Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. YÜZÜKLER ve MASKELER

@diaryofanas

bağzıları, evleniyormuşsun bugün

 

 

Maske, bazen sadece somut olmazdı.

 

Bazı insanların maskesi soyut olabilirdi. İçinden bağıra çağıra ağlamak geçiyorken dışarıya karşı mutlu olurdu.

 

Mutlu muydum? Değildim.

Mutsuz muydum? Değildim.

Ben yalnızca hislerini kaybetmiş o kadındım.

 

“Elmas? İyi misin kuzum?” Gülcan Abla’nın sesini duymamla aynadaki yansımama bakmayı bırakıp ona döndüm.

 

“İyiyim. Saçlarımı taramak istiyorum da, tarak bulamadım.” Gülcan abla oturduğum sandalyenin arkasindan omuzlarımı tutup gülümsedi.

 

“Aradın mı ki ablam? Üçüncü çekmeceyi açsan istemediğin kadar tarak bulursun.” utançla yanaklarım kızardığında gözlerimi dediği çekmeceye çevirdim ve açtığımda dediği gibi bir sürü tarakla karşılaştım.

 

Kırmızı olan tarağı elime aldığımda Gülcan Abla uzanıp tarağı eline aldı ve çekmeceyi kapatıp aynadan yüzüme baktı. “Sprey sıkmak ister misin? Ya da krem sürmek?”

 

“Sprey olabilir.” kafasını sallayıp makyaj masasında duran spreylerden birini eline aldı.

 

“Kokusundan rahatsız olduğun bir şey var mı?”

 

“Sanırım yok.” Gülcan abla aynadan gözlerime baktığımda gözlerindeki ifade çok garipti. Acıyormuş gibiydi ama aynı zamanda acımıyormuş gibiydi de. Sorgulamadım.

 

İnsanların acıyan bakışlarına alışmıştım ve bu beni artık üzmüyordu.

 

Küçükken sınıftaki çocukların benden uzak durmasının sebebini benim kusurlarım zannederdim. Yüzümdeki morluklardan korktuklarını zannederdim. Ya da belki onlara zarar vereceğimden korktuklarını. Oysa benden uzak durmalarının sebebi ailelerinin benimle görüşmelerine izin vermemesiydi.

 

Hiç unutmadığım bir gün vardı, yeni yıl partisi için hazırlık yapıyorduk. Öğretmenimiz teneffüste beni yanına çağırıp anneme bir şey hazırlamasını söylemememi, eğer canım bir şey istiyorsa kendisinin yapacağını söylemişti.

 

Ona sebebini sorduğumda, öğretmenler öğrencilerine yardım etmek için varlar, demişti.

 

Ama benim annem var öğretmenim, demiştim. Gözleri dolmuştu.

 

Anneler bazen çocuklara yardım edemez güzel kızım o zaman öğretmenler öğrencilerin ikinci annesi olur, diye cevap vermişti.

 

O zaman anlamamıştım ama büyüdükçe anlamaya başlamıştım. Babamın bana ya da anneme daha fazla vurmasını istemiyordu. Fazla iyimserdi, kalbi çok güzeldi. Belki o birkaç gün dayak yememi engellemişti ama ondan sonra ben yine dayak yemiştim.

 

Ben kek severim öğretmenim annem sadece iki kere yaptı ama en sevdiğim tatlı, demiştim. Annem gerçekten de iki kere yapmıştı yalnızca keki. Babam izin vermezdi, çoğu zaman yemek yapmasına bile izin vermezdi.

 

O gün öğretmenim teneffüsten sonraki ders çekiliş yapmıştı. Ben kime çıkmıştım bilmiyordum ve ilk kez çekilişe katıldığım için çok heyecanlıydım.

 

Öğretmenim hediye almamız gerektiğini söylediğinde ise içimdeki heyecan yerle bir oldu çünkü babam bana hediye almazdı. Öğretmenim yüzümdeki mutsuzluğu görüp çıkışta yanına gitmemi söyledi.

 

Kalan dersler boyunca keyfim kaçmış şekilde ders dinledim çünkü babamdan Melis için nasıl hediye isteyeceğim konusunda bir fikrim yoktu.

 

Çıkış saati geldiğinde hızlıca eşyalarımı toplayıp öğretmenin peşinden arabasına doğru gittim. Öğretmen arabasını park yerinden çıkarırken ben kapının yanında onu bekliyordum.

 

O sırada sınıf arkadaşlarımdan Tuğba’yı annesiyle gördüm. Annesine bugün olanları anlatıyordu. Anne biliyor musun biz yılbaşı çekilişi yaptık! Suratı düştü. Ama bana Elmas çıktı. Ben o fakire ne alabilirim ki? dedi.

 

Annesi ona kızıp doğru konuşmayı öğretmek yerine, Elmas kim kızım? Şu babasının dövdüğü kız mı? diye sordu.

 

Bilmem ki her yeri mosmor her zaman. Babası onu dövüyor mu? diye sordu. Ya boş ver ben ne alacağım ona?

 

Annesi duraksadı, ben öğretmeninle konuşurum. Böyle bir çocukla hiçbir şekilde iletişim kurmanı istemiyorum.

dedi. 

 

Çocuktum, anlamıyordum ama insanlar çocuklarının benimle arkadaş olmasını bile istemiyordu.

 

Gözlerim dolmuştu, ağlamak istemiştim ama ağlamamıştım çünkü ağlamak zayıflık demekti. İnsanlar beni istemeyebilirdi annem bunu bana öğretmişti.

 

Bak kızım, demişti. İnsanlar bizim gibileri her zaman dışlayacaklar. İnsanlar bizim gibileri kabullenmeyecekler. Hiçbir zaman üzülme tamam mı? Bir gün mutlaka bizi de kabullenip sevenler olacak. olmamıştı. Hiçbir zaman kimse beni sevmemiş, kabullenmemişti.

 

“Elmas? Özür dilerim bu kadar acıdı mı?” gözlerimi araladığımda burnumu çektim. Ne ara ağlamaya başlamıştım?

 

İrkilip kendime geldiğimde yüzümü ellerimle kuruladım. “Yok acıttığından değil. Sadece,” burnumu çekip kafamı havaya kaldırdım. Parmak uçlarımı göz altlarıma bastırıp gelen yaşları engelledim. “aklıma bir şey geldi de.”

 

“İyi bir geçmişin olmadığı aşikar ama düşündükçe ağlayacağın kadar mı kötü?” sesindeki merhamet içimdeki ağlama isteğini körükledi.

 

“Belki bir gün bu soruya hayır cevabını veririm.”

 

Hiçbir şey demeden tıklatılan kapıya yönlendiğinde bana bakıp açabilir miyim dercesine kafasını salladı. Gözlerime kapatıp açtığımda kapıyı açtı. “Hoş geldin Pınarcım. Hastamız burada.”

 

Elinde ilk yardım çantasıyla bir kadın içeri girdiğinde, “Hoş buldum hayatım. Nilay mı hasta?” gözleri odada gezindiğinde ve bende durduğunda gülümsedi. “Merhaba, ben Pınar Aydemir. Genel cerrahım aynı zamanda Çakır ailesinin aile hekimiyim.”

 

Ayağa kalkıp gülümsemeye çalıştım. “Merhaba. Ben Elmas. Sanırım artık bu ailenin bir parçasıyım.”

 

Pınar Hanım hayretle Gülcan ablaya döndü. “Mirza sıpası durup durup turnayı gözünden mi vurdu?”

 

Gülcan abla sırıttı. “Orası muamma henüz.” utançla yanaklarım kızardığında doktor hanım kahkaha attı.

 

“Hastamız sen misin minik Çakır?” yutkunduğumda olumlu anlamda kafamı salladım. “Neyimiz var bakalım?”

 

Kafamı kaldırıp ne yapacağımı sorarcasına Gülcan ablaya baktım, çenesini üstümdeki sweatshirte doğru kaldırdığında yeniden yutkundum. “Üreme yoluyla ilgili bir sorunun mu var? Eğer utanıyorsan benden çekinmene gerek yok. Doktorum ben güzelim doktordan çekinilir mi?”

 

“Öyle bir şey değil hayatım. Biraz karışık.” diyerek yanıt verdi Gülcan abla.

 

“Bu benim doktor olduğum gerçeğini değiştirmez ama.”

 

Yatağa oturup sırtımı ikisine doğru döndüm. Ellerimi yavaş yavaş sweatshirtün eteklerine götürüp yukarı kaldırdım. Yüzüme yetişen kumaşı kafamdan da çekip çıkardım, yatağa bıraktım.

 

Gözlerimi kapatıp herhangi bir tepki bekledim, oysa sensizlikten başka hiçbir şey yoktu.

 

İlk yardım çantasının yere düşüşünü duyduğumda yüzümde bir tebessüm oluştu. “Gülcan bu ne?” diye fısıldayışını duydum.

 

Beklemiyordu. Her şeyi bekliyordu ancak bu kadarını beklemiyordu.

 

“Kontrol eder misin? Ciddi bir şey olup olmadığını öğrenelim.”

 

“Sence ortada ciddi bir sorun yok mu?” sesi dehşet doluydu. Oysa her gün ameliyatlara giriyordu, onlarca insanın iç organını görüyordu. Açık yara görmek onu neden bu kadar dehşete düşürmüştü?

 

“Hadi kontrol et. Kötü görünüyor.” yanıma yaklaşan adım sesleri duyunca bile gözlerimi aralamadım. Sırtıma değen soğuk parmaklar hissettiğimde yutkunup dişlerimi sıktım.

 

Acımıyor Elmas. Daha kötülerine dayandın. Acımıyor. Geçecek.

 

“Yaralar derin ama sorun teşkil edecek kadar değil. Tendirdüyotla temizleyip bir merhem süreceğim, sonra da sargı beziyle saracağım. İki günde bir sargıyı değiştirmek için gelirim. Ve Allah aşkına Elmas sıcak suyla duş alırken hiç mi canın yanmadı?”

 

Sütyenimin kopçasını açıp askıları omuzlarımdan indirdiğinde gözlerimi araladım. “Canımın daha çok yandığı zamanlar olmuştu, bu yakmadı.”

 

Sırtıma değen bu kez soğuk parmaklar değildi. Canım yandığında elimi yatağın üstündeki sweatshirte attım ve sıktım. “Dikiş atılması gereken yaralara açıkken nasıl dayandın? İyi ki hiçbiri mikrop kapmamış.”

 

“Yarayı açan kişiden merhamet dilenecek kadar aklımı kaçırmadım.”

 

Pınar Hanım derin bir nefes aldığında sırtıma merhem sürmeye devam etti. Küçük yaraların üstüne oksijenli bez yapıştırdı. Büyük olanları ise sargı beziyle kapattı ve karnımın üstünden geçirip sırtımda yara bandıyla tutturdu.

 

“Yaraların kurumaya başlayınca tekrar duş al. İki gün duş alma, merhem etkisini göstersin.” arkamdan kalktığında yataktaki sweatshirtüme uzandım, yeniden üstüme geçirip ayağa kalktım.

 

“Her şey için teşekkür ederim.” doktor hanım gözlerini kapatıp açtı ve elini uzattı.

 

“Görevimiz Elmas Hanım, artık her hastalığınızda, Allah göstermesin, ben yanınızdayım.”

 

“Belki hastalık değil de hayırlı bir olayda yanımızda olursun hayatım.” Gülcan abla kıkırdadığında yine ve yine yanaklarım kızarmış, utanmıştım.

 

“İnşallah öyle olur Gülcan. Ben artık gideyim, hastanede birkaç işim daha var.” Gülcan abla ve doktor hanım birlikte odadan çıkarlarken derin bir nefes aldım.

 

Rahatlamak istiyordum.

 

Gözlerimi kapatıp ne yapabileceğimi düşünürken odanın kapısı çaldı. Gir dememe gerek olmadığını düşünerek yatağa yaklaştım, ancak kapı açılmadığında kaşlarımı çatıp, “Girin?” dedim.

 

Hazal elinde bir bilgisayar ve bir tabletle kafasını içeri sokup gülümsedi. “Duydum ki birinin regl günlükleri gelmiş. Birlikte film izleyip ağlayalım mı?”

 

Sorusu anlık boşluğuma denk geldiğinde burnumdan nefes vererek gülmeye başladım. “İzleyelim izlemesine de, ben filmlerle ağlayan bir insan değilim.”

 

Hazal yatağa yaklaşıp tableti komedinin üstüne bıraktı. Ayaklarındaki pembe unicornlu pandufları, pembe kareli ve saten pijama takımıyla yatağa oturdu.

 

 

Bilgisayarın ekranını açıp dizlerine yerleştirdiğinde yanına oturdum ve sırtımı yatak başlığına yaslayıp ekranı izlemeye başladım.

 

Bilgisayar ekranında hepsinin birlikte olduğu bir fotoğraf vardı. Sanırım Hazal'ın doğum gününde çekilmişti çünkü Hazal'ın kafasında Birthday Girl yazan bir taç vardı.

 

Pembe bir evin önünde, etraftaki her şey pembeyken çekilen bir fotoğraftı. Gülcan beyaz giyinmişti, bugün giydiği takımın etekli olanıydı. Nilay, yani ben öyle olduğunu düşünüyordum, kırmızı giyinmişti. Mini bir elbiseydi, yazlık olduğu belliydi. Hazal pembe, gelinliği andıran upuzun kabarık bir elbise giymişti. Sarı saçları omuzlarından dalga dalga dökülüyordu.

 

Gözlerim, istemsiz olarak Mirza’ya bakmadan geçtiğinde kaşlarımı çattım. Onu neden es geçmiştim?

 

Sorgulamadım.

 

Hazal’ın bakımlı parmakları klavyede birkaö tuşta gezindi ve kafamı kaldırıp baktığımda, “Gerçekten Titanic mi Hazal ya?”

 

“Susar mısın Elmasçım? Canım romantik bir şeyler izleyip ağlamak istiyor.”

 

“Ne yapacaksın kendini Rose beni Jack yerine koyup balkondan mı sarkıtacaksın?”

 

Hazal güldü. Ardından gülüşünü saklayıp kaşlarını çattı. “Sen ne anlarsın zaten romantiklikten. Sus ve izle.”

 

Kafamı onaylar gibi salladıktan sonra Hazal filmi başlattı ve birlikte izlemeye başladık.

 

Hazal, filmin neredeyse her sahnesinde salya sümük ağlamış, “Elmas ya bunu hak etmediler.” diyerek bana sarılmıştı.

 

Burnunu çekerken filmin bitmesine az kalmış, o meşhur sona adım adım yaklaşmıştık. “Bence bundan sonrasını izlemeyelim. Öpüştükleri yerde bile salya sümük ağladın. Jack’in öl-”

 

Elini dudaklarımın üstüne örtüp kızarmış gözleriyle yüzüme baktı. “Sus. Olmadı öyle bir şey.”

 

Kafamı yana çekip elinden kurtulduktan sonra yeniden filme odaklandık. Hazal, dayanamayıp bilgisayarı yatağa bırakmış ve yere çöküp kendini döverek ağlamaya başlamıştı. “Elmas!” dedi çığlık atarken. “Mutlu olacaklardı.” burnunu çekti.

 

Yaşadığım büyük şaşkınlıkla ona bakarken o ağlamaya devam ediyordu.

 

“Hazal. Mümkünse bir daha film falan izlemeyelim.” dudak büzüp yüzüme baktıktan sonra burnunu çekti, gözleri daha fazla doldu ve nümkünmüş gibi daha çok ağlamaya başladı.

 

Kapının açılma sesini duyduğumuzda aynı anda o tarafa döndük. Mirza, gülen bir suratla içeri girdiğinde Hazal yüzünü silip ayağa kalktı.

 

“Ablamla film izleme furyasına katılma şerefini yerine getirdin demek.” Hazal kötü kötü yüzüne baktı.

 

“Sen sus bücür. Çok biliyorsun.” Mirza’ya doğru ilerleyip omzuna sert denebilecek bir şekilde vurdu. “Laptop kalsın güzelim sonra alırım. Kurt gibi acıktım yemek yemeye gidiyorum.”

 

Bir şey dememe müsade etmeden odadan çıktı ve beni eşim, pardon Mirza’yla baş başa bıraktı. Aklımdan geçen şeye utandığımda yanaklarımın ısındığını hissettim. Böyle olmamalıydı zaten evlenecektik.

 

Gözlerimi yüzünden çekip yere indirdim, zira yüzüne bakacak yüzüm yoktu. Çok utanmıştım.

 

“Neden bana her baktığında yüzün kızarıyor?” muzip çıkan ses tonuna lanet edip kafamı kaldırdım.

 

“Kızarmıyor.” diye mırıldandım boşuna bir çaba olduğunu bilerek. Kimden neyi saklıyorsun Elmas?

 

“Sesinin tonu bile kırmızının bütün renklerine büründü, Safir Gözlü kız.”

 

Kaşlarımı çattım. “Safir gözlü mü?”

 

Ellerini üstündeki kot pantolunun ceplerine geçirip olduğu yerde ileri geri sallanmaya başladı. “Gözlerin Elmas, safir gibi parlıyor.”

 

Gözlerimi yeniden yere çevirdim ve istemeden de olsa gülümsedim. “Yine de bana o şekilde seslenmesen olur mu? Hoşuma gitmedi de.”

 

Mirza bir süre cevap vermediğinde kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Kıstığı gözleriyle yüzüme bakıyor bir şeyleri anlamdırmaya çalışıyordu.

 

Kafasını iki yana sallayıp elini uzattı. “Babam akşam yemeğine bekliyor. Mutlaka gelmeni ve evliliğimiz hakkında konuşacağımızı söyledi.” kafamı olumlu anlamda sallayıp eline baktım. O da kafasını eğip eline baktıktan sonra hafif bir şekilde elini salladı elini tutmamı istediğini belli edermiş gibi.

 

Tereddüt ederek elimi uzatıp parmaklarının ucunu tuttuğumda Mirza, parmaklarını hareket ettirip bütün avuç içimi elinin içine aldı. Bu şekilde rahat olmayacağına karar vermiş gibi parmaklarını açıp ince parmaklarımı aralarıbdan geçirdi.

 

Yutkunup heyecanla kasılan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım ancak bu çok zor gibiydi. “Sanırım oldu.”

 

Konuşamayacağımı hissedip yeniden oyuncak köpek gibi kafamı sallamakla yetindim. Bu adamla birlikte olmak çok zor olacak gibi görünüyordu.

 

Kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Mirza'nın dönüp bana baktığını hissetmiştim ancak ben ona bakmadım.

 

Birlikte iki kat aşağı inip geniş bir odaya geçtikten sonra bizi çok da uzun olmayan, ince bir masa karşıladı. Lacivert masa örtüsünü üstünde mavi kare şeklinde örtüler duruyordu. Tabaklar onların üstüne yerleştirilmişti ve beyaz mumlar her iki tabağın arasındaydı. Masa baştan sona güzel görünen yemeklerle donatılmış, ailenin bütün bireyleri yerlerine oturmuştu.

 

İçeriye girdiğimizde herkesin gözleri bize döndü, sebepsiz yere gerildim. Elimi tutan Mirza bunu hissetti ve parmakları elimin tersini hafifçe okşadı.

 

“Hoş geldiniz çocuklar.” herkes bize bakarken Agâh Bey konuştu. Oğluyla benzeyen gözleri birleşen ellerimize baktı, gülümsedi, yeniden ellerimize baktı. “Ne o, iki hafta sonraki düğüne hazırlık mı yapıyorsunuz?”

 

Kaşlarımı çatıp, “İki hafta mı?” dedim.

 

Agâh Bey sırıttı. “Daha erken olmasını mı isterdin?” şaşkınlık ve utanç arasında gidip geldiğim birkaç dakikada herkes dudaklarını birbirine bastırıp gülmesini engellemeye çalışmıştı.

 

“Ben,” dedim gözlendi kaçırıp. Bu adam yaşlı değil miydi ne diye bu kadar espri yapıyordu?

 

“Şaka yapıyorum güzel kızım. Otur da detayları bir konuşalım.” kafamı sallayıp Mirza ve benim için ayrılan yere oturdum.

 

Karşımda Gülcan abla oturuyordu. Yanında bir mama sandalyesi vardı, içinde de bir kız çocuğu. Kız, bana öyle bir odaklanmıştı ki göz bile kırpmadığını onu izlediğim saniyelerde fark etmiştim.

 

“Seni henüz tanımıyor. Bir yarım saate yüzüne alışınca ısınacaktır.” diyerek açıklamada bulundu Gülcan abla.

 

Mete, anneannesinin yanında oturuyor bana gülümseyerek bakıyordu. Gülcan ablanın yanında bir adam oturuyordu. eşi olmalıydı. Eşinin karşısında Hazal oturuyordu. Hazal’ın yanında Mirza, Mirza'nın yanında ben. Masanın en başında Agâh bey oturuyordu.

 

“Niloş gelmeyecek miydi ya?” dedi Mete ağzı doluyken.

 

“Bebeği rahatsızlanmış. Hastanede kalması gerekiyormuş.” ben masadaki konuşmaları dinlemeye odaklanmışken Mirza bir anda omzuma dokundu. Korkuyla irkildiğimde kulağıma doğru yaklaştı.

 

“Bir şey yemeyecek misin?” önümdeki yemeklere baktım. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu.

 

Kafamı iki yana sallarken, “Aç değilim.” diye mırıldandım.

 

“Eee gençler. Ne düşünüyorsunuz evliliğiniz için?” Agâh Bey suyundan bir yudum aldı.

 

“Sen fikirlerini söyle babacığım bir beğenmezsek söyleriz.” diye kibarca fikrini belli etti Mirza. Onu onaylar gibi kafamı salladım.

 

Kafan kopsun Elmas.

 

“Ben özellikle bir şey düşünmedim oğlum. Küçük sade bir düğün olması fikrindeyim. İsterseniz burayı kullanabiliriz. İstersen havuzun yanındaki alanı kapatıp r orada yaparız. İsterseniz salon kiralarız. Davet edilecek kişileri siz belirlersiniz. Sizin düğününüz ne de olsa. Gelinlik için Hazal Elmas’ı yarın götürecek. Beğenene kadar her gün alışverişe gidecekler.”

 

Mirza bana baktı, söylediklerinde karar vermesi gereken benmişim gibi. “Mirza kimi çağırmak ister bilmiyorum ama ben kimseyi çağırmayacağım Agâh Bey. Zaten çağıracak kimsem de yok. Eğer çok kişiyi çağırmayacaksa ev uygundur.” oyalanmak için elimi çatalıma attım ve önümdeki değişik soslu yemekten tabağıma koydum.

 

Yemeyeceğimi biliyordum, amacım göz temasından kaçmaktı.

 

“Ben de çağırmam çok kişiyi. En yakın arkadaşlarım yeterli olur.”

 

“Elmas kızım sen Mirza'yla aynı odada mı kalacaksın yoksa Mirza'nın odasının yanındaki odayı hazırlayalım mı?” şaşkınlıkla kafamı kaldırıp Agâh Bey’e baktım.

 

“Ben,” gözlerimi ondan ayırıp Mirza'ya çevirdim. “Mirza'yla kalırım Agâh Bey. Boşu boşuna masraf çıkarmaya gerek yok.”

 

“Bunu düşünmene gerek yok Elmas. Mutluluğun için ne yapılması gerekiyorsa yapacağız.” dedi Mirza'nın annesi. İsmi sanırım Tomris’ti.

 

Kafamı kaldırıp ona baktım. “Yapamam. Ben böyle büyümedim, size yük olamam. Siz ne yapsanız ben mutlu olurum zaten.”

 

Herkesin yüzündeki gülümseme solarken, “Peki madem.” dedi Tomris Hanım ve herkes yemeğine döndü.

 

Yemek yiyesim yoktu, kalksam ayıp olur muydu?

 

Çatalı elime alıp önümdeki yemeği karıştırmaya başladım. Herkes sohbet ederken yalnızca önüme bakıyor, yemeyeceğimi bildiğim yemeği izliyordum.

 

“Elmas.” kafamı kaldırıp Mirza’ya baktım.

 

“Eğer istersen şimdilik kaldığın odaya gidip dinlenebilirsin. Yarın uzun bir gün olacak.” sırıtarak Hazal'ı işaret ettiğinde gülümsedim.

 

Yavaş bir şekilde sandalyemi geriye itip, “Afiyet olsun o zaman.” diyerek ayağa kalktım.

 

~~~

 

Düğün günü, 18 Kasım

 

Hayat, garipti.

 

Yirmi gün öncesine kadar hayatımdaki olaylar ve şimdi yaşadıklarım bambaşka iki insanın hayatı gibiydi.

 

Nilay’ın odasındaydım. Hazal ve Gülcan yanımda bana bakıyordu, makyajımı yapan iki kişi, saçımı yapan üç kişi vardı.

 

Bütün ilgi üstümdeydi ve bu o kadar garipti ki içimden delicesine ağlamak geliyordu.

 

“Az kaldı Elmas’ım. Biraz sonra hayatına evli bir kadın olarak devam edeceksin.” Hazal aynadan bana bakıp gülümsedi.

 

Üstünde pembe mini bir elbise vardı. Elbisenin modeli o kadar garipti ki. Pembe altın sarısı renkler ağırlıkta kullanılmıştı ve kelebek ağaç tarzı bir şey yansıtılmaya çalışılmış gibiydi.

 

Kıkırdayıp elimi dudaklarıma kapattım. “Hazal sence de bu kadarı abartı değil mi?”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hazal, ayağındaki kelebekli topuklu ayakkabılarının topuklarına baskı uygulayıp kendi etrafında döndü ve sarı saçlarının açık olan kısımlarını savurdu.

 

“Hayır değil canım. Kardeşim bir kere evlenecek ve ben bir kere bu heyecanı yaşayacağım.” Gülcan güldü.

 

“Bakma ona Elmas. Arkadaşlarıyla kahve içmeye bile abiyeyle gidiyor o.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Hazal’ın ayakkabı 💗)

 

Hazal dehşetle Gülcan’a döndü. “Ne demek kardeş satışı? Satıldım. Oğlunu örgütlemeye gidiyorum.”

 

Topuklarını yere vura vura odadan çıktı. Gülcan arkasından kafasını iki yana sallayıp bana döndü. “Mirza gelir şimdi. Biz çıkalım mı?”

 

Kaşlarımı çattım. “Mirza neden gelsin?”

 

“Kuzum evleniyorsunuz ya?”

 

“Ha evet doğru.” saçlarımı yapan kadın sprey sıkmaya başladığında derin bir nefes aldım.

 

Başlıyordu. Ya da bitiyordu.

 

Miladım olacaktı, bugün benim için daha büyük bir şeyler değişecekti. Değişikliklere hazır olup olmadığımı bilmiyordum ancak artık bunun bir önemi yoktu.

 

Kapı çaldığında herkes o tarafa döndü. Gülcan gülüp, “Hadi kızlarım gelin ve damadı biraz yalnız bırakalım.”

 

“Şey Mirza’ysa eğer ben gel demeden gelmemesini söyler misiniz?” diye sordum çekinerek.

 

Gülcan başını salladığında herkes yavaş yavaş dışarı çıkmaya başladı.

 

Kabarık gelinliğimin eteklerini tutup ayağa kalktım ve boy aynasına yaklaşıp kendime baktım.

 

Beyazlar içindeydim, oysa beyazı yalnızca kefenimde görürüm zannediyordum.

 

Gelinliğimi uzun kollu seçmiştim çünkü kollarımdaki izler görünsün istememiştim. Sırtı dekolteli değildi, aksine oldukça kapalı bir model seçmeye çalışmıştım.

 

Hazal her ne kadar bana gördüğü en açık modelleri giydirmek istese de kabul etmemiştim. Belki gözünde eski kafalı bir kadındım ama yapabilecek bir şeyim yoktu.

 

İzlerime krem sürmüştüm. Yavaş yavaş geçiyor gibi görünüyorlardı ya da ben öyle görmek istiyordum.

 

 

 

Derin bir nefes alıp kapıya yaklaştım ve gözlerimi kapatıp kapıyı araladım. Yavaşça kapıdan çekilip gelen kişinin içeri geçmesine izin verdim.

 

Gözlerimi açıp gelen kişiye yani Mirza’ya baktım. Lacivert bir smokin giymişti. İçindeki gömleği beyazdı onun dışında her şeyi lacivertti. Ayağındaki ayakkabıları bile lacivertti ve bu hali çok... itiraf etmek istemesem de çekiciydi.

 

Tıraş olmuştu, saçları düzgün bir şekilde taranmıştı. Yüzü çok pürüzsüzdü ve losyounun kokusu aramızda mesafe olmasına rağmen bana ulaşıyordu. Parfümüne karışan mentol kokusu başımı döndürdüğünde nefes almadığımı hissettim.

 

Kendi içimden kendime kızıp nefes aldığımda Mirza da beni baştan aşağı süzdü, duraklarının kenarları yukarı kıvrıldı ve alt dudağını ısırıp elini pantolonunun cebine attı.

 

“Babamın kadın zevkinin iyi olduğu annemden belliydi zaten.” dedi şakayla karışık.

 

Kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktım. “Kadınlara mal muamelesi yapma hakkına sahip değilsin.” sesim kısık çıkıyordu, yanaklarımda makyajdan öte utanmanın verdiği bir kızarıklık vardı ve ben yerin dibine girmeyi umut ediyordum.

 

“Sana güzel olduğunu söyledim ve tepkin bu mu? Bu olmadı Elmas Arıcı.” dedi Mirza yine gülerek.

 

Utancım katlanırken başımı önüme eğip Hazal'ın zorla yaptırdığı tırnaklarımla uğraşmaya başladım.

 

Mirza'nın adım seslerini duyduğumda bile kafamı kaldırmadım. Ta ki eli uzanıp elimi tutana kadar.

 

Elimi tuttuktan sonra tersini okşadı ve uzanıp dudaklarını elime bastırdı. “Utanma masal prensesi, alışırsın benimleyken iltifat duymaya.”

 

Cevap vermeden dolu gözlerimle yüzüne bakarken Mirza cebindeki elini çıkardı. Lacivert, küçük bir kutuyu parmakları arasında çevirip gülümsedi. “Şu an önünde diz çökmeyeceğim Elmas Arıcı ama bir gün söz veriyorum önünde öyle bir diz çökeceğim ki aklın unutsa bile kalbin asla unutmayacak.” dilim tutulmuş, kalbim durmuş ve dünya birkaç saniyeliğine ağır çekime alınmıştı.

 

Çıkardığı kutunun kapağını açtı, küçük mavi bir ışık kutunun içini aydınlattı. Kutunun içindeki yüzüğe gözlerimi çevirdiğimde duran kalbimin teklediğini hissettim.

 

Tam şu an ölecektim, ölebilirdim. Kalbim daha fazlasına dayanmayacaktı.

 

Yüzüğün halka kısmı gümüştendi. Parlaklığı gözlerimi alıyordu. Üstündeki taş, safirdi. Adım gibi emindim safir olduğuna. Mavisi o kadar güzeldi ki, gözlerimin yansımasında yüzüğün göründüğüne emindim. “Gözlerinden esinlenerek sana özel tasarladım. İki haftada bu kadar oldu ama bu da sözüm olsun ileride çok daha güzelini yapacağım.”

 

Yüzüğü kutusundan çıkardı, bir şey dememe izin vermedi. Zaten verseydi de diyemezdim. Dilimi yutmuştum, diyecek hiçbir şeyim yoktu.

 

“Gözlerinden sonra safirin en güzel tonunu parmağında taşı, masal prensesi.” yüzüğü yavaş yavaş parmağıma geçirdi. Pürüzlü parmaklarıma girerken biraz zorlanmıştı ancak girmişti.

 

 

“Ben,” dedim zorlukla. Kekelememek için kendimi zor tutmuştum. “Ne demem gerektiğini bilmiyorum Mirza. Bu çok güzel, çok özel.” gözlerine baktıktan sonra ne yapmam gerektiğini düşündüm.

 

Sarılmalı mıydım? Yoksa uzanıp öpmeli miydim? Yanağından tabii ki.

 

“Bir şey demen için yapmadım. Eşim oluyorsun ve eşini mutlu etmeyi isteyen centilmen bir adamım.” egosuna güldükten sonra uzanıp kollarımı boynuna doladım.

 

Mirza'nın ellerini belimin iki yanında hissettiğimde yutkundum. Vücudumdaki bütün tüyler alarma geçtiğinde titremeye başladığımı hissettim.

 

Olmamalıydı. Yapma Elmas. Yapmamalıydım. Şu an olmazdı.

 

En mutlu olmam gereken günde geçmişmin karanlığa aydınlığı ele geçirmemeliydi.

 

Mirza'nın dudaklarını boyun girintimde hissettim. İçimdeki tedirginlik artarken derin derin nefesler almaya başladım. Nefesim daralıyordu. “Sakin ol. Korktuğun her neyse o yok. Ben buradayım ve seni mahveden her şeyi mahvedeceğim.”

 

“Mirza.” sesim titriyordu. Gözlerimi araladım. Ağlamamalıydım. Ağlamayacaktım.

 

“Söyle masal prensesi.” kollarımı yavaşça boynundan ayırıp gözlerine baktım.

 

Bütün korkularımı geride bırakmam gerekiyordu. Bugün hepsi bitmeliydi.

 

Bütün geçmişimin üstünü örtmeliydim. Bugün hepsi zihnimin mezarlığında defnedilmeliydi.

 

Bütün acılarım bana diz çökecekti. Onları bugünden itibaren yönetmeliydim.

 

Öyle de yaptım.

 

Elimi uzatıp Mirza'nın elini tuttum ve makyaj masasındaki çiçeğimi aldım.

 

Yüzüme mutluluk maskemi taktım,gülümsememi pembe rujlu dudaklarıma yerleştirdim. Kalbimi acılarından bir süre arındırdım.

 

“Hazırım. Gidebiliriz.”

 

~~~

 

Selam canlarım. Bölümün aşırı geç geldiğinin farkındayım affola ama sınav senem maalesef.

 

Ders çalışmayıp yazmak istediğim günlerde bile tonlarca ödevim oluyor.

 

Sabrınız ve desteğiniz için teşekkür ederim 💗

 

Instagram diaryofanas

Loading...
0%