@diaryofanas
|
.
Umutlar, pişmanlıklar, mutluluklar hüzünler ve nice duygular. Hepsi hayatımızın birer parçasıydı ve biri olmadan diğeri de var olamazdı.
Acılar umutları doğururdu. İnsan acı çektikçe umut ederdi ve acı çekmeden umut olmazdı.
Umutlar çoğu zaman hüzünlere gebe kalırdı. İnsanın her umut ettiği gerçekleşmezdi ama insan umut etmekten de vazgeçmezdi.
Mutluluklar her duyguyu doğurabilirdi. İnsan mutlu oldukça umut edebilirdi. İnsan mutlu oldukça hayat ona sürprizler doğurup hüzünle karşı karşıya getirebilirdi.
Acı çekmiştim. Acı çektikçe dibe batmıştım ve en dipten yukarı çıkamamıştım.
Sonra o hayatıma girmişti. Dağhan Soysal. Onun sayesinde yalnızlığım son bulmuş, kimsesizliğime kocaman bir aile olmuştu.
Uzun zaman sonra gece huzurlu uyumuştum. Kafam Dağhan'ın göğsüne yaslı, kulağımda onun kalp atışları varken.
Onu öptüğüm için ya da beni öptüğü için utanmıyordum çünkü o artık sevdiğim adamdı utanmamı gerektirecek hiçbir şey yoktu.
“Günaydın güzelim.” dedi Dağhan mutfakta kahvaltı hazırlarken. Sabah erken uyanmış ve aile bireylerine kahvaltı hazırlamaya başlamıştım.
“Günaydın şapşal.” gülümserken tavadaki krebi spatula yardımıyla çevirdim. Dağhan bana yaklaşıp arkadan belime sarıldı. Dağınık saçlarımın üstünden enseme bir öpücük kondurduğunda sırtımı ona daha çok yasladım.
“Hep böyle arkamda duracak mısın?” dedim krebi tabağa yerleştirirken. Tavaya harçtan biraz döküp alt tarafın pişmesini bekledim.
“Sen bana güvenip sırtını döndüğün sürece arkanda duracağım. Doğrunda veya yanlışında avuç içlerin benim parmaklarım arasında olacak.” dedi yumuşak bir sesle. “Sevdiğim kadınsın, kadınımsın ve ben sana zarar gelmesine artık daha fazla izin vermeyeceğim.”
“Günaydın gençler.” diye esneyerek içeri girdi Başak. Masadaki sandalyeye otururken elini dudaklarının üstüne kapatıp tekrar esnedi ve bize döndü. Kaşlarını çatıp ikimize bakarken, “Ben uyanmadım mı acaba?” diye mırıldandı.
Dağhan kafasını havaya kaldırıp kahkaha atarken kafamı eğip kıkırdadım. “Rüyanda bizi mi görüyorsun kızım sen?”
Başak olumlu anlamda kafasını salladı. “En büyük shipimsiniz.”
Dağhan belimi bırakıp kardeşinin yanına gittiğinde pişirdiğim son krebi de tabağa alıp tabağı masaya yerleştirdim. “Hepiniz çay içiyorsunuz değil mi?”
“Abim çay-” diye cümleye başladı Başak ancak Dağhan cümlesini tamamlamasına izin vermedi.
“Tabii ki güzelim sen yaparsın da içmez miyiz?” sırıtarak yüzüne baktığımda Başak’la kendime çay koyup masaya yerleştirdim. Dağhan'a koyu bir kahve yaparken, “Çay içerdim ben.” dedi.
“Canım yaparım kahveyi elime mi yapışacak?” kahveyi ona verirken Başak ağzına attığı poğaçayı yavaş yavaş çiğneyerek kaşlarını çatmış düşünceli bir şekilde ikimize bakıyordu.
“Siz ikiniz,” dedi poğaçayı hâlâ kemirirken. İşaret parmağıyla bir beni bir Dağhan'ı işaret etti. “benden bir şeyler mi gizliyorsunuz?”
Dün gece yaşananlar Dağhan'la aynı anda ikimizin zihnine düştüğünde kafamızı kaldırıp birbirimize baktık, dudaklarımız aynı anda yukarı kıvrıldı ve bakışlarımızı birbirimizden kaçırdık.
“Ben çok büyük bir şey kaçırdım, lanet olsun.” Başak hırsla bulduğu ne varsa yerken kahkaha atıp yaptığım krebe çikolata sürerek ağzıma attım.
“Çok bir şey kaçırmadın aslında.” dedi Dağhan benim gibi krebe çikolata sürerken. “Daha düğün yapmadık.”
Kaşlarım havaya kalkarken Başak’ın lokması boğazında kaldı, öksürürken ağzındaki yemekler yere doğru döküldü. Dağhan küfür edip yüzünü buruşturduğunda ayağa kalkıp Başak’a su verdim hızlıca.
“Öyle denir mi yüreğine indi kızın.” Dağhan omuz silkti.
“Ama güzelim yani saçmalıyor.”
Kızar gibi yüzüne baktığımda dudaklarını birbirine bastırıp omuzlarını kaldırdı. “İyi misin kuzum?” Başak bardağı elime verirken kötü kötü yüzüme baktı.
“Siz oldunuz ve benden gizlediniz. Çok kırıldım çok. Ablama anlatmaya gidiyorum.” öksürürken tükürdüğü yemeklerin üstünden atlayıp kapıya doğru yürüdü. “Uzay’ı başınıza salıp çocuk yapacağınızı söyleyeceğim. Görürsünüz siz benden gizli birlikte olmak ne demekmiş.” kapıyı açıp dışarı çıktı ve kapıyı çarparak kapattı.
Süpürge ve faraj alıp tükürdüklerini temizlemek için eğildiğimde, “Bekle bakalım Elmas Hanım,” dedi Dağhan. “Hâlâ ameliyatlısın ve hâlâ eğilmen yasak. Kalk ben temizlerim.”
Şaşkınlıkla yüzüne bakarken, “Yaparım ben geçti yaram.” dedim.
Yanıma gelip süpürge ve farajı elimden alarak kolumu tuttu. Beni ayağa kaldırıp sandalyeye oturttu. “Otur yemeğini ye ben hallederim.”
Düşünceli hâline sırıtarak bakarken kapı çaldı. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm ve kapıyı açınca yüzü düşük bir Başak’la karşılaştım. “Ne oldu?”
“Ablam eniştem ve Uzay’la birlikte tatile gitmiş evde değiller. Hayır yaz gelmeden neyin tatili bu anlamadım. Zaten açtım yemek yemek için geri gelecektim ama böyle olması beni çok üzdü.” mutfağa girip geri yerinde oturacağı esnada abisinin yeri süpürdüğünü gördü ve şaşkınlıkla bana döndü. “Abim yeri mi süpürüyor?”
Kapıyı kapatıp arkasından mutfağa girdiğimde Dağhan kötü kötü Başak’ın yüzüne baktı. “Pisliğini temizliyorum geri zekalı.”
“Bana birlikte olduğunuzu bir anda söyledin.” dedi sesini yükselterek. “Ne yapsaydım tebrik mi etseydim?”
Sanki normal insanlar öyle yapardı ama bahsettiğimiz Başak’tı, asla normal bir insan değildi.
“İnsan olsaydın öyle yapardın ama insan değilsin ki sen.”
“Aynı anneden çıktık sen nesin o zaman abicim?”
Dağhan yüzünü buruşturdu. “Câmii avlusunda bulduk biz seni.”
“He he,” dedi Başak yerine oturup yarım bıraktığı şeyleri ağzına tıkarken. “ben büyüdüm bu yalanlar için haberin olsun.”
“Yalan olduğunu kim söyledi? Git anneme sor. Üvey miyim dediğinde hiçbir zaman hayır demedi.” Başak içtiği çayın bardağını hareketsiz bir şekilde dudaklarının üstünde tuttuktan sonra gözlerini büyüttü.
“Ne olursun yine tükürme. Bir kere daha midenin öğütemediği şeyleri temizleyemem.” dedi Dağhan çaresizlikle. Bu hallerini gülümseyerek izlerken kafamı yana eğdim.
Aile güzel bir kavramdı, iyi kurulduğu sürece.
“Sus ya tükürürüm sana ne? Abimin evi değil mi istediğimi yaparım.” dedi Başak dik kafalılıkla.
“Senin dersin yok muydu bugün?”
Başak yüzünü ağlarmış gibi bir ifadeye sokup omuzlarını düşürdü. “Hiç hatırlatma var maalesef. Akşama kadar kafanız rahat oh mis.”
“Benim de adliyeye gitmem gerekiyor bugün.” dedi üzgünce Dağhan. Bakışları bana döndü. “Sen ne yapacaksın bütün gün evde tek başına?”
Omuz silkerken çayımdan bir yudum aldım. “Takılırım kendi kendime.”
“Bir şey lazım olursa ararsın ben gelirken alırım.” dedi kahvesinden son yudumu alıp ayağa kalkarken.
“Nasıl arayacağım?”
Olduğu yerde durdu. “Telefonun yoktu değil mi?” dedi bir nefesi dışarı verip omuzlarını düşürürken. “Bugünlük ben sana bir telefon ayarlarım, yarın gidip yenisini alırız.”
Odadan çıkacağı esnada, “Dağhan!” diye seslendim. Durup bana baktığında ayağa kalkıp karşısında durdum. “Biri bana mesaj atmıştı instagramdan. İsmi yoktu sadece saçma sapan bir kullanıcı adı vardı, kim olduğunu bulabilir miyiz?”
Kafasını salladı. “Hallederim de hesabını vermen gerek.”
“Telefonunu verir misin?” dedim utanarak. İlk defa onun telefonuna dokunacaktım ve bu çok garipti.
Dağhan sorgulamadan telefonunu cebinden çıkarırken Başak kıkırdadı. Dağhan'la aynı anda bakışlarımız ona dönerken sırıtmasını gizlemeye çalışıyordu. “Nefes alsak böyle sırıtacak mısın lan?”
Başak abisine bakıp taklidini yaptı. “Tatlı bir çiftsiniz ne yapayım?”
Utandığımda ve Dağhan'la bir çift olduğumuzu başkasından duymanın beni heyecanlandırdığını fark ettiğimde kafamı eğdim.
“Güzeliz ama değil mi?” dedi Dağhan çocukça bir mutlulukla. Telefonunu elime verip iki elini yanaklarıma yerleştirdi, vücudumu kendisine çekti alnımı öptü. “Ben hazırlanmaya gidiyorum.”
Sırıtarak arkasından bakarken, “Bak işte şimdi yiyecek gibi bakabilirsin artık senin sevgilin.” dedi Başak. Sonra kahkaha attı. “Orkodoşoz sodoco.”
Kötü kötü yüzüne bakarken sandalyeye oturdum, Dağhan'ın telefonunu açtım ve ekranı kaydırırken aklıma şifresi olduğu geldi. “Dağhan şifren ne?” diye seslendim.
“070599.” diye bağırdı. Şifreyi girdikten sonra duraksadım. Kaşlarımı çatarken bunun benim doğum tarihim olduğuyla yüzleştim ve bu beni mutlu etti.
Ekran açılır açılmaz karşılaştığım kendi fotoğrafımla birlikte kaşlarım daha çok çatıldı. Lacivert elbisemle çekilen bir fotoğrafımdı, arabadayken kafamı cama yasladığım anda çekilmişti. Hangi ara çekmişti? Ve o an bu kadar huzurlu muydum?
“Biraz daha ekrana öyle bakarsan abimin daha sevgili olmadan seni aldattığını düşünmeye başlayacağım. Ne var kızım bu kadar dehşete düşecek?” ekranı Başak’a doğru çevirdiğimde heyecanla çığlık attı. “Allah'ım siz gerçekten olmuşsunuz!”
Utanarak ve içimdeki mutluluktan ağlama isteğimi bastıramayarak kıkırdadım. Daha fazla telefonunu karıştırmadan Instagram uygulamasının üstüne tıkladım, hesap ekle diyerek kendi hesabıma girdim.
Mesaj isteğine yeniden bakıp kim olabileceğini düşündüm ancak aklıma hiçbir isim gelmiyordu. Hesabı açık bırakıp uygulamadan çıktım ve telefonun ekranını kapatarak Dağhan'ın gelmesini bekledim.
“Saat on bir olmuş ben okula kaçar dersler beni bekler. Çok öptüm hayatım sana bütün gün iyi eğlenceler.” koşarak mutfaktan çıkarken sırıtarak arkasından baktım.
Yaklaşık on dakika sonra Dağhan siyah pantolonu, beyaz gömleği ve siyah kot ceketiyle mutfağa girdi. Girer girmez burnuma dolan parfüm kokusu ggözlerimi kapatıp kokusunu derince içime çekmeme neden oldu. “Güzel kokmak sana yasaklanmalı.”
“İşe gitmiyor olsam parfüm kokusu tenimden gidene kadar yıkanırdım.” ayağa kalkıp gömleğinin bana göre fazla açık olan düğmesine ellerimi uzattım.
İki elimle gömleği çekiştirerek düğmeyi iliklerken sırıttım. “İnsanların teninin kokusunu duyduğu yetmezmiş gibi bir de görsünler mi istiyorsun?”
Dağhan'ın gözleri büyürken adem elması aşağı doğru yavaş bir şekilde kaydı. Hayranlıkla tenini izlerken elleri düğmesini ilikleyen parmaklarımı tuttu. Yüzü yüzümün çok yakınındaydı, nefesi birkaç santimetre kadar uzağımdaydı kalbim kendinden geçecek kadar hızlı atıyordu. Gözlerindeki parlaklıkla yüzüme bakarken alt dudağımı dişlerim arasına aldım. Bakışları içeri çektiğim dudağıma kaydığında dudağının sol tarafı yukarı doğru kıvrıldı.
Bu hareketi midemde bir kasılmaya neden olduğunda, “Kaşınıyorsun.” diye fısıldadı ama sesi cazip bir tehlikenin esiri altına girmişti. Parmağımın tersini gözlerinin içine bakarak pürüzsüz tenine sürttüğümde ellerimi daha sıkı tutmaya başladı.
Gülümseyerek yüzüne baktım, gözlerindeki parlaklığın yerini kor alevler aldı. Midemdeki kasılma beni yaktı, alevler kasıklarıma doğru uzandı Dağhan'ın gözlerindeki alevler beni de etkisi altına aldı.
“İşe gidiyordun sanki,” dedim ellerimi ellerinden kurtararak. Ondan uzaklaşırken dolaplara yaklaştım, kendime bir bardak çıkarıp su doldurdum.
“Gidiyorum işe,” dedi kinayeli bir şekilde. “ama işin dönüşü de var Elmas Hanım.” tehditkâr sesi midemdeki kasılmayı büyüttü, kasıklarımdaki alevler kendini daha fazla göstermeye başladı. Yüzümün de yandığını hissettiğimde arkamı döndüm zira Dağhan'ın yüzüne bakacak yüzüm kalmamıştı, utanıyordum.
Onu kışkırtırken her şey daha kolaydı ancak konu onun kışkırtmasına gelince utanmıştım.
“Git artık ya.”
Büyük bir kahkaha atarken adımlarının uzaklaştığını duydum ve o uzaklaştığında hızlıca banyoya gidip kapıyı kilitledim. Bakışlarım aynaya kaydığında bütün yüzümün kıpkırmızı kesildiğini hatta gözlerimin içinin bile pembeleşmeye başladığını fark ettim. İnanılmazdı, bu kadar utanmış olmam akıl kârı değildi.
Yüzüme birkaç defa soğuk su çarparken aklım sürekli olarak elimin tersinin değdiği sıcak ve pürüzsüz tenine gidiyordu.
Neden bu kadar etkilenmiştim?
Yüzüme soğuk su çarpmaya devam ederken Dağhan'ın Başak’a seslendiğini duydum.
“Başak ben çıkıyorum üç dakika içinde gelmezsen yürüyerek gidersin!” birkaç eşyanın yere düşme sesini duyduktan sonra Başak’ın bağırışını duydum ve sonra abisine bağırdığını.
“Geldim geldim.”
Dağhan'ın kahkahası bütün evi doldurduğunda Başak küfür etti, banyonun önünde olmalıydı sesi çok yakındı.
“Elmas biz çıkıyoruz, birazdan telefon göndereceğim sana bir şey olursa ararsın.” diye seslendi Dağhan.
“Tamam.” diye cevap verdikten sonra yüzümü banyodaki havlumla kuruttum. Kapının kapanma sesini duyunca banyodan çıktım.
Her şey çok güzeldi, şimdi yalnız başıma yapacak bir aktivite bulmalıydım.
^^^
Yaklaşık olarak bir buçuk saat sonra temizliği bitirmiş koltuğa oturmuştum ve oturmama kalmadan kapı çaldığında oflayarak ayağa kalktım. Kim olduğuna bakmadan kapıyı açtığımda karşımda duran on dört on beş yaşlarındaki çocuk kafasını saygıyla eğerek gülümsedi.
“Merhaba abla, Dağhan abi gönderi beni.” elinde bir kutu tutuyordu, kutuyu uzattı. “Bunu evdeki ablaya ver dedi ben de getirdim.” kutuyu elime aldım çocuk gülümseyerek yüzüme bakmaya devam ederken karşılık olarak gülümsedim.
Yüzünde yorgun bir ifade vardı, elleri tozlu ve nasırlıydı. Daha çok küçüktü ellerinin nasır tutması için, neden nasır toplamıştı?
İçimin acıdığını hissettiğimde, “Teşekkür ederim canım,” diye mırıldandım. Çocuk yine kafasını saygıyla eğdiğinde kapıyı tamamen açıp içeriyi işaret ettim. “girmez misin? Kek yaptım taze taze yersin. Sıcak çikolata da var içini ısıtır.”
Çocuk mahcup olarak gülümsedi, ellerini nereye koyacağını bilemedi önünde birleştirdi. Gözlerini benden kaçırdığında yanakları kızarmaya başladı. Bu hâli istemsiz olarak gülümsememe neden olduğunda dudaklarını araladı. “Ben rahatsızlık vermeyeyim ablam, hem işim var dükkanda.”
Kafamı yana eğip kınıyormuş gibi yüzüne baktım. “Çok vaktini almam sadece biraz dinlenmeni istiyorum. Gel hadi ısrar ediyorum.”
Çocuk daha çok mahcup olurken içeri girdi, girer girmez kapıda ayakkabılarını çıkardı. Gözlerim ayakkabılarına takıldığında yırtık, paramparça olduklarını gördüm, bu içimi parçaladı. Yutkunurken gözlerim doldu, çocuk görmesin diye arkamı dönerek mutfağa girdim.
“Adın neydi canım?” diye sordum ağlamamak için. Herkesin hayatında kendince zorlukları vardı ama hiçbir çocuk bundan etkilenmemeliydi. Onlar daha çocuktu bir sınava tâbi tutulmak için çok küçüklerdi.
“Kemal.” dedi çocuk. Dolaptan tabak çıkarıp kestiğim kekten iki parçayı Kemal’in tabağına yerleştirdim. Daha fazla mahcup olmaması için kendime de bir parça kek koyduktan sonra tabakları masaya yerleştirdim.
“Elmas ben de, memnun oldum.” cezvede yeni kaynattığım sütü kupanın içindeki tozun üstüne döktüm, kupayı Kemal’a verdikten sonra kendime kahve yaptım.
“Ben de memnun oldum Elmas ablam.” çatalla kekten bir parça alıp ağzına attı. Yutmasını bekledikten sonra dudaklarımı ıslattım.
“Kaç yaşındasın Kemal?”
“On dört ablam.” dedi yine mahcubiyetle. Neden bu kadar utangaçtı? Kendimi onu zorluyormuş gibi hissediyordum.
“Okulun yok mu?” diye sordum, yaşı küçüktü. Okuması gereken yaşta çalışıyordu. Peki neden?
Gözlerini kaçırıp keki parçalamaya başladı. Sorduğum sorunun pişmanlığı omuzlarıma çöktüğünde, “Yok abla bıraktım okulu.” dedi sessizce.
Derin bir nefesi ciğerlerime doldururken anlamaz gözlerle yüzüne baktım. “Ama neden? Okulu bırakıp neden çalışman gereksin kuzum benim?”
Bir nefesi dudakları arasından dışarı bırakırken yutkundu. Ellerini masanın altına doğru yavaşça çekip kafasını aşağı eğdi. Yüzü haddinden fazla bir şekilde düştüğünde bu kadar derine indiğim için çoktan pişman olmuştum. “Annem hasta. İlaçlar için para lazım, abimin tek başına parası yetmiyor.”
Kaşlarımı çattım. “Baban?” diye sordum sessizce, kalbim acımıştı. Çocukluğumun acılı çığlıkları bugünün duvarlarında yankı yaptı.
“Annem bana hamileyken terk etmiş bizi.” dedi sessizce, “Kendimi bildim bileli abim bakar bize. Annem rahatsızlanınca abimin geliri yetersiz olmaya başladı. Bana hep oku adam ol ben bakarım aileme derdi ama yapamadım abla annem her gün kötüye giderken okula gidip gelemedim.”
Gözleri dolduğunda yutkunarak yüzüne baktım. Kalbim acıyordu, onun kalbinin masumluğu canımı yakıyordu. Hayal kırıklığııyla atan kalbimin üstüne elimi bastırdım. Çocuklar savaşlardan uzak durmalıydı, savaşlar yalnızca bombalarla silahlarla olmazdı. Hayat savaşı da çocukların dahil olmaması gereken bir savaştı.
“Annen,” diye mırıldandım korkuyla. İçimden o olmaması için dua ediyor, hayattaki en büyük acının başına gelmemesi için Tanrı'dan medet umuyordum. “ne hastası?”
Kemal yutkundu tekrar, kafasını daha fazla aşağı eğdi. “Kanser.” dedi neredeyse fısıldayarak. “Dağhan abi elinden geldiğince destek oluyor, okumam için de destek oluyor. Annemin bütün masraflarını karşılamayı teklif etti ama abim kabul etmedi. Borcunu ödeyemeyeceğini söyledi.”
“Bu borç sayılmaz Dağhan da zaten geri dönüşlü olarak yardım etmiyor.” dedim hemen. Aklıma gelen fikirle kaşlarımı kaldırdım. “Kemal bak ne diyeceğim.” Kafasını kaldırıp bana baktı. “Tanıdığım bir yardımsever var, bu şekilde maddî gücü sağlığı için yetmeyenlere yardım eden bir fon açtı kendine. Onunla konuşsam annenizin tedavisini o karşılasa olur mu? Kim olduğunu ya da kim olduğunuzu bilmenize gerek yok, zaten kimliğini gizleyerek yardım ediyor.”
Kemal’in gözleri parladı, dudakları heyecanla kıvrıldı ve hızlıca doğruldu. “Yapar mısın?” diye sordu, heyecanı sesinden bile belli oluyordu. Kafamı gülümseyerek sallarken yüzü düştü. Anlamayarak ona bakarken, “Abim kabul etmez ki.” dedi.
Bu muydu dercesine kafamı yana eğerken, “Orasını bana bırak, halledeceğim.” diye cevap verdim. Bu kez heyecanı yeniden gün yüzüne çıkarken gözleri umutla doldu, mutluluğu benim hissedeceğim kadar arttı.
“Teşekkür ederim ablam.” dedi yeniden kekini yerken. Sıcak çikolatadan bir yudum alıp içerken yüzüme bakıyordu ve ben gülümsediğini hissediyordum.
On beş dakika geçmeden ayağa kalkıp, “Ben artık gideyim abim dükkanda olmadığımı çok kızar.” dedi.
Derin bir nefes alırken, “Akşam size gelmek istiyorum eğer müsaitseniz, Dağhan evinizi biliyor mu?” diye sordum.
Birlikte kapıya doğru yürürken Kemal kafasını salladı. “Biliyor. Abim hastalandığında yemek getirmişti.”
Dağhan'a karşı bir sevgi ve gurur dalgası kalbime hücum ettiğinde gülümsedim. “Akşam size uğramak istiyorum o zaman.”
“Tabii abla hoş gelirsin.” ayakkabılarını ayaklarına geçirip kapıyı araladı. “Elin çok lezzetli, kek ve sıcak çikolata için teşekkür ederim. Seninle tanıştığıma çok memnun oldum abla.”
Gülümsedim yine, “Ben de seninle tanıştığıma çok memnun oldum Kemal, daha sık uğra buralara beklerim.” dedim.
Kafasını sallayıp kapıdan çıktı, kapıyı kapatıp salona geçtim. Koltuğa yeniden oturduğum ve kendime izlemek için bir dizi arayışına girdiğim esnada kapı yeniden çaldı.
Oflayarak ayağa kalktım. Kapıya doğru yürürken içimde kötü bir his vardı.
Kapıyı kimin geldiğine bakmadan açtığımda şaşkınlık ve mide bulantısı bütün bedenimi sardı. Görmeyi asla beklemediğim yüzlerden biri karşımda, gözlerimin önünde duruyordu. Kaşlarımı çattım. “Asude? Ne işin var senin burada?”
Asude utanarak elini kulağının arkasına attı, yüzüne gelmeyen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Neyse en azından kapıyı açtın.” dedi.
“Ne saçmalıyorsun sen? Ben de durmuş dinliyorum.” dedim göz devirerek. Kapıyı kapatacağım esnada Asude ayağını içeri geçirdi, elleriyle kapıyı tuttu.
“Bekle! Seninle konuşmam gerek.” kapıyı bıraktığımda Asude geri dışarı çıktı. Derin bir nefes aldı. “Tepkinde haklısın ama gerçekten seninle konuşmak istiyorum.”
“Benim seninle konuşacak bir şeyim yok.” sert sesim gözlerindeki umudu söndürdü ancak pes etmedi.
“Evet haklısın, konuşmak istememekte sonuna kadar haklısın ama lütfen dinle.”
“Neyini dinleyeceğim senin eşimle nasıl iş birliği yapıp beni aldattığınızı mı? Bak beni aldatmanız umurumda bile değil, şimdi çek git kapımdan.”
“Elmas,” dedi omuzları çökerken. “Bir kere dinle lütfen.”
Oflarken kapıyı ardımdan tamamen açıp salona girdim. Ne söyleyecekse söyleyip gidebilirdi umurumda değildi.
Arkamdan topuk sesi gelince alay ederek gülümsedim. Ayakkabılarını çıkardığına dair bir ses duyunca şaşırdım çünkü Asude’nin böyle değerleri olduğunu düşünmüyordum.
Arkamdan salona girince utanarak koltuğa oturdu. Diken üstündeymiş gibi rahatsız bir şekilde etrafını incelerken alay eder gibi gülümsemeye devam ettim. “Korkma sana bir şey yapmam. Biraz rahatla ortamı geriyorsun.” sesimle birlikte irkildiğinde gülümsemem büyüdü.
“Ben sadece,” dedi ancak cümlenin devamı gelmedi. Çantasını yanına, koltuğa bıraktıktan sonra içinden birkaç tane kağıt çıkardı.
“Konuşmak istediğini düşünüyordum.” dedim kaşlarımla kağıtları işaret ederken.
“Konuşacağım şeyler kağıtlarla ilgili.” dedi ssakince ardından bir nefes alıp gözlerini kapattı. Kollarımı göğsümde birleştirip yüzüne baktım, gözlerini araladı ve konuşmaya başladı. “Ben Mirza'ya ilk gördüğüm andan beri aşığım. Lise birinci sınıftı ben bazı özel nedenlerden dolayı okula iki yıl ara vermek zorunda kaldım. Arkadaşlarım mezun olduğu zaman ben okula devam etmek zorunda kaldım ve Mirza’yla aramızda sadece iki sınıf farkı vardı.”
Anlamayarak kaşlarımı çattım. “Metresi olduğun eşime olan aşkını anlatmaya mı geldin yani? Etkileyiciydi.”
Kafasını iki yana salladı. “Hayır Elmas öyle değil sadece neden yaptığımı anlaman için anlatıyorum.”
“Anlamıyorum ama Asude. Bir insanın bir insanı aldatmasına ortak olmayı anlamıyorum. Mirza ya da sen umurumda değilsiniz ama ben Mirza'yı seviyor olabilirdim, çocuğumuz olabilirdi ve dağıttığınız bir evlilik değil bir yuva olabilirdi.”
Gözleri doldu ve acıyla gülümsedi. “O zaman Mirza seni zaten aldatmazdı. Güzellemek değil asla, yaptığım için çok pişmanım.”
“O zaman neden yaptın?” bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordum.
“Çünkü Mirza’ya karşı bir şansım olabileceğini hissettim. O gün yanıma geldiğinde önünü göremeyecek kadar sarhoştu ama o ilk bana geldi. Bana olduğunu bilerek geldi ben de salak gibi bana karşı boş değil zannettim.” gözlerinden yaşlar akarken devam etmesini bekledim. “Elmas’ı istemiyorum dokunmadım ona birlikte olmadık dedi. Elmas ben sana,” hıçkırdığında iki eliyle yüzünü kapattı.
Gidip sarılmalı mıydım? Onu teselli etmeli miydim? Etmeyecektim. Aptallığının bedelini kendi ödemeliydi.
“Sana bunları yaptığını bilseydim yemin olsun ki o gün bana dokunmasına izin vermezdim. Yemin ederim bilseydim o gece seni arayıp bana geldiğini söylerdim ama ben boşanırsınız Mirza da bana kalır diye düşündüm, basit bir oyun sandım.” burnunu çekip elleriyle yüzünü kuruladı.
“Tamam,” dedim ancak sesim ikna olmadığımı açıkça belli ediyordu. “şimdi neden geldin?”
“Davet gecesinde Mirza'yla videomuzu paylaşmışsın magazinde gördüm.” dedi çatlak ve titreyen sesiyle. Kafamı olumlu anlamda salladım. “Beni sansürlemişsin tamamen. Sesimi bile sansürlemişsin.”
“Evet yaptım çünkü oradaki amacım Mirza'nın şerefsizliğini göstermekti seni küçük düşürmek değil.”
Asude onaylarcasına kafasını salladı. “Bahsettiğim bu işte Elmas, istesen yapabilirdin ama yapmadın. Çok teşekkür ederim onun için.”
Omuz silktim. “Seninle kendim hesaplaşabilirdim toplumun önüne atıp linç ettirmek bana doğru gelmedi. Bunun için teşekküre gerek yok seni düşündüğümden değil kendi doğrularıma uymadığından sansürledim seni.”
Kafasını yavaşça aşağı yukarı salladı. “Belki umurunda değildir ama Mirza'yla hiç birlikte olmadım o günden sonra.”
Alay eder gibi güldüm yine, şaka mı yapıyordu?
“Umurumda değil bak kendin de biliyorsun. İsterseniz günlerce yataktan çıkmayın beni bağlamaz.” dudaklarını ıslattım. “Sen hâlâ neden geldiğini söylemedin. Bana bunları söylemeye geldiysen boşuna zahmet etmişsin.”
Kafasını iki yana salladı. “Ben bir şey sormaya geldim aslında.” dedi sonra ayağa kalkıp elindeki kağıtlarla bana doğru yaklaştı. Diğer kağıtlardan daha küçük bir kağıdı tutup bana verdiğinde kaşlarımı çatarak elime aldım. Gözlerim kağıttaki şeyle büyürken kafamı kaldırıp yanımda duran Asude’ye baktım. “Hamileyim. Merak etme çocuğu doğurmayacağım hatta buradan çıkınca hastaneye gidip aldıracağım. Mirza'dan olduğuna eminim ama yine de babalık testi yaptırdım ve,” elindeki başka kağıtları da bana uzattı ancak benim gözlerim hâlâ ultrason resmindeydi. “çocuğun babasının Mirza Çakır olduğu resmileşmiş oldu.”
Yutkundum, bunu atlatmak için biraz zamana ihtiyacım vardı. “Ne soracaksın?” bakışlarım ultrason resmine geri döndüğünde her şey karmaşıktı, her şey birbirine girmişti ancak resimde küçük sarı bir nokta vardı ve o bir bebekti.
“Eğer istersen mahkemede senin lehine şahitlik yaparım. Mirza'yla yattığımı ve hamile kaldığımı söylerim. Buna itiraz ederse bile,” bir süre sustu, yüzüne baktığımda kızardığını gördüm. Benden uzaklaşıp eski yerine koltuğa oturduktan sonra devam etti. “sana atmak için sevişirken çektiğim videolar var. Hepsinin üstünde tarih ve saat yazıyor. Eğer kabul edersen ben senin lehine şahitlik etmek istiyorum.”
“Mirza sana kalsın diye mi?” diye bir soru çıktı dudaklarımdan alayla.
Asude anında kafasını salladı, yüzünü buruştururken yutkundu. “Belki iğrenç bir insanım ama hayır böyle biriyle birlikte olmam. Ben sadece senin kurtulmanı istiyorum.”
“Benim kurtulmamda senin çıkarın ne? Sırf iyilik olsun diye yardım edeceğini düşünmüyorum.” açıktım, çünkü böyle hissediyordum. Asude güvenilecek bir insan değildi.
“Sadece yardımcı olmak istiyorum.” dedi samimiyetle.
Kaşlarımı çattım. İnanmamıştım ancak inatlaşmanın mânâsı yoktu. “Öyle olsun zaten bir bit yeniği çıksa da avukatımla elimizde yeterince delil var.”
Gülümsedi ve gülümserken ayağa kalktı. “Emin ol kafamda başka planlar olsa kapına kadar gelmezdim. Bu arada Dağhan’la mutluluklar, çok yakışıyorsunuz.”
“O sadece avukatım.” dedim çünkü Asude’ye güvenmiyordum, güvenemezdim.
“Hiç kimse avukatının kollarına da evine de sığınmaz Elmas. Bana güvenmediğini biliyorum ama gidip de millete sevgili olduğunuzu yayacak değilim.” yavaşça kapıya doğru yürümeye başladığında arkasından gittim.
Topuklu ayakkabılarını ayaklarına geçirirken, “Sandığım kadar kötü biri değilsin gibi hissediyorum umarım beni yanıltmazsın.” dedim.
Bana döndü, yüzünde umut vardı. “Umarım yanılmazsın ve kurtuluşun olur Elmas Arıcı.” kapıdan dışarı çıktı ve el salladı.
Yüzümü buruştururken kapıyı yüzüne kapattım. Bu kadar samimiyet yeterliydi.
İçeri girip Kemal’in getirdiği kutuyu açtım. İçindeki telefonu çıkarırken kaşlarımı kaldırdım. “Ah be Dağhan gerek var mıydı bu kadar masrafa ya?”
Kırılan telefonumun bir üst modeliydi ve koyu mordu. Kenarındaki düğmesine basıp telefonu açtım. Arama kısmına girip baktığımda Dağhanım Aşkım Ömrüm Çiçeğim Her Şeyim diye kayıtlı olan Dağhan'ı ve altında Başak 🤢 diye kaydedilen Başak’ı gördüm. Kafamı iki yana sallayıp Dağhan'ı aradım.
“Allo güzelim? Almışsın telefonunu.” gülümsedim.
“Dağhan’ım aşkım ömrüm çiçeğim her şeyim demek ha?” dedim sesli gülerken.
“Senden duyunca da ayrı güzel oldu yalnız.” dedi ve o an sırıttığına emindim.
“Başak’ı kusma emojisiyle kaydetmen çok ayıp yalnız.”
“Kusmasaydı mutfağımızın ortasına?” diye kendini savundu. “Kusmuk beyinli.”
“Dağhan,” dedim sesli gülmeye devam ederken. “kalabalık sanırım yanın, ben daha fazla rahatsız etmeden sorumu sorayım.”
“Hiçbir şey senden önemli değil güzelim hele ki birkaç insanın sonlanacak evliliği hiç değil.”
Sırıttım ancak ona belli etmeyecektim. “Sana verdiğim hesap kime aitmiş öğrenebildin mi?”
“Ha evet onun için seni arayacaktım.” birkaç kağıt karıştırma sesi geldi. “Bir kadın ona eminim ama ismi,” ofladı ve yeniden kağıt sesi geldi. Kaşlarımı çattım. Kim bana böyle bir mesaj gönderme gereksiniminde bulunurdu ki? “buldum.” dedi Dağhan, kalbim heyecanla hızlandı. “Nevra. Nevra Yıldız.”
“Mirza'yla alâkası var.” diye fısıldadım sessizce.
“Eski nişanlısı. Olaylı bir ayrılık yaşadılar ve Nevra ayrılıklarından sonra neredeyse ölü hayatı yaşadı. Hiç kimseyle hiçbir iletişimi yoktu ta ki geçen seneye kadar. Geçen sene birden ortaya çıkıp, Nevra Yıldız öldü demişsiniz söyleyin onlara daha güçlü geri döndü sloganlarıyla ölmediğini ve düşmanları olduğunu alenen belli etti. Son birkaç aydır magazinden düşmüyordu ama Mirza'nın seni kaçırması gündem olunca arka plana atıldı.” diyerek sakince açıkladı Dağhan.
“İyi de,” Miraç’ın bana söylediklerini düşündüm. “benden ne istiyor?”
“Nevra gördüğüm kadarıyla Mirza konusunda karşında değ xil yanında duracak bir insan. Muhtemelen Mirza konusunda seni uyarmak istemiştir. Evlendiğiniz zaman magazinde olaylı ayrılıktan sonra yeni aşk rüzgarı diye başlıklar vardı. Sosyal medyada da ilişkiniz çok güzel görünüyordu.”
“Onunla konuşmalı mıyım?” diye sordum kafa karışıklığıyla. Kızın amacını anlamamıştım ama Dağhan'a güveniyordum. Dağhan bana zarar vermeyeceğine inanıyorsa vermezdi.
“Eğer istersen konuşabilirsiniz. Sana zararının dokunacağını düşünmüyorum, aksine yararı bile dokunabilir. Mirza'nın sicil kaydında Nevra’nın açtığı bir dava da var. Dosyanın içeriğine çok hakim değilim ama pek iç açıcı olmadığını söyleyebilirim.”
“Attığı adrese sen de bakar mısın?” dedim hesabımın onun telefonunda da açık olduğunu hatırlayınca.
“Bana mesaj atarsın.” dedi ancak sözünü bitirir bitirmez, “Hesabım telefonunda duruyor. Mesaj atarsa görürsün zaten.” diye cevap verdim.
“Çıkmadın mı?” dedi merakla, dilimi damağıma vurdum. Sırıttığına yine emindim ancak kanıtlayamazdım.
“Ha bu arada duvar kağıdın hoşuma gitti.” benim foroğrafımdı. “Hangi ara çektiğini anlayamadım ama.”
“Daha çok habersiz fotoğrafın olacak güzelim.” dedi ardından ciddiyetle devam etti. “Seninle sabaha kadar sohbet etmeyi tercih ederdim ama maalesef gitmem gerekiyor. Amına koyayım gitmemin bugün.”
“Gitmenin değil de,” Döküldü dudaklarımdan ancak sadece ben duymuştum. Söylediğim şeyin yanaklarımı ısıttığını hissettiğimde Dağhan, “Ne dediğini anlamadım bunu sonra konuşacağız. Şimdi öptüm ve gidiyorum güzelim.” dedi ardından telefonu kapattı.
Söylediğim şeyin utancı yanaklarımı daha fazla ısıtmaya başladığında iki elimle yüzüme hava yapmaya başladım. Ne zaman bu kadar arsız olmuştum?
Ayağa kalkıp banyoya gittim elimi yüzümü soğuk suyla güzelce yıkayıp utancımı ve kızarıklığımı geçirmeye çalıştım.
Salona geri dönüp Nevra’ya mesaj attım. Bana adresi yolladığında bugün gelip gelemeyeceğini sordum, iki saate attığı yerde olacağını eğer istersem beni de alabileceğini söyledi. Kendim geleceğimi söyledikten sonra hazırlanmak üzere odama geçtim çünkü attığı yer konumdan baktığım kadarıyla buraya çok uzaktı. Nasıl gideceğim hakkında bir fikrim yoktu ancak bir şekilde halletmem gerekiyordu.
Valizime değil dolaba yaklaşıp askıda duran elbiselere göz attım. Başak tam bir elbise kadınıydı ve sürekli olarak elbise alış verişi yapıyordu. Kendisine elbise alırken bana da alıyor giymeyeceğimi söyleyerek dolaptaki boşlukları dolduruyordum ancak bugün hava güzeldi, elbise giymemde bir sakınca yoktu.
Siyah önünde birkaç süs amaçlı dikilmiş düğmesi olan ip askılı uzun bir elbiseyi elime aldım. Üstüne kısa, bolero gibi duran örme kazağımı da hazırlayıp üstümü değiştirdim.
Saçlarıma kuru şampuan sıkıp güzelce ördüm, siyah bir tacı örgümün kabarık yerlerinden saçlarıma geçirerek bandana gibi durmasını sağladım.
Çorap giyindikten sonra siyah spor ayakkabılarımı da ayaklarıma geçirip küçük bir el çantasıyla odadan çıktım.
Salondan telefonumu alarak Dağhan'a çıktığıma dair mesaj attım. Dağhan çekmecesinde para olduğunu oradan para alıp taksiyle gitmemi söylemişti ancak öyle bir şey yapamazdım. İçim rahat etmeyerek tamam dedim ve çıktım.
Konumu internete yazıp nasıl gidebileceğimi araştırdım, biraz zorlardı ancak üstesinden gelemeyeceğim kadar zor bir şey yoktu.
^^^
İstanbul'da kişisel araç olmadan bir yerden bir yere vaktinde yetişmek kesinlikle imkansızdı.
Zorlu yolculuğun ardından astım hastası olarak otobüsten indim ve Nevra’nın bana attığı estetik merkezinin önünde durdum. Nevra estetik doktoru muydu?
Kaşlarımı çatarak geniş kapıdan içeri girdim, girer girmez danışmada duran genç kız bana yaklaştı. “Buyurun yardımcı olayım.”
“Nevra Hanım’a bakmıştım ben,” dedim sebepsiz şekilde utanarak.
“Gelsin Didem benim misafirim o.” diye sevimli sayılabilicek bir kadın sesinin ardından Didem denen kadın kafasını öne eğdi.
“Kusura bakmayın Nevra Hanım bugün misafiriniz olacağı bilgisini almamıştım.”
“Sorun değil canım, biz odama geçiyoruz sen bize iki tane sütlü kahve getirir misin?” bakışlarını yüzüme. çevirdi. “İçersin değil mi Elmasçım?”
İçmeli miydim? Kahvenin içine ilaç katıp beni bayıltma ihtimalleri de vardı. Nevra gözlerimdeki kararsızlığı görmüş olmalı ki, “Korkma ben düşmanın değilim sana zarar vermem. Hele ki Mirza'dan yara alan bir kadın olarak aynı yaraya sahip başka bir kadına hiç zarar vermem.” dedi.
Birlikte merdivenlere doğru yürürken, “Seninle ilgili değil ama ben bütün insanları karşı fazla güvensizim.” dedim.
“Hayat birilerine güvenmek için fazla iki yüzlü. Bugün güvendiğin kişi yarın karşına geçecek ilk kişi olabilir.”
Yalnızca kafamı salladım. Birlikte bir odaya girdiğimizde arkamızdan kapıyı kapattı. Kapıyı kapatışına kaşlarımı çatsam da kilitlememiş olması içimi bir nebze olsun rahatlatıyordu.
“Seni neden buraya çağırdığımı merak ediyorsundur haklı olarak. Aslında ilk evlendiğinizde Instagram’dan sana yazıp Mirza'nın hasta bir birey olduğu bu söyleyecektim ama sonra paylaşımlarını gördüm. Hayretle izledim, Mirza düzeldi bile zannettim.”
Masanın karşısındaki patron koltuğuna oturdu ve yanındaki kasaya elini uzattı. Kilidi birkaç defa çevirip kasayı açtığında karşımda gördüğüm manzarının para olmasını beklemiştim ancak karşımda gördüğüm manzara bir sürü dosya ve bir sürü foroğraftı.
Nevra fotoğrafları ve dosyaları çıkarıp masaya yerleştirdi. “Bu fikrinden vazgeçiren nedir?”
Turkuaza çalan yeşil gözleri bana döndü, dolgun dudakları aralandı. “Bir videonuz sosyal medyaya düştü sonrasında viral olmadan silindi. Alış veriş merkezinde peşinden koştuğu bir videoydu. Sonrasında tanımadığım bir adam seni taksiye bindiriyordu. O videodan sonra aynı kadere kurban gideceğimizi hissettim ve sana ulaşmaya çalıştım ancak başaramadım.”
Kazaydı, hastanemdi, asla doğum yapamayacağım hamileliğim, kaçırılmam derken bana ulaşamaması normaldi.
“Siz Mirza'yla ne yaşadınız da beni uyarmak için bu kadar çabaya girdin?” sorum sertti, ses tonumun aksine.
Derin bir nefes aldı ve masaya çıkardığı fotoğraflardan eski bir taneyi bana verdi.
Okulda çekilen bir fotoğraftı. Genç, kıvırcık koyu kestane saçları olan bir kız -ki bu Nevra olmalıydı- okulun sırasında oturuyor, arkasından bir çocuk sarılarak kameraya bakıyordu. O da Mirza olmalıydı.
“Lise üçüncü sınıfta çıkmaya başladık. İlişkimizin başlarıydı o fotoğraf. Liseden birlikte mezun olduk, her şey çok güzeldi, çok mükemmel ilerliyordu hatta ailelerimiz bile evlenip mutlu olacağımıza inanıyordu. İkimiz de üniversite kazandık ama Mirza üniversiteyi yarım bırakıp Agâh Amcayla çalışmaya başladı. Bense okuluma devam edip mezun oldum.”
Şimdiye kadar ortada korkunç bir durum yoktu. Her şey güzel ilerlemişti.
“Son senemde ailelerimizin de kararıyla küçük mütevazı bir nişan yaptık. Ondan sonra Mirza'yla birlikte yaşamaya başladık, Agâh Amca ikimize bir ev tuttu erken düğün hediyesi olarak. O günlerde de her şey normaldi ama bir gün Mirza işe giyeceğim kıyafetlere karışmaya başladı. Basit bir kıskançlık zannettim, bilirsin erkekler egosunu tatmin edebilmek için yanlarındaki kadını kısıtlamaktan zevk alır. İzin vermedim ama o daha fazla üstüme gelmeye başladı. Sonrasında bir gün dayanamadı, ona karşı çıktığım ve sesimi yükselttiğim için var gücüyle tokat attı bana.” derin bir nefes alırken Didem içeri girdi ve kahvelerimizi masaya bıraktı. Nevra kahveyle birlikte gelen sudan büyük bir yudum aldı.
“Neden o gün bitirmedin her şeyi?” diye sorarken buldum kendimi ancak ben de bitirmemiştim. Boğazıma yapıştığı gün anlık bir öfkeydi diyerek geçiştirmiştim.
“Durup düşününce çok öfkeliydi ve eğer o bana vurmasaydı ben ona vuracaktım. Çok kafama takmak istemedim, kimseye de durumu anlatmadım ancak Mirza sustuğumu gördükçe daha fazla üstüme gelmeye başladı. İlk zamanlarda yalnızca ağlıyor nasıl ayrılacağımı düşünüyordum ama Mirza ne birlikte olmamıza ne de ayrılmamıza izin vermiyordu. Ağladığımı görünce beni dövmeye başladı. Bildiğin var gücüyle tekme tokat dövüyordu, günlerde ateşli yatmama neden oluyordu. Çok kilo vermiştim o dönem, evden çıkamaz hale gelmiştim bildiğin çökmüş durumdaydım.” masadaki foroğraflara uzandı ve bu kez başka bir fotoğrafı elime tutuşturdu.
Fotoğrafı görünce büyük bir şok yaşamıştım çünkü beline kadar uzanan saçları çenesine bile gelmeyecek kadar kısalmıştı. Yuvarlak sayılacak yüzü içe doğru göçmeye başlamış, şimdi kaslı olan kolları benimkilerden bile incelmişti. Esmer yüzünde yaralar vardı, dudakları şiş ve mordu.
“Hiç kimseyle görüşecek takatim yoktu, Mirza kendi ailesine ya da benim aileme ne anlattı bilmiyorum ama bir gün ansızın Gülcan geldi. O zamanlar Mete’ye hamileydi sanırım ya da sonraki çocuğuna bilmiyorum ama karnı burnunda geldi. Kapıyı açıp hâlimi gördükten sonra endişeden suyu geldi.” alay eder gibi dudakları kıvrıldı ama bu acının tatlı tebessümüydü.
“Sonra ne oldu?” diye mırıldandım korkuyla ve endişeyle.
“Mirza yeğenini gördükten sonra eve geldi, gözlerinde öldürme arzusu vardı. Beni öldüreceğini söyledi, yaşatmayacağını ve cesedimin o evin içinde çürüyeceğini haykırdı. Bağırdım, yardım istedim, çığlık attım kimse sesimi duymadı.” kimse kimseyi hiçbir zaman duymamıştı. “O gün belimden kürek kemiklerime kadar derin bir bıçak yarası açtı sırtımda.” ayağa kalktı, arkasını döndü ve hiç düşünmeden üstündeki bluzu çıkardı.
Sırtındaki dikiş izlerini ağzım açık izlerken konuşmaya devam etti. “Yüzümün sağ tarafına da bıçak darbesi vurdu ama onu hafif sıyrıklarla atlattım neyseki.” bluzunu giyinip yerine oturdu. “Hastanede olduğum günlerde annemle babam bütün herkesle iletişimi kesti, kendi akrabalarımızla bile irtibatımız kalmadı. Uzunca bir süre o dikiş izleri ve yüzümdeki yara izleriyle yaşamak zorunda kaldım. Sonra annem yurtdışından en iyi doktorları getirterek burayı açtı, yüzümdeki izleri tedavi ettirdi ancak sırtım için yapılabilecek bir şey olmadığını söylediler.”
“Bu korkunç.” diyebilmiştim yalnızca, çünkü korkunçtu.
“Seni uyarmak istedim çünkü Çakır ailesi bunu sana söylemezdi. Muhtemelen söylemedi de. Bir tek Miraç konuşur onunla tanıştın mı?”
Olumlu anlamda kafamı salladım. “Tanıştık. Sonumun senin gibi olmasından korkuyordu.”
“Bütün o süreç boyunca Miraç yanımdaydı, hâlâ da yanımda görüşürüm kendisiyle. Nasıl Çakırların torunu anlayamıyorum, onlar için fazla iyi.” dedi şaşkınca. “Meran cadısı sana da bulaştı mı?” dedi yüzünü buruşturarak.
“Evet,” dedim ben de yüzümü buruştururken. “Agâh Bey haddini bildirdi ona neyseki.”
“Agâh Amcaya Bey mi diyorsun?” diye sordu şaşkınca. Olumlu anlamda kafamı salladım. Vay be dercesine dudak büzdü. “Agâh Amca da Çakırlara yakışmayacak kadar iyi bu arada.”
“Kesinlikle öyle. Bence aileden uzak yaşamanın verdiği bir avantaj bu.” Nevra kafasını salladı.
“Siz ne yaşadınız Mirza'yla?”
Derin bir nefes aldım. “Araba kazası yaptık, beni komaya sokacak kadar dövdü, komadan uyandığımda beni kaçırıp bana tecavüz etti, dış gebelik yaşayıp düşük yaptım ondan sonra Mirza beni yine kaçırdı ve ilaç vererek felç etti. Bir düşüneyim unuttuğum var mı?” elimi çeneme götürüp kaşlarımı çatarak düşündüm.
“Davet gecesi yaptığın çok büyük yürek isterdi. O geceden sağ çıkabileceğine olan inancım neredeyse sıfırdı.” gözleri dehşetle büyümüştü. “Sana zorla dokunup başka bir kadınla yatmak da,” dudak büzdü. “ne bileyim yani karaktersizliğin kaçıncı seviyesi?”
“Asude hamileymiş.” dedim aniden kendimi tutamamıştım.
Nevra’nın gözleri büyüdü. Dudakları şaşkınlıkla aralanırken elini dudaklarının üstüne kapattı. “Asude’yle mi aldatmış seni? İnanamıyorum.”
“Evet. Ben de inanamamıştım.”
“Şaka gibi.” dedi büyük bir şaşkınlıkla.
“O değil de biz dedikoduya döndük farkında mısın?” diye mırıldandım gülerek.
“Evet fark ettim ama ortak tanıdık olunca dedikodu daha çok sarıyor.” dedi o da kıkırdarken.
“Tanıştığıma memnun oldum Nevra, keşke böyle tanışmasaydık.” dedim güzel yüzüne bakarken.
“Ben de çok memnun oldum Elmas, mahkeme günü yanındayım haberin olsun. Şahitlik edeceğim.” gözlerim minnetle dolduğunda gülümsedim.
“Çok teşekkür ederim, her şey için.”
Nevra ayağa kalkıp beni uğurlarken, “Asıl beni dinleyip bana şans verdiğin için ben teşekkür ederim.” kapıya yaklaştığımızda uzanıp ellerimi tuttu. “Eğer gidemeyeceksen ben bırakırım seni.”
O cümlesini bitirir bitirmez Dağhan'ın arabası önümüzde durdu. “Sanırım özel şoförüm geldi.” dedim sürücü koltuğundan inip yanımıza gelen Dağhan’a bakarken. “Görüşürüz Nevra.”
~~~
akıllara şu soru geliyor.
Ay NEVRAYLA TANIŞTIIKKK
geçmiş nevra, şimdi elmas ve gelecek de bir nevi asude oluyor.
hadi bismillah sonraki bölüm mahkeme günüüüüü 🫠
sizi kocaman seviyorum! ❤
|
0% |