Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. SAVAŞ ÇANLARI

@diaryofanas

 

 

 

Yazardan

 

Öfke, genç adamın damarlarında âdeta bir ırmak gibi akıyor, denizle birleştiği yerde lavlarını akıtıyordu.

 

Bunu nasıl yapardı, aklı almıyordu. Derdi kendisiyleydi nasıl bu kadar insanı ilişkilerine dahil ederdi? Bu kadar düşmüş müydü?

 

“Bunu nasıl yaparsın?” diye bağırdı babası. Olduğu yerde volta atıyor oğluna ne demesi gerektiğini bilmiyordu. “Bu musun lan sen! Bu musun sen Mirza? Böyle mi eğittik biz seni?”

 

“Baba.” diyebildi Mirza yalnızca. “Göründüğü gibi değil gerçekten değil.” pişmandı çok pişmandı ama artık geri dönüşü yoktu farkındaydı.

 

“Ne göründüğü gibi değil?” dedi babası sessizce. “O kızı sikişin mi? O kızı yatağına alışın mı? Evlisin sen evli! Mutlu ya da mutsuz bir evliliğiniz var. Boşan, boşandıktan sonra git kimin koynunda sabahlıyorsan sabahla.”

 

Kapı açıldığında en küçük kızı, siyah elbisesini çıkarmadan odaya girdi. Kardeşinin çaresizliğine bakıp babasına döndü. “Baba tamam yeter gitme üstüne, boşanırlar biter.”

 

Babası öfkesini kızına yöneltti. “Bu vasıfsız unutur, Elmas unutacak mı?”

 

“Gayet de unutur baba. Mirza aldattı da Elmas aldatmadı mı kocasını? Sence yanındaki sadece o kız mı? Dağhan Soysal boşanma avukatı onunla beraberler. Karnındaki çocuk bile Allah bilir Mirza'dan değildir belki? Elin kızı için kendi oğlunu harcıyorsun farkına var istersen.”

 

“Elmas öyle biri değil.” dedi Mirza ve Agâh Bey aynı anda. Ardından Agâh Bey devam etti. “Kardeşin haksız onu korumayı bırak. Elmas aldatmış bile olsa Mirza ona el kaldırdı, istemediği hâlde ona dokundu. Bunları da göze al öyle konuş.”

 

Hazal umursamadan omuzlarını silkti. “Bugün yaptığından sonra Elmas gözümden çok düştü ve ne yaparsa yapsın haklı değil. Yaşadıkları zor şeyler olabilir ama karaladığı sadece Mirza değil bizim soyadımız.”

 

Agâh Bey işaret parmağını kıza doğru salladı. “Seninle de sonra görüşeceğiz küçük hanım.” odayı terk ederken kapıyı çarptı ve Hazal direkt olarak Mirza'ya döndü.

 

“Şerefsiz!” diye fısıldayarak bağırdı kardeşine ve olabilecek en sert şekilde avuç içini yanağına geçirdi. “Babam öldürmesin diye seni korudum ama sakın gözüme gözükme. Ne demek aldatmak Mirza? Yürek mi yedin sen ne demek kendi evinizde karını aldatmak? Manyak mısın oğlum sen? Piç misin pezevenk misin? Kendine gel artık tanıyamıyorum seni.”

 

Mirza'yı kendi düşünceleri ve pişmanlığıyla odada bırakıp o da odadan çıktı. Hazal ablalarının yanına giderken Mirza yumruklarını sıktı.

 

Gözü dönmeye başladığında nefesleri sıklaştı. Ayağa kalkıp haykırarak oturduğu sandalyeyi duvara fırlattı. Duvardaki tablo tuzla buz olup yere yapıştığında daha çok sinirlendi. Masadaki kalem kutusunu tutup olduğu gibi yere fırlattı, kutuyu ayağının altına alıp ezdi. Göğsü aldığı nefeslerle hızlı hızlı inip kalkarken öfkeden ellerinin titrediğini hissetti.

 

Elmas’a vereceği dersi düşünürken gülümsedi ancak yüzündeki kesinlikle sağlıklı bir insanın gülümsemesi değildi. Elmas ona cehennemi yaşatacağını söylemişti ama asıl cehennem yaşayacak olan Elmas’tı.

 

~~~ 

 

Bir insanın canını yakmak o insana haz verir miydi? Belki verirdi belki de vermezdi ancak Mirza'nın dün geceki hâli gözlerimin önüne geldikçe inanılmaz bir haz duyuyordum.

 

Bu beni kötü bir insan yapar mıydı? Yaparsa bile umurumda değildi. Bana yapılanın aksine ben bugüne kadar dayanmıştım, bugün yaptığım kötülük sayılamazdı. Ben yalnızca kendimi koruyordum.

 

Derin bir nefes alıp gülümserken bakışlarımı televizyona çevirdim. Pazartesi günüydü ve Gelinim Mutfakta’ya yeni bir gelin gelecekti.

 

“Yine bu saçmalığı izlediğine inanamıyorum. Zeki bir insansın da oysaki.” Dağhan elindeki kupalarla salona girdi. Kupalardan birini bana uzatırken söylenmeye devam ediyordu. “Hayır bir kaynana neden gelininin yaptığı yemeklerden kazandığı altınlara göz diker ve bunun kavgasını eder? Sonuçta kız yemek yapıyor, puanları o alıyor.”

 

Kupadaki sütlü kahveden bir yudum aldıktan sonra bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. “Of Dağhan kurgu hepsi kaos ortamı oluşmazsa reytingler düşer.”

 

“O zaman niye izliyorsun güzelim kurgu olan şeyi? Aç internetten bir film onu izle. Tavsiye edebileceğim yığınla aksiyon filmi var.” oturduğu koltukta iyice yayılıp bacaklarını önündeki sehpaya uzattı. Kafasını koltuğun üst kısmına yasladıktan sonra kahvesini karnına yerleştirdi.

 

Omuz silktim. “Ben aksiyon filmi sevmiyorum. Dram filmi izlemeyi daha çok seviyorum.”

 

“Ağlamaktan bu kadar keyif aldığını bilmiyordum.” dedi.

 

“Ağlamaktan keyif almıyorum bugüne kadar sadece ağladığım için vücudum başka bir şeye tepki veremiyor.” kahveden büyük bir yudum içtikten sonra bakışlarımı televizyona çevirdim. Kendimi çok saçma bir şekilde duygusal hissediyordum.

 

Dağhan'la aramızda derin bir sessizlik oluştuğunda ortamdaki tek ses televizyondaki sunucunun konuşmasıydı.

 

“Gözünden akan her bir gözyaşı için bir gülümseme bahşedeceğim sana güzelim, ağlamanın ne demek olduğunu unutacaksın.” sessizliği bölen cümleler kalbime ulaşmış hissettiğim duygusallıkla gözlerim dolmuştu.

 

Dudaklarımı birbirine bastırırken kalbim teklemişti, elimdeki kupa heyecandan titreyen ellerimde sallanmaya başlamıştı. “Böyle konuştuğun zaman,” dedim ellerim gibi titreyen sesimle. Bakışlarımı Dağhan'a çevirdiğimde tıpkı hastanedeki gibi bakıyordu. Aşık gibi. “kalbim yerinden çıkacak zannediyorum.”

 

Dağhan yalnızca gülümsedi. Elmacık kemikleri kızarmaya başladığında bakışlarını kaçırdı. Yavaşça ayağa kalkarken kupasını sehpaya bıraktı. “Benim fırında ocağım vardı bir bakıp gideyim. Ne diyorum ben amına koyayım?” küfür ederek mutfağa gittiğinde arkasından kıkırdadım. Çok sevimli utanıyordu.

 

Telefonum çaldığında oflayarak kupayı tek elime aldım. Kimin aradığına bakmadan aramayı yanıtladığımda karşı taraftan Hazal'ın sesi duyuldu. “Selam hayatım.”

 

Aramayı yanıtladığıma pişman olurken yüzüm düştü. Kupadan bir yudum kahve aldıktan sonra yanımdaki küçük masaya bıraktım. “Merhaba Hazal.”

 

“Nasılsın?”

 

“İyiyim sen nasılsın?”

 

Derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. “İyiyim ben de teşekkür ederim. Ben seni şey için aramıştım.”

 

Çakırlar mümkünse beni aramasınlardı. Ne zaman biri arasa başıma bir şey geliyordu. “Ne oldu?”

 

“Eğer kendini iyi hissediyorsan dışarı çıkalım mı? Nilay da benimle birlikte, bütün arkadaş grubumuz seni soruyor. Zehra da burada hem.” dedi yarı pişmanlık yarı heyecanla.

 

Kaşlarımı çattım. “Ameliyatlıyım?”

 

“Ben seni evinden alıp evine bırakırım.” dedi tek sorun buymuş gibi.

 

Gözlerimi devirdim. “Sorun o değil Başak getirip götürür beni. Sorun oturamıyor olmam Hazal, karnımda büyük dikişler olması.”

 

“Anladım.” dedi üzgünce. “O zaman iyileşince gelir misin?”

 

“İyileşince düşünürüm.”

 

Telefonu kapatacağımızı düşünürken, “Elmas,” dedi bir anda. Kalabalıktan uzaklaşmıştı ses daha düzgün geliyordu.

 

“Ne oldu?”

 

“Eğer babam arayıp bana karşı dikkatli olmanı söylerse onu dinleme olur mu?”

 

Anlamayarak sessiz kaldım. Hazal'ın ne olduğunu sormamı beklediğini hissettiğimde, “Agâh Bey niye öyle bir şey yapsın?” diye mırıldandım.

 

“Mirza'ya çok kızdı dün akşam. Gerçek anlamda elinde kalacaktı ben de Mirza'yı savundum babama karşı.” dedi çaresizlikle. Ses tonu çaresizdi, hissedebiliyordum.

 

“Neden?”

 

“Çünkü o benim kardeşim. Babam bile olsa kardeşimi savunurum. Herkese karşı onu savunur arkasında dururum ama hatalarına en çok ben kızarım. Ezdirmem ben kardeşimi kimseye.”

 

Gülümsedim. “İyi bir ablasın.”

 

“İsterdim sana da iyi bir abla olabilmeyi ama Gülcan’a dediğin gibi bir yabancıdan öteye geçemedim. Hatamı telafi edeceğim Elmas'ım en azından hayatında iyi bir arkadaş olmak isterim.”

 

Hissettiğim duygusallık arttığında ve gözlerim dolduğunda, “Hazal,” dedim bu kez ben.

 

“Efendim canım?”

 

“Bir saat sonra beni alır mısın? Sanırım seninle biraz vakit geçirmenin bir zararı olmaz.”

 

Hazal heyecanla çığlık attıktan sonra, “Ta,” dedi kekelemişti. “Tabii ki Elmas. Konum gönder geliyorum.”

 

Heyecanına gülümserken kafamı iki yana salladım. “Bir saat sonra seni ararım.”

 

Bir şey demesine fırsat vermeden telefonu kapattım ve dikkatlice ayağa kalktım. Mutfağa, Dağhan'ın yanına yürürken karnımdaki ağrının azaldığını hissettim. Mutfağa yetiştiğimde Dağhan sandalyede oturuyor kendi kendine konuşuyordu.

 

Kaşlarımı çatarak ne dediğini anlamaya çalıştım ancak çok kısık sesli konuşuyordu ve anlamıyordum. Yanına yaklaşıp omzuna dokundum. “Dağhan?”

 

İrkilerek kendine geldiğinde bakışlarını bana çevirdi. “Elmas?” dedi şaşkınlıkla. “Bir şey mi oldu iyi misin? Seslensey-”

 

Kafamı iki yana salladım. “Hayır hayır. Hazal aradı da dışarı çıkmış Nilay’la beraber. Beni de çağırdılar Hazal bir saat sonra alırmış beni. Onu haber vermeye geldim.”

 

Kaşlarını çattı. “Ben götürürdüm neden bana söylemedin?”

 

“Canım özel şoförüm müsün?”

 

“Evet.” dedi ciddiyetle.

 

“Zahmet etme sen Hazal alacak beni çıkınca da getirecek.”

 

Dağhan hâlâ çatılı kaşlarıyla yüzüme bakmaya devam ederken dudaklarımı birbirine bastırdım. “Ama böyle bakma bana.”

 

Hiç tepki vermeden bana bakmaya devam ettiğinde arkasına geçip kollarımı boynuna doladım. “Ya Dağhan!” dedim sevimli bir şekilde. Yanağımı yanağına yaslarken yeni çıkmaya başlayan küçük sakalları yanağıma sürtündü. Dudak büzerken Dağhan ellerini kollarıma yerleştirdi.

 

“Tamam Elmas sırnaşma bir yerin acıyacak.” diye kızdı ama hoşuna gitmişti hissetmiştim. Ondan ayrılırken kolumu tuttu. Kaşlarını kaldırırken, “Altıdan önce evde ol yemek yediğinden emin olacağım.” dedi.

 

Sırıtarak kafamı salladım uzanıp yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, “Bir tanesin sen!” dedim heyecanla. Nerdeyse sekerek Dağhan'ın benim için ayarladığı odaya girerken Dağhan arkamda sessiz bir şekilde durmaya devam ediyordu.

 

Yaptığım şeyin utancıyla odaya girer girmez kapıyı kapattım, sırtımı kapıya yaslarken derin nefesler alıp veriyordum ancak yetmiyordu. Dağhan'ı öpmüştüm. Aman Tanrım! Bunun bu kadar heyecan vermesi normal miydi?

 

Sol elimi hızlıca atan kalbimin üstüne kapatırken nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Sadece basit bir öpücüktü, hiçbir şey yoktu. Arkadaşça bir öpücüktü abartmamam gerekiyordu.

 

Gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirmeye çalışırken dizlerim bedenimi taşıyamadı. Anlık bir refleksle ayağa kalkıp valizime yaklaştım.

 

Krem rengi bir pantolon üstüne bebek mavisi iki parçalı bir bluz seçmiştim ancak daha sonra kanamam olabileceği aklıma gelmişti. Oflayarak siyah palazzo bir pantolon seçmiştim.

 

Ayağa kalkıp pantolonu üstüme geçirdim, aynadan karnımdaki dikişlere bakarken yutkundum. Üstü beyaz sargı beziyle kapatılmıştı ancak bakması hâlâ ürkütücüydü. Kendi kendime acı vermeyi bırakıp pantolonun düğmesini kapattım. Yüksek bel olduğu için düğme ve fermuar kısmı mideme denk geliyordu. Yine de yatağa yaklaşıp kenarına oturdum. Hafifçe eğildim, kalktığımda ağrım olmadığına karar verip üstümdeki Dağhan'a ait kazağı çıkardım. Bebek mavisi bluzun kısa atlet olan kısmını giyinip bolerosunu da kollarımdan geçirdim.

 

Topuklu ayakkabıyla yürüyemeyeceğime karar verip beyaz spor ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim. Siyah el çantamla kombinimi tamamlarken gözlerim saçlarıma kaydı. Yıkanmam yasak olduğu için yağlanmışlardı.

 

Başak dün gece kuru şampuan sıkarak durumu kurtarmıştı ancak şimdi Başak yoktu. Ne yapacağımı düşünürken gözlerim masaya kaydı, masadaki şişeye bakarken sırıttım. Kuru şampuan buradaydı!

 

Mutlulukla topuz yaptığım saçlarımı açıp kuru şampuanı saçlarıma sıktım. Sıktıktan sonra taradım ve olduğu gibi bıraktım. Valizime doğru dikkatlice eğilip parfümümü çıkardım, açık kalan gerdanıma, saçlarıma ve bileklerimin iç kısmına sıkıp şişeyi masaya bıraktım.

 

Makyaj yapma gereksinimi duymadan odadan çıktım. Mutfağa geçmeden önce salona geçip telefonumu elime aldım.

 

Hazırdım.

 

Mutfağa geçip Dağhan'a baktığım sırada mutfakta olmadığıyla yüzleştim. Kaşlarımı çatarak olduğum yerde döndüm. “Dağhan?” diye seslendiğimde balkon camından bir el sallandı.

 

“Buradayım.”

 

Balkona doğru adım atarken kaşlarımı daha çok çattım. “Neden balkonda oturuyorsun?” yalnızca balkonda değil olduğu gibi mermerde oturuyordu. “Hasta olacaksın zaten kısa kollu da giyinmişsin. Hava o kadar sıcak değil daha kalk içeride otur.”

 

“İyiyim böyle.” dedi sessizce. Bir anda ruh halinin neden bu kadar düştüğünü anlamaya çalışırken bakışları bana döndü. “Sen çıkıyor musun? Bakayım ne giyindiğine.”

 

Karşısına geçip yaptığım kombini gösterdiğimde yavaşça kafasını salladı. Bakışlarını yüzüme çevirmezken ellerini dizlerine yerleştirdi. “İyi misin?”

 

Kafasını salladı. Kafan kopsun Dağhan. “İyiyim.” dedi ayağa kalktı. “İyiyim. Gel yolcu edeyim seni. Şarjın var mı? Telefonun bildirimlerini aç aradığımda kapalı olmasın. Gelirken geldiğini haber et ona göre yemek şey edeyim.”

 

“İyi olduğuna emin misin?” diye mırıldandım. Çok garip davranıyordu ve belli edemesem de bu hâli beni ürkütüyordu.

 

“İyiyim güzelim sorun yok.” dedi yalnızca ancak hiç de sorun yok gibi görünmüyordu. Birlikte kapıya doğru ilerlerken Hazal’a çıktığıma dair bir mesaj attım. “Bana haber etmeyi unutma tamam mı?”

 

“Tamam,” dedim yalnızca mırıldanarak. “aklım sende kalacak böyle ama.” yüzüne baktığımda gülümsedi ama gülümsemesi bile garipti. Ne olmuştu da birden böyle olmuştu?

 

Ürkütücüydü ama ürkütücü olmaktan öte yüzünde saf bir mutluluk ve şaşkınlık vardı. Sanki, sarhoştu...

 

“Endişelenme,” dedi son heceyi uzatarak. Ellerini uzatıp omuzlarımı tuttu ve beni resmen kapı dışarı etti.

 

Şaşkınlıkla apartmanın öğle vakti bile karanlık olan koridoruna bakarken gözlerim kocaman oldu. “Öküzsün Dağhan, öküz.” diye sızlanırken adımlarımı merdivenlere doğru yönlendirdim.

 

Maalesef kendi kendime asansöre binecek kadar cesur değildim.

 

Yaklaşık olarak altmış tane merdiveni inerken yorulduğumu hissetmiştim. Belki de dışarı çıkmak iyi bir fikir değildi.

 

Yüzümü buruşturup apartmandan dışarı çıktım, Hazal’ı aramak için telefonumu çıkarırken Dağhan'ın evinin önünden uzaklaştım. Aramızdaki buzları eritmeye çalışıyor olmam onlara güvendiğim anlamına maalesef ki gelmiyordu ve ben kaldığım yeri onlara açıkça söyleyemezdim.

 

“Aşkıım bana konumunu gönder.” dedi heyecanla Hazal.

 

“Gönderirim şimdi de neredesin ki?” Marketin önüne yetiştiğimde durdum. Bir süre bekleyip karnımdaki ağrıyı kontrol ettim, ağrım yoktu.

 

“Alış veriş merkezinden çıktım az önce yoldayım şimdi. Konum yollarsan ona göre hareket edeyim.” dedi. Arkasından korna sesi geldiğinde aramayı sonlandırmadan mesaj uygulamasına girip konumumu gönderdim. Telefonu yine kulağıma yaslarken, “Tamamdır hayatım geliyorum.” dedi. Bir şey demeden telefonu kapattım.

 

Hazal on beş dakika sonra önümde durdu, arabanın camından çıkıp bana heyecanla el salladı. “Selam bebişim!”

 

Yüzüme küçük bir tebessüm kondurup yolcu koltuğunun kapısını açtım, sakince otururken Hazal telefonundan bir şarkı açıyordu. “O zaman hayatım, sarışınlar çat diyelim mi?”

 

“Hazal ikimiz de sarıyız.” desem de dinlememiş şarkıyı açıp son ses açarak gaza basmıştı.

 

~~~ 

 

Birlikte alış veriş merkezine girdiğimizde başıma ağrılar giriyordu. Hazal eski neşesine kavuşmuştu ve maalesef ki bu şimdilik iyi olmamıştı.

 

“Arkadaş grubumuz birazcık dağılmış olabilir ama tanıdıkların var.” dedi Hazal yürüyen merdivende dururken.

 

“Hatırlamıyorum ki kimseyi.”

 

“Olsun tanışırsın yine büyük bir kayıp değil.” dedi yine sabırla.

 

“Pek istediğim söylenemez aslında onu da. Sen ve Nilay yetersiniz.” omuz silktim.

 

Hazal kafasını sallarken oturdukları masaya yaklaştık. Boş olan iki sandalyeye oturduğumuzda herkes bana bakarak gülümsedi. “Hoş geldin Elmas.”

 

Sevimli bir kız elini salladığında küçük bir tebessümü dudaklarıma yerleştirdim. “Hoş buldum.”

 

“Seninle aramıza mesafe girmeden yeniden görüşmeyi isterdik ama olmadı maalesef.” dedi bir erkek. Sanırım ismi Buğra’ydı, emin değildim.

 

“Aynı duyguları paylaşmıyor olmamıza üzüldüm emin olun ki. Bir süredir insanlarla iç içe olmaktan pek haz etmiyorum da.” Hazal'ın yüzündeki gülümseme solarken Nilay birden ayaklandı.

 

“Eee nasılsın Elmas?” ani çıkışına ben dâhil herkes şaşkınlıkla bakarken gözlerimi büyüterek yüzüne baktım.

 

“Sakin ol Nilay herkes her şeyi biliyor zaten. Fazlasını konuşmanın yeri de burası değil, mahkemede avukatımla her şeyi konuşacağız zaten.”

 

Herkes bu kez bana büyük bir şaşkınlıkla bakarken bir kız bakışlarını bana çevirdi. “Dün davette olanları gördüm. Yaptığın biraz ağır olsa da takdire şayandı. Her kadının harcı değil böyle dimdik durup eşinin ona yaptıklarını açıkça dile getirmek.”

 

Dudaklarımdaki tebessüm büyüdü. “Ben bugüne kadar çok sustum, çok sindirildim, çok harap oldum. Mirza'nın yaptıkları eğer bir sınır çizgisinde kalsaydı ben yine susar sindirirdim ama beni öldürebilecek kadar bana şiddet uygulaması,” arabanın uçurumdan yuvarlanışı gözlerimin önüne geldi. O evde annemin saçlarını okşayışını saçlarımda yeniden hissettim. Kalbimin üstüne bir ağırlık çöktüğünde sakince dudaklarımı yaladım. “bana zorla dokunması...” bir süre sustum. Susuyordum çünkü dik durmaya çalışsam da yaralarım oldukları yerdeydi. Onları görmezden gelsem de kendilerini belli ederlerdi.

 

“Kuzum benim anlatmana gerek yoktu ki.” dedi çok tanıdık ve sevimli bir ses. Kafamı kaldırdığımda Zehra ayaklanmış, gülümseyerek bana yaklaşıyordu. Herkes bir tık yana kayarken Zehra yanıma oturdu. Kollarını bedenime dolarken derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. “Ben ve takım arkadaşlarım her zaman en büyük destekçiniz. Bir şeye ihtiyacın olduğu anda bir telefon açman yeterli.”

 

“Teşekkür ederim.” dedim Zehra’dan ayrılırken. “Duyulmayan her sessiz çığlığım için bugün daha gür bağırıyorum. Bağırmaya da devam edeceğim ta ki sesimi herkes duyana kadar.”

 

Ortamda bir sessizlik oluştuğunda bir erkek, “Ee böyle susacak mısınız? Konuşun be cenaze evine döndü iyice.” dedi.

 

Herkes ona gülerken kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sohbetlerine katılmıyordum, katılmak içimden gelmiyordu. Arada sorulan sorulara kısa kısa yanıtlar veriyor, başka da bir konuşma yapmıyordum.

 

“Sen sporla ilgilenir misin Elmas?” dedi Zehra sevimlilikle. Ekranlarda göründüğünden farksızdı, çok samimi ve çok tatlıydı.

 

“Lisede voleybol takımındaydım. En büyük hayalim millî takımda olmaktı ama maalesef şartlar el vermedi.” Zehra'nın gözleri parladı.

 

“Voleybola ilgilisin yani? E süper! Birlikte oynar mıyız?”

 

“Vaktin var mı ki senin böyle boş uğraşlara?” dedim mahcubiyetle.

 

“Ahan da şuraya yazıyorum,” diyerek işaret parmağını yaladı birisi ve önümüzdeki masaya sürttü. Kızlar iğrenir gibi ses çıkarıp yüzlerini buruşturdu. “Elmas da iki seneye kalmadan millî takımda forma giymezse bütün yedi ceddim beni-”

 

“Tamam iğrençleşme.” diye yüzünü buruşturdu Hazal. Herkes gülerken Zehra bana döndü.

 

“Boş şey değil canım hoşlandığım ve yapmaktan delicesine zevk aldığım bir şeyi sevdiğim biriyle yapacağım.”

 

Kafamı sallarken duygusallağım ağır basmış, “Olur,” derken sesim titremişti.

 

Hazal'ın telefonu çaldığında ekrana baktı ve kaşlarını çatarak aramayı yanıtladı. “Efendim abla?” bir süre karşı tarafı dinledi, yüzündeki ifade endişeye döndü. “Ne?” hızlıca ayağa kalkarken, “Hangi hastane? Tamam geliyoruz hemen.” dedi ve telefonu kapattı.

 

“Nilay babam,” diye mırıldandı gözleri dolarken. “hastanedeymiş ameliyata alınmış.”

 

Herkes büyük bir şokla onlara bakarken Nilay da hızlıca toparlandı. “Elmas geliyor musun?”

 

Kafamı iki yana salladım. “Gelemem ama bana da haber verin. Akşam ameliyattan çıkınca gelirim.”

 

İkisi aynı anda kafalarını salladıktan sonra hızla yanımızdan uzaklaştılar ve ben onların arkadaşlarıyla baş başa kaldım. Ne yapacağımı bilemeyip ayağa kalktım. “Ee ben de gideyim yavaştan. Ameliyatlıyım zaten haddinden fazla oturdum. Hepinize iyi eğlenceler.”

 

“Nasıl gideceksin?” dedi içlerinden biri, isimleri gerçekten hatırlamıyordum.

 

“Hallederim bir şekilde. Sizinle yeniden görüştüğüme memnun oldum.” oysa biraz önce memnun olmadığımı söylemiştim.

 

“Ben bırakırım istersen.” diye teklifte bulundu.

 

Kafamı iki yana salladım. “Teşekkür ederim ben kendim hallederim.”

 

Başka kimsenin bir şey demesine fırsat vermeden arkamı döndüm ve yavaşça onlardan uzaklaşmaya başladım.

 

Yürürken çantamdan telefonumu çıkardım Dağhan'ı arayıp telefonu kulağıma yasladım. Birkaç çalışın sonunda açıldığında, “Efendim?” dedi.

 

“Şey Dağhan beni alabilir misin?”

 

“Alırım tabii de Hazal bırakacaktı?”

 

“Agâh Bey hastaneye kaldırılmış oraya gittiler acilen.” alış veriş merkezinden dışarı çıkıp kahve dükkanına doğru ilerledim.

 

“Bana konumunu at geliyorum.” dedi sakince. Aramayı sonlandırıp konumumu Dağhan'a gönderdim. Kahve dükkanına girip kendime şekerli bir kahve ve karamelli bir tatlı aldım. Dağhan'ı beklerken masalardan birine oturdum, kahvemden bir yudum alırken telefonuma bildirim geldi.

 

instagramkullanicisibiri size bir mesaj göndermek istiyor. Kaşlarımı çatarak telefonumu elime aldım, Instagram’a girip mesaj isteğine girdim.

 

Merhaba Elmas, muhtemelen bu mesaj sana çok anlamsız ve saçma gelecek ama seninle konuşmam gerek. Eğer müsait olursan yakın bir zamanda sana atacağım konuma gelebilir misin? Merak etme atacağım yer toplu bir alan sana zarar vermek amacım değil.

 

Anlamayarak mesajı boşverdim, tatlıma dönüp bir çatal aldıktan sonra mutlulukla gülümsedim. Tatlı güzel bir şeydi.

 

On dakika sonra kahvem ve tatlım bittiğinde Dağhan hâlâ gelmemişti. Oflayarak ayağa kalktım lavaboya gidip ellerimi yıkarken içimde kötü bir his belirdi.

 

Elimi göğsüme bastırdığımda kalp çarpıntım baş göstermeye başladı. Anlamayarak yüzüme su çarparken gözlerimi aynaya çevirdim. Birden neler oluyordu?

 

Lavabodan çıkmak üzere adımlarımı dışarı attığımda birisi kolumdan tuttu. Kim olduğuna bakmak için arkamı döneceğim sırada dudaklarımın üstüne bir el kapandı.

 

Kalbim korkuyla hızlandığında nefes almaya çalıştım ancak yapamıyordum. Avuç içi ağzıma o kadar büyük bir baskı yapıyordu ki ağzımı açıp elini ısıramıyordum.

 

Burnuma garip bir koku geldiğinde ether olduğunu anladım, bayılmak istemiyordum. Nefes almamaya özen gösterirken kulağımın dibine bir nefes çarptı, bu sıcaklık cehennem azabıydı.

 

Gözlerim kapanmaya başlarken, “Asıl cehennemi kim yaşayacak göreceksin Elmas Arıcı.” dedi Mirza ve sonrası karanlıktı.

 

En büyük korkum başıma gelmişti, bayılmıştım.

 

~~~

 

Aslında bölüm burada bitmiyordu, bir bu kadar hatta bundan daha fazla devamı vardı ama size söz verdiğim için bu kadarını atıyoruumm.

 

Sonraki bölümde görüşmek üzere 🤗

 

 

Loading...
0%