Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. SIRLAR ve SANCILAR

@diaryofanas

 

no1, canavar

 

 

“Ne?” boş bulunup yüzümü kuruladıktan sonra kafamı havaya kaldırıp gözyaşlarımın akmasını engelledim.

 

Mirza’ya dönüp baktığımda gülümsedi. Gözleri önümüzdeki havuza kaydı ve elini ensesine atıp sırtını arkamızdaki koltuğa yasladı.

 

Utanmış mıydı?

 

“Yani,” dedi ama doğru kelimeleri arıyormuş gibiydi. “benimle evlenemediği için ağlayan ilk kız değilsin tabii ama,” yine duraksadı. Kaşlarını çatıp doğruldu. Bir dirseğini dizine yerleştirip yüzüme doğru eğildi. “Ne zorluyorsun beni şimdi?”

 

Şok içinde yüzüne baktım. “Ben seninle evlenemediğim için ağlamıyorum.”

 

Ağlıyordum çünkü aptaldım. Ağlıyordum çünkü kurtulabileceğime inanmıştım. Ağlıyordum çünkü... çünküsü yoktu. Yalnızca ağlıyor ve ağlıyordum.

 

Canım yanıyor muydu? Kesinlikle çok yanıyordu.

 

Pişman mıydım? Kesinlikle çok pişmandım.

 

“Neden ağlıyorsun o zaman? Basbayağı evlenmiyoruz diye ağlıyorsun.”

 

Derin bir nefes alıp yutkundum. Ne denmesi gerekiyordu? Ne diyecektim, babam beni öldürmesin diye seninle evleniyorum, mu? Bir bakıma haklıydı, onunla evlenemediğim için ağlıyordum.

 

Gözüm önümüzdeki havuza takıldığında ellerimi kucağımda birleştirdim ve alt dudağımı ısırdım. “Bazı soruların cevaplarını bilmemek bazen daha mantıklıdır.”

 

Şaşırmıştı, hissedebiliyordum. O laubali konuşurken benim ciddi cevap vermem onu kuşkuya düşürmüştü.

 

Bir şeyler olduğunu artık öğrenmişti. Bu saatten sonra öğrenmesinin bir anlamı yoktu çünkü gidecektim. Giderken tanımadığım insanlara yük bırakmak istemiyordum.

 

“Anlıyorum.” diyebildi yalnızca. Aramızdaki sessizlik kayıp giderken ve ben tam beni rahat bırakıp gitmesi gerektiğini söyleyecekken, “İçeri geçelim. Ailem olmadan seninle baş başa konuşmak istiyorum. Vereceğin kararlara ailemin karışmasından pek hoşlanmam.” diyerek beni susturdu.

 

“Kararını çoktan verdiğini düşünüyordum.” diye mırıldandım yüzüne doğru bakarken.

 

Ayakkabılarımı umursamadan ayaklarımı koltuğun kenarına yaslayıp dizlerimi kendime doğru çektim. Çenemi kendime çektiğim dizlerime yaslayarak alttan alttan yüzüne baktım.

 

Babasına çok fazla benzemiyordu. Saçları simsiyah ve hafif dalgalıydı. Gözleri babasının gözlerinin aynısıydı, bakışları bile aynıydı. Yüzü kemikliydi ancak çok fazla göze batmıyordu. Dudaklarının rengi açıktı, kayısı içi gibiydi. Dolgun sayılmayacak ama ince de olmayan dudakları vardı.

 

Mirza’yı kestiğimi fark ettiğimde kafamı iki yana salladım. Bunu yapmamalıydım.

 

“Senin kadar olmasa da ben de ani bir kararla evliliğe atılıyorum Elmas. Daha dün ortada hiçbir şey yokken babam bugün gelip evleneceğimi söylüyor üstelik seni de peşinden getirerek. Sen başına neyin geleceğini, yani benimle evleneceğini, bilerek geldin. Bense evliliği aklımdan bile geçirmedim.”

 

Haklıydı.

 

“Haklısın. Ben sadece,” ne demeliydim? Babamdan kurtulmak için geldim mi?

 

Bunu kafamdan iki kez geçirdiğimi fark ettiğimde acıyla gülümsedim. Babalar kız çocuklarının kahramanıdır masallarını çok dinlemiştim.

 

“Sen sadece ne? İyi bir hayatın içinden gelmediğini anlayabiliyorum. Bana sunacağın geçerli sebeplerin olduğunu da anlayabiliyorum.” ayağa kalkıp elini bana uzattı. Bir erkeğe yakışmayacak kadar zarif olan eline bakarken o, elini salladı. “Hadi zatürre olmadan içeri geçelim.” eline bakarak ayağa kalktığımda arkamdan güldüğünü hissettim ama dönüp bakmadım.

 

Bu bir yenilgi miydi? Belki de.

 

Bu bir zafer miydi? Kesinlikle.

 

Bir bir kabulleniş miydi? Hayır bu bir kabulleniş değildi.

 

Mirza arkamda yürümeyi bırakıp yanıma ulaştığında kollarımı iki yanımdan vücuduma sardım. Üşümüş gibi hissediyordum.

 

“İstersen direkt odama geçebiliriz. Rahatsız olacaksan çalışma odasına da geçebiliriz.”

 

Rahatsız olacağımı düşünmüyordum ancak, “Çalışma odası daha iyi olur.” diyerek cevap verdim.

 

İkimiz yan yana yürürken evin büyük kapısı açıldı. Mirza yanımda yürümeye devam ederken duraksadım. Kısa bir anlığına ne yapmam gerektiğini düşündüm.

 

Bu yaptığım doğru muydu? Bilmiyordum ama yapacaktım.

 

Mirza, “Gelmiyor musun?” diye sorarken kafamı sallayıp yavaş adımlarla içeri girdim. Kafamı yere doğru eğip koyu kahverengi parkeleri izleyerek Mirza'nın yanına ulaştım.

 

Kendinden son derece emin bir şekilde kahverengi, tahta merdivenlerden aşağı inmeye başladığında onu takip ettim.

 

Çalışma odasının neden aşağıda olduğunu düşündüm ancak bu saçma bir düşünceydi çünkü ev onlarındı, elbette istedikleri gibi kullanacaklardı.

 

“Sus artık Elmas.” diye kendi kendine mırıldandığımda Mirza dönüp göz ucuyla bana baktı.

 

“Bir şey mi dedin?” tatlı tatlı gülümseyip yüzüme bakarken ondan iki basamak yukarıda duruyordum ve yüzü yüzüme çok yakındı. Babasının tıpkısı olan gözleri küçük bir çocuğun yaramazlık öncesi haylazlığı gibi parıldıyordu.

 

Yapma Elmas. Etkilenmek yok.

 

“Demedim.” çocuk gibi omuz silkerek aşağı inmeye devam etti ve merdivenler bittiğinde evdeki çoğu şey gibi kapıların da kahverengi olduğu, bir sürü odanın göründüğü geniş koridora adım attı.

 

Soldan üçüncü kapıya ulaştığında suç işlemiş küçük bir çocuk gibi peşinden gidiyordum. Kapının kolunu tutup indirdikten sonra duraksadı, arkasını dönüp bana baktı. Bakışları aramızdaki mesafeyi ölçüp gözlerime tırmandığında alayla gülümsedi. “Seni yemeyeceğim, bu kadar uzak durmana gerek yok.”

 

Sözleri utanmama sebep olmuştu. Sebebini bilmediğim bir şekilde yanaklarım ısınmaya başladığında kafamı eğdim. Ayağımın ucuyla parke zeminde anlamsız çizgiler çizerken ellerim arkamda birleşmişti. “Gel hadi gel. Utanma.”

 

Kapıyı tamamen açıp içeri girdikten sonra derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. İçimdeki küçük utanç duygusunun kaybolduğunu hissetmeye başladığımda adımlarımı kapıya doğru çevirdim ve Mirza’nın arkasından içeri geçtim.

 

“İstersen odayı inceleyebilirsin, istersen direkt konuşabiliriz. Bana hiç fark etmez bugün izin günüm.”

 

Mirza’nın sesiyle ona dönüp baktığımda tahtadan yapılma bir masanın başında oturuyordu. Önünde mavi plastik dosyalar vardı. Sağ tarafta pembe karton dosyalar ve siyah deri kapaklı dosyalar.

 

Odayı inceleme işini sonraya erteleyip adımlarımı masaya doğru çevirdim ve masanın önündeki kahverengi deri koltuklardan birine oturdum.

 

“Ne konuşacağız?” içimi gerginliğin kaplamasına engel olamıyordum. Avuç içlerim terliyor, kalbim tekliyor ve dudaklarım istemsiz olarak kuruyordu.

 

Mirza, masada duran siyah kalemi eline alıp parmakları arasında çevirmeye başladı. Oturduğu sandalyede sağa sola doğru dönerken kaşlarını kaldırıp dudaklarını ıslattı. “Birbirimizi az da olsa tanıyalım, ne dersin? Eşim olacak insan hakkında biraz bilgim olmalı diye düşünüyorum.”

 

Söylediğini onaylayıp ellerimi kucağımda birleştirdim. Parmaklarım anın gerginliği eli birbirlerine dolanmaya başladı, gözlerimse onları takip etti. “Adım Elmas. Elmas Arıcı. 7 Mayıs 1999 doğumluyum. Antalya'da doğdum ve oradan hiç ayrılmadım.”

 

Mirza’nın ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse görmeye korkuyordum.

 

“Başka.” dedi.

 

“Ne başka?”

 

“Hobin, yeteneğin, sevdiğin şeyler, sevmediğin şeyler? Hiçbir şey yok mu hayatında?”

 

Gözlerim kucağımdaki parmaklarıma bakmaya devam ederken yutkundum. Mirza’ya cevap vermek için önce kendime cevap vermem gerekiyordu. Kendime bu sorunun cevabını bulabilmek için zaman tanıdım.

 

Hobim var mıydı? Lisedeyken voleybol oynamayı çok severdim. Beden eğitimi öğretmenim geliştirilirsem milli takıma girebileceğimi bile söylemişti ancak ben bunu babama söylemeye bile korkmuş söyleyememiştim.

 

Yeteneğim var mıydı? El yeteneğim vardı. El işlerini çabucak yapardım, güzel iş çıkarırdım. Bu yetenek miydi bilmiyordum.

 

Sevdiğim bir şey yoktu çünkü hayatım boyunca sevebileceğim bir ihtimal olmamıştı.

 

“Yok.” dedim gözle irmik dolmasını engelleyemeden. “Ben, sizi yargılamak ya da laf sokmak için değil, sizin gibi mükemmel bir hayatın içine doğmadım.”

 

Mirza derin bir nefes aldı ve aldığı nefesi verdi. “Kendimden bahsetmemi istiyor musun, yoksa boş mu verelim? Seni sıkmak istemiyorum da.”

 

Omuz silktim. “Bence bir insanı tanımanın en iyi yolu onu dinlemek değil onu görmektir.” kafamı kaldırıp gözlerine baktım. “Birbirimizi tanımayı zamana bırakalım.”

 

Mirza kafasını salladığında kalemi parmakları arasında çevirmeye devam etti. “Gerçekleşecek evliliğimiz üzerinde konuşalım o halde.”

 

Kafamı olumlu anlamda salladım. Bunu konuşmanın da gereği yoktu, ne de olsa zamanın ne getireceğini bilmiyorduk. Bugünden planladığımız şeyler gelecekte olmayabilirdi.

 

“Konuşmasak olur mu? Yanlış anlama lütfen sadece,” kafamı iki yana salladım. “bilemiyorum.”

 

Mirza anlayışla kafasını salladı. “İstersen ablamların yanına çıkabilirsin. Belki duş alıp üstünü değiştirmek istersin.”

 

“Şey, ben çekinirim konuşmaya. Sen şey yapsan?” yanaklarım yeniden ısınmaya başlamıştı. Neden bu kadar utanmıştım?

 

“Ne yapsam?” Mirza'nın sesi eğleniyor gibi çıkıyordu.

 

“Dalga geçme utanıyorum.” Mirza kıkırdadığında ayağa kalktı, yanıma yaklaşıp elini bana uzattı. Bu sefer reddetmek yerine elini tuttuğumda şaşırdığını hissettim.

 

“Utanma. Hadi gel gidelim.”

 

El ele bir şekilde çalışma odasından çıktığımızda kapıda Agâh Bey vardı. Bizi görünce ellerini öne uzattı, “Ah gençler burada mıydınız? Ben de yeni çizimlere bakmaya gelmiştim.”

 

Gözleri bana kaydığında gülümsedi. “Elmas? Sen de mi buradaydın kızım?” gözleri ellerimize kaydığında gülümsemesi büyüdü. “Demek karar verdiniz. Mutluluklar dilerim.”

 

Ben utanarak teşekkür ettiğimde Mirza elimi daha sıkı tuttu. “Çizimler henüz bitmedi baba. Üç gün içinde bitiririm o zaman bakarsın, olur mu?”

 

Agâh Bey başını salladı. “Olmaz olur mu? Hadi yemeğe gelin o zaman.”

 

Mirza kafasını salladığında hep birlikte yukarı kata çıktık. Salondaki büyük yemek masasına yaklaştığımızda, “Şey ben aç değilim de. Biraz kafamı toplamak ve rahatlamak istiyorum. Müsa-”

 

Agâh Bey sözümü kesti. “Elbette kızım. İstersen şimdilik Nilayımın odasına geç, o kalmaz burada.” gözleri masanın köşesinden oturan ve gülerek ablasına bir şeyler anlatan küçük kızına takıldı. “Hazal! Elmas’a ablanın odasını gösterir misin?”

 

Hazal babasına bakıp heyecanla kafasını salladı. “Elbette babacığım! Kıyafetleri var mı?” gözleri bana döndüğünde elini alnına vurdu. “Yanında kıyafetin yoksa ben verebilirim.”

 

Elimi Mirza'nın elinden yavaşça çekip kafamı salladım. Yine inanılmaz utanıyordum ve bunun sebebi yoktu. Çok utanıyordum. “Olur. Çok teşekkür ederim.”

 

Hazal heyecanla yanıma gelip Mirza'nın elinden kurtardığım elimi tuttu. Birlikte üst kata çıkan merdivenleri tırmanırken, “Bak bu oda annemle babamın odası. Buraya girmek isteyeceğini sanmıyorum ama olur da lazım olursa diye. Burası ortak banyo. Genelde misafirler için kullanırız ama sen misafirimiz değilsin. Burası resim atölyesi. Mirza resim çizmeye bayılır. Burası çocukların oyun odası. Mete ve Mihrimah burada oynarlar. Ve işte Niloş ablamın odası.”

 

Kapısında kurumuş güllerden büyük bir NİLAY yazısı olan odanın önünde durduğumuzda Hazal kapıyı açtı ve büyük odaya ilk adımını attı.

 

Geniş ve ferah bir oda gibi duruyordu ancak fazlasıyla kırmızıydı. Duvarlarda siyah boyalar vardı, siyah boyanın üstüne kırmızıyla birkaç figür çizilmişti. Dolap simsiyah ve parlaktı. Yatağın çarsafları, yorganı her şey kırmızıydı.

 

Kırmızının elli tonu.

 

“Nilay kırmızıya bayılır. Yani evlenmeden önce çok severdi. Kırmızıyı tek değil, sarının yanında severdi ama şimdi kocamsporluyum diyor ve Trabzonspor’u tutuyor.” yüzünü buruşturdu. “Ben kırmızıyı sevmem, sarının yanına en çok lacivert yakışır.”

 

Kıkırdadım. “Ben takım tutmuyorum sanırım. Tutacak olsam da Beşiktaş'lı olurdum herhalde.”

 

Hazal ışık hızıyla yüzüme döndü. “Eğer benim kardeşinle evleniyorsan Beşiktaş'ı aklından bile geçirme.”

 

Kaşlarımı çattım. “Kardeşine neymiş benim tuttuğum takımdan?”

 

“Ah kocacım değilsin yani. Çok şükür. Nilay’dan sonra bir kocam vakası daha kaldıramazdım. Dilan Polat’ı geçti bu konuda.” gülmemi bastıramayıp kahkaha atmaya başladığımda Hazal ablasının dolabına yaklaştı ve içinden siyah havlu çıkarıp yatağa bıraktı. “Kaç beden sütyen giyiyorsun? Ve hangi bedeni giyiyorsun? Eğer ablamın kıyafetleri sana sıkıcı gelirse benimle odam üst katta, soldan dördüncü kapı. İzin almadan bile her şeyimi kullanabilirsin.”

 

Dolabı açıp kıyafetleri gösterirken gözlerimi kıyafetlere diktim. Siyah bir tayt alıp üstüne de siyah geniş sweatshirtlerden birini seçip yatağın üzerine bıraktım. “Giydiğim bedeni bilmiyorum ama bunlar bana olur sanırım. Small giyiniyorumdur herhalde. Sütyen olarak da,” utandığımı hissettiğimde yutkundum. “Yetmiş beş giyiniyorum.”

 

“Benimkiler sana biraz büyük olur. Ben seksen beş kullanıyorum çünkü. Eğer istersen Gülcan ablam sana verir. Onun küçük göğüsleri.” odadan çıkmak için adım attı ardından durup bana doğru döndü. “Bu odadaki banyoyu kullan daha rahat olursun. İçeride her türlü bakım malzemesi, saç kremi şampuan, makyaj malzemesi ve ihtiyacın varsa ped var. Sen yıkanana kadar ablama çamaşır takımı getirmesini söylerim.”

 

Bir şey dememe izin vermeden odadan çıktığında odanın içindeki siyah kapıya doğru yürüdüm ve kırmızı olmasını beklediğim ancak beyaz olan banyoyla karşılaştım.

 

Bakışlarımı direkt olarak aynaya çevirdim, bakışlarım yüzümün kıvrımlarında gezindi. Dağılmış sarı saçlarım, altları hem gördüğüm şiddetten hem de yorgunluktan mosmor olan gözlerim, normalde bakmaya doyamayacağım güzellikte olan safir rengi gözlerim.

 

Karşımdaki kadın yirmi üç yaşında gençliğinin baharında olan bir kadın değildi, aksine bütün kötülüklerin görmüş ve en dibe batmış bir kadındı.

 

En dibe vurmuştum, yüzmeyi bilmiyordum ve sadece nefesimi tutup beni birinin kurtarmasını bekiyordum. Oysa kimsenin beni kurtarmak için en dibe gelmeyeceğinin de, nefesimi tutmanın da yersiz olduğunun farkındaydım. Sadece yaşamak istiyordum.

 

Yirmi üç yıllık ömrüm boyunca sadece bir kez insan muamelesi görmek istiyordum ve hayat bana bunu çok görmemeliydi.

 

Kendime bakmayı kesip üstümdeki kazağı bir çırpıda çıkardım. Ne olacağını umursamadan yere atıp önümdeki küçük küvete -sanırım adı jakuziydi- adımlayarak yaklaştım. Kırmızı tarafa doğru çok hafif bir şekilde kaydırıp suyu açtım.

 

“Elmas kuzum iyi mi-” kapı aniden açıldığında sırtım kapıya dönüktü. Hiçbir şey demeden gözlerimin kapatıp doğruldum. Yavaş yavaş arkamı dönerken Gülcan, ellerini dudaklarının üstüne kapatmış, dehşetle gözlerini açmış bir şekilde yüzüme bakıyordu.

 

“Efendim Gülcan abla?” gözleri arkamda kalan sırtımdayken ellerimi kaldırıp göğüslerimin üzerinize kapattım.

 

“Elmas,” dedi. Yanıma yaklaşırken dizleri titriyor, gözlerindeki endişe elle tutuluyordu. “onlar ne? Ne yapmışlar sana güzel kızım?” omuzlarımı tutup sırtımı kendisini döndürdü. Parmak uçları sırtımdaki yaralara değdiğinde gözlerimi kapattım. Acımıyordu. Babam üstlerine yeniden vururken daha çok acıyordu, bu ufak dokunuşları hissetmiyordum. “Nasıl yaşıyorsun sen?”

 

Gözlerim kapalıyken gülümsedim. Keyfimden ya da eğlendiğimden değildi. Acının tatlı tebessümüydü. “Acımıyor. Bir süre sonra da alışıyorsun zaten.” sırtıma dokunmayı bırakıp yüzümü kendisine çevirdi. Göğüslerimi kapattığım ellerimi bileklerimden tuttu. Kendisine doğru çevirdi ve bileklerimdeki kelepçe izlerine baktı.

 

“Bağlandın mı?” sorduğu soruyu yanlış bir üslupla sorduğunu fark ettiğinde, “Şiddet görmeye rızan olmadığını elbette biliyorum ama zorla tutuldun mu?” diye düzeltti kendini.

 

Gözlerine bakarak omuz silktim. “Kurtuldum. Bu ev benim kurtuluşum.” Arkamı dönüp suyu kontrol ettim. “Bundan kimseye bahsetmesen olur mu? Kendimi henüz hazır hissetmiyorum.”

 

“Öleceksin Elmas. En azından tıbbi bir şekilde yaralarına bakılması gerekiyor.” biraz duraksadı. “Ne zaman regl olacaksın?”

 

Sorduğu soru utanmama neden olmuştu. Regl olmanın ayıp bir şey olmasından ya da utanılması gereken bir durum olmasından kaynaklı değildi. Ben daha önce kimseyle bu konu hakkında konuşmamıştım.

 

İlk kez regl olduğumda on iki yaşındaydım ve o gün de babamdan regl olduğum için dayak yemiştim. İlk sefer için az olması gereken kanamam, fazlasıyla yoğun olmuştu ve hastaneye kandırılmak zorunda kalmıştım.

 

“Bugün ayın kaçı?”

 

Gülcan Abla’ya döndüğümde cebinden telefonunu çıkardı ve ekranı aydınlatıp bana çevirdi. “Bugün ayın dördü. 4 Kasım.”

 

“Sanırım yarın âdet olacağım. Ben o r ile başlayan şeklini söyleyemiyorum.”

 

“Tamam o zaman. Kendi aile hekimimizi çağırırım ve regl sancısı çektiğini ağrı kesici alman gerektiğini söylerim. Mirza da babam da seni rahat bırakırlar. Hazal regl olan bir kıza yaklaşılmaması gerektiğinin bilir çünkü kendisi o dönemi felâket agresif geçiriyor. Ben yanında olurum sadece.” biraz duraksadığında suyu istediğim kıvama getirdim ve tıpayı kapatıp küveti doldurmaya başladım. “Ha istersen Mete ve Mihrimah da yanımızda olur. Mete çok yerinde durmaz ama Mihrimah durur.”

 

Her ne kadar kabul etmek istemesem de artık yıkanmak istediğim için kafamı olumlu anlamda salladım ve Gülcan bana sıhhatler olsun dileyip odadan çıktı.

 

Banyodan çıkıp havluları aldıktan sonra banyonun kapısını kilitledim ve üstümdeki son iki parça kıyafetimden de kurtuldum. Dolan suyu kapatıp küvete ayaklarımı geçirdiğimde sıcak su soğuk vücudumda iğne batmış etkisi yarattı.

 

Umursamadan kendimi suya bıraktığımda sırtımı yavaşça arkama yasladım. Suya değen yaralarım acıyordu ancak temizlendiğimi de hissediyordum.

 

Temizlenen bedenim değildi, bedenimde temizlenecek hiçbir şey yoktu.

 

Temizlenen belki de zihnimdi. Temizlenen belki de kalbimdi.

Temizlenen belki de geçmişimdi.

Belki de temizlenen hiçbir şey yoktu ama ben kendimi daha iyi hissediyordum.

 

İlk defa kendimi gerçekten yaşamaya değer görüyordum.

 

Ölmeyi arzulayan bir insan değildim, yaşamanın mutlaka bir anlamı olmalıydı. Yaratılışımın bir amacı olmalıydı. Bu kadar acı çekmemin bir sebebi olmalıydı.

 

Ve ben ne olursa olsun mutluluğu bulacağıma inanıyordum.

 

Bu belki aptallıktı, belki enayilikti belki saflıktı bilmiyordum ama her neyse ben buna inanıyordum.

 

En dipte miydim? Şimdi en dipten en yukarı çıkma zamanıydı çünkü Elmas Arıcı asıl şimdi doğuyordu.

 

4 Kasım günü benim günümdü. Yeniden doğduğum değil, özümü bulduğum tarih.

 

4 Kasım benim ayağa kalktığım tarih.

 

Ve 4 Kasım benim dünyadaki cennetim.

 

&&&

 

Bölüm biraz kısa oldu biliyorum ama sonraki bölüm telafisini misliyle yapacağım.

 

Söylemeden geçemeyeceğim 4 Kasım benim çok sevdiğim bir tarih değil. Bana iyi gelmediğine inanırım ve çok iyi gelmez de zaten.

 

Ben sevmiyorum ama bir karakterim sevsin istedim. Bu kadardı ğaöxşsmxpamd.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum!

 

instagram diaryofanas

Loading...
0%