Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. YILDIZLAR

@diaryofanas

james arthur, car’s outside

 

 

 

Ağrıyan kolum ve kafamdaki düşüncelerle alış veriş merkezinden dışarı çıktım.

 

Kasım ayının soğuğu yüzüme vurduğunda derin bir nefes aldım. Soğuk ilk defa rahatsız etmek yerine huzur veriyordu.

 

Elimdeki kabanı tek kolumla giyinmeye çalışırken etraftaki insanlara çarpmamaya çalışıyor, kendi kendime büyük bir savaş veriyordum.

 

Nihayet giyinebildiğimde dağılan saçlarımı düzelttim ve Mirza'yı beklemek için kendime uygun bir yer seçmeye çalıştım.

 

Her yer fazlasıyla kalabalıktı, yolun ortasında durup bekleme gibi bir şansım yoktu. Ve canım hâlâ pizza yemek istiyordu.

 

Etrafa kısaca göz gezdirdim, bir tane kahveci gözüme çarptığında adımlarımı o tarafa yönlendirdim.

 

Kapıyı açıp içeri girerken kapıda asılı küçük çandan çıkan ses gülümsememe neden oldu. Kalabalığı görüp geri dönmeyi düşünürken yüzümü buruşturdum.

 

Bir masaya oturup bugünün üçüncü -sanırım üçüncüydü- kahvesi ve tatlısını yerken yeni aldığım telefonumla bakıştım.

 

Telefonu elime alıp kamerasını açtım, arka kamera açıldığında kenardaki küçük oklara dokunup kamerayı kendime çevirdim.

 

Mavi gözlerim, sarı saçlarım ve yüzümdeki ufak tefek bütün kusurlarla karşı karşıya gelince dudaklarımı aralayıp kafamı iki yana sallayarak nefesimi verdim. Yandaki küçük tuşa basarak ekranı da kilitlediğimde kendimi kötü hissetmiştim.

 

Güzel miydim? Tartışılırdı. Çirkin miydim? Bu da tartışılırdı. Ben yalnızca, kusurluydum.

 

Beni tanıtmak için kullanılacak en uygun kelime buydu. Kusurluydum. Yalnızca yüzüm değil bedenim de kusurluydu. Hayatım kusurluydu. Geçmişim kusurluydu. Belki de kusur kelimesi sözlükte olmasa yazar beni görünce bunu sözlüğe eklerdi.

 

Tadımın iyice kaçtığını hissettiğimde yutkundum. Dudaklarımı ıslatıp kahve elime aldım ve tatlımı yemeden ayağa kalktım. Hesabımı ödedikten sonra dışarı çıktım.

 

Soğuk hava yeniden bedenime nüfuz etmeye başlamıştı. Hayatımda ilk defa rüzgarı seviyordum. Bana yaşadığımı ve yaşadığım her şeyin gerçek olduğunu hissettiriyordu.

 

Elimdeki karton kahve bardağına parmaklarımı iyice sarıp yolun kaldırım kısmına geçtim ve Mirza’yı beklemeye başladım.

 

Annem ne yapıyordu? Onu çok merak ediyordum ancak kafamdaki sorulara cevap bulmadan onu buraya getirtemezdim.

 

Mirza ve Agâh Bey’in beni neden kurtardıklarını öğrenmem gerekiyordu. Ne yapacaksam ondan sonra yapacaktım.

 

Geçip giden hayatı izlerken içimde yine bir burukluk hissetmiştim. Burukluktan öte eksiklikti.

 

Önümden bir çift ve küçük bir kız çocuğu geçti. “Babacığım seni çok seviyorum!” diyerek babasının bacağına sarıldı küçük kız. Yüzümde küçük bir tebessüm oluştu.

 

Seni küçük şeytan! Neden geberip gitmedin?

 

“Babanı rahat bırak ama kızım. Otuz yaşındaki adamı oyun parkında peşinde koşturdun resmen. Ben bile babanı bu kadar peşimde koşturmadım.” dedi kızın annesi. Kız kıkırdadı.

 

“Ama babamı çok seviyorum anne. Seni de çok seviyorum. İkinizi çok seviyorum.” önümden geçip giderlerken küçük kız kreşte neler yaptığından bahsetmeye başladı.

 

Yüzümdeki acılı tebessümle gittikleri için oluşan boşluğa bakmaya devam ederken arkamdan birisi omzuma çarptı. Sendeleyerek öne doğru bir adım attığımda elimdeki kahve bardağı yere düştü.

 

Ağrıyan omzuma bir darbe daha yediğimden dudaklarım arasından küçük bir inleme çıktı. “Ah özür dilerim.”

 

Arkamdaki kişi önüme geçtiğinde ellerini uzatıp kafasını yana eğdi. “İyi misiniz? Çok özür dilerim ya.” gözleri yere düşen bardağa ve dökülen kahveye kaydı. “Kahveniz mi döküldü? Çok çok özür dilerim. Hemen yenisini alıp geleyim ister misiniz?” Elini alnına götürüp vurdu. “Seninki de soru Başak, tabii ki ister. Ne içiyorsunuz?”

 

Kızın kendi kendine konuşmasına gözlerimi büyütüp baktım. “Hayır hayır. Hiç sorun değil, soğumuştu zaten. Yenisini almana da gerek yok. Eşim gelecek şimdi gideceğiz.”

 

Kız dağılmış siyah saçlarını iki eliyle düzeltip bana baktı. “Kendimi çok kötü hissettim lütfen kusuruma bakmayın. Ben dersten yeni çıktım da, abim almaya gelecek beni. Tezimi yaz-”

 

“Ne okuyorsun?” diye sorarken buldum kendimi. Kızın cümlesini böldüğüm için kendimi kötü hissetmiştim ancak o kadar heyecenlıydı ki, dayanamamıştım.

 

“Edebiyat. Edebiyat okuyorum.” dedi kız heyecanla.

 

Kaşlarımı kaldırdım. “Tez konun ne? Yani ne yazmayı düşünüyorsun?”

 

Kız yüzünü astı. “Yazar istiyorum. Yazarın hayatını ya da.”

 

“En sevdiğin Türk yazar kim?” kız çantasını omzuna iyice asıp saçını yeniden düzeltti.

 

“Halide Edip Adıvar. Çok severim, neredeyse bütün romanlarını okudum. Hayatını araştırdım.” çantasını dirseğine doğru indirip içinden bir kitap çıkardı ve yüzüme tuttu. Yüzüme tuttuğu kitap Sinekli Bakkal’dı.

 

Kitabı okumuştum ancak çok sevememiştim. Ateşten Gömlek daha çok hoşuma gidiyordu.

 

Bir arabanın kornasının sesi duyulduğunda kız endişeyle yola baktı. “Ah abim geldi. Lütfen kusuruma bakmayın.”

 

Kitabı geri çantasına bırakırken telefonumu açıp ona uzattım. “Numaranı kaydet. Bu arada Elmas ben, müsait olduğun bir an tezine yardımcı olurum.” kız bana şaşkınlıkla bakarken parmaklarını ekranın üzerinde dolaştırdı ve numaramı çaldırdı.

 

“Başak ben de. Çok memnun oldum Elmas ve tekrar kusuruma bakma lütfen!” koşarak arabaya doğru gitti. Beyaz araba hızlıca önümden geçerken saçlarım savruldu ve gözlerimi kıstım.

 

Kafamı yere doğru eğdiğimde telefonum çalmaya başladı. Kaldırıp baktığımda Mirza'nın aradığını gördüm. Yeşil düğmeye basıp telefonu kulağıma dayadım. “Efendim?”

 

“Neredesin masal prensesi?”

 

Etrafıma baktım. Neredeydim? “Şey kahve dükkanı var burada. Karşımda büyük bir market var. Otobüs durağında bekliyorum.”

 

“Tamamdır. İki dakikaya oradayım.” telefonu kapattığında derin bir nefes aldım. Dışarıda yemek yiyecektik ve bu beni çok geriyordu. Aç hissetmiyordum sadece canım pizza istiyordu.

 

Gözlerimi yola dikip dudak büzdüm. Mirza'nın şu an pizza yemek isteyeceğini düşünmüyordum. Fast food yemekten çok hoşlanan bir insan değildi.

 

Onu tanıyıp tanımadığım konusunda bir fikrim yoktu ancak bazı hareketlerini öğrenebilmiştim.

 

Hâlâ neden evlendiğimiz, ne kadar süre evli kalacağımız, birbirimize alışıp alışamayacağımız ve birçok şey belli değilken kendimi onu tanımak için zorlamıyordum.

 

Kafamın içinde Sen Ona Aşıksın şarkısı çalmaya başladığında gülümsedim. Kahveyi şekersiz sütlü seversin mesela. Sütlü kahve severdim. Yani severmişim. Bugün öğrenmiştim. Şekerli kahve mideme ağır geliyordu, süt kahvenin acılığını alıyor aynı zamanda şeker ihtiyacını gideriyordu.

 

Bugüne kadar neyi sevip sevmediğimi düşündüm, bunu düşünmek için daha fazla zamana ihtiyacım olduğunu hissettiğimde önümde bir araba durdu. Daldığım yerden tam çıkacağım esnada gelen korna sesi olduğum yerde sıçramama neden oldu.

 

Kafamı kaldırıp önümde duran beyaz arabaya baktım. Daha önce gördüğüm arabalara benzemiyordu, amblemi çok farklıydı. Gri bir dairenin içinde büyük L harfi vardı.

 

Sürücü koltuğunun kapısı açıldığında Mirza gülümseyerek kafasını kaldırdı. Ben de ona gülümsediğimde ellerini öbür koltuğa doğru uzattı. Kaşlarımı hafifçe çatarak yüzüne bakarken kocaman, bembeyaz güllerle dolu bir buketi çıkardı.

 

Ağzım sonuna kadar açılırken gözlerim büyüdü, Mirza yüzümdeki şaşkınlığı izlerken daha çok gülümsedi. Yanıma boyum kadar büyük bir buketle yaklaştığında kafamı iki yana salladım. “Sen kafayı yemişsin.”

 

Çiçeği bana uzattığında içimdeki mutluluğa engel olamadan ellerimi öne uzatıp çiçekleri tuttum. Kokusu burnuma yaklaştırmama gerek kalmadan burnuma dolduğunda daha geniş gülümsedim. “Sabah eşeklik ettim özür dilerim. Sinirime hakim olamadım.”

 

Gülümseyen yüzümle yüzüne baktım. Çiçeklerin büyüsü beni içine o kadar hapsetmişti ki, sabah bana kötü davranması tamamen aklımdan uçmuştu. “Sorun değil. Gönül almayı biliyormuşsun.”

 

Elini ensesine atıp kaşırken gözlerini gözlerimden çekti. Arabaya yaklaşıp yolcu tarafının kapısını açtı. “Buyurun madam.” kafamı yeniden iki yana sallayıp gülerken açtığı kapıdan içeri girdim, koltuğa oturdum. Kocaman gül buketini kucağıma yerleştirip telefonumu çıkardım. Kamerayı açıp elimi gül buketinin üzerine yerleştirdim, kameranın düğmesine bastım ve fotoğraf çektim.

 

Mirza ön taraftan kendi koltuğunun kapısına yaklaştı. Kapıyı açıp yanıma otururken yüzümdeki gülümsemeye baktı. “Bu kadar mutlu olacağını bilsem daha önce alırdım.”

 

Bir şey demeden yüzüne baktım. “Sosyal medya kullanıyor musun?”

 

Arabayı çalıştırıp göz ucuyla bana baktı. “Evet var. Çok aktif olmasa da kullanıyorum.” elini pantolonunun cebine atıp telefonunu çıkardı. Yüzüme bakmadan elime tutuşturup, “Şifresi 041197. Kendini takip edebilirsin.”

 

Telefonu alıp koltukta yanımda kalan boşluğa bıraktım. “Benim hesabım yok ki.”

 

“E aç. Gir App Store’a.” dediğini yapıp uygulamaya girdim. Arama kısmına Instagram yazıp indire bastım.

 

“Çiçek buketimi paylaşıp seni etiketleyebilir miyim?” diye sordum yüzüne bakarken. Hafifçe gülümsedi.

 

“Evliyiz ya Elmas. Tabii ki paylaşabilirsin. Bunun için izin almana gerek yok.” gözlerimi yola çevirip yüzümde oluşan yeni tebessümü ondan gizlemek için elimi dudaklarımın üstüne örttüm.

 

“Umarım yemek yememişsindir, çünkü seni bayılacağın bir yere götürüyorum.”

 

Gözlerimi yoldan ayırıp ona çevirdiğimde “Aç değilim.” diye mırıldandım.

 

“Hazal yemek yemediğini söyledi.” dedi baskın bir sesle. Gözlerini yoldan ayırmamıştı.

 

Telefonuma baktığımda uygulama yüklenmişti. Hızlıca girip hesap oluştura tıkladım. Mirza'nın telefonundan girip numarama baktım, beni Masal Prensesi diye kaydetmiş olmasına gözlerimi devirdim. Hoşuma gitmişti ama bilmesi gerekmiyordu.

 

Numaramı gerekli yere girip gelen kodu girdim. Kullanıcı adımı elmasaricii yapıp isim kısmına Elmas Arıcı Çakır yazdım. Mirza'nın kullanıcı kısmını arama kısmına yazıp takip ettikten sonra Mirza'ya bildirim geldi.

 

Mirza uzanıp telefonunu aldığında, “Neden profil eklemedin?” diye sordu. Beni geri takip ettiğinde üstteki artıya baktım, gönderi yazan yerin üstüne tıklayıp az önce çektiğim gül buketini seçtim.

 

“Fotoğraf siyah-beyaz yapılıyor mu?” diye sorduğumda Mirza kafasını salladı. Nasıl siyah-beyaz yapacağımı anlatıp sorusunu yineledi. “Neden profil eklemedin?”

 

Omuz silktim. “Hiç kendi fotoğrafım yok ki. Zaten sevmiyorum böyle şeyleri.” kişileri etiketle kısmına girip arama yerine mirzacakirbeyiniz yazdım. “Kimin beyisin acaba Mirza?” diye söylendim.

 

“Egolu bir adamım Elmas aaa.” diye yanıt verdi.

 

Gül buketimin ortasına Mirza'yı etiketleyip açıklama kısmına, kan kokan bir geçmişin şans olan çiçeği 🤍, yazıp paylaştım.

 

Mirza'ya anında bildirim düşerken kırmızı ışıkta durduk ve Mirza Telsfobubu eline alıp gönderimi beğendi. Hikayene ekleme yap diyerek gönderimi hikayesine eklerken o da beyaz kalp yerleştirdi ve paylaştı. Yüzünde küçük bir tebessüm vardı.

 

***

 

Mirza'nın bahsettiği yere geldiğimizde, “Buketimi benimle alabilir miyim?” diye sordum.

 

Mirza bana bakıp kafasını salladı. “Elbette alabilirsin.” buketimi kucaklarken yeniden kokladım.

 

Aşırı güzel kokuyorlardı.

 

Mirza kendi tarafından inerken kapıyı açmamamı söylediğinde onu dinleyip kapıyı kapalı tuttum. Yanıma yaklaşıp kapıyı açtığında teşekkür ederek indim.

 

Buketimi sağ elimde tutarken rüzgar esti. Elimi uzatıp saçımı düzeltirken Mirza'nın kapıyı kapattığını duydum.

 

Ona bakmak için arkamı döndüğümde gülerek telefonunun ekranına bakıyordu.

 

Neye güldüğüne bakmak için ona yaklaştığımda hızlıca ekranı kilitledi. “Hadi içeri girelim.”

 

Ne olduğunu sorgulamadan kafamı sallarken sol koluma girdi, birlikte içeri girerken uzanıp yeniden çiçeklerimi kokladım.

 

“Şimdi sana efsane bir şey tattıracağım. O kadar seveceksin ki.”

 

Neden bu kadar emin olduğunu sormak istememiştim. Fazlasıyla heyecanlıydı ve ben heyecanını sömürmek istemiyordum.

 

Ben seveceğimi çok düşünmüyordum çünkü yedikleri şeyler o kadar ağırdı ki, midem değil yemeyi koklamayı bile kaldırmıyordu.

 

“Hoş geldiniz Mirza Bey, her zamanki yer mi?” Mirza kafasını olumlu anlamda sallarken garson yanımızdan uzaklaştı.

 

“Yiyeceğimiz yemek,” dedim Mirza teras kısmına geçerken. “ne ağırlıklı?”

 

Birlikte dışarı çıktığımızda ayaklarımın altındaki İstanbul manzarasına baktım. İstanbul Boğazını simgeleyen kırmızı lacivert renkler gözlerimi alırken hafif bir rüzgar esti.

 

Gözlerimi kapatıp denizin o geceki dalgalarını dinlemeye başladım. İçeriden yükselen çatal bıçak sesleri, hafif bir klasik müzik, esen rüzgar ve denizin tuzlu kokusuna karışan tereyağı kokusu kendimi çok özgür hissetmeme neden olmuştu.

 

Yüksek bir yerdeydik, İstanbul Boğazı ayaklarımızın altındaydı. Işıklar loştu, etrafı aydınlatan yalnızca sarı led lambalardı. Masalar çok düzenli dizilmişti. Çimenlik bir alanda olmamıza rağmen yer fazlasıyla düzdü. Çimenlerin arasından taşlarla masalara gidilen yollar yapılmıştı.

 

Etraf fazla huzurluydu.

 

“Beğendin mi?” diye sordu Mirza. Hazırlanan masaya doğru yürürken arkasından gittim.

 

“Çok, çok beğendim.” garson yanımıza gelirken Mirza bir el hareketi yaptı ve onu geri gönderdi.

 

“Yiyeceğimiz yemek daha çok et ağırlıklı.” telefonunu cebinden çıkarıp parlaklığını kıstı, ne yaptığını görmemi istemiyormuş gibiydi.

 

Kendi önüme dönüp telefonmu çıkardım. Instagram’dan gelen bildirimlere bakıp gözlerimi büyüttüm. “Oha ne oluyor?”

 

“Ne oldu?” kafasını telefonundan ayırıp bana baktı.

 

“Takipçi sayım üç bin dört doksan altı olmuş. Gönderimi de iki bin kişi beğenmiş.”

 

O an ekranıma bir bildirim düştü. Mirza Çakır: bir hikayede senden bahsetti.

 

Kaşlarımı çatıp bildirimi açtım. Beni paylaşmıştı. Kucağımda beyaz gül demetim vardı, elimle saçımı düzeltiyordum. Üst tarafa kırmızı kalp koyup, senle uzun bir masal yazalım prensesim, çocuklara rüya gibi anlatılacak, yazmıştı.

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde yanımdaki sandalye çekildi. Mirza yanıma oturup elini hafif bir şekilde çeneme yerleştirdi ve gözlerine bakmam için baskı uyguladı.

 

Dolan gözlerimi onun babasıyla aynı renk olan gözlerine çevirdim. “Korkma, bunun adı aşk değil. Sana aşık değilim ama olacağım. Öyle bir aşık olacağım ki Elmas ateşim ikimizi de yakacak. Ya kendimi öldüreceğim senden vazgeçerek ya da seni öldüreceğim seni severek.”

 

“Mirza,” gözlerimi kapatıp elimi eline götürdüm. Çenemdeki eli yanağıma ulaştığında baskısı arttı.

 

“Aç gözlerini etrafına bak.” dediğini yapıp gözlerimi açtım, etrafıma göz gezdirdim ve yeniden ona baktım.

 

Kalbim gümbürdüyordu, nefesim ciğerlerime ağır geliyordu. Mirza'nın sözleri, kokusu ve bakışları içimdeki bir yere fazlasıyla dokunuyordu. Zihnimin içinde bir ses durmadan kaç diye bağırıyordu. O ses mantığım mıydı?

 

Susmalıydı çünkü ben ilk defa kaçmamam gerekiyormuş gibi hissediyordum. İlk defa biri beni de sevebilirmiş gibiydi ve bu o kadar garipti ki...

 

Sağ gözümden bir damla yaşın aktığını hissettiğimde Mirza nefesini dışarı verdi. Sıcak nefesi yüzüme çarptığında yutkundum. Mirza'nın baş parmağı uzanıp sağ gözümün altında kalan yaşı sildi.

 

“Gördüğün manzara kendimi ne zaman kötü hissetsem gelip izlediğim manzara. Işıklar kendimi güvende hissettiriyor diye hep buraya gelirim.” gözleri manzaraya umursamazca baktı sonra yeniden gözlerime baktı. “Ama gözlerini gördüğümden beri her manzara, her ışık yetersiz kalıyor. Hayata karşı bu kadar kırgın bakarken nasıl bu kadar parlak gözlerin?”

 

Burnumu çektim yeniden “Mirza,” derken elini dudaklarımın üstüne örttü.

 

“Bir şey deme. Bırak an bu anda kalsın.” yüzümdeki ellerini yavaşça çekip yanımdan kalktı, ağır adımlarla kalktığı sandalyesine geri oturdu.

 

Zihnimin derinlerinde Özdemir Asaf’ın Seni Saklayacağım şiiri baş göstermeye başladığında yeniden yutkundum.

 

Bir seviyi anlamak

Bir yaşam harcamaktır

Harcayacaksın…

Seni yaşayacağım, anlatılmaz

Yaşayacağım gözlerimde

Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya

Bakacaksın

Gözlerimi kapayacağım

Anlayacaksın…

 

“Bir seviyi anlamak, bir yaşam harcamaktır.” dedim Mirza'ya. Bana bakarken gülümsedi.

 

“Özdemir Asaf. Severim.” bakışlarını benden kaçırırken yemeklerimiz geldi.

 

Garsonlar bize görsel şölen oluşturacak şekilde bir sunum yaparken içimdeki yeme isteği iyice kaybolmuştu.

 

Kafam çok karışmıştı. Mirza çok çelişkili konuşuyordu, anlayamıyordum.

 

Bana aşık olacağını söylemişti. Bundan nasıl bu kadar emindi? Nereden biliyordu bana aşık olacağını? Olamazdı. Olmamalıydı. Biz ayrılacaktık, görücü usulü bile olmayan evliliğimizin masalsı bir aşk hikayesine dönüşme ihtimali yoktu.

 

Sonucu ne olursa olsun minnet borcumu ödeyip Çakır ailesinden de evlerinden de hayatlarından da ayrılacaktım. Bu gerçek neden göğsümün orta yerine ateş düşmüş gibi hissettiriyordu?

 

Mirza'nın dediği gibi bu aşk değildi. Hayatım boyunca aşkı tatmamıştım ancak Mirza'ya aşık olmadığımı bilebilecek kadar kendimi tanıyordum. Hoşlantıydı. Mirza yakışıklı bir adamdı, centilmendi, maddi durumu yerindeydi, ciddi bir ilişkiye hazırdı, sadıktı. Sadece fazla hoştu.

 

“Nereye daldın masal prensesi? Yemeğini ye soğutmadan.” irkilip Mirza'ya döndüm. Çatalın ucundaki eti ağzına atıyordu. Kaşlarıyla önümdeki tabağı işaret etti. “O tabak bitecek. Hadi bakalım.”

 

Önümdeki tabağa baktım, büyük bir parça bonfile et vardı. İyi pişmiş gibi görünüyordu. Üstünde erimiş peynir vardı, kaşar olup olmadığını bilmiyordum. Peynirin üstünde baharatlar ve baharatların üstünde bir parça nane vardı. Tabağın kenarında bordo renginde bir sos vardı, çapraz olacak şekilde dökülmüştü. Etin yanında elma dilimli patates kızartması vardı. Küçük bir meze vardı, tabağa küçük bir yuvarlak şeklinde açılmıştı.

 

Çatal ve bıçağı elime alıp etten küçük bir parçayı kestim. Çatalın dişlerini yumuşak ete geçirdikten sonra yavaş bir şekilde ağzıma götürdüm.

 

Canım yemek istemiyordu, yersem kusardım.

 

Eti ağzıma atıp patates kızartmalarından birini de ağzıma attım. Tadı güzeldi ancak ben aç değildim. Canım yemek istemiyordu.

 

“Nasıl tadı?” dedi heyecanla. Yüzüne bakıp gülümsedim.

 

“Çok güzel, gerçekten beğendim.” Mirza kendi yemeğine devam ederken midemde baş göstermeye başlayan kıpırdanmayı unutmaya çalışarak önümdeki sürahiden bardağıma su doldurdum.

 

Üzülmemesi için bir patatesi daha ağzıma atıp sakince çiğnemeye başladım. Midemdeki kıpırdanma artarken yüzümü buruşturmamaya çalıştım. Daha fazla devam edemezdim ama Mirza öyle bir bakıyordu ki, ürkütücüydü.

 

Mirza'nın zoruyla yemek yerken midemdeki kıpırdanma yavaştan bulanmaya başladı. Yedirdiği yemek fazla ağırdı, soslar ve baharatlar mideme dokunuyordu. Üstelik et çok fazlaydı. Midem bu kadar fazla yemeği kabul etmiyordu.

 

“Ben doydum Mirza.” dedim dayanamayarak. Kusmak istemiyordum. Çatalımı önüme bırakırken tabağımın yanındaki bardağı alıp içindeki sudan küçük yudumlar aldım. Yüzümü buruşturmamak için kendimle daha büyük bir savaş vermeye başlamıştım.

 

“O tabak bitecek.” dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla. Bu kez yüzümü buruşturmaktan çekinmeyip elimin tersini dudaklarımın üstüne kapattım.

 

“Yiyemem. Midem almaz.”

 

Mirza kafasını tabağından kaldırıp bana ters bir bakış attı. “Bütün üç gününü peynir ve zeytinle geçiremezsin Elmas. Yediğin tek şey peynir zeytin. Yemekleri mi beğenmiyorsun? Canın başka bir şey mi çekiyor? Gün içinde başka bir şey mi yiyorsun bilmiyorum ama eğer beğenmiyorsan ya da canın başka bir şey istiyorsa söyle mutfaktakilere. Ya da geç kendin yap kimse mutfağa girdiğin için sana bir şey demeyecek.” yemeğine geri döndüğünde midemin bulandığını hatta ağzıma geldiğini hissettim. Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda öğürme isteğim bedenimi ele geçirdi. Yüzümü buruşturup elimi yeniden dudaklarımın üzerine kapattım. Midemin içimde durmayacağını hissettiğimde hızlıca ayağa kalktım, seri adımlarla içeri girip WC yazan yerlere geçtim ve kadın simgesi olan kapıdan içeri girdim.

 

Boş olan ilk kabine girerken kapıyı arkamdan kilitlemeyi de içerideki diğer kadınları da umursamadım. Hızlıca klozete eğilip ağzıma kadar gelen midemi dışarı çıkarmaya başladım.

 

Gözlerimin yaşardığını ve yaşların hızlı bir şekilde aktığını hissettiğimde yeniden öğürdüm. İçerideki kadınların hakkımda konuştuğunu duyuyordum ama o kadar umurumda değillerdi ki...

 

“Üzgünüm hanımlar, lütfen kusuruma bakmayın.” tanıdık bir ses duyduğumda son bir kez öğürdüm ve bu kez çıkardığım midemin özsuyu olduğunda dudaklarım arasından öğk sesi çıktı.

 

Ayağa kalkıp sifonu çekerken arkamdaki kapı iyice açıldı, ben uzanıp peçeteden birkaç taneyi elime doladım ve dudaklarımı temizledim. “İyi misin?”

 

Yaşaran gözlerimi parmaklarmın tersiyle silip Mirza'ya cevap vermeden lavabolara doğru ilerledim. Aynadan yüzüme baktığımda gözlerimin çevresi kızarmıştı, dudaklarım çatlamıştı. Suyu açıp ağzımı çalkalarken Mirza yanıma yaklaşıp saçlarımı yüzümden çekti.

 

Etrafımızdaki kadınlar hakkımızda konuşuyor, bazıları Mirza'nın terbiyesiz bir insan olduğundan bahsederken bazıları ise bana ne kadar aşık olduğundan bahsediyordu.

 

Aramızdakileri bilseler yine aşk olduğunu düşünürler miydi?

 

Soğuk suyu bütün yüzüme çarpıp doğruldum. Mirza tuttuğu saçlarımı bırakmadan uzanıp kağıt havlulardan birkaç taneyi koparıp yüzümü kuruladı. Gözleri endişeyle yüzümü talan ederken burnumu çektim.

 

“Midenin bu kadar hassas olduğunu bilseydim zorlamazdım.” dedi ben ona bakmayı reddederken.

 

Saçlarımı elinden kurtarıp yeniden aynaya döndüm. “Sorun olmazsa,” dedim. Gözlerim hâlâ kırmızıydı. “eve gidebilir miyiz?”

 

Mirza aynadan bana bakarken olumlu anlamda kafasını salladı. “Kadın tuvaletinden çıkabilir miyiz? Kendimi tecavüzcü Coşkun gibi hissediyorum da.”

 

Anlık boşluğuma denk geldiğinde kıkırdayıp elini tutarak lavabodan çıktım. Birlikte yeniden dışarı çıkarken Mirza masaya bıraktığı cüzdanı ve telefonunu eline aldı. Çiçeklerim ve telefonumu ben elime aldığımda Mirza kafasını kapıya doğru salladı.

 

Birlikte bu kez dışarı çıkarken kendimi kötü hissetmiştim. Benim yüzümden aç kalmıştı. Burayı sevdiği belliydi, benim yüzümden sevdiği bir yerden mahrum kalmıştı.

 

Birlikte arabaya bindiğimizde kafamı cama yaslayıp akıp giden yolu izlemeye başladım. Konuşmak istemiyordum.

 

°°°

 

Eve geldiğimizde duş almış ve üstümü değiştirip odamıza çekilmiştim. Hazal yanıma gelip sohbet etmeye çalışmış ancak yorgun olduğumu söyleyerek onu reddetmiştim.

 

Mirza da üstünü değiştirmiş ve işleri olduğunu çalışma odasında olacağını istersem yanına gelebileceğimi söylemişti. Ona da teşekkür etmiş ve yatağımızda oturup sosyal medya hesabımdan haberleri takip etmeye başlamıştım.

 

Mirza ve benim de birkaç tane haberimiz vardı. Yorumları okurken olumsuz çok fazla yorum olmaması yüzümde bir tebessüm oluşmasına sebep oldu.

 

Saat gecenin geç saatlerine gelirken Mirza hâlâ gelmemişti. Sıkıldığımı hissederken ayağa kalkıp camdan dışarı baktım. Gökyüzü fazlasıyla açıktı. Yağmur yağmayacağına kanaat getirip ağır adımlarla odamızdan çıktım.

 

Geldiğimden beri uyuyamadığım gecelerde dostum olan havuz kenarına gittim. Ayağımdaki terlikleri çıkarıp topuklarımı koltuğa bastırdım ve dizlerimi kendime çektim. Çenemi yavaşça dizlerime yaslayıp bugünü düşündüm.

 

Korkuyordum, ancak korktuğum Mirza'nın bana aşık olması mıydı, benim ona aşık olmam mıydı bilmiyordum. İçimden bir ses ikimizden birinin aşkının bizi ve çevremizdekileri mahvedeceğini söylüyordu. Zihnimde yankılanan bir ses ise ne olursa olsun bu yolu yürümemi söylüyordu. Dünya da yanacak olsa o yolu yürümem gerekiyordu.

 

Korkuyordum, her şey çok ani gelişmişti. Ya her şey bir rüya balonuysa ve ufacık bir gerçek bile bu balonu patlatırsa? O zaman ne olacaktı? Ya her şey için geç olursa ve biz birbirimize aşık olursak?

 

Mirza'nın bu konuşması nereden çıkmıştı? Zaten bulanık olan zihnim yeteri bulanık değilmiş gibi artık başımı ağrıtacak derecede fazla bulanmıştı. Her şeyi düşünmekten kafayı yemek üzereydim.

 

“Sever misin?” daldığım yerden irkilerek gözlerimi ayırdığımda Mirza elinde haki yeşili şalla havuzun başında duruyordu. Onu düşünürken gelmesi, içimdeki kararsızlığı hissetmiş gibi karşımda dikilmesi bulanan zihnim açısından hiç sağlıklı değildi.

 

Yine de onun sahibi olduğu koltukta biraz kenara kayıp yanıma gelmesinde bir sakınca olmadığını belirttim zira ona olan uzaklığımı yanlış anlasın istemiyordum.

 

“Neyi sever miyim?” yanıma yaklaşıp elindeki şalı omuzlarıma sardı, sonrasında ön taraftan birleştirip önümü de kapattı. Bu hareketi yaparken bedeni bedenime,yüzü yüzüme çok yakındı. Düzgün yüzüne bakmak içimde küçük bir hareketlenmeye neden olduğunda gözlerimi yüzünden çektim ve önümüzdeki havuza çevirdim. “İstanbul'da kışlar Antalya'daki gibi geçmez hasta olursun. Üstündekiler çok ince.”

 

Yutkunup havuza bakmaya devam ettim. “Benim kışın hiçbir zaman giyinecek kalın kıyafetim yoktu.” diyerek söze başladım. Bir şeyler bildiğini biliyordum. Bilmese bile anlardı, akıllı bir adamdı.

 

Geçmişim, kara bir delik gibi karşımda dikildi. İleri gittikçe, geçmişimi deştikçe batıyordum bunu biliyordum ama karşımdaki kara delikten bir türlü vazgeçemiyordum.

 

“Bu yüzden bünyem soğuğa alışık. İstanbul ya da Antalya fark etmez, soğuk soğuktur.” sesimin titremesine engel olamadığımda, “Neyi sever miyim?” diye sordum. Kafamı bir şekilde dağıtmam gerekiyordu.

 

Mirza bir süre cevap vermedi. Gözlerimi havuzdan ayırıp yüzüne baktığımda düşünceli görünüyordu. Biçimli kaşları çatılmış, gözleri tıpkı benimki gibi havuza odaklanmıştı. Korkarak elimi uzatıp omzuna dokundum. “Mirza?”

 

Küçük bir irkilmeyle kendine geldiğinde, “Ha, efendim?” dedi.

 

“Gelirken sever misin diye sordun. Neyi sever miyim?” kafasını kaldırıp bulutsuz gökyüzüne baktı.

 

“Yıldızları Elmas, yıldızları sever misin?”

 

Ben de kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Sever miydim? Bunu hiç düşünmemiştim. Çoğu gece uyumaz bayılırdım, babam dövdüğü için. Bayılmadığım gecelerde ise uyumazdım çünkü korkardım annemi dövmesinden. Korkudan yıldızları sayardım, babam hep üç yüz altıncı yıldızda gelirdi. Uyuyorsam tokat atar uyandırır ben bayılana kadar döverdi. Uyumuyorsam yine bayılana kadar döverdi. İkisi için de kendince haklı sebepleri vardı. “Sevmiyorum.” dedim kısaca.

 

“Neden?” sesi merakla geliyordu. Gözlerimi gökyüzünden ayırmadım. Mirza üç yüz yedinci yıldızda gelmişti. Babam beni dövdükten hemen sonraki yıldızda.

 

“Bir şeyleri sevmemek için nedene ihtiyaç duymazsın. Öylesine sevmiyorsundur.” diye mırıldandım. Oysa vardı bir insanın bir şeyi sevmemek için nedenleri.

 

“Hiçbir insan bir şeyi öylesine sevmemezlik yapmaz. Mutlaka bir nedeni vardır.” vardı. Ama bilmesine gerek yoktu.

 

“Bazı şeyler sebepsizdir.” dedim sessizce. Sebepsiz değildi, sevmemek için birçok sebebim vardı.

 

“Peki neyi seviyorsun?”

 

Düşündüm. Bu hayatta neyi seviyordum? Sevdiğim bir şey yoktu. Olmazsa yaşayamayacağım hiçbir şey yoktu çünkü benim zaten hiçbir zaman hiçbir şeyim olmamıştı. Bir canım vardı ve ben canımı bile çoğu zaman sevmemiştim çünkü seversem babam onu da alırdı.

 

Bir keresinde dokuz yaşındayken öğretmen okula gelmemişti. O zamanlar okulda güvenlik yoktu ve ben o anı fırsat bilerek çantamı alıp okuldan çıkmıştım.

 

Okulun yanında küçük bir alış veriş merkezi vardı ve ben hep o koca binayı merak ederdim. Koşa koşa oraya gitmiş, güvenliğin garip bakışlarına rağmen beni içeri almasını sabırla beklemiştim. Sonrasında hızlı adımlarla yürürken gördüğüm en ufak şeyde mağazaların camlarına bakmaya başlamıştım.

 

Kıyafet mağazalarının camlarından görünen kıyafetlere bakarken gözlerim heyecanla büyümüştü. Bir mağazadan içeri girdiğimde etraftaki rengarenk kıyafetler benim için cennetti.

 

Alacak beş kuruş param yoktu, biliyordum ancak yine de bakmak hoşuma gidiyordu.

 

Kıyafetlere bakıp iç çektikten sonra yürüyen merdivenlere yaklaşıp üstüne bastım, ilk an korkmuştum. Yapan insanları görünce korkmak yerine ilk basamağa basmıştım.

 

Oyuncak satan bir mağazanın önüne geldiğimde gözlerim direkt olarak üstteki büyük tek boynuzlu ata takılmıştı. Mağazaya girip o rafın önünde oturmuş ve biri beni uyarana kadar o oyuncağı izlemiştim.

 

 

Bir görevli gelip beni uyarmıştı, ona oyuncağı istediğimi ssöylediğimde uzanıp bana vermişti.

 

Heyecanla oyuncağa sarılmıştım. Gözlerimi kapatıp kendi etrafımda dönmüş ve mutluluktan ağlamaya başlamıştım. Hiçbir zaman benim olmayacaktı, biliyordum ama ona dokunmak bile iyi hissettirmişti.

 

Mağazadaki görevliler hiç param olmadığını ve annemin yanımda olmadığını öğrendiğinde oyuncağı zorla elimden almaya çalışmıştı. Ağlayarak oyuncağa sıkıca sarılırken çığlıklar atıyordum, oyuncağı bırakamazdım. Ona sahip olmamışken onu bırakamazdım.

 

Sonrasında hiç tanımadığım bir kadın yanıma gelmiş, olayı kaşlarını çatarak izlemiş ve, “Ah kızım burada mıydın?” diyerek boyuma yetişmek için hafifçe eğilmişti. Görevli kadın oyuncağı bırakmış şaşkınlıkla bize dönmüştü.

 

Sonrasında o kadın annem olduğunu söyleyerek görevlileri ikna etmiş, oyuncağı bana hediye almış ve karnımı doyurmuştu.

 

Kim olduğunu bilmiyordum ama I gün çok mutlu olmuştum. Ta ki eve gidene kadar. Eve gidince babam oyuncağımı görmüştü. Beni dövmüş ardından oyuncağımı parçalara ayırarak yakmıştı. Benim çığlıklarımı, ağlamalarımı kendimi dövmemi umursamadan yapmıştı.

 

“Elmas?” Mirza omzuma dokunduğunda irkilip kendime geldim.

 

“Efendim?” dedim yüzümü kurularken. Ağlamaktan nefret ediyordum.

 

“Neden ağlıyorsun?”

 

Cevap vermedim. Ne diyebilirdim ki? Geçmişimin yaraları her geçen gün daha çok kanıyor, diyemezdim.

 

“Beni neden kurtardınız Mirza?” diye sordum bu anın en uygun vakit olduğunu düşünürken. “Baban hiç tanımadığı bir kızı nasıl evine aldı? Nasıl gelini yapmayı istedi? Ve sen Mirza, sen nasıl bir anda kapına gelen bir kadınla evlenmeyi kabul ettin? Nasıl her şey normalmiş gibi yaşamına devam ediyorsun ve bana aşık olacağını söyleyebiliyorsun?”

 

Mirza derin bir nefes aldı. “Ben de bu anı bekliyordum.” dedi sessizce.

 

Yüzümü ona çevirip gergin yüzüne baktım. “E anlat o zaman.”

 

Mirza derin bir nefes alıp kollarını iki yana açtı ve kendini koltuğa bıraktı. Gözlerini gökyüzüne kaldırıp, “Mantıksal açıdan bir açıklaması olmadığının farkındayım Elmas ama,” diyerek kendini açıklamaya başladı. “Babam başarılı bir kuyumcu, Türkiyenin on dört şehrinde şubesi var. Seni getirdiği gün de Antalya'daki şubede bir sıkıntı çıkmış, ona bakmaya gitmiş. Seni almak ya da babanı görmek gibi bir amacı yokmuş ama her ne olduysa bir anda size gelmeye karar vermiş.”

 

Kaşlarımı çattım. “Babam ve baban nereden tanışıyor ki? Bambaşka şehirlerde bambaşka hayatlar yaşıyorlar.”

 

Mirza göz ucuyla bana baktı. “Ailen hakkında hiçbir şey bilmiyorsun değil mi?” diye sordu ama yargılamıyordu. Sadece soruydu.

 

Kafamı iki yana salladım. “Babamla hiçbir zaman insan gibi oturup sohbet etmedim. Ailesi ve kendisi hakkında soru sorduğumda-” devamını getirmedim. Gözlerimi kaçırıp havuza baktım. Söyleyemezdim, ben bayılana kadar beni dövüyor diyemezdim.

 

“Liseye kadar aynı sınıfta okudular. Lisede baban sayısal seçmiş, bilmiyorsun sanırım ama baban matematikte çok iyiymiş. Babamsa eşit ağırlık seçmiş. Ayrı sınıfta olmalarına rağmen hâlâ yakın arkadaş olmaya devam etmişler. Babam kariyer odaklı bir insandı hep, hâlâ da öyle. O zamanlar da akademik kariyer peşinde koşuyormuş. Babansa şu içkisi sigarası eksik olmayan serserilerdenmiş.”

 

Dudaklarımı ısırdım. Şaşırmamıştım.

 

“Üzgünüm ama babamın anlattığına göre baban şerefsiz bir insanmış. Lisede kızlarla birlikte olup onları terk ediyormuş. En sonunda birlikte olduğu kızlardan biri hamile kalmış, baban hamile olduğu için kızı döverek çocuğu düşürmüş. Kız da sonrasında hastanelik olmuş, aileler duyunca kızın ailesi babandan şikayetçi olmuş. Babam da o sıralar böyle bir insanla arkadaş olamayacağını söyleyip babanı yapayalnız bırakmış. Babanın babası yani deden, bu kadar ileri gittiği için babana sağlam bir dayak atmış ve babanı evlatlıktan reddetmiş.”

 

Gözlerimi büyütüp Mirza'ya baktım. Demek bu yüzden dedemden bahsetmekten hoşlanmıyordu. Kendi yaptığı karaktersizlik yüzünden dedemi suçluyor, ona küfürler yağdırıyordu. “Sonra ne oldu?”

 

Mirza derin bir nefes aldı. “Baban soluğu dedemin evinin önünde almış. Babam babanla görüşmek bile istememiş ve ona tamamen sırtını dönmüş. Baban o gece büyük bir yemin etmiş ama babam onun ne olduğunu söylemedi. Sonra baban sanırım Antalya’ya gitmiş. Orada neler yaşandığını bilmiyorum ama babam kendi işini kurup babasından aldığı zenginliğe zenginlik katarken baban sahte bir kimlik çıkarmış ve babamı dolandırmış.”

 

“Ne?” dedim şaşkınlıkla.

 

“Babamın büyük miktarda parasını çalmış sonra hepsiyle kumar oynamış ve bazılarında kazanmış. Babamın alnının akıyla kazandığı paraların hepsini haram yoldan katlamış sonra da annenle tanışmış. Annenle ilk tanıştıklarında baban düzgün biriymiş, babamı dolandırdıktan sonra kendine bir hayat kurmak aklına gelmiş.” dudaklarını ıslatırken doğruldu ve sırtını arka tarafa yaslayıp bir dizini kırarak kendine doğru çekti.

 

“Baban ne yapmış?”

 

“Babam yıllar sonra onun parasını çalanın eski dostu olduğunu öğrenip onu suçüstü yakalamış. Onun parasıyla alınan her şeyi haciz memurlarıyla birlikte geri almış. O zamanlarda annem bana, annen sana hamileymiş.”

 

Benim doğumum babamı bozmuştu. Belki benle alakalı değildi ama ben doğmadan haram yoldan da olsa mutlulardı. Suçluluk hissi beni ele geçirirken gözlerimi yeniden kaçırdım.

 

“Babama ait olan her şeyi babam geri almış ama annenin sana hamile olduğunu bilmiyormuş. Bilse seni o hayata mahkum etmezdi Elmas, kendini kötü hissediyor bu konuda.” dedi Mirza sesine bir merhamet tınısı yerleşirken.

 

“Olan oldu artık. Yapacak bir şey yok.” diyerek konuyu kapattım. Kendini kötü hissetmesi yaşadığım hayatı değiştirmiyordu. Yalnızca benim daha kötü hissetmeme neden oluyordu.

 

“Sen doğana kadar baban sürekli babama tehdit mesajları yollamaya başlamış, benim doğduğum gün hastaneye kadar gelip bana neşter tutarken bir fotoğraf çekmiş. Babam o fotoğraftan sonra kafayı yemiş ve babanı polise şikayet edip elinde kalan her şeyi, tabiri caizse bu kez donuna kadar her şeyi almış.”

 

Adam ne yaptıysa haklıymış, dedi iç sesim. Yeni doğan oğluna bile bulaşmış.

 

“Abartmış. Bu kadarı da insanlığa sığmaz artık.” diyerek yorumumu belirttim.

 

“Sonrasında ne yaşandı bilmiyorum ama babama bir daha tehdit mesajı gelmedi. Sadece bir gün bir özür mektubu geldi, yaptığı her şey için özür dilediğini ve borcunu ödemek istediğini yazmış baban. Babam istemediğini söyledi, kendi hayatını kurduğunu ve artık ondan tamamen kurtulmak istediğini. Baban da kabul etti ve olay kapandı.”

 

“Beni aldığı yer? O kısım boş kaldı zihnimde?” diyerek asıl konuşmak istediğim yere geldim.

 

“Baban borcunu konuşmak için adresi yazmış son mektubunun altında. Babam Antalya’dayken babanın neler yaptığını ve neden ondan özür dilediğini merak edip evinize gitmiş. Amacı borç ayağına yaşadığı hayata bakmakmış. Sonra işte seni görmüş, yaşını tahmini olarak hesaplamış. Kendini kötü hissettiği için seni beraberinde getirmiş.”

 

Kaşlarımı olabildiğince çattım. “O halde neden babama hâlâ milyonlar döküyor?”

 

“İleride babana karşı kullanmak için. Babanı hapse attırmayı hedefliyor. Seni buraya getirirken benimle evlendirmeyi düşünmesi de babanın üstünde hak iddia edememesi içindi. Babamın nufüsündasın, sana bir şey yapmak istese bile yapamaz çünkü babam izin vermez.”

 

“Peki sen? Sen neden kabul ettin?”

 

Mirza anlattıkları boyunca ilk defa sustu. Söyleyeceği her neyse bunu yutuyordu. Dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini benim gözlerimin derinine çevirdi, babasının aynısı olan gözlerinde derin bir hüzün vardı. “Ölme diye.” dedi tek nefeste. “Seni ilk gördüğümde korku filmlerindeki şu beyaz elbiseli korkunç karakter gibiydin. Baban geri dönseydin seni öldürürdü Elmas ve ben bir insanın ölümüne sebep olmak istemedim.”

 

^^^

 

Instagram diaryofanas

Loading...
0%