Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. İLK İYİLEŞME

@diaryofanas

bu bölüme şarkı bulamadım 🥲

 

 

 

Yaşadığım şaşkınlıkla kaşlarımı çattığımda Mete, “Elmas bu kim? Neden dövecek gibi bakıyorsun?” diye sordu.

 

Kafamı sallayıp kendime geldiğimde, “Hiç. Hiç bebeğim. Biriyle karıştırmışım.” dedim.

 

Dağhan beni hatırlıyor muydu bilmiyordum ancak ona kendimi hatırlatma gibi bir amacım yoktu. “Bana teşekkür etmenize gerek yok Dağhan Bey, yeğeniniz kriz anında ne yapılması gerektiğini bilebilecek kadar bilinçli. Çok güzel büyütmüşsünüz bugüne kadar.”

 

Uzay göz devirdiğinde Mete kaşlarını çatıp ona baktı. Dağhan Bey tek elini ensesine atıp kaşırken gözlerini kaçırdı. “Yine de size teşekkür amaçlı bir kahve ısmarlamak isterim, bu isteğimi kırmazsınız değil mi?”

 

Bu adam bana yürüyor muydu? Her seferinde mutlaka bir şeyler yiyip içmeyi teklif edıyordu. Yüzümü buruşturmamak için büyük bir çaba sarf ederken kafamı iki yana salladım. “Çok isterdim ama inanın bana hiç vaktim yok. Çocukları eve götürüp yıkamam gerek çok terlediler.”

 

Mihrimah kucağımda kıpraşıp kaşlarını çattıktan sonra uzanıp tek elini sol göğsümün üstüne, kalbimin attığı yere yerleştirdi. Gözlerim yüzüne bakarken gözleri kapalıydı. Huzursuz hissetmişti. “Çocuklar sizin mi?” dedi Dağhan Bey.

 

Dudaklarımı aralayıp hayır diyecekken Mete uzanıp koluma yapıştı. “Evet annemiz. Ben ona anne demiyorum sadece.” dedi.

 

Akıllı bıdık, diye düşünürken gülümsedim. “Evet anneleriyim.”

 

“Yalan söyleme!” diye bağırdı Uzay. Bağırışının etkisiyle Mihrimah irkildi. “Az önce yeğenim dedin. Anneleri değilim dedin.”

 

Dağhan kaşlarını kaldırıp Uzay’a uyarıcı bakışlarını yollarken, “Öz anneleri olmayabilirim ama çocuklar beni çok seviyor Uzaycım. Yalan söylemedim yani.” diyerek kendimi açıkladım.

 

Bu çocuk neden bütün planlarımı bozmuştu?

 

Dağhan kafasını salladı. “Numaram sizde kalabilir, belki bir gün müsait olursanız bir kahve içebiliriz. Yalnızca kötü bir amacımın olmadığını sadece arkadaş olmak istediğimi belirtmek isterim. Yüzüme sapıkmışım gibi bakmanız hiç hoş değil de.”

 

Kendimi kötü hissetmeme neden olan cümleleri bittiğinde yutkundum. Uzay’ı yere bırakıp bebek arabasını ittirmeye başladığında, “Dağhan!” diye seslendim. Sonrasında sadece Dağhan demenin saygısızlık olacağına karar verip, “Bey.” diye ekledim.

 

Arkasını dönmeden omzunun üstünden bana bakarken gülümsedim. “Yakın bir vakitte ciddi anlamda boş zamanım yok yurt dışına çıkacağım ama geldikten sonra, yani hâlâ istiyor olursan bir kahve içebiliriz.”

 

Yüzünde küçük bir tebessüm oluştuğunda daha geniş gülümsedim. “Olur Elmas. Bana Bey deme lütfen, o kadar önemli bir insan değilim.”

 

Arkasını yeniden döndüğünde dudaklarımda gülümseme kaldığını hissedip hemen kafamı salladım. Biraz düşününce kötü bir insana benzemiyordu.

 

“Hiç sevmedim bu adamı. Zaten sen evlisin sana ne başka adamlardan Elmas değil mi? Dayıma söyleyeceğim bu adamu dövsün!” dedi Mete sinirle.

 

Şaşkınlıkla ona dönerken o sarıldığı kolumu bıraktı ve yüzüme kaşlarını çatarak baktı. “Onlar ne biçim sözler, denir mi öyle hiç? Evliyim diye erkek arkadaşım olamaz mı?”

 

Mete omuz silkti. “Dayım bana dedi ki erkek adamın karısının yanında erkek sinek bile uçamazmış. Kocası tek kocasına ait olmalıymış.” kafa karışıklığıyla yüzünü buruşturdu. “Karısı kocasına, yok kocası karısına, yok öyle değildi. Unuttum Elmas ya.”

 

İstemsiz olarak kıkırdadığımda telefonum çaldı. Cebimden çıkaramadan Mete uzanıp telefonumu çıkardı ve kim olduğuna bakmadan açtı. “Teyzoşum!” diyerek şakıdıktan sonra, “Hayvanat bahçesinin oradayız.” diye cevap verdi. “Burada.” kafasını sallayıp telefonu elime verdi. “Al seni istiyor.”

 

“Efendim Hazal?”

 

“Kuşum ben yoldayım. İsterseniz yol tarafına çıkın, arabayı bulamazsan ben gelip alayım sizi.” dedi.

 

Kucağımda uyuyan Mihrimah’a baktım. “Gelip sen alır mısın bizi? Mihrimah uyudu ve Mete’nin elini tutamıyorum.”

 

“Uyudu mu?” diye şaşkınlıkla sordu Hazal. Kaşlarımı çatıp dudaklarımı ıslattım.

 

“Hmhm uyudu, bir yarım saat falan oluyor uyuyalı da neden bu kadar şaşırdın?”

 

Kapının açılıp kapanma sesi geldiğinde Hazal’ın bizi almaya geldiğini anladım. “Küçük cadı kolay kolay uyumaz inat eder de ondan. Gülcan bile kafayı yiyor uyutana kadar, uyuduğunda da nefes aldırtmıyor evde.”

 

Gözlerimi büyütüp Mihrimah’a baktım, hiç de öyle bir zorluk yaşamamıştım. “Bana zorluk çıkarmadı.”

 

Hazal telefonu yüzüme kapattığında Mete yine, “Teyzoşum!” diye bağırdı ve koşarak Hazal’a sarıldı.

 

Hazal Mete’yi kucağına alıp etrafında döndü. “Aşkım.” yanağından öpüp derin bir oh çekti. Bize doğru gelirken gözlerini büyüttü. “Ay şaka gibi gerçekten uyumuş.”

 

Ayağa kalkarken belimde hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. “Eve gidelim artık hadi. Sıcak bir duş alıp dinlenmek istiyorum.”

 

Hazal beni onayladığında yavaş yavaş arabaya doğru yürümeye başladık. Mete bugün oynadığı oyunları ve tanıştığı çocukları anlatırken Mihrimah, “Anne.” diyerek kafasını iyice göğsüme yasladı. Kafamı eğip ona baktığımda dudaklarını meme emiyor gibi hareket ettirdi.

 

Gülümseyip saçlarından öptüm.

 

^^^ 

 

Eve gelince hayal ettiğim gibi sıcak bir duş almış ve üstümü giyinip saçlarımı bile kurutmadan kafamı koyup uyumuştum.

 

İki saat sonunda uyandığımda akşam yemeği saati gelmişti, yüzümü yıkayıp üstümü değiştirmeden aşağı indiğimde sofra yeni kuruluyordu.

 

“Anne!” Mete’nin yine bağıran sesini duyduğumda yavaş adımlarla salona geçtim. Gülcan’ın gözleri bana dönerken gülümsedi.

 

“Gümaydın uyuyan güzel.” esneyip koltuğa otururken gülümsemeye çalıştım.

 

“Günaydın ablam.” Mihrimah gülerek bana baktıktan sonra kendini oturduğu koltuktan aşağı attı ve paytak adımlarla yanıma geldi.

 

“Anne.” onu kucağıma aldığımda el çırptı, yüzüme bakarak bir şeyler anlatmaya başladı.

 

“Kızım seni neden annesi zannediyor Elmascım? Eve geldiğimde bana garip garip baktı. Anne diye ağlarken merdivenin başındaydı, yukarı yanına geliyordu.” dedi Gülcan. Mete telefonu almış oyun oynuyordu.

 

Şaşkınlıkla Gülcan’a çevirdim bakışlarımı. “Beni annesi mi sanıyor?”

 

Mihrimah tam o anda, “Anne.” diyerek yüzüme baktığında gözlerimi bu kez ona çevirdim. “Anne mi? Annen ben değilim ki bebeğim.”

 

Mihrimah yüzüme şaşkın şaşkın bakarken parmağıyla annesini gösterdi, sonra beni gösterdi ve yine, “Anne.” dedi. İkimize anne diyordu.

 

“Siz çocuk yapana kadar yeni kızınız hayırlı olsun güzelim.” diyerek güldü Gülcan.

 

“Ne çocuğu?” diyerek içeri girdi Mirza. Mete telefonu bırakıp anında ayaklanırken, “Dayo!” diye dayısına koştu.

 

“Aslanım.” diyerek kocaman sarıldı Mirza Mete’yi kucağına alırken. “Nasıldı gününüz? Elmas’la neler yaptınız?”

 

Geçip koltuğa otururken Mete’yi kucağına oturttu. “Kızım karına anne diyor. Hayırlı olsun kardeşim.”

 

Mirza Mihrimah’a döndüğünde bakışlarında öyle bir ifade vardı ki, Mihrimah korkarak bana sarıldı. Elimi sırtına yerleştirdiğimde, “Anne.” dedi. Başka bir kelime bildiğinden şüpheliydim zira herkese anne demesi normal değildi. “Öyle bakma kıza Mirza korkuyor.”

 

Mirza gözlerini Mihrimah’tan çektiğinde Mete, “Mirza biliyor musun bugün bi adam geldi yanımıza. Elmas’a kahve içirmek istiyormuş Elmas ona annemiz olduğunu söyledi ama adamın yanındaki çocuk Elmas’a yalancı dedi. Elmas adama dövecek gibi bakıyordu. Ben sinirlendim ama belli etmedim hemen gelip sana anlattım.” dedi hiç durmadan. Bu çocuk nasıl bu kadar uzun cümle kurmuştu?

 

Gülcan, artık bıkmış şekilde oğluna bakarken Mirza az önce Mihrimah’a attığı korkutucu bakışlarını bana atmaya başladı. Yüzüne baktığımda ne var dercesine kafamı salladım. “Oğlum kaç defa dedim sana ayaklı kamera olma diye. Gün içinde yaptığınız şeyler sen ve Elmas arasında kalır. Buraya gelip bana da, Mirza’ya da anlatman doğru değil.”

 

Mirza bana bakmaya devam ederken kaşlarını kaldırdı. “Evet Elmas, açıklama bekliyorum.”

 

Ben de kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakarken dudaklarımı ıslattım. “Ortada açıklama bekleyeceğin bir durum yok. Ufak bir yanlış anlaşılma oldu onu hallettik.”

 

“Yanlış anlaşılmayı kahve içerek mi hallediyorsunuz?” dedi Mirza ama sesi tehditkâr çıkmaya başlamıştı. Bakışları gittikçe korkutucu bir hâl alıyordu.

 

“Evet Mirza. Bir yanlış anlaşılma oldu ve özür maiyetinde kahve ısmarlamak istedi. Var mı başka sorun?”

 

“Hey gençler bir sakin olur musunuz? Ortada gerilecek bir durum yok.” dedi Gülcan aramızdaki soğuk rüzgarları fark edip.

 

Bakışlarımı Mirza’dan çekip Mihrimah’a çevirdim. “İzninizle ben odamıza gitmek istiyorum. Yemek de yemeyeceğim, aç değilim. Sizlere afiyet olsun.” Mihrimah’ı annesinin yanına bırakıp merdivenlere doğru yürürken Gülcan’ın Mirza’ya soru sorduğunu hissettim ancak umursamadım.

 

Odamıza geçip kapıyı arkamdan kapattıktan sonra yavaş adımlarla banyoya doğru ilerledim. Üstümü çıkarıp omzumu aynaya döndüm ve sırtımda oluşan morluğa baktım.

 

Bu kadar hassas olmam normal değildi, vücudum ufacık darbede morarıyordu. İçimi küçük bir endişe kaplarken kendimi sakinleştirmek için derin nefesler aldım. Bir an önce yemek yeme düzenimi oturtmam gerekiyordu ancak yemek istemiyordum. Fiziğim şu an güzeldi, yemek yersem kilo alabilirdim ve bunu istemiyordum. Hayatım boyunca korkutucu derecede zayıftım ancak bu beni artık üzmüyor aksine mutlu ediyordu.

 

Üstümü giyinip odaya geri geçtiğimde ne yapacağımı düşündüm. Yatağa oturup telefonumu elime aldım. Biraz film izlemekten zarar gelmezdi. Arama motorundan beni ağlatacak filmlerin isimleri konusunda yardım istemeye karar verdim ancak telefondan izlemek istemiyordum.

 

Mesaj sayfasına gidip Hazal’ın isminin üzerine tıkladım.

 

Hazal💗:

Hazal ya eğer lazım değilse bilgisayarını kullanabilir miyim? Film izlemek istiyorum ama telefondan izlemek keyifli değil 😔

 

Hazal💗:

Elbette alabilirsin. Odamda, yatağımın üstünde olması lazım. Eğer gece işin yoksa odama gel, birlikte bir film izleyelim 🤭

 

Hazal💗:

Bana ahlaksız teklifler yaptığını kocama söyleyeyim mi?

 

Hazal💗:

Kocan benim kardeşim bana bir şey yapmaz.

 

Hazal💗:

Bunu bir de kocama soralım istersen.

 

Hazal💗:

Üf iyi tamam be. Sus konuşmuyorum seninle.

 

Hazal’ın tatlılığına sırıtıp yataktan kalktım. Yavaş adımlarla odasına giderken aşağıdan konuşma sesleri geliyordu. Hazal neredeydi? Ben evde sanmıştım.

 

Hazal’ın odasına girip odasından bilgisayarını aldım ve kendi odamıza geçtim. Kayağa geri oturduğumda bütün film izleme hevesim kaçmıştı, canım izlemek istemiyordu.

 

Oflayarak ayağa kalktım, bilgisayarı Mirza'nın küçük masasına bırakıp geri yatağa oturdum.

 

Sıkılmıştım ama aşağı inmek istemiyordum. Mirza biraz fazla üstüme geliyordu, biz gerçekten evli değildik. Gerçekten evli olsaydık bile erkek arkadaşlarım olabilirdi ben özgür bir kadındım. Onun da kız çevresi vardı, illaki vardı ama ben konuşmuyordum çünkü o özgür bir adamdı. Parmağımdaki yüzük onu benim sahibim yapmıyordu.

 

Acaba boşanmalı mıydık? Oyunumuz başlı başına bir saçmalıktan ibaretken bu şekilde devam etmenin bir anlamı yoktu.

 

İçimden bir ses bunu hata olduğunu söylüyordu, beklemem gerektiğini. Kendimle çelişiyordum ve bu hiç hoş değildi.

 

Bu bir savaş değildi, aşk değildi, sevgi değildi. Bu zihnimin kendisiyle çelişkisiydi, atışmasıydı.

 

Ayağa kalkıp giyinme odasına geçtim ve ince bir çorabı ayaklarıma geçirdim. Hava birden soğumuştu.

 

Giyinme odasından çıkıp yatağa oturduğumda Mirza odanın kapısını açtı ve içeri girdi. Onunla konuşup konuşmamak arasında küçük bir tereddüt yaşasam da çocuk gibi uzatmanın anlamsız olduğuna karar verdim. Üstündeki takım elbiseye bakıp kaşlarımı çattım. “Çıkarken üstünde bu yoktu sanki.”

 

Mirza, makyaj aynasına yaklaşıp bileğindeki saati çıkardı. Ellerini kravatına götürürken bana baktı ve kaşlarını kaldırdı. “Hesap mı vereceğim?”

 

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Öyle mi anlamıştı? “Öyle değil sadece, boş versene Mirza.” Yorganın altına girip sırtımı onun yattığı yere doğru çevirdim. Yorganı yanağıma değecek kadar çekip gözlerimi kapattım.

 

Hayır üzülmedin Elmas. O senin 𝘥𝘶𝘺𝘨𝘶𝘴𝘢𝘭 anlamda hiçbir şeyin değil. Üzülmedin, üzülmemelisin. Üzülmemiştim. Sadece insanlık edip sormuştum, aramızdaki bağı biraz iyileştirmek istemiştim ancak o buna izin vermemişti. Kendi bilirdi.

 

Üzülmemiştim, gerçekten üzülmemiştim. İnsanlık eden de kabahat vardı. Onu düşünmemeli, aramızdaki bağ nasılsa bırakmalıydım.

 

Yan tarafın hafiften çöktüğünü hissettiğimde gözlerimi açmadım. “Özür dilerim yine kırdım seni ama yoruldum Elmas. Günüm çok yoğundu, oradan oraya koşturup durdum ve sen böyle sorgular gibi-”

 

Yüzüne bile bakmadan, “Boş versene Mirza. Kırılmadım önemi yok.” diyerek konuyu kapatmaya çalıştım.

 

Uykum vardı ve uyumak istiyordum. Çocuklar beni yormuştu. Uyumam gerekiyordu.

 

“Elmas ben,” arkamı dönüp gözlerimi araladım. Babasını aynısı olan karamelli gözleri bana üzgün bir şekilde bakıyordu.

 

“Sorun değil Mirza. Uyu, önemi yok.”

 

Mirza hiçbir şey demediğinde yeniden sırtımı ona döndüm ve gözlerimi kapattım.

 

^^^ 

 

“Niloş!” Mete koşarak Nilay’ın bacaklarına sarıldığında Nilay gülümsediğin ancak eğilip Mete’ye sarılamadı. Fazlasıyla zor bir hamilelik geçiriyordu ve en ufak hareket canını yakıyordu.

 

“Hoş geldin Metoşum.” Mete eniştesiyle birlikte sohbet ederken Nilay bize döndü. “Siz de hoş geldiniz canlarım.” hepimize teker teker sarılırken bana döndü. Kocaman sarıldı. Sıcak nefesi boynuma çarparken, “Sen benle mutfağa gelsene.” dedi.

 

Kaşlarımı çatarken elimi tuttu, herkes salona geçerken ben ve Nilay mutfağa geçtik. Neler olduğunu anlayamazken Nilay yüzüme bakıp sırıttı. “Neler olduğu hakkında herhangi bir fikrim yok ama çok güzelsiniz Elmas.” dedi. Yavaşça eğilip kapıya baktı ve ellerimi tuttu. “Bak Mirza zor bir çocuktur, ani sinir harpleri yaşayabilir, sana ona boyun eğ demiyorum. Onu alttan al da demiyorum sadece lütfen onu buna göre yargılama.” tekrar kapıya baktı ve adım sesleri geldiğinde, “Elmas şuradan tabakları da verir misin? Ben eğilemiyorum.” dedi.

 

Kaşlarımı çatmamak için büyük bir çaba verirken, “Ta-Tabi vereyim.” dedim. Aklım söylediklerine ve söyleyemediklerine gitmişti. Neden öyle demişti? Ne oluyordu?

 

“Niloş sen neden tek başına uğraşıyorsun ya? Biz ne güne duruyoruz?” Hazal hızlıca Nilay’a yaklaşıp elindeki sürahiyi aldı. Kafasını iki yana sallarken kendi kendine söyleniyordu. “Abla bak ya, biliyor bebeğin nazlı olduğunu hâlâ yoruyor kendini.”

 

Nilay bana bakıp gülümsedi, içeriden Nilay’ın eşinin sesi duyuldu. “Kendini yormuyordur geliniyle bir şey konuşuyordur rahat bırak ikisini.” Daha çok gülümsediğinde benim de dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu.

 

“Sanırım seni fazlasıyla iyi tanıyor.”

 

Nilay kafasını salladı. “Evet fazlasıyla iyi tanıyor, bazen bu canımı sıksa da çoğu zaman hoşuma gidiyor.”

 

“Herkesin hayalindeki evlilik sanırım bu.” tabakları Nilay’ın gösterdiği yerden indirirken omzuma dokundu. “Az önce lafım yarıda kaldı, söyleyeyim mi?” dedi.

 

Omzumun üzerinden yüzüne baktım. “Elbette söyle. Onu soracaktım zaten.”

 

Derin bir nefesi ciğerlerime doldurdu, ellerini koyu kumral saçlarında gezdirdi. “Evliliğinizin bir aşk evliliği olmadığının farkındayım. Belki bunu söylediğim için bana çok kızacaksın ama yine de söyleyeceğim.” kaşlarımı çattım. “Gençsiniz, sağlıklısınız, ileride ayrılır mısınız bilmiyorum ama mutlaka bir çocuk yapın. Evliliğini garantilemek Mirza’yı elinde tutmak vesaire için değil bunu tatman gerekiyor. Yaralısın, çocukluğun yaralı gözlerinden okunuyor ve seni iiyileştirecek olan bir çocuğa yeni bir hayat vermek. İsterseniz boşanın, isterseniz Başkalaroyla evlenin ama bir çocuk seni iyileştirecek.”

 

Yutkundum, dudaklarımı ıslatırken titrediklerini hissettim. “Peki diyelim yaptık,” mırıldanırken sesim titredi. Nilay’ın yeşili andıran gözleri yüzümü üzgün bir şekilde talan etti. “ayrılmamız çocuğa haksızlık olmaz mı? Kendimi iyileştireceğim diye ona büyük bir yara mı açayım?”

 

“Elbette haksızlık olurdu ama sizler medeni insanlarsınız. Kanlı bıçaklı bir ayrılık yaşayacağınızı sanmıyorum olamaz da zaten. Birbirinizden ayrılır yeri geldiğinde çocuğunuz için bir araya gelebilirsiniz.” dedi. Haklı mıydı?

 

“Ya birbirimize aşık olursak?” kalbim teklediğinde yeniden yutkundum. Bu korkuydu, ben korkuyordum. Mirza'ya aşık olmaktan delicesine korkuyordum. Aşık olup karşılık bulamazsam diye korkuyordum. Daha önce aşık olmamıştım, tek taraflı aşık olursam ne kadar gurursuz bir kadına dönüşebileceğim hakkında bir fikrim yoktu. Korkuyordum.

 

“Birbirinize aşık olmaktan güzel bir duygu var mı Elmas? Birbirinize aşık olursanız hayatınızı yaşarsınız. Birbirinize izin verin, birbirinizi tanımak ve belki aşık olmak için.” gülümseyip arkasını dönerek çatal ve bıçakları götürdü.

 

Elimdeki tabakları salona götürürken aklım söylediklerinde takılı kalmıştı. Olabilir miydi? Bana aşık olabilir miydi? Çocuk fikrini benimsememiştim, yapmayacaktım ancak birbirimizi tanımamız gerekiyordu.

 

Tabakları masaya dizerken kafamdaki sesler etraftaki bütün seslerin uğultuya dönüşmesine neden oluyordu.

 

Ben anne olamazdım, korkardım. Mirza babam gibiyse? Ben annem olmaz ondan boşanırdım biliyordum ama çocuğuma böyle bir travma bırakamazdım. Birisi ona elini kaldırdığında kendini saklasın istemiyordum, kimse ona elini kaldırmasın istiyordum. Tabii anne olursam.

 

Korkuyordum. Çok korkuyordum ama dünyaya bir can getirmenin ne demek olduğunu bilmek istiyordum. Babamın dediği gibi doğan çocuk bir lanet miydi? Anneminki gibi pişmanlık mıydı bir çocuğa hayat vermek? Annem pişman değildi, öyle söylüyordu ama gözlerindeki ifade hiçbir zaman onu söylemiyordu.

 

Anne olmayı istiyordum ama anne olmak istemiyordum. Kafa doluluğuyla elimdeki tabağı yere düşürdüğümde etraftaki sesler bir anda kesildi.

 

Gözlerimi kapatıp hafifçe geriye çekilirken ayağımın üstüne düşen tabağa baktım. “Elmas iyi misin? Ayağın kanıyor dur pansuman yapalım.” Nilay’ın eşi ayağa kalkarken Gülcan yanıma yaklaşıp eğildi ve cam parçalarını toplamaya başladı.

 

Hazal telaşla yanıma gelirken Mirza koltukta yana kaydı. Çocuklar sessiz bir şekilde olanı biteni izliyordu. “Kuzum kıyamam sana. Gel otur kocanın yanına, doktor bey pansuman yapsın şimdi sana.”

 

Mirza'nın yanına oturduğumda ayağımda hissettiğim sızıyla yutkundum. Doktor Bey geri geldiğinde elinde bir ilk yardım çantası vardı. Yanıma yaklaşıp önümde eğildi, ayağımdaki çorabı çıkardı ve yüzünü buruşturdu. “Cam ayağına girmiş. Ciddi bir şey gibi durmuyor ama bir süre ayakkabı giymen canını yakacak.”

 

Mirza yanıma iyice yaklaşıp elimi tuttu, diğer elini sırtıma yaklaştırıp vücudumu kendi vücuduna yaklaştırdı. “Bakma ayağına. Bakarsan acır.”

 

Gözlerimi kapatıp kafamı omzuna yasladım. Burnum nefes boşluğuna denk geldiğinde dudaklarımı ıslattım. Hoş ama mideme şu an ağır gelen kokusu ciğerlerime dolduğunda ayağımda bir yanma hissettim. İstemsiz bir şekilde Mirza'nın elini sıkarken, “Ben kan kokusunun, kan gölünün içinde büyüdüm Mirza. Bu görüntü canımı yakmaz.”

 

Mirza'nın elimi tutan eli sıkılaştı. Kafasını yana çevirip saçlarımı öptü. Kalbim nu hareketle hızlanırken gözlerimi daha sıkı kapattım. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken yoğun meyve kokusunu yeniden hissettim.

 

Her şey iyi güzeldi de hep böyle ilerleyecek miydi? Ayağıma cam battığı için canımın yanmasından korkan adam, hep böyle bir adam mı olacaktı? Her şey çelişkiliydi ve bu beni ürkütüyordu.

 

“Çok bir şeyiniz yok gelin hanım. Ufak bir sıyrık, bir krem sürdüm eve giderken sana veririm izi geçene kadar sürersin. Geçmiş olsun.” ayağa kalktığında Mirza'nın omzundan kafamı kaldırıp ona baktım.

 

“Teşekkür ederim. Her şey için.” doktordu ancak doktorluğu bırakıp asıl sevdiği mesleğe aşçılığa yönelmişti. Kendi restoranları vardı, üstelik birkaç şehirde şubesi bile vardı.

 

“Rıfat rica etsem tepsiyi fırından çıkarır mısın? Mirza kalk sen de tencereyi getir. Hazal sen salatayı getir. Gülcan abla sen de bardakları getirir misin?” Nilay herkese iş verip yanıma oturduktan sonra gülümsedi. “İyi misin gelin kız?”

 

Yüzümü ona çevirip gülümsedim. “İyiyim canım. Bunlar ufak şeyler benim için.”

 

“Az önce dediklerim kafanı karıştırdı biliyorum ama lütfen bu kadar takılma. Eğer bir gün Mirza'nın gözlerinde ki ışık olmak yerine gözlerinin yaşı olduğunu hissedersen ayrılmaktan çekinme.” ellerimi tutup parmaklarımdaki yüzükleri okşadı. “Bu yüzükler sizi birbirinize tutsak etmesin. Sen Mirza'nın esiri olma. Bu hayat senin cennetin olsun esaretin değil.”

 

Gözlerim dolduğunda mutfaktan sesler gelmeye başladı. Herkes yavaş yavaş içeri girmeye başlarken Mihrimah bana baktı. “Anne a.” dedi. Parmaklarını içe doğru kapatıp açarak kendisini kucağıma almamı istediğini belirtti. Gülümseyip yavaşça ayağa kalktım ve karşı koltukta oturan Mihrimah’ı kucağıma aldım. “Elmas ayağın çok acıyor mu?”

 

Mete merakla bana döndüğünde masada benim için ayrıldığını düşündüğüm yere oturdum. “Yok bebeğim acımıyor. Geçecekmiş zaten hemen.” Nilay geçip masanın başındaki Dandalyeue oturduğumda herkes yavaş yavaş yemeğine başlamıştı. Rıfat herkese yaptığı yemekleri servis ederken Mirza geçip yanıma oturdu. Mihrimah’ı tek bacağıma oturtup Rıfat’ın önüme bıraktığı çorbadan bir kaşık aldım. Sıcak olduğu için biraz üfleyip Mihrimah’ın dudaklarına yaklaştırdım. Dudaklarını aralayıp içince gülümsedim.

 

“Elmas ver bana istersen Mihrimah’ı. Rahat yemek ye.” Gülcan ayağa kalkarken onu durdurdum. “Otursun rahatsız etmiyor. Ben yetişirim ikimize de.”

 

Bir süre emin olamayarak yüzüme baktı. Sonra el mahkum yerine oturdu ve Mete’nin yemek yemesine yardım etmeye başladı.

 

“Demek yarın balayına çıkıyorsunuz ha?” dedi Rıfat abi. Yaptığı yemekten bir çatal ağzına attı.

 

Mirza boğazını temizlerken ben Mihrimah’a yemek yedirmeye devam ediyordum. “Evet abi. Zaten evlendiğimizden beri doğru düzgün vakit geçiremedik. Bütün Aralık ayını yurt dışında geçirip yeni yılı Ukrayna’da geçirmeyi planlıyorum.”

 

“Çocuk yapacak mısınız? Ona göre patik örmeye başlayacağım.” dedi Hazal.

 

“Ne çocuğu ya?” diye çıkıştım. Ani çıkışım Mihrimah’ı ürkütmüştü.

 

“Balayına niye gidiyorsunuz çocuk yapmayacaksanız?”

 

Mirza dudaklarını ısırırken ben utançtan yerin dibine giriyordum. Neden hep bu konuyu açıyorlardı? Her yeni evli çift çocuk sahibi olmak zorunda mıydı?

 

“Gitmeyin kızın üstüne. Hazır olunca elbet anne-baba olmayı düşünürler.” diyerek hakkımı savundu Nilay.

 

Sanırım ne olursa olsun en çok Nilay’ı sevmiştim. Gülcan fazla ağır başlıydı. Hazal fazla hiperaktifti. Nilay ikisinin ortasıydı.

 

“Pasaport vize falan onları hallettiniz mi?” Mirza olumlu anlamda kafasını salladı.

 

“Babam Elmas’ın geldiği gün hem kimliğini yeniledi, hem pasaportu olsun vizesi olsun her şeyi halletti.”

 

Masada yeniden bir sessizlik olurken Mihrimah, “Anne ı-ıh.” diyerek kendini kucağımdan aşağı bıraktı.

 

Sanırım Mihrimah gereğinden fazla sevimli bir çocuktu.

 

°°°

 

Eve geldiğimiz gibi üstümü değiştirip yatağa geçmiştim. Fazlasıyla uykum vardı, bu aralar gereksiz bir şekilde çok yoruluyordum.

 

Mirza duş almak istediğini söylemişti. Yarın öğlen uçağımız vardı, nereye gideceğimizi bilmiyordum.

 

Mirza, duştan çıkıp üstünü giyinmiş bir şekilde odaya girdiğinde kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “Ben hiçbir şey hazırlamadım kendime.”

 

Mirza deodorant sıkıp vücut kremini eline sıktı. Parmaklarını boynuna değdirip kremi dağıttı. Boynunun pürüzsüzlüğünü izlerken yutkundum. Cildi fazla pürüzsüzdü, bir insana ait olamayacak kadar. “Ben de bir şey hazırlamadım. Çok önemli değil, yarın sabah erken uyandırırım seni.”

 

Onu izlerken bir nevi yakalandığım için utanıp kafamı yeniden yastığa yasladım. Mirza ışığı kapatıp yanıma yattığında yüzümü ona çevirdim. Karanlıkta görünmeyen gözlerine bakıp dudaklarımı ıslattım. “Nereye gideceğimizi söylemedin.”

 

Elini uzatıp yüzüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına attı. Gözlerim karanlığa alıştığında karamel rengi gözleri yüzümü talan ediyordu. Parmakları yanağıma dokunduğunda yutkunuşunun sesi odada yankı yaptı ya da ben öyle hissettim. Dudaklarını ıslatıp bana bakarken istemsiz bir şekilde dudaklarımı içeri doğru çektim. “Bir aşk merkezinden çok bir acının merkezi olan yere gideceğiz.”

 

Dudaklarımı dışarı doğru bıraktığımda parmakları yanağımı okşamayı bırakıp dudağımın üstüne yerleştirdi. İşaret parmağı nemlenen dudaklarımın üstünde gezindiğinde dudaklarımı araladım. Sıcak nefesim parmağına çarptığında kalbimin gümbürtülü bir şekilde attığını hissettim. Aldığım nefesler ciğerlerime ağır geliyordu, odadaki bütün oksijen çekiliyordu. “Kan kokmuyorsun masal prensesi, benim masalımda huzur kokuyorsun.”

 

Dudaklarımın kurduğunu hissederek Mirza'nın parmağını umursamadan dilimi dudaklarımda gezdirdim. Mirza'nın parmağı da yalamamdan nasibini alırken kasıldığını hissettim. “Hiçbir masal kan kokusuyla başlamaz.”

 

Konuşurken sıcak nefesim parmağına çarpmaya devam ediyordu, heyecanlanmaya başladığımı hissettiğimde yutkundum. “Gerçek hayat da bir masal olabilir.”

 

Elini dudaklarımın üstünden çekip çenemi okşadı. Dudağımın altındaki küçük boşluğa dokunduğunda dudaklarım aralandı. Bakışları aralanan dudaklarıma kaydığında gözlerini kapattı. Avuç içlerim terlemeye başladığında Mirza yatakta bana doğru yaklaştı. “Kendimle büyük bir savaş veriyorum. İki şekilde de kaybedeceğim biliyorum ama kendimle savaşmaktan da alıkoyamıyorum kendimi.”

 

Yavaş bir şekilde elini yüzümden çekip kafamın yanına yasladı. Diğer eli kafamın öbür yanına gittiğinde üstüme çıktı. Gözleri bu açıdan yüzüme bakarken karamel gözlerinde bugüne dek görmediğim bir ifade vardı. Saçları dağılmış alnına dökülürken uzanıp saçlarını alnından çektim. “Beni öpmek mi istiyorsun? Tam şu anda?”

 

Sesim kendimden beklemediğim bir şekilde kısık ve çatallı çıkarken Mirza'nın dudaklarını ıslattığını gördüm. Gözleri benim dudaklarıma kaydığında, “Seni sadece öpmeyi değil acılı ruhunu hissetmeyi istiyorum. Kan kokan geçmişini huzur kokan geleceğinle tanıştırmak istiyorum.”

 

Gözlerimi kapatıp ellerimin ikisini ensesine götürdüm, “Yap o zaman.” diye fısıldadım. Bunu istiyordum, şu an bunu istiyordum. Kasıklarımda hissettiğim alevler boğazıma dizildi. Boğazım yanıyordu, gözlerim yanıyordu, kasıklarım yanıyordu ve o bunu söndürmeliydi.

 

Dudaklarımın kenarında hissettiğim ılık ve nemli dudaklar heyecanımı arttırdığında içimdeki alevler büyüdü, sönmem gerekiyordu ben neden daha çok yanıyordum?

 

Üst dudağımın üstünden, sus çizgimden öptüğünde ensesindeki saçlarını çekiştirdim. Nihayet dudakları dudaklarımın üstünü bulduğunda nefesimi sesli bir şekilde verdim. İnlemeye benzer çıkan sesim onun daha sert bir şekilde dudaklarımı öpmesine neden olduğunda dudaklarımı araladım.

 

Alt dudağıma değen dişleri göğüs kafesimde atan kalbimin yerinden çıkmasına neden olurken dilimi uzatıp üst dudağında gezdirdim.

 

Daha önce kimseyi öpmemiştim, bu ilkti. İlk öpücüğümdü, ilk iyileşmemdi, ilk yara bandıydı ve belki de ilk yaramdı. Bilmiyordum ama iyi hissediyordum.

 

Dudakları dudaklarımın üstünden ayrıldığında nefesini yüzüme verdi. Vücudunu vücuduma iyice yaslarken sertliği bacaklarımın üstüne değiyordu. Ellerim ensesinden yanaklarına gittiğinde uzanıp boynumu öptü. Kokumu içine çektiğinde bacaklarımı aralayıp onun sertliğini daha çok hissetmeye çalıştım.

 

“Mirza.” derken sesim içime kaçmıştı, kaybolmuştu.

 

“Söyle masal prensesi. Söyle beni bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar mahvedebiliyorsun?” üstümden kalktığında kendini yanıma attı. Yana doğru dönüp yüzüne bakarken kalbimin titrediğini hissettim. Titriyordum, vücudumun her bir zerresi titriyordu.

 

“Bu gece,” yutkundum. “sarılır mısın bana uyurken? Korur musun beni geçmişimin karanlık hayaletlerinden?”

 

Kolunu kaldırıp göğsüne vurdu. Gülümsediğini hissederken yavaş hareketlerle göğsüne sokuldum. “Gel.”

 

Güzel kokusunu içime çekerken gözlerimi kapattım. Bugüne kadar uyuduğum en huzurlu uyku olabilirdi, ta ki kâbuslarım yeniden peşime düşene kadar.

 

*** 

 

Arkadaşlar normalde bu bölüm daha uzun olacaktı -yani bir 8-10 bin kelime arası- ama bir anda o kadar uzun yazmak ve sizi sıkmak istemedim.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyor, sizi seviyorum.

 

instagram diaryofanas

Loading...
0%