vardı.

 

“Yeter artık Mirza.” dedim öfkemin zerresini içinde bulundurmayan sakin bir ses tonuyla. Bana şaşkınlık ve büyük bir öfkeyle baktı, elinde olsa canımı oracıkta alırdı gözlerinden okunuyordu. “Bırak bu çocukça tavırları. Bir kere daha, bak bir kere daha Miraç’a ya da güvendiğim sevdiğim herhangi birine bu şekilde davranırsan bedeli ağır olur.”

 

Herkes büyük bir şaşkınlıkla bana bakarken Miraç’a döndüm. Bir hareketlilik sezdiğimde Mirza'yı az önce tutan adam yine kolunu kavramıştı. Umursamadım, elimi Miraç’ın çenesine yerleştirip kanayan dudak kenarına baktım. “Kötü olmuş gel temizleyelim şunu.” kimin ne düşüneceğini umursamadan Miraç’ın elinden tutarak odadan çıkardım. Hayat benim hayatımdı, nasıl yaşayacağıma ve kime gideceğime ben karar verecektim. Mirza yalnızca uzaktan izleyebilirdi onun bu oyundaki rolü bitmişti. Şimdi sahne benimdi ve perde benin için aralanıyordu.

 

“Kocan varken benimle ilgilenmen gururumu okşadı.” dedi muzip bir ses tonuyla ve bu şekilde daldığım düşüncelerden sıyrılmış oldum.

 

“Sus istersen bir tokat da benden yeme.” odadan çıkmıştım ancak banyonun nerede olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Buraya geldiğimde kafam o kadar doluydu ki teras dışında hiçbir yerin nerede olduğunu öğrenememiştim. “Banyoda ilk yardım seti var mı?”

 

Miraç tuttuğum elini aşağı doğru kaydırıp avuç içimi avuç içine hapsetti. “Var gel.”

 

Elimi tutmasından rahatsızlık duyacağımı düşünürken hiçbir şey hissetmediğimi fark ettiğimde umursamadan birlikte banyoya girdik. Elimi elinden kurtarırken Miraç kapıyı arkamızdan kapatıp kilitledi. Bense dolaplarda ilk yardım setini arıyordum.

 

“Soldaki dolap ortadaki çekmecede bit kutu var.” dediği yere baktıktan sonra kutuyu çıkardım lavabo tezgahına yerleştirdim.

 

“Biraz eğilmen gerekecek ben üç metre değilim.” dedim kollarımı göğsümde birleştirip kaşlarımı kaldırarak yüzüne bakarken. Yüzünde dalga geçen muzır bir ifade peyda olduğunda dil çıkararak yüzümü buruşturdum. “Daha önce sana şerefsiz olduğunu söyleyen olmuş muydu?”

 

Yanıma yaklaşıp kalçasını tezgâha yaslarken yüzündeki gülümseme büyüdü hatta kıkırdadı. Miraç ezgâha yaslanırken eğildiğinde uzanıp kutunun kapağını açtım içinden pamuk ve tendirdüyot çıkardım. “Emin ol duyduğum en masum küfür olabilir. Hatta küfür bile değil hakaret.”

 

Kafamı iki yana sallarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ona doğru dönerken yüzümü buruşturdum, onunla eğlendiğimi bilmesine gerek yoktu. “Hak ediyorsun bazen haberin olsun.”

 

Elimdeki ilaçlı pamuğu patlayan dudağına bastırmak için yanına yaklaştığımda ellerini tezgahın iki yanına yasladı. Elimi kaldırıp yüzüne yaklaştırdığımda birden uzanıp elimi tuttu ve ayağa kalktı. Şaşkınlıkla gözlerim büyürken yutkunup geriye doğru bir adım attım. “Ben kendim hallederim.”

 

Anlamayarak yüzüne bakarken aldığım nefesler hızlanmaya başlamıştı. Güçlü durmaya çalışıyordum doğruydu ancak bir anda karşıma çıkan geçmişimin yankılı adım sesleri beni dumura uğratıyordu. Mirza’dan gelecek her şeye hazırdım, ona karşı refleks yapabilirdim ancak bir başkasının ani hareketleri hayır buna hazır değildim.

 

Korkuyla dolan gözlerimin önünde küçük bir kıza tekme atan adamı gördüm, bu adam babamdı. O küçük kız çocuğu bendim. _“Baba!”_ diye bağırıyordum o sıfatı hiç hak etmeyen adama karşı, duymazdan geliyordu. Gözlerimin önündeki geçmişimin hayalinde canım yandığında vücudumda oluşan his kaybını fark ettim. Bu his kaybı bana mı aitti yoksa geçmişimin karanlık perdesi ardında kalan küçük kıza mı aitti kestiremedim. Zihnimdeki geçmiş, şimdi ve gelecek duvarlarının hepsinde o ses yankılandı, tokat sesi. İrkilerek arkaya doğru gittiğimde dünya yavaş yavaş hareket etmeye başladı.

 

“Elmas?” diyordu Miraç’ın endişeli sesi. Elleri bileklerimde yüzü yüzümün dibindeydi. Dolduğu için bulanık gören gözlerimle yüzüne bakıp kafamı sallarken bileklerimi ellerinden kurtardım. “Ben,” yalpalayarak kapıya ulaşırken Miraç yanıma yaklaşıp kapıya elini yasladı. “Dur, dur. Ne oldu iyi misin? Rengin attı ve titriyorsun.”

 

Zihnimin içinde durmadan bağıran bir ses vardı, sağır edecek kadar yüksek bir sesti. Ellerimi kulaklarıma bastırıp yeniden kafamı salladım. “Nefes,” yutkundum, aldığım nefes ciğerlerime dolmuyordu. “nefes alamıyorum. Dışarı çıkmam lazım.” Miraç hiçbir şey demeden kapıyı açtı, kolunu belime atarak bana sarıldı. Birlikte banyodan çıkarken, “Kimse görmesin.” diye mırıldandım.

 

Adımlarım sarsak zihnim oldukça dağınıktı. Kendimi olabilecek bütün senaryolara hazırlamam gerekiyordu.

 

Miraç’la birlikte evden dışarı çıktığımızda derin bir nefes aldım bu kez aldığım nefes ciğerlerime ulaştı. Zihnime de dolan oksijeni hissedince bütün kötü düşüncelerim toz bulutu gibi dağıldı. “Daha iyi misin?” dedi Miraç, gölün kenarında evden uzaklaşacak şekilde yürüyorduk.

 

“İyiyim sanırım.” kollarımı göğsümde kavuşturdum.

 

“Seni bu kadar kötü etkileyen ne Elmas? Sormak istemedim ama bir anda bu kadar kötüleşmen hiç normal değil.”

 

Alay edercesine güldüm. “Bilmek istediğine emin misin?”

 

“Eğer özel değilse, tabii ki bilmek isterim. Ciddi görünmediğimin farkındayım ama sevdim seni.” sesi samimiydi.

 

“Babam öldürmek istercesine döverdi beni. İstanbul'a taşındıktan sonra şiddet görmediğim için kendimi güvende hissettim sanırım hiçbir tepki beni Korkutmuyordu. Sonra bir anda Mirza da beni komaya sokacak dövün-”

 

“Bir dakika bir dakika?” diyerek sözümü böldü. Önüme geçip kaşlarını çatarak yüzüme baktı. “Piç Mirza seni dövdü, hem de komaya sokacak kadar öyle mi?”

 

Çok normal bir şeyden bahsediyormuşuz gibi omuz silktim. “Yalnızca dövmedi ben istemediğim halde bana dokundu.” neden bu kadar rahattım ya da neden bu kadar etkilenmemiş gibi konuşuyordum bilmiyordum ancak artık bunları kabullenmem gerekiyordu. Kabullenecek ve bunlardan güç alacaktım. Kabullenecek ve ayağa kalktığımda kimsenin beni bu yaralarımdan vurmasına izin vermeyecektim. Kabullenecektim çünkü hayat yaşamam için bana bir şans veriyordu.

 

“Ne?” diye fısıldadı dehşetle. “Dövdüğünü duymuştum ama bir nevi tecavüz,” anlamayarak elleriyle şakaklarına baskı uyguladı, oradaki saçlarını arkaya doğru iterek bana arkasını döndü. Yeniden bana döndüğünde gözlerinde büyük bir öfke ve nefret vardı. “Nasıl bu kadar dimdik duruyorsun? Nasıl hâlâ o şeref yoksunu kansızın yüzüne bakabiliyorsun Elmas sen?”

 

Yine omuz silktim. “Boşanma davası açmaya çalışıyorum. Gerekli kanıtları topladıktan sonra,” kasıklarıma aniden giren ağrıyla cümlemi yarıda kesip elimi karnıma bastırmak zorunda kaldım. Miraç anında kolumu tuttuğunda öbür eli belime dolandı.

 

“Hamile değilsin değil mi?” dedi dehşetle. Sesinde korkunun izleri vardı.

 

Buruşturduğum yüzümü kaldırıp bana acıma ve korkuyla bakan adama çevirdim. “Saçmalama istersen. Âdet olacaktım onun ağrısıdır herhalde.”

 

Elimi kolumu tutan eline götürüp kendimden uzaklaştırdım. “Emin misin? Hastaneye gidip kontrol ettirmek ister misin? Benimle istemezsen Gülcan’la git sanırım en samimi olduğun kişi Gülcan ailede.”

 

“İstemiyorum Miraç. Eve gidelim dinlenmek istiyorum ağrım var.”

 

Miraç emin olup olmadığımı anlamak için yüzüme baktığında arkamı dönüp eve doğru yürümeye başladım. Karın ağrım gittikçe artıyordu ve benim gerçekten dinlenmem gerekiyordu.

 

~~~

 

Miraç’la eve girdikten sonra kendimi odaya kapatmış kafamı yastığa koyduğum gibi uyumuştum. Ertesi sabah uyandığımda saat erken saatlerindeydi. Yataktan ayağa kalktığımda esnerken yatakta gördüğüm birkaç damla kahverengi lekeyle kaşlarımı çatıp hızlıca lavaboya gittim. İç çamaşırım ve altımdaki gri eşofmanda da oluşan kahverengi lekelerle birlikte ofladım.

 

Üstümü çıkarıp duşa girdikten sonra karnımdaki ağrı şiddetlenmeye başladı. Adeta küfürler ederek duş aldıktan sonra bornozumu giyinip odaya geçtim. Yanımda hiç kıyafet olmadığı aklıma gelince bir kez daha oflayıp Gülcan’ı aradım.

 

“Alo hayatım? İyi misin bir şey mi oldu sabah sabah?” kanımın yere damlayacağından korkarak ayağımı ritimli bir şekilde yere vurmaya başladım.

 

“Gülcan bana acilen çamaşır kıyafet ve ped lazım sende var mı?” sesim neredeyse ağlayacak gibi çıkıyordu. Kendimi pek iyi hissetmiyordum.

 

“Sakin ol canım var tabii ki. Bekle getirip geliyorum.” telefonu kapattığında odada banyo olmasına şükrederek geri banyoya gittim.

 

Gülcan geldiğinde, “Elmas?” diye seslendi. Banyonun kapısını açıp orada olduğumu söyledim. Kapıya yaklaşıp yavaşça kapıyı açtı, banyoda delirmiş gibi volta atan beni gördü. “Sakin olur musun bebeğim? İlk reglin değil sonuçta korkma ölmeyeceksin.” dedi gülerek. Siyah eşofmanı, aynı renk sweatshirt, lacivert sütyen ve külodu tezgaha bıraktı. “Ben odadayım sen de giyin gel hadi.”

 

Banyodan çıkınca hızlıca üstümü giyinip odaya geçtim. Elimdeki havluyla saçlarımı kuruturken Gülcan, “Yani hamile değilsin demek oluyor bu değil mi?” diye sordu heyecanla.

 

Yüzümü buruşturdum. “Bilmiyorum içimde kötü bir his var. Karnım da çok ağrıyor ağlayacağım şimdi.”

 

Elimdeki havluyu yatağa atıp ayaklarımı yere vura vura aynaya yaklaştım. “Regl olunca otomatik yükleniyor o kötü hissetme. Hadi gel çorap da vereyim sana ağrın artmasın. Sonra birlikte kahvaltıya ineriz.”

 

Odadan çıkarken Gülcan’ı inceledim. Saten pijama altı ve gömleği, uykudan uyanmasına rağmen dalgaları hâlâ çok güzel duran saçları vardı. Odadan çıkarken kendime baktım. Siyah eşofman takımı, dağınık saç, ve yorgun bir yüz. Kendimden iğrenerek Gülcan’ın arkasından ilerlemeye başladım.

 

Çorap alıp kahvaltıya gittiğimizde henüz kimse kalkmamıştı. Dede Çakır, tanımadığım bir çift ve Miraç vardı. Gülcan herkese günaydın diyerek sandalyesine oturdu. Yanına geçip oturduktan sonra Dede Çakır bana döndü. Dikkatle inceledikten sonra öldürdü.

 

Gerginlikten kendi kendimi ısırmama çok az kalmıştı.

 

“Kocan sorun çıkarıp duruyormuş iki gündür.” dedi en sonunda. Olumlu anlamda kafamı salladım.

 

“Evet efendim ama dediğiniz gibi kendisi benim kocam, hoş yakında o da olmayacak ama neyse. Demem o ki annesi ben değilim ve yaptığı saygısızlıklar maalesef ki benim omzumun yükü değil. Benim kişisel olarak bir hatam olduysa affola ama torununuzun hataları için ben özür dileyemeyeceğim.”

 

Gülcan aşağıdan bacağımı cimciklediğinde kafamı ona çevirdim. Dede Çakır burnundan bir nefes verirken elindeki çatal ve bıçağı masaya bıraktı. “Erkeğin hatası arkasındaki kadının dokunuşundan kaynaklıdır. Velhasıl bu da demek oluyor ki torunum senden bir şey öğrenememiş.”

 

“Torununuz adam olsaydı öğrenirdi sayın Çakır. Ayrıca erkeğin yaptığı saygısızlığın bedelini bir kadına dayatmanız çok mantıksız. Sizi doğurup büyüten annenizdir, siz küçüklükten beri annenizin verdiği eğitimle adım atarsınız. Bir şey öğrenme konusunda suçlayacağınız birileri varsa bu eşler değil anneler olmalıdır ki Tomris Hanım’ın çok iyi bir anne olduğu yetiştirdiği üç tane gül gibi genç kadından belli.”

 

Midem bulanmaya başlamıştı ve kahvaltıda yedikleri etli yemek mideme hiç yardımcı olmuyordu.

 

“Babam bir şey diyorsa bunu karşı gelinmez Gelin Hanım. Üstelik Mirza ile ayrılmayı düşünüyorsanız babama bu şekilde konuşma hakkına hiçbir şekilde sahip değilsiniz.” orta yaşlarındaki kadına dönüp gülümsedim.

 

“Emin olun eşiniz sizi de ölümüne dövse, siz istemediğiniz sürece size dokunsa, sizinle zorla birlikte olsa siz de çıkıp kendinizi suçlamazsınız, sizi suçlayanlara da karşı çıkarsınız. Lütfen benimle yargılayıcı bir biçimde konuşmayı bırakın çünkü ben sizin torununuz, yeğeniniz ve kuzeniniz olacak kişi yüzünden çok şey yaşadım benden önce onu yargılayın.”

 

Herkes derin bir sessizliğe gömülürken Miraç aşağıdan ayağıma vurdu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda sırıttığını gördüm. Dudaklarını oynatarak, “Tebrik ederim.” dedi. Yüzümde küçük bir tebessüm oluşurken kafamı diğer tarafa geçirdim. Sanırım Mirza adam olamasa da akrabaları normaldi.

 

Yaklaşık yarım saat sonra herkes masaya oturduğunda mide bulantım gittikçe artıyordu.

 

“Elmas neden bir şey yemiyorsun tatlım?” dedi dün Başak geldiği zaman beni tersleyen kız. Sanırım o da Mirza'nın kuzeniydi.

 

“Aç değilim.” diye cevap verdim. Fazlasına gerek yoktu, kızda garip bir şekilde yoğun bir sinsilik vardı.

 

“Dün akşam yemekte de yoktun. Gülcan rahatsız olduğunu söyledi iyisindir inşallah.” yüzünde bir sırıtış peyda olduğunda gülümsedim.

 

“Arkadaşımla biraz çıkıp dertleştim eve gelir gelmez de uyudum.”

 

“Ah tabii,” dedi dalga geçer gibi. Elini masadaki peçetelerden birine atıp dudaklarını kibarca sildi. “bebek yoruyor olmalı değil mi?”

 

“Meran ne yapmaya çalışıyorsun?” dedi Miraç sinirle. “Bir kadın olarak kızsal hastalıklarınızın olabileceğini hiç mi düşünmüyorsun?”

 

Kız Miraç’a döndü. “Hayırdır Miraç bebek senden mi ne bu afra tafra? Yoksa yengene aşıksın da hamileliği zoruna mı gitti?”

 

“Yeter!” diye bağırdı Dede Çakır. “Benim evimde benim masamda daha fazla ahlâksızlığa lüzum yok. Kalk git buradan Meran, seni soframda görmek istemiyorum.”

 

“Baba elin kızı için kendi kanından canından olan birini mi kovacaksın?” dedi sanırım babasıydı.

 

“Elin kızı değil benim manevî kızım Özen. Herkes haddini bilecek, kızın da kimsenin hakkında saygısızca atıp tutmayacak.” kız öfkeyle ayağa kalkıp masadan uzaklaşırken gülümsedim.

 

“İzninizle ben bugün İstanbul'a döneceğim.” herkes bir anda bana dönerken Agâh Bey, “Neden kızım? Eğer sorun Meransa-”

 

Kafamı iki yana salladım hızlıca. “Hayır hayır Agâh Bey ben yalnızca rahat hissedemiyorum burada. Apar topar geldim zaten biliyorsunuz.”

 

“Nasıl gitmeyi düşünüyorsun?”

 

“Arkadaşım Başak burada. Onunla birlikte gideceğiz. Kendi arabası var ve gayet iyi araba kullanıyor.” Yavaşça ayağa kalkarken, “Hepinize afiyet olsun. Ben gidip bir Başak’la konuşayım.”

 

Hiç kimsenin bir şey demesine fırsat vermeden odayı terk ettim.

 

Yüzümde zaferin büyük bir tebessümü varken biliyordum, adalet perdesi aralanmıştı ve kazanan ben olacaktım.

 

~~~

 

ay selam!!!!! BEN GELDİM KOŞUN

 

neyse okuyun yorum yapın sizi çookk seviyoreeee 💓💓

 

 

Loading...
0%