Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. HAYAL KIRIKLIĞI MAHKEMESİ

@diaryofanas

 

 

Her insan hayal kurardı ancak her insan aynı amaçla hayal kurmazdı.

 

Kimisi gerçeklikten kaçmak için hayal kurardı. Yaşadığı hayatın ve dünyanın çirkinliğine inat hayallerinde güzel bir yarına uyanırdı.

 

Kimisi gerçekliğini oluşturmak için hayal kurardı. Yaşadığı hayat güzel olurdu, daha da güzelleştirmek için uğraşırdı. Hayalden öte hedef oluyordu bunun adı ama o kişiye göre bir hayaldi.

 

Kimisiyse hayal dünyasından gerçek dünyanın acımasızlığına düşmemek için hayal kurmayı istemezdi ancak yolda gördüğü ufak bir ayrıntı, bir şarkı sözü, belki cam vitrinde gördüğü bir nesne bile insanı hayal kurmaya itebilirdi.

 

Hayatım boyunca yalnızca tek bir hayalim olmuştu. Çocuk kalbimin masumluğuyla yalnızca bir hayal kurmuştum, o da hayatın acımasız ateşinde yanarak küle dönmüştü. Büyümüştüm, hayaller artık anlamsız gelmeye başlamıştı ama çocukluğumda kurduğum ve yanmış olan hayalimin külleri avuç içlerime dolmuştu. Hâlâ daha yanan hayalim avuç içimi yaktı, avuç içlerimde hissettiğim acı kalbime giden damarlara dokundu. Kalbim yandı, kalbim kül oldu ama atmayı hiçbir zaman bırakmadı. Küçüktüm, çok küçüktüm iyilik ve kötülük kavramından bile bihaberdim ama çocuk aklımla kafamı gökyüzüne kaldırdım, avuç içlerimi birbirine bastırdım içimden o cümleyi geçirdim. Lütfen babam iyi biri olsun, annemle beni sevsin. Tek hayalim babamın bir gün annemi ve beni sevmesiydi. Babam bizi hiçbir zaman sevmemişti aksine o dileğim, hayalimden sonra bizden daha çok nefret etmeye başlamıştı.

 

İlk dayağımı o dileğimi tuttuğum günün ertesi günü yemiştim, o gün hayaller gerçekleşmezdi bunu hissetmiştim.

 

Okulda hayalleri olan sınıf arkadaşlarım olurdu, onlar için üzülürdüm çünkü benim hayalim yanıp kül olmuştu onların da hayalleri yansın istemezdim. Çocuk aklıydı ama benim acımı bir başkası yaşasın istemezdim. Bir sınıf arkadaşım vardı kim olduğunu hatırlamıyordum ama bana acıyanlardan birisiydi. “Senin neden bu kadar çok yaran var?” diye sormuştu. O da çocuktu biliyordum ama bu cümle vücucumdaki yaralardan daha çok canımı yakmıştı. Hiçbir cevap verememiştim ama o hissetmişti bundan emindim. “Üzülme Elmas ben büyüyünce doktor olacağım iyileştiririm seni.” demişti hemen ardından. Hayalim dememişti ama gözlerindeki ışıltı bile hayali olduğunu haykırıyordu. “Bence hayal kurma.” demiştim. Küçük bir çocuktum, hayaller kurmaktan başka hiçbir şey yapmamam gerekirdi ama ben en acısını yaşamıştım. Hayal kırıklığı.

 

Her insan ölürdü, her insan can verirdi, her insanın bedeni ölürdü ancak bir insanın bedenini yaşatıp ruhunu öldürmek kolay değildi. Hayal kırıklığı bir insanı öldürürdü ama küçük bir çocuk hayal kırıklığı yüzünden ölmezdi, ölmemeliydi.

 

“Neden ki?” demişti arkadaşım masum bir soruyla. O an hayat benim için durmuştu çünkü ruhum ölmüştü. Yaşadığım hayal kırıklığı bütün bakış açımı, hayata dair umudumu öldürmüştü. Oysa yalnızca küçük bir çocuktum ve babam beni sevsin istemiştim.

 

Fark ettiğim en acı şey ise babam bugün çıkıp gelse, sarılıp özür dilese onu affedeceğimdi. Kalbimin kuytusunda hâlâ babası tarafından sevilmeyi bekleyen küçük bir kız çocuğu vardı. Hâlâ babasına muhtaç, babasının sevgisine muhtaç olan bir kız çocuğu. Onu öldürmek için elimden geleni yapardım ama o kız çocuğu beni şu an ayakta tutan kişiydi bunun farkındaydım.

 

Bir insanın küçüklüğü bugünkü halinin elinden tutup ayağa kaldırır mıydı? Benim elimden tutup dayanmamı söyleyen kendi küçüklüğümdü. Çocukluğumun çığlıklarında kendimi kurtarmamı söyleyen fısıltılar vardı. Kendimi kurtarmam gerekiyordu, geçmişine tutsak olan o küçük kızı özgür kılmam gerekiyordu. Ben artık tutsak olmak istemiyordum, ben artık özgür olmak istiyordum.

 

“Bu kadar kara kara neyi düşünüyorsun güzelim sen?” Dağhan'ın meraklı sesiyle birlikte bakışlarımı yoldan ayırıp ona çevirdim. Göz ucuyla bana bakıyor sonra yine karanlık yola odaklanıyordu.

 

Dudak büzüp derin bir nefes aldım. Dizlerimi kendime çekmiştim ancak karın ağrım bir türlü geçmiyordu. “Hayalimi.” dedim kısaca.

 

“Hayaller olması gerekmez miydi?” dedi meraklı bir sesle bu kez de.

 

Kafamı iki yana salladım. “Benim hayatımda tek bir hayalim oldu.”

 

“Ve?” dedi merakla. Kırmızı ışıkta durduğumuzda bakışlarını bana çevirdi. “Sanırım gerçekleşmedi.” Karnıma ağrı saplandığında ellerimi karnıma bastırıp iki büklüm olduğum koltuğa iyice sindim. “İyi misin? Yaklaşık altı saattir can çekişiyorsun. Söylemeni bekledim ama tek kelime etmedin.”

 

Derin bir nefes alırken biraz rahatladığımı hissettim. “Hastayım karnım ağrıyor.” garipti ama Dağhan'a regl oldum demeye utanmıştım.

 

Yeşil ışık yanana kadar Dağhan yüzüme baktı, baktı baktı ama hiçbir şey söylemedi. Yeşil ışık yanınca yüzünü yeniden yola çevirip yola odaklandı.

 

Bir sonraki ışığa kadar gözlerim yorgunluktan kapanmaya başlamıştı. Yaklaşık olarak sekiz saattir yoldaydık ve İstanbul'a yetişmemize az kalmıştı. Yol boyunca uyumamıştım, uykum gelmemişti ama ağrım fazlasıyla vardı ve bu ağrı beni gereğinden fazla yoruyordu.

 

Bir sonraki kırmızı ışıkta Dağhan telefonunu eline alıp hızlıca bir şeyler yazdı, yeşil ışık yanana kadar okudu, telefonu yeniden bırakırken derin bir nefes aldı. “Dağhan,” diye mırıldandım gözlerim kapanıp uyku beni iyice içine çekerken. “eve yetişince beni uyandırır mısın?”

 

Dağhan bana dönüp, “Uyuma güzelim 10-15 dakika kadar bekle sonra uyursun.” dedi sakinlikle.

 

“Ama neden?” dedim çocuk gibi son heceyi uzatarak. “Uykum geldi.”

 

“Laf dinle güzelim maksat piçlik yapmak değil.” dedi gülerek. Yüzümü buruşturup taklidini yaparken yavaşça doğruldum. Kasıklarıma saplanan ağrı doğrulduğum gibi yeniden gün yüzüne çıktığında bilinçsiz bir şekilde inledim. Dağhan endişeyle bana dönerken arabayı sağa çekti, emniyet kemerini söküp bana doğru yaklaştı. “Bu kadar ağrın olması normal mi?”

 

Bakışlarımı ona çevirirken iki elimi karnıma bastırıp öne doğru eğildim. Alnım torpidoya değince gözlerimi kırparak yanıt verdim. “Stresli ve duygusal olarak yoğun bir dönemden geçiyorum ağrımın bir tık daha fazla olması normal.”

 

İkna olmamış gibi yüzüme bakarken kafasını iki yana salladı. “Hiç zannetmiyorum bu kadar ağrının normal olmasını. Hastaneye gitmek ister misin?”

 

“İyiyim Dağhan eve gidip sıcak bir duş alarak uyumak istiyorum.” emin olmadan yüzüme bakarken dudaklarını ıslattı. Kemerini geri takmadan arabayı çalıştırdı ve yola koyulduk.

 

Baş göstermeye başlayan uykum iyiden iyiye yok olurken kasıklarıma saplanan ağrılar dayanılmaz hâle geliyordu. Regl dönemim her zaman ağrılı geçiyordu ama ilk defa bu kadar dayanılmazdı. Gözlerimi yumarken dolduklarını hissettiğimde yutkundum. Ağlayamazdım, ağlamamam gerekiyordu.

 

“Rampa geliyor kafana dikkat et.” kafamı torpidodan kaldırırken Dağhan haddinden fazla yavaş bir şekilde rampadan geçti. Düşüncesine sırıtırken karnıma saplanan ağrı bile yüzümdeki küçük tebessümü yok edememişti.

 

“Bu kadar düşünceli olman çok tatlıydı.” şaşkınlıkla bana döndüğünde tek elimi kaldırıp yolu gösterdim. “Ben bir araba kazası daha geçirmek için çok gencim önüne bakar mısın?” bana öyle bakarsa utanırdım. Çok sevimli bakıyordu. Bakışlarındaki masum şaşkınlık kıkırdamama neden oldu.

 

“Ne gülüyorsun?” diye tersledi hemen ama sesindeki tını bile utandığını bas bas bağırıyordu.

 

“Allah aşkınıza bir susun artık uyumaya çalışıyoruz şurada.” dedi Başak kafasını ikimizin arasından sokup şakağını abisinin koltuğunun kenarına yaslarken. “Öğrenciyim ben, uykusuz geceler geçiriyorum ne olur acıyın bana biraz ya.” sesi ağlamaklı çıkınca yüzümdeki tebessüm yerli yerindeydi.

 

“Uyu canım uyu sustuk biz.” dedim sırıtarak. Dağhan'ın şapşal hali gözüme çok sevimli gelmişti ve çok tuhaf bir şekilde ağrımı unutturmuştu.

 

Yolda giderken Dağhan bir petrole girdi arabayı kenarda bırakırken, “Markete giriyorum istediğiniz bir şey var mı?” diye sordu. Özellikle bana döndüğünde kafamı kaldırıp iki yana salladım.

 

Hiçbir şey demeden arabadan inip giderken kafamı kaldırıp gidişini izledim. Ellerini pantolonun ceplerine geçirip geniş omuzlarını dikleştirerek yürürken kafamı cama yaslayıp onu izlemeye devam ettim.

 

“Kız nazarın değecek az bak.” Başak’ın sesiyle irkilip yavaşça ona döndüğümde karanlıkta parlayan gözlerini gördüm.

 

Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. “Ne diyorsun?”

 

“Abime diyorum öyle bakma anlayacaklar.”

 

Omuz silktim. “Normal bakıyorum canım ne varmış bakışımda?”

 

“Ah Elmas ah gözlerin utanmasa içlerinden kalp fışkırtacak sen hâlâ inat ediyorsun.”

 

“Hani uykun vardı senin?”

 

“Rüzgar esti diye uyandım.”

 

“Rüzgar mı? Klima mı rahatsız etti?” anlamayarak ellerimi arabanın klima boşluklarının üstünde gezdirdim.

 

Başak dalga geçer gibi kahkaha atarken benimle dalga geçtiğini anlayıp yavaşça ona döndüm. Kötü kötü yüzüne bakarken Başak daha çok kahkaha attı. “O rüzgar değil hayatım aşk rüzgarı.”

 

“Yok aşk da rüzgar da. Konuşma benimle Başak pisliklik yapıyorsun.” bacaklarımı karnıma doğru çekip kollarımı dizlerime sardım.

 

“Oyy gülüm tamam küsme hemen.”

 

Omuz silkip kafamı yeniden cama yasladım. “Karnım çok ağrıyor ama abin olacak hayvan uyumama izin vermedi.” yüzümü buruşturup biraz önce Dağhan'ın bana söylediği şeyi taklidini yaparak Başak’a söyledim.

 

Cümlemi bitirir bitirmez açılan kapıyla birlikte o tarafa döndüm. Dağhan elindeki poşetlerle birlikte koltuğa oturduktan sonra Başak’a döndü. “Hani uykun vardı senin?” Başak elini alnına götürüp ‘şak’ diye ses çıkaracak kadar sert bir şekilde vurdu. Dağhan anlamayarak bana döndü. “Ne oldu bu geri zekalıya niye böyle davranıyor?”

 

Bilmem dercesine dudak büzüp omuz silktim. “Uyku mahmuru herhalde hâlâ.”

 

Dağhan anladığını belli edercesine kafasını sallayıp poşetten bir tane sandviç çıkardı. Bana uzatıp zorla elime tutuşturduktan sonra öbür paketten bir tane bardak çıkardı. Kaşlarımı çatarken bardağı bana uzattı, bacaklarımı koltuktan indirip verdiği sandviçi bacağıma bırakırken bardağı tuttum. “Bunlar ne?”

 

Dağhan Başak’a da bir bardak uzatırken ona bisküvi uzattı. “Elindekini ye ağrı kesici vereceğim. Kahve de aldım sıcak içecek ağrına iyi gelir.” Başak içtiği kahve boğazında kalmış gibi bir öksürük kriziyle abisine bakarken Dağhan arkasına döndü. “Hayırdır cadaloz iyi misin?”

 

Başak elinin tersiyle dudaklarını temizleyip kafasını iki yana salladı. “Hiç,” küçük bir öksürük daha. “hiç biraz şaşırdım sadece.”

 

Dağhan'ın bu düşünceli hali içimdeki ağlama isteğini körüklediğinde dolu gözlerimle yüzüne baktım. “Ya Dağhan,” dedim burnumu çekerken. “sen niye böyle şeyler yapıyorsun?”

 

Dağhan anlamayarak bana baktı. “Yanlış bir şey mi yaptım neden ağlıyorsun ama güzelim? Kahve mi sevmiyorsun? Kaşarlı sandviç mi-”

 

Gözlerimden yaşlar akarken güldüğümde Dağhan kafası iyice karışarak yüzüme baktı. “Hayır hayır,” burnumu çektim. “sadece kimse beni böyle düşünmemişti. Çok duygulandım o yüzden.”

 

“Şahsen abim bana yapsa ben de duygulanırdım biraz öküz de kendisi.” dedi Başak ağzı doluyken.

 

“Ne öküzlüğümü gördün lan nankör? Sanki regl olduğunda sana bakmıyormuşum gibi konuşuyorsun.” dedi Dağhan alınarak.

 

Gülerek ikisini izlerken kahvemden bir yudum aldım. Tatlıydı ama mideme dokunacak kadar değildi. Sandviçin paketini açarken Dağhan’la Başak kendi aralarında atışmaya devam ediyordu. Uzay uykusundan uyanıp anne diye mırıldandığında ona döndüm. Kaşları çatık bir şekilde titriyordu. Kahvemi vitesin yanındaki boşluğa bıraktım. Arkama döndüm ve elimi Uzay’ın alnına yerleştirip ateşine baktım. Dokunmama kalmadan elime ulaşan sıcaklıkla birlikte gözlerim kocaman oldu.

 

“Dağhan,” dedim endişeyle. “çocuk yanıyor.” Dağhan bana bakıp elini Uzay’ın alnına yerleştirdi.

 

“Yakınlarda hastane bulacağım. Çok yüksek ateşi.” endişeyle bir nefesi burnundan verirken arabayı çalıştırdı. “Elmas ağrı kesiciyi iç sen de ağrın azalsın. Eğer hastaneye yetişene kadar ağrın azalmazsa serum ya da iğne yaptırırız sana da.”

 

Dediğini yapıp kucağındaki paketlerden eczane poşetini elime aldım. “Eczaneyi nereden buldun bu saatte manyak?”

 

“Nöbetçi eczane vardı petrolün yanında. Alış veriş merkezi yanı olduğu için de kahve satan dükkan buldum.” Başak arkada Uzay’ın montunu çkarıp ateşinin yükselmesini engellerken Dağhan kucağındaki poşetten bir su çıkardı. “Başak arkada açılmamış mavi bir bez var. Al suyla ıslat alnına koy Uzay’ın.” elini klimaya atıp dereceyi düşürdü. “Üzgünüm dayısı üşüyeceksin ama ateşin varken sıcakta bulunman doğru değil.”

 

Bakışlarımı Başak’a çevirdim. Suyu mavi beze dökerken Uzay’ın yüzüne birkaç damla su döküldü ve bu inlemesine neden oldu. “Bu kadar çıt kırıldım olma teyzecim sağlığın için yapıyoruz.” bezi sakince Uzay’ın alnına yerleştirdiğinde Uzay daha fazla titrmeye başladı.

 

“Anne,” diye mırıldandı. Gözleri aralanırken hepimize baktı. “annem nerede?” sesi yorgun ve hasta çıkıyordu. Üzülerek ona bakarken gülümsemeye çalıştım.

 

“Annen yok ama hepimiz buradayız aşkım. Dayın, teyzen, ben.”

 

Uzay bakışlarını bana çevirdiğinde bakışlarındaki hissizlik beni ürkütmüştü. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gözleri kapandığında, “Dağhan!” diye bağırdım. “Işık aç çabuk. Çabuk ışık aç.” emniyet kemerini söküp arkaya dönerken Dağhan ışık açtı. Elimi Uzay’ın yüzüne yerleştirirken gözlerini açtı, yine aynı hissiz bakışlarla yüzüme baktı ve yine aynı şekilde gözleri arkaya doğru kaydı. Dudakları aralanırken gözlerini açık tutmaya çalışıyordu ancak gözleri arkaya doğru kayıp duruyordu.

 

“Elmas ne oluyor?” dedi Dağhan endişeden dolayı yükselen bir ses tonuyla.

 

Dehşetle önüme dönerken içimi bir korku sardı, kalbim endişenin verdiği o acı hisle kasıldı. “Havale,” diye mırıldandım. “havale geçiriyor olabilir. Eğer üç dakikadan uzun sürerse tehlikeli bir hâl alır. Ve havaleyi tetikleyen başka bir hastalığı var. Havale kendi kendine oluşabilen bir şey değil.”

 

Arkama baktım, Uzay artık gözlerini açmıyordu. Başak ellerini yanaklarına yerleştirip ismini söyledi ancak herhangi bir tepki yoktu. “Teyzecim? Aç hadi gözlerini?”

 

“Allâh kahretsin nerede bu hastaneler?” Dağhan öfkeyle elini direksiyona vurup ayağını gaz pedalına var gücüyle bastırdı. “Tehlikesi ne Elmas? Ne olabilir?”

 

Kafamı iki yana salladım. “O kadar bilgim yok Dağhan özür dilerim. Çok özür dilerim.”

 

“Senlik bir şey yok güzelim sakin ol. Hastane bulacağız şimdi sakin ol.” Dağhan'ın rahatlatıcı ses tonu içimdeki endişeyi gittikçe arttırıyor, kalbimin korkuyla daha da hızlı atmasına neden oluyordu.

 

Bu kadar korkmamıza gerek yoktu, hastane bulduğumuz anda her şey normale dönerdi biliyordum ancak o bir çocuktu. Ateşi çok yüksekti, bu çok korkutucuydu.

 

Önüme dönerken Dağhan hız sınırlarını gittikçe aşıyor, araba gittikçe hızlı bir şekilde yolda gidiyordu. Korkuma bir kaza yaşama korkusu da eklendiğinde kalbimin hızı arabanın hız ivmesinden bile fazlaydı, emindim.

 

Yaklaşık olarak on dakika sonra bir hastane bulduğumuzda Dağhan hızlıca arabayı bir yere park etti. Aynı hızla arabadan inerken kasıklarıma giren ağrıları umursamamaya çalıştım.

 

Arka kapıyı açıp Uzay’ı kucağına aldığı gibi hızlı adımlarla acil kapısından içeri girdi. Girişteki görevliye sorunu anlatırken görevli onu kırmızı alana yönlendirdi.

 

Dağhan hızlıca geçerken arkasından geçiyorduk ancak başım dönüyordu. Kasıklarımdaki ağrı haddinden fazla bir şekilde artıyordu.

 

Umursamadan Dağhan'ın arkasından içeri girdik. Doktor Uzay’ı sedyeye yatırıp ilk tetkikleri yaparken bizi dışarı çıkarmıştı.

 

Birlikte dışarıdaki oturma alanına gittiğimizde Dağhan yorgunlukla kendini sandalyeye bıraktı. Ellerini şakaklarına yerleştirip saçlarını arkaya doğru çekiştirirken derin bir nefesi dışarı doğru bıraktı.

 

Çaresizliği içimde bir parçaya dokunduğunda dayanamayıp yanına oturdum. Saçlarını yolan ellerini iki elimle tutup bana dönmesini sağladım. “Çocuk o tabii ki hasta olacak bu kadar endişelenme. Zaten çok hızlı bir şekilde yetiştik hastaneye şimdi müdahale edecekler ve Uzay iyileşecek.”

 

“Son zamanlarda sürekli hastaydı zaten Elmas, sürekli olarak ateşleniyor, kusuyor, başım ağrıyor diye ağlayarak uyuyakalıyordu. En kötüsünü düşünmek istemiyorum ama endişeleniyorum. Hastaneye gitmek istemiyor zorla da götürmek istemiyorum çünkü zaten yeteri kadar fikirleri önemsenmeyen bir çocuk. Onu ikna etmeye çalışıyordum ama bu çok fazlaydı. İlk defa bu kadar yüksek ateşi, ilk defa bilinci kapanacak kadar,” ellerini ellerimden kurtarıp yüzünü sıvazladı.

 

Ne diyeceğimi bilemeyerek ellerimi yüzünü ovalayan ellerine götürdüm. “Bak iyileşecek. Birlikte buradayız ve tedavi süreci boyunca yanında olacağız. Ben senin yanındayım, Uzay’ın yanındayım birlikte atlatacağız.” hiçbir şey demeden kollarını bedenime sardığında donup kaldım ancak bu iki saniye sürdü. Kendime geldiğimde gülümseyip ellerimi Dağhan'ın sırtına yerleştirdim. “Değerlisin koca adam, ben her şekilde yanında olacağım endişelenme. İyi de hissetsen kötü de hissetsen ben yanında olup destek çıkacağım.”

 

Dağhan kafasını boyun girintime yerleştirip kokumu içine çekerken elleri belime doğru gitti, beni iyice kendisine bastırdı. Dudaklarının tenimde hareket ettiğini hissettiğimde şaşkınlık vücudumun her zerresine uğradı ancak tepki vermedim. Belimdeki dokunuşu kendini iyiden iyiye belli ederken şaşkınlığım yerini heyecana bıraktı. Zamanı değildi ama o an ilerisini istedim, ellerinin dokunuşu belimde hissetmek kendimi iyi hissettirdi.

 

“İyi ki varsın Elmas.”

 

~~~

 

O günün üstünden tam olarak on üç gün geçmişti. İki gün boyunca Dağhan’la İzmit’teki hastanede kalmış Uzay’ın durumu için bilgi edinmiştik.

 

Beyninde iltihap oluşmaya başlamıştı ve neyse ki erken teşhis koyulduğu için ilaç tedavisiyle kısa sürede iyileşecekti.

 

Başak Dağhan'ın arabasıyla İstanbul’a gidip gelmiş, bize kıyafet getirip gelmişti. Reglim bu süreç boyunca beni çok zorlamıştı ancak bir şekilde dayanmak zorundaydım. Dağhan için.

 

Üçüncü gün Dağhan doktora İstanbul'a gidip gidemeyeceğimizi sormuş, doktor da Uzay’a ilaç verebileceğini ama İstanbul'a yetişir yetişmez hastaneye yatması gerektiğini söylemişti. Dağhan elbette ki bunu kabul etmişti ve Uzay’a ilaç verildiğinde birlikte İstanbul'a doğru yola koyulmuştuk.

 

Annesinin Uzay’ın rahatsızlığından haberi yoktu. Üç gün boyunca oğlu hastanedeydi ancak arayıp sormamıştı. İstanbul'a dönünce ablasının oğlunu sormadığını öğrenen Dağhan bir kere daha hastaneye gideceğimizi söyleme gereği duymamıştı.

 

Şimdiyse Dağhan Uzay’ın sevdiği birkaç oyuncağını hastaneye götürmek üzere yola koyulmuştu. Bense giyecek bir şeyim kalmadığı için zorla da olsa Mirza’yla yaşadığımız eve gelmiştim. Birkaç parça kıyafet alıp hızlıca evden çıkacak, bir daha da bu eve adım atmayacaktım.

 

Eve ilk girdiğimde gözümde canlanan bütün kötü anlar kalbime ağrı girmesine neden olmuştu. Bu evden çıkışım maalesef ki çöküşüm olmuştu, girişim bir milad olur muydu?

 

Bana dokunduğu odaya girdiğimde gördüğüm görüntü şaşırmama neden oldu. Oda derli topluydu, her şey fazla yerli yerindeydi. Umursamadan Başak’tan aldığım küçük siyah valizi yere koyup hızlıca fermuarını açtım.

 

Dolaba yaklaşıp eşofman takımlarımı, iç çamaşırlarımı ve birkaç tane eteğimi valize yerleştirdim. Makyaj masama yaklaşıp parfümümü elime aldım, özlediğim kokuyu bileğime sıkıp kokladım. Mirza'nın bana kattığı tek güzel şey bu kokuydu. Makyaj malzemelerime dokunmamaya karar vererek valizin kapağını kapattım, çekme kısmını yukarı doğru kaldırdım ve çıkmak için odanın kapısına doğru ilerledim ancak bir anda dış kapının açıldığını duydum.

 

Gerginlik ve korkuyla ne yapacağımı düşünürken aklıma ilk gelen ilk şeyi yaptım. Valizimi dolapta görünmeyecek bir yere yerleştirip kapağı kapattım, görünmeyeceğime emin olduğum bir yere girip oranın da kapağını kapattım ve kapattığım gibi odaya giren adım sesleri işittim.

 

Kalbim korkuyla atarken nefesimi tuttum. Ciğerlerime oksijen yerine adrenalin doluyordu ve ben orada kalp krizinden ölecek gibi hissediyordum. Kot pantolonumun cebinden telefonumu çıkararak sessize aldım, gelen her kimse burada olduğumu öğrenmemeliydi.

 

Kapının kapanma sesini duyduğumda kulaklarıma dolan vıcık vıcık öpüşme sesleriyle ağzım açık kaldı. Algılayamayarak elimi dudaklarımın üstüne kapatıp iyice bir sessizlik yarattım. Kocaman gözlerimle gelen sesleri dinlerken kulaklarıma bu kez de bir inleme sesi doldu.

 

“Kadın parfümü kokuyor burası.” duyduğum kadın sesiyle beraber iyice şok olurken dudaklarımın üstündeki parmaklarımı ısırdım. Öksürmemek için kendimi zor tutarken yeniden öpüşme sesleri kulaklarıma doldu. Midem bulanmaya başlamıştı.

 

“Siktir et önemli değil.” Mirza'nın sesiyle beraber boğazıma kadar dolan kusma hissiyle hafifçe öğürdüm.

 

“Mirza ya Elmas gelirse?” kadının sesi gittikçe tanıdık bir hâl alıyordu, kaşlarımı çatıp seçenekleri düşünürken yere düşen kot bir kıyafetin sesi geldi. Düğmesi parke zemine çarpmıştı.

 

“Gelmez daha önemli işleri vardır.” bir öpücük sesi daha geldiğinde kusacağımı hissettim.

 

“Mirza dur,” dedi kadın. “içimde kötü bir his var.”

 

O kötü his burada olmamdan kaynaklıydı. Mirza beni aldatıyordu. Bana aşıktı pişmanlıktan ölecekti? Boşanmaya olumlu bakmayacaktı? Yalan mıydı hepsi?

 

Aldatılmayı her şeye rağmen gururuma yediremediğimde telefonumu elime aldım. Dolabın kapağında var olan küçük boşluğa telefonun kamerasını yaslayıp yatağa doğru giden Mirza ve kadını zoomladım. Video çekmeye başladığımda içimdeki öğürme isteği gittikçe arttı ve emindim dışarıda olsaydım kusardım.

 

Video iyiden iyiye çirkinleşmeye, Mirza ve kadın tamamen soyunup seks yapmaya başladığında inlemelerini dinlemeyi bırakıp videoyu kapatmadan dolaptan çıktım.

 

Kadın çığlık atıp bana bakarken Mirza'yı üstünden attı, yataktaki yorganı hızlıca üstüne çekti. “Allâh kahretsin ben sana içimde kötü bir his var demiştim!”

 

Yüzümü buluşturarak ikisini kadrajdan çıkarmadan dolaptan valizimi çıkardım. “İğrenç bir insansın. İğreniyorum senden.”

 

Mirza çıplaklığını umursamadan bana yaklaşmaya kalktığında, “Elmas bir dinle,” dedi. Ayağa kalktığında mide bulantım gittikçe arttı.

 

“Yaklaşma bana!” diye bağırırken gözlerimin yerinden çıkmasından korktum. Valizimi bırakıp parmağımı ona doğru sallamaya başladım. “Bana tecavüz ettiğin bu odada başka kadınları da mı sikiyorsun?” sesim haddinden fazla yüksekti, bunun sebebi bana yaptığıydı. Gözlerim acıyla dolduğunda yutkundum. Onun önünde ağlamayacaktım. “Madem,” dedim sessizce. “madem başka kadınları sikebiliyordun, yatağa atabiliyordun bana niye dokundun şerefsiz herif? Benim hayatımı neden kararttın?”

 

“Elmas düşündüğün gibi değil-” dedi kadın, bakışlarımu ona çevirdim. Gözlerinde gördüğüm o tanıdık ifadeyle kaşlarımı kaldırdım. Çok tanıdıktı, o kimdi? Zihnimde büyük bir şimşek çaktığında “Asude?” diye mırıldandım şaşkınlığım hâlâ yerli yerindeyken. İyiden iyiye kusacağımı hissederken, “İğrençsiniz.” diye mırıldanıp videoyu kapatarak valizimi tuttum. Hızlı adımlarla önce odadan sonra evden çıkarken Mirza'nın Asude’ye bağırdığını duydum. Dışarı çıkar çıkmaz kasıklarıma saplanan derin ağrıyla gözlerim doldu. Kenara geçip insanlardan ve kaldırımdan uzaklaşarak bir saattir bulanan midemi çıkarttım. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken kasıklarımdaki ağrı bıçak yarası gibi sızlamaya başladı.

 

Elimin tersiyle dudaklarımın üstünü silip dirseğimin iç kısmıyla gözlerimi kuruladım. Midemin biraz rahatladığını hissedince doğrulup kaldırıma doğru yürümeye başladım.

 

Vücudumdaki bütün kuvvet çekiliyor, gözlerimin önü kararıyordu ama düşmeyecektim. Ayakta kalacaktım.

 

Bu bir hayal kırıklığıydı, bu bir mahkemeydi ve benim hakimim ayakta kalıp her şeyi ona ödetmem kararını vermişti.

 

Çenemi havaya kaldırdım, omuzlarımı dikleştirdim, derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum artık hazırdım. Elmas Arıcı kimdi, herkes görecekti.

 

Yoldan geçen bir taksiyi durdurup valizimi bagaja yerleştirerek Dağhan'ın ev adresini verdim.

 

Hayal kırıklığıysa hayal kırıklığıydı ancak artık sadece ben yaşamayacaktım. Canımı yakan herkesin canını yakacaktım.

 

~~~

 

Eve yetiştiğimde direkt olarak duşa girmiş vücudumu kızarana kadar liflemiştim.

 

O eve girmiş olmak bütün yaşadıklarımı baştan yaşamak gibiydi ve bu ağır gelmişti. Mide bulantım hâlâ baş gösteriyordu bayılacak gibi hissediyordum.

 

Banyodan çıkıp üstümü giyinerek direkt olarak yatağa yatmış, büyük bir yorgunlukla gözlerimi kapatmıştım.

 

Ne kadar uyuduğum hakkında bir fikrim yoktu kasıklarımdaki yanma hissi ve bacak aramda oluşan ıslaklık hissiyle gözlerimi araladım.

 

Oflayıp ayağa kalktığım esnada gri eşofmanımda gördüğüm kan, yatağın çarşafına bulanan kan ve hissettiğim ağrıyla nefesim kesildi. “Bu ne böyle?” diye fısıldarken nefeslerim hızlı bir şekilde ciğerlerime dolmaya başladı.

 

Dağhan gelmeden yatağı toplamam gerekiyordu. Ayağa kalktığım anda hissettiğim ağrı, kasıklarıma saplanan bıçak gibi hissettirince istemsiz olarak inleyip öne doğru eğildim. Gözlerim anında dolup kapanırken telefonumu elime aldım. Dağhan'ı ararken nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum ancak çok zordu.

 

“Buyur güzelim?” diyerek açtı telefonu. Nefes aldığım anda kasıklarıma ağrı girdiği için yutkundum. Gözlerim akarken yatağa oturdum, öne doğru eğilirken nefes almamaya özen gösteriyordum.

 

“Dağhan?” diye fısıldadım zorlukla. Bu nasıl bir acı, nasıl bir ağrıydı? Dayanılacak gibi değildi ve ben ölecek gibi hissediyordum.

 

“Elmas iyi misin?” sesi endişeli geliyordu.

 

“İyiyim,” derin bir nefes aldıktan sonra kendimi tutamadan ağlamaya başladım ve hıçkırıklarım boğazıma dizildi. “iyiyim. Gelirken bana ped alır mısın?”

 

“Alırım, alırım tabii ki ama iyi misin Elmas? Çoktan bitmesi gerekmiyor muydu reglinin?” dedi yine endişeliydi. “Başak nerede? O yardımcı olsun sana ben gelene kadar. Yarım saate geleceğim ben.”

 

“İyiyim bilmiyorum bitmedi.” nefeslerim kesilmeye başladığında yutkundum. “Kapatmam lazım.” hiçbir şey demeden telefonu kapattığımda telefon yatağa düştü.

 

İki elimi karnıma bastırıp neredeyse çığlık atarak ağlıyordum, ağrım artıyordu. İçimde bir şeyler kopuyor gibi hissediyordum ve bu çok ağırdı.

 

Ağlarken başım dönüyor midem bulanıyordu. Kanamam artıyor gibi hissediyordum çünkü paçalarımdan ayaklarıma doğru ince çizgiler halinde bir akıntı vardı.

 

Ayağa kalkıp üstümdeki eşofmanı ve çamaşırımı çıkardım, sürekli olarak yere düşme tehlikesi yaşıyordum ve bayılmam an meselesiydi.

 

Tanrım, lütfen bayılmayayım.

 

Valizimdem yeni bir çamaşır ve siyah bir eşofman alıp dikkatli olmaya çalışarak üstüme geçirdim. Bilincim gidip gelmeye gözlerim kaymaya başladığında yatağa yaklaştım.

 

Kanlıydı, bunu düşünecek vaktim yoktu. Yatağa uzanıp yorganı kafama kadar çekerken titremeye başladım, vücudumdaki tek his titrediğimdi.

 

Gözlerim kapanırken ne kadar süre dayandığımı bilmiyordum ama Dağhan'ın, “Elmas!” diye çığırmasını duyacak kadar dayanmıştım.

 

Odaya hızlıca girdiğinde sırtım ona dönüktü ama yüzümde bir tebessüm vardı.

 

Dağhan bana hızlıca yaklaşıp yüzümü kendisine çevirdi. Elleriyle yüzüme gelen saçları çekerken, “Elmas, Elmas bana bak.” dedi. Gözlerimi zorlukla aralayıp yüzüne bakarken, “Yanıyorsun.” diye fısıldadı.

 

“Dağhan,” dedim ama sesimi duymuş muydu emin değildim.

 

“Yorma kendini güzelim.” dedi yorganı üstümden atarken. Yatağa baktığında gördüğü kanla dehşete düştü. “Ne oluyor?” diye fısıldadı.

 

“Dağhan,” dedim yine Dağhan eğilip bacaklarımın altından ve koltuk altımdan beni kaldırırken.

 

“Efendim güzelim? Söyle güzelim hadi dinliyorum söyle.” kafamı kaldırıp baktığımda beyaz kazağına kalçamdan bulaşan kanı gördüm. Yutkundum.

 

Bilincim tamamen gidip gözlerim tamamen kapanırken ve bütün dünya karanlığa gömülürken, “Seni seviyorum.” diye fısıldadım.

 

~~~

 

YO-RUM-SUZ!!!!!!!

 

 

Loading...
0%