Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. CELLATLAR ve KURBANLAR

@diaryofanas

 

candan erçetin, yüksek yüksek tepelere

 

 

 

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, diyordu şarkıda. Sonra devam ediyordu, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler.

 

Her şey normal olsaydı, bu şarkıya gerçekten annemi babamı özlediğim için ağlasaydım ne olurdu?

 

Şarkı devam ederken gözlerimi kapattım. Annesinin bir tanesini hor görmesinler, derken sol gözümden bir damla yaş süzüldü. Neyse ki yüzüm kırmızı bir tülle örtülüydü.

 

Annesinin bir tanesini babası hor görmüştü. Millet hor görse ne olurdu ki?

 

Gözlerimi kapattığımda gözlerimin önünde normal bir hayatım olsaydı neler olacağı film şeridi gibi aktı.

 

Babam beni sevseydi, kız olduğum için utanmak yerine biricik kızım diye sevseydi?

 

Belki lisede bir sevgilim olurdu. Gizli gizli kaçamak yaparak buluşurduk. Babama onu anlatmaya çekinirdim oysa babam duysa kızmazdı. Kızmış gibi yapardı çünkü biricik kızını paylaşmak istemezdi.

 

Sonra sevgilimden ayrılsaydım, ağlasaydım odamda ayrıldığımız için ve babam it oğlu it benim güzel kızımı nasıl ağlatır diye kendi kendine konuşsaydı. Bana sarılıp hiçbir erkeğin sevgisine muhtaç olmadığımı kulağıma fısıldasaydı.

 

Üniversite sınavına hazırlanırken bana destek olsaydı. Sen yaparsın kızım ben sana güveniyorum deseydi. Yapamasam da canın sağ olsun sen elinden geleni yaptın daha iyilerini yapacaksın diyerek destek çıksaydı.

 

Üniversite kazandığımda gözlerinin içine dolu gözlerimle bakıp kazandım diyebilseydim. Onun da gözleri gururdan dolsa ve bana sımsıkı sarılıp biliyordum başaracağını gurur duyuyorum seninle diyerek saçlarımı öpseydi.

 

Üniversitenin ilk gününde bahçede Mirza bana çarpıp kitaplarımı düşürseydi, ben öküz diyerek laf atsaydım ve hikayemiz bu şekilde başlasaydı. Sonra işleri ilerletip sevgilim olsaydı ve beni istemeyen geldiklerinde acaba babam beni verecek mi diye heyecanlansaydım. Mirza babamın karşısında gerilseydi, babam da inadına daha çok üstüne gitseydi.

 

Bugün, avuç içime Gülcan Abla kınamı yakarken annem kenardan zılgıt çekse ve babam çaktırmadan ağlasaydı. Hem annemi hem babamı ben köyümü özledim sözleri benim için gerçekten anlam kazansaydı.

 

Büyümüş bir insanı sevmek zordur, sen küçücük bir çocuğun kalbini nasıl kırdın baba?

 

Burnumu çektiğimde Gülcan Abla parmaklarımı avuç içime doğru kapattı ve kırmızı bir keseyi elime geçirip bağladı.

 

“Bu türküde bu kadar ağlayacağını bilseydim açtırmazdım.” diyerek ayağa kalktı.

 

Cevap vermedim.

 

Yanımda Mirza’nın küçük parmağına kına yakan yakın arkadaşı Erim vardı. Aralarında sohbet ediyorlar, bana bakmıyorlardı.

 

İçimden yüzümdeki makyaj malzemelerinin suya dayanıklı olmasını şükür edip yüzüme kapattıkları kırmızı tülümsü örtüyü kaldırdım.

 

“Elmas!” Mete beyaz takım elbisesinin içinde koşarak bana doğru geldi ve elini uzatıp kınalı olmayan elimi tuttu. “Bu dansı bana tüf et.”

 

Beni çekiştirirken gülerek ayağa kalktım ve Mete’nin elini tutup ortaya geçtim. “Ne edeyim?”

 

“Tüf et. Öyle denmiyor mu?” kaşlarını çatarken bir elini belime yerleştirdi. Kendi olduğumuz yerde sallanırken Mirza bize baktı ve gülümsedikten sonra ayağa kalktı.

 

Bizden biraz uzakta olan Gülcan’a doğru yaklaşıp kızını kucağına aldı. Bize doğru yaklaşırken daha geniş gülümsedi.

 

“Lütuf etmek denir ona canım benim.”

 

Mete kaşlarını çatıp omuz silkti. Gelinliğin kabarıklığına rağmen bana yaklaşıp belime sımsıkı sarıldı. “Gelme dayı, Elmas benim.” kucağında Mihrimah’la bize gelen Mirza’ya bakıp dil çıkardı.

 

“O benim eşim eşek sıpası.” Mete omuz silkti. Mirza küçük bir kahkaha atti.

 

“Daha imza atmadınız. Bana ne o benim eşim olacak. Söz verdi benimle evlenecek.”

 

Mirza, tek kaşını kaldırıp bana baktı. “Daha evlenmeden aldatıldım mı yani? Aldatmam dedin aldattın.”

 

Güldüğümde kafamı iki yana salladım.

 

“Gençler.” bize doğru gelen Nilay’ın sesini duyunca eğilip Mete’yi kucağıma aldım. Küçük karnını tutarak yanımıza gelip ikimize de sarıldı. “Kucağınıza da çocuk çok yakıştı yalnız.” Mete ve Mihrimah’a bakıp onları yanaklarından öptü.

 

Mihrimah beğk sesi çıkarıp yanağını sildiğinde Mete uzanıp teyzesini öptü.

 

“Abi.” dedi Mihrimah, Mete ona dönünce kendi yanağını gösterdi.

 

“Eşek sıpası ikinci sezon.” diye mırıldandı Mirza ve bana iyice yaklaşıp Mete’nin Mihrimah’ı öpmesine yardım etti.

 

“Biliyorsunuz kalmayı isterdim ancak,” eşi, ismini hâlâ öğrenememiştim, yanına gelince susup ona sarılmıştı. “Ne diyordum?” eşi beline sarılıp ellerini minik karnında birleştirdi. Boynuna dudaklarını bastırıp o da bize döndü. “Hah biliyorsunuz minik biraz rahat durmayan bir tip. Çok yoruyor, gitsek sorun olur mu?”

 

Yüzüne bakıp kafamı yana eğdim. “Olur mu öyle şey çık tabii ki. Senin ve bebeğinin sağlığı hiçbir şeyden önemli değil.”

 

Nilay gülümseyip teşekkür ederek zorla yürüdü ve yanımızdan ayrıldı.

 

“Çocuk,” dedi Mirza Mete’yi işaret ederek. “Kucağına yakıştı gerçekten.”

 

Mihrimah, bana bakıp kaşlarını çatınca Mete kucağımdan yere indi. Eğilip onu yere bıraktığımda Mirza tek tek kolunu belime sarıp şakağımdan öptü.

 

Vücudum gerginlikle kasıldığında derin bir nefes aldım. O benim eşimdi. Kocamdı. Sakin olmalıydım.

 

“Mirza.” dedim ancak sesimin ona ulaştığından emin değildim.

 

“Söyle masal prensesi. Söyle güzelim.” Mihrimah ikimizin arasında huysuzlanınca gözlerimi kapatıp ona döndüm.

 

“Ne oldu hanımefendi? Dayının başkasına prenses demesi hoşuna gitmedi mi?” kollarımı ona uzattığımda dayısının boynuna sardığı kollarını gevşetip duraksadı. Gelip gelmemek arasında bir tereddüt yaşadığı belliydi. Mirza gülümseyip belinden tutarak onu bana yaklaştırdığında kesin karar verip kollarını bana uzattı.

 

Mihrimah’ı kucağıma alıp yanağından kocaman öptüm. “Oh! Mis gibi benim bebeğim.” huylanarak omuzlarını havaya kaldırdı. Gülerek ellerini yüzüne kapatınca Mirza, “Ulan kaç aydır dayısıyım bana bir kere bu kadar içten gülmedi cadaloz kız.” dedi.

 

“Huysuz mu ki normalde?”

 

Mirza yüzünü buruşturdu. “Hem de nasıl. Mete ne kadar sıcak kanlı,güler yüzlü ve samimiyse bu o kadar çirkef. Annesi hariç kimseyi sevmez. Babasını bile sevmiyor galiba. Ha bir de dedesini, babamı, çok sever.”

 

Güldüğümde, “Ama kucağında duruyor. Ben ilk geldiğimde yüzüne baktığımda bile ağlıyordu.”

 

“Tanımadığı insanlara karşı böyle işte. Daha haftalıkken bile kucağında olacağı insanları seçer kimsede durmazdı. Çok yoruyor ablamı.”

 

Dönüp Mihrimah’ın yüzüne baktım. “Niye yoruyorsun anneyi bakalım sen? Hı niye yoruyorsun?” Mihrimah kaşlarını çatıp Mirza'ya baktığında Mirza kahkaha attı. “Kızdı şikayet ettiğim için.”

 

Ben de güldüğümde Hazal bize doğru yaklaşıp bir anda Mihrimah’ı kucağımdan çekip aldı. Şaşkınlıkla yüzüne bakmama izin vermeden tek eliyle benim elimi tutup Mirza'nın omzuna yerleştirdi. “Siz evlenen bir çiftsiniz arkadaşlar. Çocuk istiyorsanız bugün yapar dokuz ay sonra falan seversiniz. Ama şimdi dans zamanı!”

 

“Abla bi-” Hazal Mirza'nın lafını kesti.

 

“Abla mabla yok şimdi cüce. Dans edin.” Ve arkasını dönüp gitti.

 

Hâlâ elim Mirza'nın omzundayken kafamı kaldırıp geçmeyen şaşkınlığımla yüzüne baktım. “Ne oldu az önce?”

 

Mirza anlamadığını belli edercesine yüzüme bakarken iki elini belime yerleştirdi. “Ne olduğunu bilmiyorum ama bu pozisyon hoşuma gitti.”

 

Omzundaki elimi kaldırıp hafifçe omzuna vurdum. “Ya Mirza!”

 

Gülüp kendini geriye çekti ama belimdeki elleri yerindeydi. “Tamam, tamam sakin ol. Darp edilmek istemiyorum.”

 

Ellerimi yeniden omzuna yerleştirdiğimde gülerek yüzüne bakıyordum. “Mirza.”

 

“Söyle masal prensesi.”

 

Gözleri yüzümdeydi. Yüzümün her zerresinde geziniyordu ve bu beni utandırıyordu. Gerginlikten yediğim dudaklarımda sürdükleri rujun izleri kalmış olmalıydı. Diş izlerim dudaklarmın üstünde olmalıydı ve Mirza bütün yüzümü inceledikten sonra dudaklarımda durdu.

 

Babasının kopyası olan gözleri, duygu yoğunluğuyla dudaklarıma bakıyordu. İçimde garip bir heyecan pırıltısı baş gösterdiğinde rahatsız bir şekilde kıpırdandım. İstemsiz olarak dudaklarımı birbirine bastırıp ayağına bastım.

 

“Ha? Efendim Elmas?” gözleri gözlerime çıktığında kafamı göğüs kafesine yasladım.

 

Hızlı ve ritimsiz kalp atışları kulaklarıma dolduğunda gözlerimi kapattım.

 

Garipti ama huzurlu hissediyordum. Mutluydum, içimde bir sıkıntı yoktu.

 

“Teşekkür ederim.” diye mırıldandım duyup duymayacağından emin olmadan.

 

“Neden?” diye sormuştu ama o an tek umursadığım yaşadığım mutluluk olduğundan cevap vermedim.

 

√√√ (yks öğrencisiyim, benden normal olmamı beklemeyin.)

 

Yaşamak, ne demekti?

 

Kimisine göre yaşamak mutlu olma arayışıydı ve insan mutlu olduktan sonra yaşamaya başlardı.

 

Kimisine göre yaşamak çabalamaktı ve insan bir şeyler için çabalayınca yaşamaya başlardı.

 

Kimisine göre yaşamak maddi açıdan çok zengin olmaktı ve insan zengin olduktan sonra yaşamaya başlardı.

 

Yaşamak pek çok farklı şekilde yorumlanabilirdi, bana göreyse yaşamak özgürlüktü.

 

Düşünce özgürlüğü, yaşama özgürlüğü, ekonomik özgürlük, hepsi içindeydi ve bence insan özgür olduğu sürece yaşardı.

 

Bugüne dek yaşadığımı düşünmüyordum çünkü tutsaktım. Babamın evine tutsaktım. Babamın bana uyguladığı şiddete tutsaktım. Babamın ekonomik durumuna tutsaktım. Babamın bana dayattığı düşüncelere tutsaktım.

 

Cellatlar, dedi iç sesim. Özgürlüğü kısıtlayan cellatlar.

Ben o cellatlardan birine tutsaktım. Ve kurbanlar, diye devam etti. Tanrı’nın cellatlara bahşettiği kurbanlar vardı.

Ben o cellatlardan birinin kurbanıydım.

 

Buraya da bir kurban olarak gelmiştim fakat şimdi kendimi hiç olmadığım kadar özgür hissediyor, yaşadığımı iliklerime kadar hissediyordum.

 

Gelinliğim hâlâ üstümdeydi,boynumda bana astıkları kırmızı kuşak ve kuşağın üstündeki takılar. Bileklerimin ikisi de neredeyse doluydu ve bu kadar takıyı ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu.

 

Aynanın karşısında gelin makyajımı çıkarırken bu düşünce aklıma takılmıştı. Yaşamak ne demekti?

 

Birlikte Mirza'nın odasında oturmuş uyumak için hazırlanıyorduk. Mirza’yla birlikte kalmayı kabul ettiğim için kendime yatak aldırmamıştım. Birlikte uyuyacaktık ve bu düşünce beni rahatsız ediyordu.

 

Mirza, banyodan çıkmış elindeki havluyla saçlarını kuruturken dönüp bana baktı. “Gelinlikle uyumayı mı düşünüyorsun?”

 

Makyaj pamuğuna losyon döküp yüzümü silmeye devam ettim. “Çıkaracağım şimdi. Makyajım bir bitsin.”

 

Anladığını belli edercesine kafasını salladıktan sonra kendini yatağın üstüne bıraktı. “Yardım istiyorsan hemen edeyim çünkü dehşet uykum var.”

 

“Yok. Yani yardıma ihtiyacım olmaz istersen uyuyabilirsin.” aynadan göz ucuyla bana baktığını gördüğümde ayağa kalkıp boynumdaki kırmızı kuşağı çıkardım. “Takıları ne yapacaksın? Yani nereye bırakayım?”

 

Mirza kaşlarını çatıp ellerini yatağa bastırdı ve doğruldu. Üstünde beyaz bir tişört siyah bir eşofman altı vardı. “Ne yapacaksın derken ne demek istedin? Ben bana takılanları kasaya yerleştirdim zaten.”

 

“İyi tamam ama bunlar da senin.” ne var dercesine yüzüne bakarken o bana dövecekmiş gibi bakıyordu.

 

“Sana takılan her şey sana ait Elmas. İstersen sana ayrı kasa yaptırırız.”

 

“Benim mi?” parmaklarım arasındaki kumaşı sıktım. “Ama benim değil. Kendi emeğimle kazanmadım.”

 

Mirza elini alnına götürüp vurdu. “Düğünlerin amacı zaten gelin ve damada gönülden kopan bir şekilde maddi destek sağlamaktır. Kendin kazanacak olsan düğüne gerek kalmazdı.”

 

“Bunları da senin kasana koyar mısın? Ben kullanmam galiba.” ona yaklaşıp kırmızı kuşağı eline tutuşturdum.

 

“Saçmalama senin bunlar.” kuşağı bana geri uzattı.

 

Parmağımı kaldırıp yüzüğümü belli ettim. Ve işaret parmağımla onun parmağında olan alyansı. “Evliyiz biz Mirza. Evlendik. Karı kocayız artık. Senini benimi yok.”

 

Gözlerime bakıp istemeye istemeye kafasını salladı. “Bir iki bileziği tak ama. Genç kadınsın, bir genç kadına altın takmak çok yakışır.”

 

Bileziklerime bakıp kafamı salladım. “Hiç hoşlanmam takı takmaktan da.”

 

“Annemle babamın aldığını taksan yeter. Annem gelininin ona değer verdiğini görürse mutlu olur.”

 

Kafamı salladığımda Mirza ayağa kalkıp giyinme odasına geçti ve birkaç klik sesinden sonra Mirza odadan çıktı.

 

“Şey ben banyoya geçiyorum da, giyinme odanda giyinirim girmesen olur mu?” Utanarak bileğime takılan bilezikleri çıkarmaya başladım. Kimisi ince kimisi kalındı ve hepsi birbirinden farklıydı. Bileğim için fazla ağır gelmişlerdi ve ben taşıyamıyordum.

 

“Yanımda uyumak istemezsen ben koltukta uyurum.”

 

Yüzüne bakmadan, “Uyurken çok fazla dönmüyorsan yanında yatabilirim. Hem niye koltukta yatan sen oluyormuşsun?”

 

Aynadan ona baktıktan sonra kafasını salladı. “Ben centilmen bir erkeğim Elmas. Karımı koltukta yatıracak değilim.”

 

“Gerdanlığı çıkarmama yardım eder misin?” diye sordum parmaklarım oraya ulaşamazken.

 

Yanıma yaklaşıp sıcak nefesini enseme doğru üfledi ve ellerini götürüp gerdanlığın klipsini açmadan önce omuzlarıma dokundu. “Masallarda kan dökülmez masal prensesi, sen neden buram buram kan kokuyorsun?”

 

Gözlerim dolduğunda ve içim acının bütün evrelerinden geçtiğinde yutkundum. Neden bu kadar canım acıyordu? “Ben,” dedim kekelerken. “hiçbir zaman bir prenses olacak kadar saf ve temiz olmayacağım.”

 

Ondan uzaklaşıp gerdanlığın klipsini kendi kendime açtım ve makyaj masasının üstüne, bileziklerin yanına bıraktım. Arkama tekrardan dönüp bakmadan banyoya girip kapıyı kilitledim ve sırtımı kapıya yasladım.

 

Bacaklarım vücut ağırlığımı taşıyamadığında ve yavaş bir şekilde yere çökmeye başladığımda geçmişi düşündüm. Şimdiyi ve geleceği.

 

Cellatlar, dedi iç sesim yeniden. Cellatlar sadece özgürlüğü almaz Elmas. Cellatlar başka neleri alırdı?

 

Mutluluk. Mutluluk da özgürlüğün içinde değil miydi? Cellatlar mutluluğu da alırdı.

 

Umut. Umut da özgürlüğün içinde değil miydi? İnsanın özgürlük alanı kısıtlanmadıkça insan umut ederdi. Düşüncelerinde bile özgür olamayan biri umut edebilir miydi?

 

Huzur. Huzur mutlulukla sevdalanıp ruhlarınının tutkuyla birbirinin benliğine karışması demekti. Cellatlar mutluluğu alınca sevdalandığı huzuru da alıp götürüyor ve geriye kalan kara bir sevda oluyordu. Mutsuz bir insan huzurlu olabilir miydi?

 

Kurbanlar, dedi iç sesim yeniden. Kurbanlar neden kurban seçilir Elmas? Kurbanlar iyi kalpler miydi yoksa kötü kalpler mi?

 

Bilmiyordum. Bildiğim tek şey hiçbir zaman gerçekten yaşamayacak olduğumdu. Özgür hissedemeyecektim çünkü ben kurbandım.

 

Tanrı, yasaklı meyveyi yediği için Adem ile Havva'yı ceza olarak dünyaya göndermişti. Aslında dünyaya gözlerini açan her bir can Tanrı tarafından cezalandırılıyor ve kurban seçiliyordu.

 

Kurbanlar bazen, şeytanların kalplerine kötülük tohumu ekmesine izin veriyor ve birer cellada dönüşüyordu.

 

Aptal kalbim neden hâlâ kötü olmayı kabul edememişti? Ve Tanrı’m neden mutlu olmama bu kadar engel olmuştu?

 

Gözlerimi aralayıp soğuk fayansa ellerimi dayadım ve ayağa kalktım. Bu kadardı, ayağa kalkmam bu kadar kısa sürüyordu.

 

Aynaya baktığımda ağlamaktan kızarab gözlerimi, burun çevremi izledim. Uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar sessiz sedasız ağlamıştım. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çok ağlamıştım.

 

Kendime bakmayı bırakıp duşakabinin musluğuna uzandım. Suyu sıcağın biraz ilerisine getirip açtım.

 

Suyun fayansa çarpan sesini duyduğumda uzanıp gelinliğimin fermuarını açtım. Bana geniş olan gelinlik vücudumdan akıp yere düştüğünde aynadan vücudumun yansımasına bakmadan iç çamaşırlarımı çıkardım.

 

Avuç içimdeki kınayı az önce odaya gelir gelmez yıkadığım için rengini çok fazla vermemişti. Bu iyi bir şeydi çünkü ben kınadan nefret ederdim.

 

Duşakabinin içine girip saçlarımı ıslattım. Ellerimle saçlarımı açıp suyu iyice yedirirken yüzümü suya doğru kaldırdım.

 

Su ruhumu da temizler miydi? Kan kokusu vücudumdan silinir miydi?

 

İçimden yeniden ağlamak geçtiğinde uzanıp badem sütlü şampuanı elime aldım. Avuç içime yeterli kadar sıktıktan sonra saçlarıma uzandım.

 

Saçlarımı köpürttükten sonra durulamadan kafamın tepesinde tutturdum. Alışveriş esnasında kendime aldığım pembe lifi ıslatıp hindistan cevizli duş jelini lifin üstüne sıktım.

 

Lifi köpürtüp özellikle gerdanıma bastırarak liflenirken gözlerim kollarıma kaydı. Lifin arasındaki siyahlıklara kaşlarımı çatıp baktım.

 

Kıllarım çıkmıştı.

 

Eğilip bacaklarıma baktığımda bacaklarımda da kıllarla karşılaştım. Utanarak elimi kadınlığıma uzattığımda orada da yeni çıkan kıllarım vardı ve bu utanmama neden olmuştu.

 

Utançla olduğum yerde inlerken ne yapacağımı düşündüm. Şu an gerdeğe girmeyecektik elbette ancak bu kıllı olmamı gerektirmezdi.

 

Neden jilet almak aklıma gelmemişti?

 

“Sakin ol Elmas. Yarın Hazal’a söylersin ağdaya gidersiniz.” kendi kendimi sakinleştirmem gerekiyordu yoksa yere oturup kıllarım olduğu için ağlayacaktım.

 

Düğün hazırlıklarını derken tamamen aklımdan çıkmıştı ve ben yaralarım olduğu için haddinden fazla kapalı giyiniyordum. Hazal bu yüzden sormamış olmalıydı.

 

Yeteri kadar keyfim kaçmamış gibi kıllarım yüzünden de keyfim kaçtığında kalan banyomu hızlı bir şekilde bitirdim. Aldığım lacivert bornozu üstüme geçirip saçlarımı da aynı renk havluyla sardım.

 

Hazal’ın bana zorla aldırdığı havlu terlikleri ayağıma geçirip giyinme odasına doğru yol aldım.

 

Odanın içinden geçip giyinme odasına doğru giderken Mirza’ya baktım. Yatağın kenarında yüzü yere doğru dönük bir şekilde uyumuştu.

 

İstemsizce gülümsediğimi fark ertiğimde hızlıca yüzümdeki gülümsemeyi sildim ve giyinme odasına girip beyaz iç çamaşırlarımı üstüme geçirdim. Krem rengi, peluş pijama takımımı da üstüme geçirip saçlarımı kurutmadan odaya geçtim.

 

Acaba uykusu nasıldı? En ufak sese uyanır mıydı yoksa dünya yansa uyumaya devam mı ederdi?

 

Kafamı iki yana sallayıp bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Merak etmemem gerekiyordu. Formalite icabı evlenmiştik ve bu öyle kalmalıydı. Ne o bana ben ona aşık olmamalıydık.

 

Yatağa yaklaşıp geniş yatağın öbür tarafına oturdum. Örtüyü kaldırmadan direkt olarak yatağa uzandığımda uyuyamayacağımı biliyordum.

 

Agâh Bey neden beni evlendirmek istemişti? Beni tanımıyordu. Neden tanımadığı bir kızı kurtarmak istemişti? Ve bunu neden evlendirerek yapmıştı? Babamı cezalandırmak için mi yapmıştı? Onunla görüşmemi istememesinin mantıklı bir açıklaması olamazdı. Olan her şey çok mantıksızdı.

 

Agâh Bey neden babamı polise vermek yerine kızını elinden almıştı? Üstüne üstlük ona maddi yardım da sağlayacaktı. En azından öyle söylemişti. Maddi yardım sağlayacak ve mutlu bir yaşam sürmesini isteyecekse beni neden getirmişti?

 

Bütün sorular kafamın içinde büyük bir girdaba dönüştüğünde derin bir nefes alıp doğruldum. Düşüncelerim hem uykumu hem keyfimi kaçırmıştı.

 

Yavaşça ayağa kalkıp uyuyan Mirza'ya baktım. Derin uykuda gibi görünüyordu. Onu rahatsız etmemesi için ışığı kapatıp odadan çıktım. Çıplak ayaklarımın tahta zeminde çıkardığı sesleri umursamadan aşağı indim.

 

Evin kapısını açıp soğuk havayla karşılaştığımda gülümsedim. Soğuk güzel bir şeydi.

 

Geldiğim ilk gün oturup ağladığım havuz kenarındaki koltuklara doğru ilerledim. Nemli çimler ayaklarıma dokunduğunda irkildiğimi hissetsem de umursamadan koltuğa yaklaştım.

 

Yumuşak koltuğa oturup dizlerimi kendime çektim, suyun karanlık havada oluşan lacivert yansımasını izledim.

 

Az önce düşündüklerim yeniden beynime nufüz ettiğinde gözlerimi kapattım.

 

Uykusuz bir geceye hoş geldin Elmas.

 

~~~

 

Selaaam.

 

Bölümlerin çok kısa olduğunun farkındayım ancak maalesef ki ilk bölümleri yazamamak gibi bir sorunum var. İlerleyen bölümlerde daha uzun olacağına söz veriyorum.

 

Sizi seviyorum ❤

 

Instagram diaryofanas

Loading...
0%