@diaryofanas
|
carty, sıkıldım kafamda farklı farklı düşünce
.
Güzel bir rüyanın içindeydim.
Rüya olduğunu biliyordum çünkü benim hayatımda hiçbir zaman huzur kokusu olmamıştı. Oysa şimdi etrafım huzur kokuyordu.
Kan kokusu yoktu, acının soğuk bekleyişleri yoktu, çığlıklar yoktu. Yalnızca huzurun kokusu vardı ve ben bu rüyadan kâbusa uyanmak istemiyordum.
“Elmas güzel kızım.” diyordu annemin sesi. Sesinde neşe kırıntıları vardı, korkusu yoktu. Attığı çığlıklar ve çektiği acıdan dolayı sesinde bir kırılma olmamıştı.
“Beş dakika daha,” diye mırıldanıp arkamı dönüyordum. Nazlanma şansım vardı, anneme beş dakikada daha uyuyabilmek için nazlanabiliyordum.
“Baban işe gidecek ama. Yüzünü görmek istiyor.”
Babamın normal bir işi vardı. Bazen mesaiye kalıyor eve geç geliyordu ve ben uyumuş oluyordum.
Oflayarak yataktan kalkıyor ve elimi yüzümü yıkayarak ip askılı pijama takımım ile verandaya çıkıyordum.
Hava güzeldi, Antalya’da gereğinden sıcak bir yaz günüydü. “Melek kızım benim!” diye neşeyle şakıdı babam.
Oysa hayatında bir kere bana melek kızım dememişti. Demezdi çünkü ben şeytanın büyük bir hediyesiydim ve onun en büyük cezasıydım.
“Beni uykumdan ettiniz beyefendi hiç hoş değil.” yaklaşıp otururken arkadan ona sarıldım ve yanağına kocaman bir öpücük kondurdum.
Bunu gerçek hayatta hiç yapamazdım çünkü izin vermezdi. Ona fazla yaklaşmama dahi izin vermezdi.
“Arkadaşlarınızla gecelere akarsanız uyanamazsınız hanımefendi.” dedi cevap olarak.
Bu olamazdı çünkü benim arkadaşım yoktu, hiç olmamıştı.
“Sahilde bira içtik sadece baba.” yerine otururken annem babama çay, bana da kahve getirmişti. Kendisine de portakal suyu.
“Bugün çıkacak mısınız?” dedi annem.
Hiçbir zaman bu kadar normal bir hayatım olmaması ve olmayacak olması beni çok üzüyordu.
“Bilmiyorum ki. Belinay ve Duru’ya sormam gerek.” yeşil zeytinlerden birine çatalımı batırıp ağzıma attım.
“O lavuk,” dedi babam. Çayından bir yudum aldı.
Kaşlarımı çattım. “Kim?”
“Karışma kızın hayatına ama.” diye güldü annem.
“Şu sürekli yanında dolanan, kumral kıvırcık saçlı, yeşil gözlü uzun boylu lavuktan bahsediyorum.”
Kahkaha attım. “Buğra’yı mı diyorsun? İnanılmaz tatlı değil mi!”
Babam elini kalbine götürüp kendini arkaya yasladı. “Ah bi de tatlı diyor.”
Bunun gerçekleşme ihtimali yoktu, artık yoktu. Her şey için geç kalınmıştı ve bu çok üzücüydü.
Kendi çocuklarımı güzel büyüteceğim diyemiyordum çünkü ben anne olabileceğimden emin değildim.
Ve evlenmiştim.
Bu düşünce gözlerimi aralamama neden olduğunda kendimi sorguladım.
Dün gece havuza çıkıp orada uyuyakalmış olmalıydım ancak yattığım yer havuz kenarındaki koltuk değildi.
Gerinerek esnerken odanın kapalı kapısı açıldı ve Mirza elindeki ceketle içeri girdi. Ona bakarken gülümsedi, gülümsemesi üzülmüş gibiydi. “Günaydın Elmas.”
“Günaydın Mirza.” örtüyü üstümden atıp ayağa kalktığımda belime bıçak saplanmış gibi hissettim ve yüzümü buruşturdum.
“Benden uzak durmak için keşke dışarı kadar çıkmasaydın. Hasta olmuşsun.” makyaj masasına yaklaşıp aynanın önündeki parfümlerde parmak uçlarını dolaştırdı. Elindeki ceket dolabın yanında duran tekli koltuktaydı.
Buna üzüldüğünü, gerçekten üzüldüğünü hissettiğimde yüzüm düştü. Yanına yaklaşıp karşısında durduğumda vücudunu tamamen aynaya çevirdi ve ona bakmamı engelledi.
“Bana bakar mısın Mirza?” çocuk gibi omuz silkip Dior Sauvage parfümünü eline aldı. “Lütfen ama. Rica ediyorum.”
Parfümü siyah gömleğinin üstüne sıkarken yeniden omuz silkti. “Benden rahatsız oluyorsun ki.”
Odayı yoğun bir meyve kokusu sardığında istemsiz olarak derin bir nefes aldım. Başta mandalina olmak üzere lavanta, bergamot ve ismini bilmediğim bir sürü aromanın kokusu vardı. Çok hoş kokuyordu. Gözlerimi kapatıp kokusunu daha fazla içime çekmek istediğimde gözlerini bana çevirdi. Utanarak gözlerimi ondan kaçırdım.
“Yanlış anladın beni,” diyerek konuşmaya başladım ancak utancım galip gelmişti ve konuşamıyordum.
Mirza'nın kokusu yeteri kadar yakınımda değilmiş bana doğru bir adım attı. Ellerini kalçamın iki yanından makyaj masasına yasladı ve yüzünü yüzüme doğru hafifçe eğdi.
“Ne anlamışım masal prensesi?” fısıltı şeklinde çıkan sesi, kokusuyla harmanlanıp dengemi şaşırmama neden olurken yutkundum.
Yavaş bir şekilde kafamı kaldırıp babasıyla aynı renk olan karamelimsi gözlerine baktım. Onun gözleri benim mavilerimi kuraklığıyla tüketirken ellerimi uzatıp gömleğine götürdüm. Açık kalan üç düğmeyi kapatırken, “Kocamın bana özel kalmasını istediğim vücudunu kimse görsün istemem. Ben kıskanç bir kadınım.” diye mırıldandım.
Parmaklarımın arkası hafif kıllı göğsüne değiyor, sıcaklığı bütün tenimi uyarıyordu. Neden bu kadar sıcaktı?
Mirza'nın dudaklarında tatlı bir tebessüm oluştuğunda biraz daha üzerime eğildi. Dudaklarımı refleks olarak yaladığımda, sıcak nefesi açıkta kalan boynuma oradan yanağıma ve kulağımın dibine yayıldı.
Kalbim heyecanla kasıldığında avuç içlerim terlemeye başladı. Nefeslerim hızlanmaya başladı, bacaklarım bedenimi taşıyamama.
Bayılacak gibi hissederken gözlerimi kapattım. Sakin olmam gerekiyordu ancak bu olanaksızdı.
“Ben centilmen bir adamım masal prensesi. Asla kıskanç değilim.”
Aniden benden uzaklaştığında kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. Ciğerlerime nefesin gittiğini, kalbimin depar atmış gibi hızlı çarptığını ve bacaklarımın yeri titretecek kadar fazla titrediğini hesaba katmazsak daha iyi hissediyordum.
“Kahvaltı hazır, seni uyandırmaya geliyordum zaten. Elini yüzünü yıka gel hadi.”
Ceketini eline alıp üstüne geçirdi. Ben hâlâ derin nefesler almak için odadan çıkmasını beklerken odadan çıktı.
Az önce neler olmuştu öyle?
Bacaklarımı hareket ettirebildiğimi hissetiğimde odadaki banyoya doğru ilerledim. Kapıyı kapatıp ne olur ne olmaz diyerekten kilitledim.
Derin bir nefes alıp aynaya baktığımda yüzüm kıpkırmızıydı, yanaklarım alev alevdi. Saçlarım dağılmış gözlerimin içi yeteri kadar uyuyamadığım için kanlanmaya başlamıştı.
Hızlıca soğuk suyu açıp elimi yüzümü birkaç kere yıkadım. Yanan yüzümün soğuduğunu hissettiğimde yeniden aynaya döndüm. Kızarıklığım geçmişti.
Banyodan çıkıp giyinme odamıza doğru ilerledim, düğün hazırlığı sürecinde aldığım kıyafetlere göz gezdirdim. Mavi açık renkli paçaları çok da dar olmayan bir pantolonu seçtim. Üstüme beyaz bir gömlek geçirip onun da üstüne açık kahverengi bir süveter geçirdim. Beyaz, topuksuz botlarımı da ayaklarıma geçirip giyinme odasından çıktım.
Gözlerim aynadan yüzüme takıldığında kaşlarımı çattım. Makyaj yapmam gerekiyor muydu? Fazla solgun duruyordum.
Saçlarımı sadece tarayıp sprey sıkarak kabarmasını engelledim ve odadan çıktım.
Aşağı kata, yemek salonuna giderken hayatımı düşündüm. Daha bir ay öncesine kadar sadece hayal olarak görebileceğim hayatı yaşıyordum.
Aklımda hâlâ birçok soru işareti vardı, cevaplamakta zorlandığım şeyler vardı.
Agâh Bey, beni neden kurtarmıştı? Bu kafamı karıştıran ilk soruydu. Onu tanımadığıma ve onun da beni tanımadığına emindim. Kurtarmak istemiş olabilirdi o hâlde neden babama maddi destek sağlıyordu?
Mirza benimle evlenmeyi neden kabul etmişti? Bu kafamı karıştıran ikinci soruydu. Hiç tanımadığı bir kız gelmişti, babası bu kızla evleniyorsun demişti ve Mirza bunu kabul etmişti. Neden? Mantıklı hiçbir açıklaması yoktu.
Babam nasıl para kazanıyor ve bütün parasını kumarda kaybedebiliyordu? Babamın değil milyonlar ekmek alacak parası olmazdı. Bir anda nasıl bu kadar para kazanıp kaybediyordu?
Ve annem. Annem ne yapıyordu? Nasıldı? Buraya geldiğimden beri aklımdaydı ancak bir türlü onunla iletişime geçememiştim. Geçmem gerekiyordu.
“Elmas!” Hazal üstündeki taşlı kot pantolonu ve aynı taşlardan oluşan ceketiyle bana doğru geldi. Koluma girip benimle birlikte kahvaltı masasına doğru ilerledi.
“Efendim?” dedim en sonunda konuşmayınca.
“Ah partininkarizması dalmışım. Bugün için planın var mıydı?”
Kafamı iki yana salladım. “Aslında hayır. Kendime telefon almak istiyordum onu almaya giderim belki. Neden ki?”
Kolumdan çıkıp el çırptı. “Harika! O zaman birlikte alış veriş merkezine gidiyoruz ve benim arkadaşlarımla birlikte bir gün geçirip sana telefon alıyoruz, sonra da eve dönüyoruz.” kaşlarını çattı. “Nasıl ya buraya geldiğinden beri telefonun yok mu?”
Babamın bana öğretmenin zoruyla aldırdığı bir telefonum vardı ancak onu da babamın evinde unutmuştum.
“Yok. Yani babamın evinde unuttum.”
“Amaaan şimdi sana da alırız bi tane güzelinden. Pembe pembe kılıflar da alırız.” kendi telefonunu çıkarıp kılıfını bana gösterdi.
Pembe tüylerden oluşan bir kılıftı, çok çok fazla tüylüydü ve yanında kalp vardı. “Hazal,” dedim şok içinde kılıfına bakarken. “bu biraz abartı değil mi?”
“Ah bayılıyorum abartılı şeylere. Tam benlik.” telefonunu yeniden cebine koydu ve birlikte kahvaltı sofrasına oturduk.
Önümde yine çeşit çeşit yemek vardı. Zeytinler, peynirler, tahin pekmez, labne, nutella... Canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Aç değildim.
Mirza önündeki bardaktan bir yudum çay alıp bana döndü. “Yemek yiyeceksin karıcım. Birkaç gündür ağzına hiçbir şey sürmedin.”
Ona doğru kafamı sallayıp kaşar peynirinden küçük bir kareyi tabağıma koydum. Ortadaki ekmeklerden bir parça aldım ancak canım hâlâ yemek istemiyordu.
“Mirzacım canım kardeşim. Ömrüm çiçeğim.” Hazal çilekli olduğunu düşündüğüm sütü elleri arasında tutarken Mirza'ya tatlı tatlı gülümsedi.
“Yine ne istiyorsun benden ya?” diye tersledi Mirza.
“Bana bak cüce. Düzgün konuş benimle.” diye tersledi onu Hazal.
“Kardeşinle düzgün konuş annem, küçük o daha.” Tomris Hanım gülerek Hazal'ı uyardığında Agâh Bey, “Bırak yesinler birbirlerini Tomris. İkisi de eşek kadar oldu.”
“Değil mi babişim? Sana da alındım mami haberin olsun.” babasına öpücük, annesine kötü bakışlar atıp yeniden Mirza'ya döndü. “Şimdi sana gelecek olursak, minik cüce.”
Ben önümdeki portakal suyundan bardağıma doldururken Mirza homurdandı. “Cüce diyor da aramızda beş metre fark var.”
Kendimi tutamayıp kıkırdadım. “Salak.”
“Karın bütün gün benimle olacak. Zahmet edip bir telefon bile alamamışsın kıza öküz.” Mirza bu kez şok içinde bana döndü. “Kendine telefon almadın mı?”
Suçlulukla gözlerimi önüme eğip çatalımla peyniri sağa sola doğru ittirmeye başladım. “Aklıma gelmedi. Evden çıkmıyorum, zaten iletişim kurmamı gerektirecek kimse de yok.”
Mirza elini alnına vurdu. “Sebebim olacaksın Elmas. Bugün Hazal ablamla gidip bir tane alın mutlaka.” Hazal’a döndü. “En iyisini al. İbanımı verirsin ben gönderirim.”
Hazal göz devirdi. “Param var cüce. Farkında değilsin ama benim de bir işim var.”
Şaşkınlıkla Hazal’a döndüm. “Çalışıyor musun?”
“Al işte kıza, baba parası yiyen şımarık kız olarak empoze ettin beni.” sütünden bir yudum alıp bir parça nutellalı ekmeği ağzına götürdü. “Evet hayatım çalışıyorum. Marmara İşletme mezunuyum, iyi bir şirkette pazarlama bölümündeyim.”
Kaşlarımı kaldırdım. “Aaa ne güzel. Ben de işletme okumak istiyordum ama babam izin vermedi. Edebiyat okuyordum Antalya’da.”
Evet puanım yüksek geldiği için dayak yemiştim, Istanbul Teknik Üniversitesi'nde İşletme okuyabilecek puana sahiptim. Babam tek başıma İstanbul’a gitmeme kesinlikle karşı çıkmış Antalya’da herhangi bir bölüme yerleşmem için beni dövmüştü. Sonuç olarak edebiyat okumak zorunda kalmıştım.
“Mirza çok sever edebiyatı.” diyerek muzir bir ses tonuyla konuştu Hazal. “Şiirler yazar sürekli Kanuni gibi.”
Kendimi tutamayıp yine güldüğümde Mirza, “Abla susar mısın?” dedi.
“Canım karından mi çekineceksin? Hem belki ona yazarsın şiir.”
Mirza’nın boynu kızarmaya başladığında, “Tamam canım boş verelim bunu. Ben doydum izninizle kalkabilir miyim?”
Kendi aralarında sohbet eden Agâh Bey ve Tomris Hanım kafalarını sallayıp kalkmama izin verdiklerinde masaya tutunup ayağa kalktım. Arkamı dönüp gideceğim sırada Mirza bileğimi tuttu ve beni geri yerime oturttu.
Şaşkınlıkla yüzüne bakarken herkes susmuş Mirza'ya bakmaya başlamıştı. “Mirza ne yapıyorsun?”
Bana bakmadan masaya odaklanmış bir şekilde, “Yemek yiyeceksin dedim.” dedi. Sesindeki ifadesizlik ve soğukluk içimi üşüttüğünde bileğimi elinden kurtardım.
“Yemek yedim.” kafasını yavaş bir şekilde bana çevirdi. Babasının aynısı olan gözlerinde sesine tezat bir şekilde yangınlar çıkıyordu. Alevler tenimi yakıyor, cehennemi gerçek hayatta yaşamama neden oluyordu.
“Kız isterse yer istemezse yemez Mirza. Evlendiniz diye kızı oyuncağın yapamazsın.” Hazal hakkımı savunduğunda Mirza elini kaldırıp onu susturdu.
“Karışmayın aramızdakilere.” kaşlarımı kaldırdım.
“Yemek yedim Mirza. Yiyip yemeyeceğimi sana soracak da değilim açıkçası. Doydum ve şimdi hür bir insan olarak odama gitmek istiyorum.” bir şey demesine izin vermeden yeniden ayağa kalktım ve yemek odasından hızlı adımlarla çıktım.
Bu neydi böyle? Günlerdir bahsettiği centilmen adama ne olmuştu? Dediklerini yapmadığım sürece hep böyle sinirlenecek miydi?
Odamıza girip banyoda dişlerimi fırçaladım, bir süre yüzüme soğuk su çarpıp yaşadığım şaşkınlığı atlatmaya çalıştım.
Anlık bir öfkeydi, değil mi? Öyle olmalıydı. Babamdan sonra bir kez daha öfke dolu bir evi kaldıramazdım.
Derin bir nefes alıp odadan çıktım ve aşağı indim. Salona doğru giderken etraf sessizdi. Gördüğüm bir tane hizmetli kadına, “Mirza gitti mi?” diye sordum.
Kadın kafasını salladı. “Az önce Agâh Bey’le çıktılar Elmas Hanım. Akşam yediye kadar gelmeyeceklerini belirttiler.” teşekkür edip salona geçtim.
Hazal üstündeki kot takımla camın önünde duruyor telefonla konuşuyordu.
“Ya canım şimdi şöyle ki-” bir süre karşı tarafı dinledi. “Tamam ben sizi ekmedim ki. Geliyorum diyorum.” elini alnına götürüp vurdu. “Allâh aşkına kapat Asude sinirleniyorum.” telefonu,her kimse, yüzlerine kapattı.
“Bir sorun yok ya?” koltuğa otururken ona seslendim. Bana döndüğünde sinirden saçını başını yolmuştu.
“Bazen arkadaş çevremin gerçekten arkadaşım olup olmadığını düşünüyorum.” yanıma oturup telefonu karşı koltuğa fırlattı.
“Ne oldu ki?” daha önce arkadaşım olmadığı için ne gibi sorunları olduğunu bilmiyordum.
“Ben de bilmiyorum ki. Kendi kendilerine bana trip atıyorlar sonra sanki ben gelin bana trip atın demişim gibi sinirleniyorlar.” kafasını arkaya yaslayıp şakaklarını ovaladı. “Asude’yi buluşmaya çağırmadığımız zamanlarda çok eğlenceli vakitler geçiriyoruz oysa.”
“Asude ile arkadaşlığını bitirsene. Neden her seferinde kendini yoruyorsun?”
“Arkadaş grubumuz dağılır o şekilde de. Aleyna, Meral, Bahar, Hayat, Timu, Baran, Buğra, Barkın hepsi gider. İnan bana istesem bin kişilik arkadaş grubu kurarım ama onlar çok ayrı. Aynı üniversitede okuduk, Bahar ve Timu’yla aynı şirkette çalışıyoruz ki babaları ortak.”
Anladığımı belli Edervezşne kafamı salladım. “Asude’den rahatsız olan tek sen misin? Yoksa başka rahatsız olanlar var mı?”
Hazal gözlerini kapattı. “Asude tavırlarıyla hepimizi bıktırdı. Buğra’nın bana karşı olan tavırları onu deli ediyor. Hayır anlamıyorum lisedeki gibi erkek kavgası mı yapalım? Alsın Buğra’yı tepe tepe kullansın ben aşık değilim Buğra’ya.”
Dudaklarımı ıslatıp birbirine bastırdım. “Ne demem gerektiğini bilmiyorum Hazal, bence hâlâ Asude ile olan bağınızı kesmelisiniz. Hepiniz. Size iyi bir arkadaş olmadığı aşikar.”
Hazal gözlerini bana çevirip derin bir şekilde ofladı. “Hadi gidelim artık. Sıkıldım evde.”
Bir şey demeden ayağa kalktığımda ve Hazal da ayağa kalktığında birlikte çıkış kapısına yürüdük. Hizmetli olan bir tane kadın, Hazal’a beyaz kabanını uzatırken Hazal, “Odamda çantam var Gülen getirir misin? Aynanın önünde beyaz görürsün zaten.” diyerek rica etti.
“Tabii ki Hazal Hanım.” kadın yanımızdan uzaklaşırken Hazal kabanını omuzlarına astı ve bana döndü.
“Sen üstüne bir şey giymeyecek misin? Kasım ayının soğuğu çarpar zatürre olursun.” kafamı sallayıp, “Getireyim ben üstüme bir şeyler.”
“Getir bakalım.” dediğinde söylemek istediği bu değildi, hissedebiliyordum ancak üstelemedim. Mirza'yla odamıza girip giyinme odasına geçtim, krem rengi kabanımı üzerime geçirdim.
Küçük bir el çantası almıştım, daha doğrusu Hazal zorla aldırmıştı. Onu elime alıp Mirza’nın benim için aynanın önüne bıraktığı paralardan bir miktar içine koydum.
Paraya uzun zamandır dokunmuyordum, gerek duymuyordum çünkü evden dışarı adım atmıyordum ve evde bütün ihtiyaçlarım karşılanıyordu.
Geldiğim şeklin aksine yavaş adımlarla aşağı inerken Hazal yine telefonla konuşuyordu, sesi bütün evde yankılanıyordu. “Tamam Mirza. Yeter kapat. Anlamıyorum bugün herkes beni sinirlendirmeye mi ayarlandı?”
Topuğunu yere vurup kendi kendine söylenirken ona yaklaştım. “Ne oldu da bu kadar sinirlendin?”
Bana döndüğünde derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. “Beyefendiye senle dışarıda yemek yemek istiyormuş. Seni fazla oyalamayaymışım ve telefon aldığımızda mutlaka onu arayıp numaranı vereymişim. Sinirlendiğim nokta-” telefonu yeniden çaldığında, “La havle ve La kuvvete.” diyerek telefonu açtı. “Alo!”
Evin kapısını açıp dışarı çıktığında bana döndü, el hareketi yapıp dışarı çıkmamı istediğini belirtti. Peşinden dışarı çıkarken kıkırdadım. Çok tatlı bir şekilde sinirleniyordu.
Kapıyı kapatıp Hazal'ın peşinden garaja doğru ilerlerken Hazal telefonu kapattı. Arabasının anahtarını havaya kaldırıp bana döndü. Anahtarı bile pembeydi. Elimi alnıma götürüp vurdum. “Hazal bu da mı pembe?”
Omuz silkti, elimden tuturak garajın küçük kapısından içeri girdi. İçerisi gündüz olmasına rağmen fazlasıyla karanlıktı ve bu karanlık beni ürkütüyordu.
Kalbim korkuyla hızlanırken Hazal elini uzatıp ışığı açtı, garaj aydınlanırken elimi alnıma yerleştirip gözlerimin üstünü örttüm. Ani ışık gözlerimi acıtmıştı. “İşte benim Pink Cookie’m!”
Arabasına isim taktığını duyunca elimi gözümden çekip arabasına baktım. Pembe bir range rover beni karşıladığında Hazal arabasına yaklaşıp kaputuna yaslandı. Kollarını arabaya sarıp gözlerini kapattı. “Annecim beni özledin mi? Ben çok özledim seni.”
“Hazalcım üzgünüm ama hasta mısın?” diye sordum hayretle ona bakarken. Ağzım açık bir şekilde onu izliyordum ve o arabasına övgü yağdırmaya devam ediyordu.
“Pembe bir kültürdür. Ben pembe kadınıyım.” arabasının şoför koltuğuna oturup bana el salladı. Kafamı iki yana sallayarak ona baktıktan sonra yanına oturdum.
Gerçekten pembeye hastaydı.
“Senin pembeyi sevdiğin kadar sevilsek yeterdi.” diye mırıldandım ancak son ses Hande Yener, Mor çaldığından beni duymamıştı.
√√√
“Ooo Hazalbeylik gelmiş!” bir adam coşkuyla ayağa kalkıp alkışlamaya başladığında Hazal kafasını iki yana salladı.
“Timu Allah aşkına otur yerine cıvıtma.” çantası ve kabanını boş sandalyeye bırakıp oturdu. Ayakta dikilen bana garip garip bakarken, “Otursana Elmas.” dedi yanındaki boş sandalyeyi işaret ederken.
Hiçbir şey demeden yanındaki sandalyeye oturdum.
“Gençler akşam maç var. Gidiyor muyuz?” diye sordu siyah düz saçlı, gözlüklü olan adam. Hazal arkadaşlarını bizim düğünümüze çağırmıştı ancak hiçbiriyle tanışma fırsatı bulamamıştım.
“Fenerbahçe’n batsın Barkın.” dedi yine siyah saçları, yeşil gözleri olan bir kadın. Küçük bir yüzü vardı. Keskin ve rahatsız hissettiren bakışları.
“Bana bak Asude böyle gergin olacaksan siktir git şu masadan. Herkesin keyfini kaçırmak zorunda değilsin. Sen hangi manikürcünün nasıl olduğunu anlatırken biz erkekler dahi oturup dinliyoruz. Adamın tutkusuna laf etme hakkına sahip değilsin.” dedi Timu. Asude herkesin keyfini gerçekten kaçırmış olmalıydı.
Asude sinirle Timu’ya döndü. “Sana ne peki? Sana laf etmediysem dizini kırıp oturacaksın.” kollarını göğsünde bağladı.
“Elmas biz düğüne geldik de, etrafın kalabalık diye tanışamadık. Hayat ben.” kırmızı kısa saçlı kahverengi gözleri ve yanaklarında yoğun bir şekilde çilleri olan sevimli kız bana elini uzattı. Gülümseyip ben de elimi uzattım.
“Kusura bakmayın lütfen ben de ilgilenemedim sizlerle. Çok memnun oldum tanıştığıma.”
Diğer herkesle de tanışıp sohbetlerini dinlemeye başladım.
Son zamanlarda yaşananlardan, gündemden, magazinden, son futbol transferlerinden bahsediyorlardı.
Hiçbiri hakkında bir fikrim olmadığından yalnızca az önce sipariş verdiğim kahveyi içiyor, tatlımı yiyordum.
(Şu an okuyacağınız yerlerin gerçeklikle hiçbir ilgisi yok. Tamamen hayal ürünü. Lütfen onu dikkate alarak okuyun ❤)
“Ah bu arada Zehra bizi maça davet etti. Mirza'nın evlendiğini de duymuş, çok tebrik ediyor.” dedi Bahar.
“Zehra kim bilmiyorum ama çok teşekkür ederiz.” diye mırıldandım konu ben ve Mirza’ya geldiği için.
Asude dalga geçer gibi güldü. “Gerçekten Hazal bu kültürsüz kız için mi bizi ekip duruyorsun?”
Hazal tek kaşını kaldırıp sırıttı. “İnsanların spora ilgisi olmayabilir Asude. Zira Zehra Güneş arkadaşımız olmasa sen de onu tanımazdın.”
Herkes susmuş pür dikkat onları diklerken Asude rahatlıkla arkasına yaslandı ve göğsünde birleştirdiği kollarını indirdi. “Sence bahsettiğim o mu?” küçümseyen gözlerle bana döndü. “Söylesene okuma yazma biliyor musun? Hangi köyden geldiysen makyaj bile yapamıyorsun.”
Gülümseyip sırtımı dikleştirdim. Hazal konuşmak için öne atıldığında elimi uzatıp onu susturdum. “Okuma yazma biliyorum Asude. Edebiyat okuyorum. Ayrıca köylü insanları makyaj yapamıyor diye linçlemek hangi insanlığa sığıyor? Makyaj yapmak nasıl bir tercihse makyaj yapmamak da bir tercihtir.”
“Üzgünüm ama burada karışmak zorundayım.” dedi Meral. “İki günlük bile olmayan bir kızın kaç senelik arkadaşınızı rencide etmesine göz yumuyorsunuz, farkında mısınız?”
Ortamdaki gerginlik elle tutulur cinse gelirken erkekler susmayı tercih ediyor, kızlarsa birbirine öldürecek gibi bakıyordu.
“Meral bunca senelik arkadaşımızsın ve haksız olan babamız olsa bile haklı olanın yanında olacağımızı öğrenememişsin. Senin arkadaşın hiç tanımadığı bir insanı rencide ederken iyiydi, kendisine aynı şey yapılınca mı kötü oldu?” dedi Baran. Buğra da kafasını sallayıp onu onayladığında Asude’nin öfkeden gözü seğirmeye başladı.
“Hepinizden nefret ediyorum.” diyerek ayağa kalktı Asude. “Bitti arkadaşlığımız tamam mı? Beni bir daha aramayın.” hızla arkasını dönüp uzaklaşırken Meral de ayağa kalkıp, “Asu dur!” diyerek peşinden gitti.
“Onlar adına özür dileriz Elmas.” dedi Barkın. Elini uzatıp ensesini kaşıdı. “Asude değişik bir insan.”
“Kimse kimsenin hatası için özür dilememeli. Hatayı yapan sen ya da siz değilsiniz ve hatalı olmadığınız bir durumdan özür dilemeniz gerekmez.” dedim içini rahatlatmak için gülümseyerek.
“Arkadaşımız ama.” dedi bu kez Baran.
Kafamı iki yana salladım. “Sorun değil. Kırılmadım.”
“İnsanların hayatları konusunda, özellikle kim olduğunu bilmediği insanların hayatı konusunda böyle yargılar çıkaramaz.” dedi Buğra.
“Çıkaramaz elbette ama bu yaştan sonra bunu ona öğretebilir misiniz ki?” ortamdaki gerginlik azalıyordu. Samimi bir şekilde yorum yapmam onlara iyi gelmişti.
“Öğrenmek istese uğraşırdık.” diyerek sustuğu sürenin sonuna geldi Hazal. “Öğrenmek istemeyene adını bile öğretemezsin.”
Herkes onu haklı bulup sohbetine devam ederken ben yine kendimi ortamdan soyutlamış, ikinci kahve ve tatlıma geçmiştim.
Saatler akıp giderken Hazal telefonuna gelen bildirime baktı ve, “Hi!” diye bağırdı. “Elmas biz sana telefon almadık! Mirza dövecek şimdi beni. Yarım saate seni almaya geliyormuş.” Ona döndüğümde hızlıca ayağa kalktı. “Gençler burada mısınız yoksa gidecek misiniz? Elmas’I Mirza’ya emanet edip yanınıza geleyim mi?”
Buğra küçük bir kahkaha attı. “Gel tabii ki. Yemek yeriz biz de.”
Hazal elimden tutup hızlıca önümüzdeki teknoloji mağazasına girdi. En son modellerin olduğu yerin önünde durup eliyle işaret etti. “Evet yengecim. Seç beğen al.”
Telefonların ne kadar olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Mirza en iyisini almamı söylemişti ancak o kadar abartmaya gerek yoktu. Arayan, mesaj atan herhangi bir telefonu alabilirdik. “IPhone almak zorunda mıyız?” diye mırıldandım.
“Evet zorundayız canım. İstemiyorsan Samsung alacağız.” görevli bir kadın bize doğru gelirken Hazal iPhone 13’lere bakmaya başladı.
Yüzümü buruşturup Hazal’la birlikte telefonlara bakmaya başladık. “Hazal Hanım yardımcı olmamı istediğiniz bir şey var mı?” Hazal telefonların içeriklerine baktı.
“Hangi renk istiyorsun?” dedi Hazal bana bakarak. “Pembe alalım mı sana da? Hadi sana da pembe alalım! Birlikte dolaştırırız yanımızda.” pembe bir telefona uzandığında ellerimi öne uzatıp iki yana salladım. “Hayır!” dedim inleyerek. “Beyaz. Beyaz istiyorum.”
Hazal gelen kadına dönüp, “IPhone 13 beyaz bir terabyte alabilir miyiz?”
Kadın üzgün bir şekilde gülümsedi. “Beyaz yok Hazal Hanım gümüş ya da mavi olur mu?” Hazal bana baktı.
“Gümüş olur.” yanaklarım kızarmıştı. Utanmıştım.
Kadın yanımızdan ayrılırken Hazal telefon kılıflarının olduğu tarafa ilerledi. “Kılıf da seç kendine bakalım. Düşerse hemen kırılmasın. Hoş kırılsa da yenisini alırız ama.”
“Şeffaf istiyorum. Süslü şeyler benlik değil.” utanarak mırıldandım. Hazal elini alnına vurup uygun kılıfı rafından çıkardı.
Kasaya doğru giderken kendi kendine çok sıkıcı olduğumdan, hayatıma renk katmam gerektiğinden, bu kadar renksizliğin bana zarar vereceğinden bahsediyoedu.
Cevap vermeyip telefonu aldık, Hazal’la ödeme konusunda büyük bir savaş vermiş en sonunda Hazal Mirza'yı arayınca kazanmış ve telefonu bana almıştı. “Hattı istediğin mağazadan al diye sana bıraktım. Bence en iyisi,” parmağıyla çaktırmadan bir yeri gösterdi. “orası.”
Orata doğru yürürken, “Hadi alalım o zaman. Mirza'yı arayayım artık içi rahat etsin.” Hazal kafasını sallayıp benimle birlikte yeni bir mağazaya girdi. Hattımı telefonuma takıp Mirza'yı aradı, onu delirtti ve kendi numarasını da kaydedip telefonumu bana verdi.
“Şimdi senin kocan gelecek,” dedi Hazal. “ben sizi rahat bırakıp arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Yanlış anlamaz ya da alınmazsın değil mi?”
Kafamı iki yana salladım. “Saçmalama git tabii ki. Ben çıkarım zaten şimdi.”
Hazal kendi arkadaşlarının yanına gitmek üzere benden ayrılırken ben koskoca alış veriş merkezinde dolaşmaya başladım. Giyim mağazaları, parfüm mağazaları, kuyumcular, marketler ve daha nicesi gözlerimin önündeydi.
Yürüyen merdivene yaklaşıp en üst kata, yemek bölümüne çıktım. Aç değildim ancak canım pizza yemek istiyordu. Mirza'yı arayıp telefonu açmasını bekledim. “Efendim Elmas?”
“Şey ne zaman gelirsin?” dedim çekinerek. Yemek yiyecektik ve ben yemeğe gitmeden yemek yemeye gidiyordum.
“Biraz işim uzadı, bir yarım saate kadar çıkarım. Herhalde kırk beş dakika sürer yanına gelmem.”
Pizzacının önüne doğru yürürken gözlerim kitap satan bir mağazanın içine daldı. “Tamamdır ben bekliyorum seni.” diye mırıldandım. Gözlerim kitapların üzerinde dolaşıyordu.
“Kusuruma bakmazsın değil mi? Eğer sorun olacaks-”
Sözünü kestim. “Hayır hayır. Sorun değil. İşini bitirip gelebilirsin. Zaten işimi bitirdim bugünlük, takılıyorum öyle.”
“Peki madem.” dedi ama sesi ikna olmuşa benzemiyordu. Gözlerimi içeriden ayıramazken adımlarım istemsiz olarak içeri doğru gittiğinde yutkundum. En son ne zaman kitap okumuştum?
Dünya klâsikleri yazan bölüme doğru giderken kalbim ait olduğu yeri bulmuş gibi huzurla doldu. Yüzümde küçük bir tebessüm hissetiğimde gözlerim kitapların üzerinde dolaşmaya başladı.
Paltomu koluma asıp parmaklarımı kitapların üzerinde dolaşmaya başladığımda parmak uçlarımdan ruhuma doğru akan iyileşme hissi beni şaşırttı.
Kitaplar bana insanların veremediği huzuru veriyordu.
Dostoyevski’nin 𝘌𝘻𝘪𝘭𝘦𝘯𝘭𝘦𝘳 kitabını elime alıp rastgele bir sayfa açtım. Karşıma çıkan alıntı, canımı yaktı. 𝘋𝘢𝘳 𝘣𝘪𝘳 𝘦𝘷𝘥𝘦, 𝘥𝘶̈𝘴̧𝘶̈𝘯𝘤𝘦𝘭𝘦𝘳𝘪𝘯 𝘥𝘦 𝘥𝘢𝘳𝘢𝘭𝘥ı𝘨̆ı𝘯ı 𝘧𝘢𝘳𝘬 𝘦𝘵𝘮𝘪𝘴̧𝘵𝘪𝘮.
Kitabı aldığım yere geri bırakıp başka bir kitabı elime aldım. Gustave Flaubert, 𝘉𝘪𝘳 𝘋𝘦𝘭𝘪𝘯𝘪𝘯 𝘈𝘯ı𝘭𝘢𝘳ı
Yine rastgele bir sayfaya parmağımı yerleştirip sayfayı açtım. 𝘐𝘴𝘵𝘪𝘳𝘢𝘣𝘪𝘮 𝘴𝘰𝘯𝘴𝘶𝘻𝘥𝘶𝘳, 𝘵𝘢𝘳𝘪𝘧𝘦 𝘴ı𝘨̆𝘮𝘢𝘻 𝘩𝘶̈𝘻𝘯𝘶̈𝘮, 𝘣𝘦𝘯 𝘬𝘪 𝘺𝘢𝘻ı𝘬 𝘮𝘦𝘻𝘢𝘳𝘢 𝘺𝘢𝘴̧𝘢𝘳𝘬𝘦𝘯 𝘨𝘰̈𝘮𝘶̈𝘭𝘮𝘶̈𝘴̧𝘶̈𝘮...
Kitaplarda bulduğum huzur canımı yakmaya başladığında yutkundum. Bu da hayatın cilvesi miydi?
Derin bir nefes alıp son bir kitaba göz gezdirdim. Bu son olacaktı, karşıma çıkan alıntı ne olursa olsun buradan çıkacaktım.
Gözlerimi kapatıp omuzlarımı dikleştirdim, parmaklarımı bütün kitapların üzerinde dolaştırdım ve bir tanesinde parmaklarımı durdurdum.
Neden bu kadar garip hissettirmişti?
Gözlerimi açıp kitabı raftan çıkardım. Jack London’ın Martin Eden romanıydı. Yine rastgele bir sayfa açtım ve çıkan cümleyi okudum. “𝘉𝘶𝘨𝘶̈𝘯 𝘤̧𝘰𝘬 𝘨𝘦𝘳𝘨𝘪𝘯𝘪𝘮,” 𝘥𝘦𝘥𝘪 𝘢𝘭𝘤̧𝘢𝘬 𝘣𝘪𝘳 𝘴𝘦𝘴𝘭𝘦. “𝘒𝘰𝘯𝘶𝘴̧𝘮𝘢𝘬 𝘥𝘦𝘨̆𝘪𝘭 𝘴𝘦𝘷𝘮𝘦𝘬 𝘪𝘴𝘵𝘪𝘺𝘰𝘳𝘶𝘮.”
Cümleyi bitirir bitirmez omzuma yediğim sert darbe, kitabı, paltomu ve küçük el çantamı yere düşürürken beni kitaplığa savurmuş, canım yeteri kadar yanmamış gibi bir de kitaplığa çarpmama neden olmuştu. Dudaklarım arasından acı dolu küçük bir inleme çıktığında yüzümü buruşturdum.
“Ah özür dilerim, özür dilerim. İyi misiniz?” bana çarpan kişi, uzun boylu bir adamdı. Elimi önce acıyan omzuma yerleştirip ardından karşımdaki adamın yüzüne baktım. Kumral bukleli saçları, dolgun dudakları vardı. Sarımsı kirpiklerinin ardında elayı andıran gözleri vardı.
Onu incelemeyi bırakıp, “Biraz dikkatli olsaydınız daha iyi olacaktım ama, olan oldu artık.” yere doğru eğilip paltomu, kitabı ve çantamı elime aldım. Kitabın açılan sayfası yırtılmıştı, bu beni çok sebepsiz bir şekilde üzmüştü.
“Kitabın parasını ben veririm. İsterseniz yeni bir kitap satın alırım. Ah yeniden affedin beni. Biraz acelem vardı sizi göremedim.”
Elimdeki kitabı alıp yırtılan sayfaya baktı, “Güzel bir alıntıya değinmişsiniz.” diyerek raftan aynı kitabı çıkardı. “Özür babında bir yemek ısmarlamak isterim. Omzunuz ağrıyorsa bir hastaneye gidebiliriz.”
Kafamı iki yana salladım. “Kitabı almanıza da yemeğe de gerek yok bayım, hastaneye de kendim gidebilirim inanın bana uğraşmanıza hiç gerek yok.”
“Hiç kabul etmiyorum bunları. Lütfen zorluk çıkarmayın hanımefendi.”
“İstemiyorum dedim. Eşim gelecek zaten şimdi, ben gideyim en iyisi.” yüzüne bakmadan hızla arkamı dönüp yürümeye başladım ancak onun gözlerinin sırtımda olduğunu hissedebiliyordum.
Neden beni rahatsız ediyordu? Bakışlarını görmüyordum ancak hissi bile neden kaçmamı söylüyordu?
^^^
İyisiyle -iyiliğini çok göremedik bir şey hariç- kötüsüyle 2023’ü bitirdik. Uzun uzun yazılar yazmak isterdim ancak yapmayacağım.
2024 istediğinizi getirir umarım. Mutlu ve sağlıklı olursunuz.
2024’ün ilk bölümüne veda ediyoruz.
Sizleri seviyorum canlarım!
instagram diaryofanas |
0% |