Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.YEŞİL CENNET

@diasarend

 

 

"Tanrı bağlamıştı tüm kalpleri ama belirtmemişti zaman dilimi,
Ya şimdi ya geçmiş, her halükarda bulurdu birbirlerini."


 

 

Mezuniyet balosu
Pazar Gecesi 01.42

Pazar akşamı olan mezuniyet balosundaydım. Bu sene mezun olan 12. Sınıfların balosuydu. Ben liseden çoktan mezun olmuştum ama kafamın biraz dağılmaya ihtiyacı vardı. Sessizliğin sükunetin de olan sokaklar adeta beni boğmuştu. Aklıma düşen mezuniyet balosuyla kendimi burada bulmuştum. Neredeyse son iki saattir bar kısmında öylece oturmuş etrafı izliyordum. Tabi ki de gizliden girmiştim. Aileler bile içeri alınmazken beni almaları saçma olurdu. Ama bu mekanı adım gibi bildiğimden çıkış kapısı dışında başka bir kapı olduğunu da biliyordum.

Her ne kadar bal kabağı gibi ortada da dursam kimsenin beni fark etmeyeceğini biliyordum.
Şampanyamı yudumlarken -evet öğrencilere sadece şampanya veriyorlardı- dans eden bedenlere bakıyordum. Şuan da bu kadar eğlenmeye ve mutlu olmaya ihtiyacım vardı. Zihnim son zamanlarda beni çok hırpalıyordu. Belki susarlar diye uyumaya çalışıyordum ama gördüğüm kabuslar bana hiç yardımcı olmuyordu.

Biraz hava alma ihtiyacıyla mekandan dışarı çıkmak için oturduğum yerden aşağı indim. Bardağı masanın üzerine koyup sakin adımlarla dans eden bedenlerin arasından geçmeye çalıştım. Zor bela da olsa bedenlerin arasından hızla sıyrılıp dışarı çıktım.

Kapıdan çıktığımda yüzüme çarpan soğuk rüzgarın esintisiyle biraz durdum. Esinti saçlarımın arasından geçip onları dalgalandırıyor, kendimi dünyadan soyutlanmış gibi hissetmemi sağlıyordu. Bizim mahallenin geleneği haline gelmiş olan sonbahar balolarını, etkinliklerini, eğlencelerini seviyordum. Ve hiç kimsede bu durumdan rahatsız değildi.

Göz kapaklarımı yavaşça araladım. Soyutlandığım yerden gerçek dünyaya geri döndüm. Karşı taraf ormanlık alandı, mekanın diğer kısmı mahalleye açılıyordu. Gözlerim biraz daha vuran rüzgarla kısılırken ormanlık alana bakıyordum. Önüme gelen saçlarımı omuzuma doğru ittim. Yeşil cennetten gelen temiz havayı içime çektim. Orman kokusuna bayılırdım. Hele ki yağmur sonrası toprak ananın bütün suları içine çekip, bize armağan ettiği o kokuyu daha çok severdim.

Gözlerim rüzgarla uyum içerisine girmiş yapraklarda dolaşıyordu. Tam o sıra yeşillerin arasında bir fener ışığı gördüm. Hemen kapanmıştı ama gördüğüme emindim. Kaşlarım çatılmıştı. Etrafa göz gezdirerek ışığı gördüğüm yöne doğru ilerledim. Hem etrafa bakıyordum hem de hızlı adımlarla ilerliyordum. Ormanlık alana yaklaştığım zaman kafamı çevirip arkamda bıraktığım ışıltılı mekana baktım. Elimdeki telefonun fenerini açıp açmamak arasında kaldım.

İçimden bir ses açmamam gerektiğini söylüyordu. Zaten ne işim vardı burada bilmiyordum. Geri dönmeyi düşündüğümde, dönemedim. Ayak bileklerime saki zincirler bağlanmıştı. Rüzgar sırtımdan sıyrılarak Yeşil Cennetin içine doğru süzüldü. Dallar adeta bana yol açmıştı. Ama bunlar saniyelik sürdü. Sanki biri beni davet ediyordu. Yeşillerin arasına girdiğimde etraf iyice sessizleşmişti. Rüzgarın sesi, gökyüzünün sesi her şey bir anda durmuştu. Sessizlik rahatsız edici cinstendi. Çalılıkların arasından geçerken biraz zorlanmıştım. Az önceki gibi kimse yolumu açmıyordu. Adımlarım az önceki gibi hızlı da değildi. Etraf karanlık olduğundan önümdeki su birikintisini görmemiştim. "Allah kahretsin!"

Bacağıma kadar gelmeyi nasıl başarmıştı? Eğilip bacağımdaki çamurlu suyu silmeye çalıştım. O an bir koşuşturma sesi duydum. Kafamı hızla kaldırdım. Bir elim telefonda, diğer elim bacağımda öylece kalmıştım. Saçlarımın bir kısmı yüzümü örtüyordu. Gözlerimi karanlığın içinde dolaştırdım.

Karanlığın içinde, onun efendilerini görmeyi beklemen saçmalık.

Bacağımla ilgilenmeyi bırakıp, sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladım. Bu karanlıkta gezmek delilikti resmen! Telefonumun fenerini yaktım ve önüme doğru tuttum. Sol tarafımdan hızla sıyrılan havayla yanımdaki ağaca yapıştım. Nefeslerim artık düzensizleşmişti. Göğüs kafesim alarm veriyordu. Gözlerim korkuyla etrafa bakıyordu ama nafile. Elimi göğsümün üstüne koydum. Sakinleşmeyi ümit ederek, biraz öyle durdum.

Rüzgar olduğunu düşünmek istedim ama tek bir yaprak bile hareket etmiyordu. Sadece sol tarafımdan geçen bir...havaydı.

Biraz da olsa kendime geldiğimde yaslandığım ağaçtan sırtımı çektim. Nereye gittiğimi ya da neden gittiğimi bilmiyordum. Elimdeki telefon feneri ve gökyüzündeki ay yolumu aydınlatıyordu. Ayın erişemediği yerlere ise fener erişiyordu. Işığı yerde tutuyordum. Sanırsam karşımda birini ışık altında görmekten korkuyordum. Gördüğüm şeylerin sadece kuru ve ıslak yapraklar olmasını diliyordum. Fenerin aydınlattığı yerlerde koyu bir sıvı gördüğümü sandım ama su birikintisi olduğuna inanmak istedim. Yanından geçerken, onun ne olduğunu biliyordum. Kendime yalan söylüyordum. Sesli bir şekilde yutkunmama neden olan bir çift ayakla olduğum yere çakılı kaldım. Feneri kaldırmaya cesaretim yoktu. Zaten buraya girme cesaretini nereden bulduğumu da bilmiyordum. Çıplak ayaklar ağaca yaslıydı. Bacaklarından aşağıya doğru yol çizmiş kanlar yere damlıyordu. Feneri yavaşça yukarı kaldırmaya başladım. Yeşil elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarından yine kanlar akıyordu. Feneri biraz daha kaldırdım. Belinden ve kollarından ağaca bağlanmıştı. Göğsü kanla kaplıydı. Hançerle yaralanmıştı. Hala göğsünde duran hançerde gözlerim gezindi. Semboller vardı ama şuan bir şeyleri anlamam mümkün değildi. Kim olduğuna bakmak için yavaşça yaklaştım. Her adımımda korkunun da benimle geldiğini hissediyordum ama belimde baskı varmış gibi oraya itiliyordum. Bir şey duygularımla oynuyor vermek istediğim tepkiyi veremiyordum. Feneri yüzüne tutmamla ağzımdan firar eden çığlığa mani olamadım. Prangaya vurulmuş ağzım aniden özgürlüğüne kavuşmuştu. Karşımdaki yüzün badem gözlerinden gözyaşlarıyla karışmış kanlar kurumuştu. Gözleri dehşetle açılmış adeta yalvarıyordu ama aynı zamanda korku vardı. Son nefesini vermeden önce hissettiği duygular üzerine yapışmıştı.

İrislerinin etrafını çevreleyen akların damarları kırmızıya boyanmıştı. Zihnimin beni yanılttığını düşünüyordum. Bu gerçek olmazdı. Hemen buradan gitmeliydim.

Feneri kapatıp son kalan gücümle koşmaya başladım. Hem koşuyor hem de böylesi bir vahşeti kim neden yapar diye düşünüyordum. Kızı tanımıyordum, ilk defa görmüştüm. Ve son defa olmuştu. Ormanlık alandan nasıl çıktığımı anlamamıştım ama bir şekilde çıkmıştım. Mekana bakmadan koşmayı kesmeyerek mahalleye girdim. Evin önüne gelince elbisemin cebindeki anahtarı çıkardım. Ellerim titriyordu. Nefes seslerim kulaklarıma geliyordu ama aynı zamanda nefesim kesilmiş gibi hissediyordum.

Ellerimin titremesinden kaynaklı doğru anahtarı bulmakta zorlanmıştım. Artık ışığım sokak lambası olmuştu. Doğru anahtarı bulunca kilide takmaya çalıştım. Çok ses çıkardığımın farkındaydım ama onu umursayacak durumda değildim. Kapıyı açınca hızlı adımlarla eve girdim. Anahtarı yere attım ve odama ilerledim. Odaya girince ardımdan kapıyı kapattım. Çıkarmayı unuttuğum ayakkabıları bir çırpıda çıkartıp, yatağın yanına savurdum. Odanın içi çamur ve leke şeklinde kanlarla kirlenmişti. Hemen yatağa geçip, özel bir numaradan polisi aradım. Özel numaradan aramak aklıma nasıl geldi bilmiyordum. Gözlerimin önüne gelen cansız bedenle, parmaklarımla gözlerimi ovdum. Çağrım cevaplandı, konuşmalarına müsaade etmedim.

"Yeşil Cennette dilek ağacına bağlı bir ceset var."
Aynı gece bütün mahalle ayağa kalkmıştı. Polisler cesedi bulmuştu ve balodaki öğrencilerden birine ait olduğunu söylemişlerdi. O gece balodaki ve mahalledeki herkes sorguya çekilmişti ama sonuç elde var sıfırdı. Beni asıl ürperten şey ise polislerle balonun olduğu mekanın güvenlik kameralarını izlemek olmuştu. Benim oturduğum yerde kimse yoktu. Kapıya baktığımda tek bir kişi dahi çıkmamıştı. Ben neredeydim? Biri beni adeta görüntülerden silmişti.

Polisler katili arama çalışmalarına devam etmişlerdi. Ama bulamamışlardı. Bir yıl sonunda dosya her zaman olduğu gibi alınan canla ve dışarıda rahat bir şekilde gezen katilin sadece bilinmiyor olarak kaldığı şekilde, çözülmemiş, masumların kanlarıyla kaplı ama tozlarla üstü örtülmüş raflarda yerini aldı.

Dosya sadece bir katilin işlediği cinayet değildi. Karanlıkta saklanmış iblislerin eseriydi.

 

 

Tam bir sene önce, karşımda bütün eşsizliğiyle duran Yeşil Cennette cinayet işlenmişti.

Hafızamdan asla silemediğim o hararetli geçen gece bende travma olmuştu. Ceset siyah bir torbadayken açtıklarında gördüğüm görüntü kalbime amansız bir ağrı sokmuştu. Devamlı olarak kabuslarla kalkıyordum.

Normal cinayet gibi de durmuyordu. Hırsla ve kinle yapılmış bir şeydi, emindim. Bir insanın canını almak bu kadar kolay mıydı gerçekten? Daha beş dakika öncesine kadar mezuniyetini kutlayan,hayalindeki üniversite hayatına ilk adımını atmadan önce arkadaşlarıyla gülüp eğlenen Yeliz Açık; Yeşil Cennette ölü bulunmuştu.

Öldürülen sadece Yeliz değildi; hayalleri, hedefleri, geleceğe dair umudunu asla yitirmeyişi, belki de saf bir aşkla çarpan kalbi de dilek ağacında sonsuzluğa kavuşmuştu.

Daha 18 olmasına iki ay vardı halbuki. Hayat değildi acımasız olan, içinde olan çürüklerdi.

Bu düşüncelerle tepede oturmuş Yeşil Cennete bakıyordum. Sonbahar mevsimine girmiştik ve haliyle hava da biraz esinti vardı. Bacaklarımı tepeden aşağı sarkıtmış, bedenimi de geriye doğru atarak uzanmıştım. Parmaklarımın arasında buraya gelirken yerde bulduğum köpek dişi vardı.

Dişi incelemeye o kadar dalmışım ki kafamın yanına atılan çantayla irkildim.

"Oha."

Çatılan kaşlarımla kafamı kaldırıp gelen kişiye baktım. Göktuğ. Tepemde durmuş öylece bana bakıyordu. Hafiften rüzgar olduğu için gözleri kısılmıştı.

"Okulu ekmişsiniz hanımefendi?"

Kafamı koyduğum yere yeniden uzandım. Gök da yanıma oturdu. Bir bacağını aşağı sarkıttı, öbürünü kendine doğru çekip dirseğini yasladı. Bakışlarını karşımızda kalan ormanlık alana çevirdi. Her zaman stres olduğunda yaptığı gibi dudaklarını kemiriyordu. Alt dudağında yer yer kırmızılıklar vardı.

"Kafam çok bulanık Gök'üm. Kabuslarım daha çok arttı, sanki bir şey olacakmış gibi."

Aynı zamanda elimdeki dişi çeviriyordum. Dişi çoktan atmam lazımdı ama zihnimi dağıtıyordu. Gök'ün gözleri elimdeki dişe değdi, kemikli parmaklarıyla dişi benim elimden aldı. İncelemeye başladı, bir yandan da bana söyleniyordu.

"Bana neden bundan bahsetmedin? Her şeyi söyleyebileceğini biliyorsun."

Yüzümün düştüğünü görünce konuyu değiştirdi. "Böyle yapmaya devam edersen antrenmanları daha çok ağırlaştırırım."

"Saçmalama zaten hayvan gibi çalıştırıyorsun."

Elindekini avuç içine alıp kapattı. Bana doğru döndü. Yine ciddi bir şekilde bakıyordu. Sevmiyordum bu bakışını. Benim sevgilime gülümsemek yakışıyordu.

Gözleri gözlerimin en derinine bakıyordu. Kaşları gerilmiş, çenesi kasılmıştı.
"Yaşanan o olaydan dolayı hepimiz yıprandık. Bir süre toparlanamadık. Zaten asla aklından çıkmasını beklemiyorum. Ama bunları düşünerek, kendine acı çektiriyorsun. Bir şekilde devam ediyor hayat. Maalesef ki tek dileğimiz böyle bir olayın tekrarlanmaması."

Söylediği cümleler zihnimde donmuş anıları tekrar canlandırdı. O gece o kadar kötü olmuştum ki, resmen kendimden geçene kadar ağlamıştım. Hayatta nefesi kesilen bir cana, haksız yere öldürülen bir genç kıza daha, işlenen ve asla sonu gelmeyen cinayetlere ağlamıştım.

"Beni ne pahasına olursa olsun koruyacağını biliyorum. Kendimi korumam için de beni çalıştırıyorsun." Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim.

"Merak etme bana bir şe-" sözümü kesmişti.

"Merak ederim."

"Sadece kendi kendime kuruntu yapıyorum. Ruhum bir gecede yaşlandı ve kamburlaştı. Bu kambur düzeleceğe benzemiyor. O yüzden salla gitsin." Dişi tutmayan eli ile elimi tuttu.

"O kamburu düzeltemezsek beraber bu şekilde yürürüz. Bunu sakın dert etme. Senin bir parçan eksikse, sanma ben tamım. Biz iki bedende tek ruhuz Tansu. Seninle bende eksilirim. En ufak kabusunda ya da tedirgin hissettiğinde bana geliyorsun."

"Ben hep buradayım." Kendi omzuna dokundu. "Bir tek sana geniş bu omuzlar. Ağlayacaksan, güleceksen, düşüneceksen burada yapacaksın güzelim. Bu omuzlar bir tek senin varlığınla güçleniyor."

Yeniden önüne döndü ama elini elimden çekmedi daha sıkı kavradı. Kendisinin varlığının bana ne denli güç verdiğini bilmiyordu. Daha fazla konu uzamasın diye şakaya vurmayı tercih ettim. Omzumla omzuna vurdum. Yüzüme hınzır bir sırıtış yayılmıştı. Kafasını çevirmeden gözleriyle huysuzca baktı.

"Sen nerden buluyorsun bu lafları he." Ellerimle yüzünü avuçlayıp yoğurmaya başladım.

"Ya sen beni çok mu seviyorsun?" Kafasını kollarımın arasına alıp göğsüme çektim. Bu sefer yüzümü tamamiyle kaplayan bir gülümseme vardı. Onun yeri de tam olarak burasıydı. Damarların çevrelediği kalbime güç, kalbimle soyutlaşmış yüreğime genişlik veriyordu.

Gök'ün güldüğünü duydum.
"Seni sevmiyorum. Sana hastayım."

Kafasını bıraktım ve ayağa kalkmak için omzuna tutundum. Üstümü başımı silkeledikten sonra karşısında durdum. Yüzüme ciddi bir ifade yerleştirdim. Eğilip ellerimle kafasını hafifçe kaldırdım. Alnına bir öpücük koydum. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Bir bebeğin şaşırdığında yüzünde oluşan ifade vardır. Ellerimi kafasından ayırmadan yüzümü geri çektim.

"Güzel sözlerinizden ötürü kalbimi biraz çalmış olabilirsiniz Prens'im." Düşünür gibi kafamı sağa eğdim. "Bu yüzden evlilik teklifi fikrinizi gözden geçirmeye karar kıldım."

Gök den gür bir kahkaha çıktı ve kafası geriye doğru düştü. Son sınıftık ve Gök evlilik düşüncesini ağzına sakı etmişti. Onun gülüşüne bakarken aynı zamanda yere attığı çantayı almıştım.

"Tansu sen ciddi misin?" Elini bana uzattı kaldırmam için. Beleşe antrenman yapıp çalıştırdığı için en ufak bir şeyde yükünü üstüme bindirmeye bayılırdı. Köpek herif!

" 'Tansu bak gel biz buna bir isim koyalım. Bu böyle nereye kadar? Gel benim karım ol kırmızı güller sereyim önüne. Daha fazla böyle sürünmeye ne lüzum var? Zaten üniversite de bitiyor işte.' " Kendime engel olamadan güldüm.

"Ne güzel konuşmuşum öyle." Yüzündeki sırıtmayla beni kolunun altına alıp, Yeşil Cenneti arkamızda bırakarak yürümeye başladık.

Omzumda olan elinin içine kendi elimi koydum. Parmaklarımın birbirine sarılmış gibiydi. Ağaçların yere serpiştirdiği yapraklar, her adım atışımızda eziliyordu. Bakışlarını elinde olan dişe indirdi. Baktı. Baktı.

"Boklu diş lan bu? Üstüne sıçılmış he bu kir değil, alma eline boklu bak."
Gözümün içine sokmaya çalıştığı dişi elimle geri ittim.

"Sensin boklu hıyar. Temizliyeceğim onu zaten. Ve bunu tek başıma yapmayacağım."
İşaret parmağımı göğsüne dokundurdum. "Seninle yapıcaz bu kutsal operasyonu."

Gözlerini dünyanın en aptal şeyini duymuş gibi açtı. "Yavrum kutsal operasyon boklu dişi temizlemek mi?"

Bakışlarım önümüzdeki yoldaydı. Bunu diyordu ama kendisi veterinerlik okuyordu. Bok hiç mi görmeyecekti. Tam ağzımı açmıştı ki omzumdaki elini dudaklarıma örttü.

"Biliyorum diyeceğin şeyi 'Koskoca veteriner adam olacaksın Gök bir boktan mı tiksineceksin?' "

Elini hala çekmemişti o yüzden evet anlamında kafamı sallayıp gözümü açıp kapattım. Kafasını ümitsizce sağa sola salladı. Elini de çekmişti.

Mahalleye giden yol çok uzak değildi ama çabuk bitmişti. Bizim soytarıların yanına gidiyorduk. İçinden geçtiğimiz çalılıklardan sonra Karayel mahallesi tam karşımızdaydı. Top oynayan çocukların yanından geçtik. Kapının önündeki merdivenlerde oturup, çiğdem çıtlayan teyzelerin yanından geçerken yerde duran poşetten bir avuç aldım. Teyzelere selam vererek yolumuza devam ettik. Elimi Gök'e doğru uzattım. Açtığı avucuna çiğdemden bıraktım.

"Kiz finduk faresu benum Deniz uşağimi gördün mi?"

Fadime teyzenin sesiyle kafamı yukarı kaldırdım. Balkonda durmuş kafasında arka başı yaptığı yazma ve elinden eksik etmediği oklavayla, üstü unlu bir şekilde aşağıya bakıyordu.

"Yok Fadime teyze bende birazdan görücem hayırlı uşağını."

Gök omzumu dürttü. Kısaca ona bakıp omuz silktim.

"Eyi tamam. Akşam gelun bize börek açayim şimdi, yeruz yaninda çayla."

"Tamam teyzem geliriz."

Fadime teyze kafasını sallayıp içeri girecekti ki yine seslendi,

"Göktuğ uşak o porsik süratliya söyle, Fadime eve gelince oni da ha böyle açacakmiş. Sen deyuver o anlar."

Biz de anladık Fadime teyzeciğim, emin ol. Gök tamam dedikten sonra, biraz daha yürümüştük ve eve varmıştık.

Bu ev bizimkilerle toplandığımız evdi. Kiracılar çıkınca Kayra ve Deniz'in ilk yaptığı iş burayı tutmak oldu. Dışı koyu yeşil ve bir balkonu olan tek katlı evdi. Gök zile bastı. Birkaç saniye sonra otomatik zilden İkra'nın sesi geldi.

"Kimsin. Ne diye rahatsızlık veriyorsun?"
Gıcıklığı yine üstündeydi.

"Benim Göktuğ."

"Eğer ki yanında Tansuyla gelmediysen boşuna bekleme. Çünkü almayacağım içeriye."

Bu sefer otomatik zile ben yanaştım ve konuştum. "İkra eğer ki sen biraz daha kapıyı açmazsan kendini dışarıda bulucaksın hayatım."

Gök gözlerini kısıp kafasını bana doğru çevirdi.

"Yavrum bunu yapmak için önce içeride olman lazım hm?"

Ona küçümseyici bir bakış attım. "İçeridekilerden rica etsem sorgulamadan yapacaklarını biliyorsun. Dünden razılar."
Başını eğerek gülüşünü saklamaya çalıştı. Birbirimizle takılmayı seviyorduk.

Kapını açılma sesiyle, çelik kapıyı ittirdim. Önden ben, arkadan Gök içeri girdik. Bir merdiven sonrasında evin kapısının önündeydik. Kapıyı açan Elif'di. Üzerindeki mor çiçekli elbiseyle ve yüzünden asla eksik etmediği gülümsemeyle bizi karşılamıştı.

"Kız bücür olmuşsun yine çiçek bahçesi."
Söylediğim şeyle seslice güldü. Gökle ikimizde önce ayakkabılarımızı çıkartmış, ardından içeri girmiştik. Yol boyunca Göktuğ'un acımadan taşıttığı, içinde eşek ölüsü olduğunu düşündüğüm çantayı portmantoya koydum. Gök içeri geçmeden arkasından omzuna dokundum. Dönüp bana baktı.

"Dişi versene çantaya koyayım."
Avucumu ona doğru uzattım. Yüzüme başta baktı. Sonra dişi cebinden çıkartıp bana verecekti ki durdu. Parmağını kaldırıp bekle işareti yapıp, mutfağa doğru ilerledi. Elim yanıma düştü. Sabırsızca peşinden gittim.
"Ya versene dişimi gıcıklık etme." Elini masadaki peçeteye uzatmıştı ki durdu, kafasını hafifçe bana çevirdi.

"Tansu çok ayıp. Karşında müstakbel kocan duruyor yavrum."

"O müstakbel kocama söyle o zaman dişimi versin." Dayanamayıp güldü. Peçeteyi alıp tam açtı ve içine dişi koydu.

"Azıcık bi dursan vereceğim zaten. Boklu olduğunu söylerken ciddiydim. Bünyen hassas mikrop kapma." Peçeteye sardığı dişi bana uzattı. Dişi alırken gülüyordum.

İnsanın sevdiğinin olması kadar güzel bir şey olamazdı galiba. Elin oğlu derlerdi ama aslından ondan fazlasıydı. Kaderlerimiz biz daha var olmadan önce yazılmış, ruh eşlerimiz zaten belirlenmişti. Sadece herkesin ruh eşini bulması farklı zamanlarda oluyordu. Bizimkisi ise annelerimizin yan yana doğum yaparak bizi dünyaya getirmeleriyle başlamıştı.

Gök'e doğru parmak uçlarımda yükselip, dudağının kenarına öpücük kondurdum. "Seni seviyorum he." Dedim yarım ağız.

Yüzüne bir sırıtış yayıldı. Eli saçıma gitti ve bir tutamını parmağına doladı.
"Bende seviyorum he."
Birbirimizin gözlerine sevgiyle bakıyorduk. Tam şuan zaman durabilir miydi?

"Allah izliyor Allah, bilesiin!" Ve Deniz anın içine sıçmıştı.

Bayık bakışlarla yönümü Deniz'e çevirdim. TV dizilerinden kaptığı replikleri gelip, bize satıyordu. Sırıtarak buzdolabına yöneldi. Buzdolabını fare gibi karıştırıyordu.
Gök koluma parmağıla dokundu. Başımı ona doğru çevirdim.

Deniz'in yanına gidip omzuna kolunu attı ve başını gizli bir şey söyler gibi eğdi.
"Dün eve gitmediğin için annenden oklava dayağı, benden de bizi böldüğün için dayak yiyeceksin." Kulağına yaklaştı. "Bilesiin."
Kendimi tutmadan güldüm hem de yüksek sesle. Gök Deniz'in omzuna vurdu. Yanımdan geçerken yanağımdan makas aldı.

Deniz durmuş buzdolabına bakıyordu. Tahminim annesinden yiyeceği dayağı düşünüyor yönündeydi. Ağzımdan gülmemek için çıkardığım sesle bana döndü. Kaşları çatılmıştı. Tam bir şey diyecekti ki izin vermedim.

"Kocamı duydun Deniz." Gülerken mutfaktan çıktım. İçerisi nadiren rastlanılan bir şekilde temizdi. Talya'm buradaydı. Aralarındaki tek temiz oydu çünkü.

Elif yere oturmuş her zamanki gibi boncuklarla uğraşıyordu. Yanındaki Gök ise eline aldığı boncuğu ipe geçirmeye çalışıyordu. Bu anı hemen çekmem gerekiyordu. Cebimdeki telefonu çıkartıp onların fotoğrafını çektim. Ruhları duymamıştı gerçekten. Elif inciği boncuğu seviyordu. Gök ise bir şeyle ilgilenmeye başladığında konsantre olur etrafı duymazdı.

Senin sesin hariç. Haksızlık etme şimdi. Doğruydu tek kelimemde kulakları kurt kulakları gibi dikelirdi. Bir şey dedik ya hemen abart. Benim kocamdı o tabi ki abartacaktım.

Asena yine tuvalinin karşısında yeteneğini konuşturuyordu. Yerdeki ıslak bezi almak için eğildiğinde beni gördü. Yüzünde tebessüm oluştu.

"Hoş geldin güzelim."

Gök'ü fark etmişti ama duymayacağını bildiğinden boş boş bakıp yeniden bana döndü. Elindeki ıslak bezle elini silerken, sandalyeden kalkmış bana doğru geliyordu. Gelip karşımda durdu aynı zamanda bizimkilerin uğraştığı boncuklara bakıyordu.

"Talya nerede?" İkra da buhar olmuştu galiba. Asena kafasını bana doğru çevirdi. Saçını yeni fark etmiştim. Sarı saçlarını tepesinde topuz yapmış ve onları fırçalarla sabitlemişti.

"Talya aşağıya indi birazdan gelir. Ödevi yetiştirmem gerekiyor ve etrafla pek ilgilenemedim. Bütün iş ona kaldı."

Şu sıralar ödevler artmıştı. Asena'nın yanağına öpücük kondurdum.
"Önemli değil gülüm. Sen biraz kafanı dağıt istersen."

Kafasını minnetle salladı ve ellerini yıkamak için lavaboya gitti. İkra neredeydi acaba? Eve girdiğimde tuvaletin ışığı açıktı belki de oradaydı.

Salonun ortasında mal gibi kaldığımı fark edince, hava almak smacıyla balkona çıkmayı düşündüm. Elif ve Gök'e son kez bakıp, balkon kapısına doğru yürüdüm. Sürgülü kapıyı sağa doğru çekerek açtım. Bastığım fayansın soğukluğuyla bedenim titredi. Temiz havayı içime çektim. Ama burnuma gelen sigara kokusuyla kafamı sola çevirdim. Kayra sandalyede yayılarak oturmuş, elinde sigarasını içiyordu. Bakışları gökyüzündeydi.

İlerleyip demirliklere dirseğimi yasladım. Balkonlarda oturmuş gazete okuyan, derin bir sohbet içerisinde olan çiftlere, sokakta koşuşturup top oynayan çocuklara mutlu bir şekilde baktım. Mahallesine aşık büyümüş bir çocuktum. Sadece ben değil Talya da öyleydi. Göktuğ aksimize üniversiteyi de bitirip gitmek istiyordu. Diğerleri de aynı şekilde.

"Baya mutlusun, yüzünden gülücükler eksik olmuyor."

Kayra'nın iğneleyici sözleriyle ona döndüm. Bakışları bu sefer bendeydi. Kaşlarım çatılmıştı. Karın ağrısını biliyordum, hepimiz biliyorduk.

"Sana mı sorucam gülerken?"

İki ay önce bana karşı duyguları olduğunu fark etmiştim. Bunu Göktuğ'ya söylediğimde Kayra'nın yüzünde parçalanmadık yer bırakmamıştı. Göktuğ'un sinirli tarafından korkuyordum. Başkalarına vereceği zarardan dolayı değil, ona zarar gelecek diye korkuyordum. Ama Kayra o kadar tuhaftı ki benden hoşlanan bir insan değil de nefret ettiği kişiymişim gibi davranıyordu. Beni sevmesindense böyle davranması daha makuldü.

"Sen kimseye bir şey sormazsın zaten Tansu. He tabi Göktuğ dışında."

Söylediği şeyler çok anlamsızdı.

"Sevdiğim o benim, Kayra. Kendine gel yoksa bu sefer Göktuğ değil ben yüzünü mahvedeceğim."

Ne istediğini bilmiyordum. Yaptığı şeyler ve söylediği şeyler bir değildi. Düşmanı gibi davranıyor ama laf sokarken de konuyu Gök'e getirip duruyordu. Gök Kayra'nın burada olduğunu bilmiyordu. Bilse beni bir saniye burada tutmazdı.

"Sakin ol Tansu. Olay çıkarmak gibi bir derdim yok sadece çocuklarla takılmaya geldim. Ve o tek kaşını indir istersen Talya ile ikiz gibisiniz. Yakında ikinizin de kaşı öyle kalacak."

Tek kaşımı kaldırdığımın farkında değildim. Alışkanlık olmuştu. Talya ile ikimiz devamlı olarak bu hareketi yapıyorduk. Bir şeyi incelerken, birini dinlerken, özellikle sinirliyken.

Sigarasını parmağıyla söndürüp çöp kutusuna attı ve yanımdan geçerek içeri girdi. Peşinden bende gittim.

Kayra salondan çıkacağı dakika Gök onu fark etmiş ve elindekileri bırakıp ayağa kalkmıştı. Az önce boncuklarla uğraşırken ki yüzünde olan tatlı, masum ifadesi yerine, resmen soğukkanlı bir celladın ifadesini almıştı.

Kayra, Gök'ün ayağa kalkmasıyla adımlarını durdurdu. İkra ve Deniz de içeriye gelmişlerdi. Elif hala yerde oturuyor ama onlara bakıyordu. Asena ise kapıda durmuş tedirginlikle ikisini izliyordu.

"Ne işin vardı lan Tansu'nun yanında! Ben sana, kafanı sike sike söylemedim mi yanına yaklaşmayacaksın diye."

Her kelimesinde biraz daha Kayra'ya yaklaşıyordu. Evin içi mi soğumuştu yoksa oluşan gerginlikten miydi bilmiyorum, ellerim buz kesmişti.

"Yalnız ben orada oturuyordum, sevgilin yanıma geldi birader."

Gök birader lafına daha çok sinirlendi ve aniden Kayra'nın yakasını kavradı. Hemen öne atıldım. Gök'ün elini tuttum ve bırakmasını söyledim. Onun ise bırakmaya pek niyeti yoktu. Deniz de gelmiş omzunda itekleyip uzaklaştırmaya çalışıyordu ama nafile Gök, kaskatı kesilmiş ve sağır olmuş bir şekilde sadece kilitlenmiş, Kayra'ya bakıyordu. Deniz boş bakışlarla karşılık verse de içindeki korku gözlerinden okunuyordu. Zamanında kardeşi olan adamın sinirlendiğinde nasıl soğukkanlı birine dönüştüğünü biliyordu.

"Göktuğ kardeşim tatsızlık çıkamasın da hadi." Bunu söyleyen Deniz'di.

"Laz haklı, tatsızlık çıkmasın."

"O tatsızlık seni rahatsız ettiyse ben o sik kafanı ağzımda kırtlatayım nasıl fikir?" Bunları gülerek söylemişti. Komikti sanki. Manyak herif.

"Göktuğ gerçekten bırak. Bir şey demedi zaten biliyorsun dese ağzının payını veririm."

"Göktuğ abi çok kötü bakıyorsun."

Elif kavga hiç sevmezdi. Korkup saklanırdı. Geçmişin bıraktığı izlerden biriydi. O yüzden kimse ona bir şey demedi.

Gök kafasını iyice Kayra'ya yaklaştırmıştı. Elinin sert tutuşunun biraz yumuşadığını, yumruk yaptığı elini bırakması için tuttuğumdan anlamıştım.

"Bana bak sabrım tükeniyor benim. Beynimde çanlar çalıyor böyle. Tek bir hatanda nefesini alırım senin. Anladın mı beni! Haksız yere işlenen bir cinayette olmaz he ne dersin?"

Sözleri hiçte yumuşak değildi.

Elimi elinin üstünden çekip Gök'ün yüzünü ellerimin arasına aldım. Bana bakmasını sağlamak için tırnaklarımı hafiften bastırdım. Bakışları bana sakince döndü ve gözlerimi görünce sakinleşti.

"Sakin ol demekten yoruldum artık. Dur artık tamam mı? Kendine ve bize zarar vermekten başka hiçbir şeye yaramayacak yaptıkların."

Elini tamamiyle çekti Kayra'nın üstünden. Rahat bir nefes verdim. Bakışları tekrar Kayra ya döndü. Ellerimi yüzünden indirdiğimde büyük bir nefretle Kayra'yı ittirdi. İlla bir şey yapacaktı!

Kayra tam masaya doğru düşeceği sıra nerden çıktığını anlamadığım Talya'nın üzerine düştü. Zamanlaman harika bebeğim. Kayra'nın tüm ağırlığı üstünde olan Talya'nın ağzından inleme sesi ve küfür çıktı. Kayra birinin üstüne düştüğünü fark ettiğinde yüzünde oluşan endişeyle hemen ayağa kalktı.

"Siklerini dürdüğümün erkekleri! Bokum çıktı burda!"

Kayra onu yerden kaldırmak için elini uzattı.

"Çok özür dilerim bilerek olmadı."

Uzatılan eli tuttu. Ayağa kalkarken belini tuttu ve inledi. "İkinizi de tebrik ediyorum." Diyerek Talya'nın yanına gittim ve beline baktım.

Kızlarda yanıma gelmişti. Elif ise açık olan balkon kapısını kapatmaya gitmişti.

"Talya gerçekten bilerek olmadı. Bilmiyordum orada olduğunu özür dilerim."

Ay Gök üzümlü kekim pek de yufka yürekliydi.(!)

"Tamam susun gerçekten belim sikildi. Sizin şu kavgalarınızın kredisi bize kesiliyor. O kredileri götünüze sokucam bir gün."

Belinin sağ kısmı morarmıştı. Düşerken masanın köşesine sürtünmüştü. Dokununca ağrıdığını bildiğimden dokunmadım.

"İkra krem getirsene." Kafasını sallayıp kremi almak için gitti.

Kayra hala mahcup bakışlarla Talya'ya bakıyordu. Asena gelen kremle tşörtü biraz kaldırdı. Kremi alıp kapağını açtım ve bir kısmını parmağıma sürüp kapakla İkra'ya uzattım.

"Kayra tamam bilerek yapmadığını biliyoruz. Üzülme sende." Dedi Asena.

Kayra kafasını salladı. Deniz ise elinde iki bardak suyla geldi. Birini Kayra'ya diğerini Talya'ya verdi.

Gök kanepeye oturmuş yüzünü sıvazlıyordu.
Ona baktığımı hissedince gözleri gözlerimi buldu.

Gök'e bakmayı bırakıp, Talya'nın tişörtünü aşağı indirdim. Yüzünü buruştuyordu. Gerçekten canı yanmıştı.

Geçen zaman diliminde Kayra, Elif'i eve bırakarak gitmişti. Talya'nın ağrısı biraz daha dinmişti. Gök'ün gözle görülür şekilde morali bozuktu. Dikkati dağılsın diye elime aldığım kitapla onun bacağına uzanmıştım. Saçlarımla oynamak bendense, Gök'ü rahatlatıyordu.

Aydınlık hava yerini kasvetli karanlığa bırakınca, kitabı kapattım. Önce Göktuğ'a baktım. Kafası kanepenin sırtına düşmüş, saatler önce deliye dönen o değilmiş gibi uyuyordu. Yavaşça dizlerinden kalktım. Kitabı yanıma bıraktım. Elim bu sefer saçlarıma gitti. Örmüştü. Sanki kalbimdeki kasırga yerini melteme bırakmış, çiçeklerin üzerinde gezen kelebeklerin kanatlarından çıkan ses ve kalbimin sesi birleşmiş serin bir melodi oluşturmuştu. Bazen kızgın bir boğaya dönüşse de, en nihayetinde pamuk ipliği gibi kalbi vardı.

Etrafta bakışlarımı gezdirince Talya'nın yüzüne krem sürdüğünü gördüm. İkra telefonuyla uğraşıyor, Deniz ise ortalıkta gözükmüyordu. Talya aynaya bakarak kremini yüzüne iyice yedirirken benimle konuşmaya başladı.

"Göktuğ'u uyandır bence birazdan çıkarız. Deniz eve geçti, çıkmadan 'hakkınızı helal edin merdane götüme girecek ama çıkmayacak gibi duruyor' dedi."

Kremle işini bitirmiş, dudağına ruj sürüyordu. Gloss dan nefret ederdi. Mat ruj kadınıydı Talya Kazlow.

Ben Gök'ü uyandırmaya yeltenirken, İkra da ayaklanmış dışarıda bekleyeceğini söyleyerek, salondan çıkmıştı.

Gök'ün dağılan saçlarını düzelttim. Uykudan dolayı açık ağzıdan nefes alış verişleri yüzüme vuruyordu. Uyurken kaşları asla çatılmazdı, gerçek anlamıyla melek gibiydi.

"Sevgilim kalk hadi Fadime teyzelere gidicez." Küçük bir homurtu çıkartıp kafasını çevirdi. Birkaç kez daha omzuna vurdum ama kalkmadı. Bu sefer omuzunu delercesine dürtmeye başladım. Dişlerimi sıkarak söyleniyordum.

"Balım normalde uykun ağır değil. Şuan mı derin uykun tuttu?"

"Bence yastık dene." Talya'nın önerisiyle yastığı alıp kafasına geçirdim. Ani yediği darbenin etkisiyle yerinden sıçradı.

"Siktir, noluyor?" Kolları hava da kalmış, kaşları çatılmış etrafına bakıyordu. İçerisinin karanlık olduğunu fark edince pencereden dışarıya baktı.

"Deniz doğuruyor Göktuğ. Hem de altı santim kalınlıkta bir merdane."

Talya aynasını çantasına koyarken kahkaha attı. Gök yüzünü ovuyor aynı zamanda söyleniyordu.

"Ne ara akşam oldu ya? Acıktım da biliyor musun?" Yalandan şaşkınlıkla baktım.
"E hayatım sen hep açsın." Talya oturduğu yerden ayaklandı, elindeki çantayı bana fırlattı. Make up time.

"Dışardayım ben güzelliğim fazla oyalanmayın." Uzaktan öpücük attım. Gök öpücüğü yok etmek ister gibi ellerini havada salladı.

"Karşımda neler yapıyorlar, ahlaksızlar."

"Sensin o puşt."

Araya girdim. "Bir de siz başlamayın." Makyajımı yapmak için banyoya gittim. Fazla makyaj yapan biri değildim. Fondöten kullanmazdım, kapatıcı yetiyordu. Kapatıcıyı mor süngerle yüzüme uyguladım. İşim bitince rimeli çıkardım. Kirpiklerime iyice yedirmeye başladım.

Aynaya yaklaşmış kirpiğime rimel sürerken, banyonun açık kapısından Gök göründü. Kendine gelmek için yüzünü yıkayacaktı sanırsam. Dibime kadar girdi. Musluğun tam önünde olduğumdan sağ kolumun altından geçip musluğu açtı. Şaşırarak ne yaptığına baktım.

"Kenara çekilebilirdim sevgilim."
Yüzüne su çarparken bir yandan bana cevap verdi.

"Böyle daha iyi balım. Hadi sen yap işini." Rimeli iki kere sürdüğümde işini bitirmiş kolumun altından çıkmıştı. Rimeli çantaya atarak ruju çıkardım. Aynadan Gök'ün diğer lavabo kısmına gittiğini gördüm.

"İşeyip geliyorum. Bensiz çıkma."

"Üf git işiyon mu sıçıyon mu ne yapıyorsan yap. Kızlar ağaç oldu aşağıda çabuk ol."

Beni hiç kale almadan içeri girdi. Sırf kızlar kök salsın diye çişini kaplumbağalara taşıtırdı. Ruju da sürdükten sonra glossu alıp iyice sürdüm. Dudaklarımı birbirine sürterek tam bulaşmasını sağladım. Makyaj çantasını alıp lavabonun önünden ayrıldım. çantasının içine attım ve çantayı da sırtıma attım. Okul çantası olduğundan ağırdı. Portmantoya yaslanıp saate baktım. Saat 19.56 idi.

Dakikalar içerisinde Gök çıkmıştı. Ellerini yıkayışını izledim. Asılı olan havluyla ellerini kuruladı. Lambayı kapatıp yanıma geldi. Gözleri dudaklarıma kaydı. Sırıtarak baktı. "Sanki sürdüğün olmamış baştan mı sürsen? Bir temizleyelim onu ne dersin?"

"Hayır derim."

"Ekip çalışması yapacaktık ama," birkaç adımda dibime girdi. "yine de sen bilirsin." Pislik.

"Düşündüm de olur, deneyelim bakalım. Zararlı çıkmayız ya."

Dudaklarıma doğru sokuldu. Dudağı dudağıma temas edince, çantanın sapını tutan elim gevşedi. Yumuşak bir dokunuş kondurmuş ama ayrılmamıştı. Üst dudağımı dudaklarına hapsetti. Dudaklarım dudaklarındayken derin bir soluk aldı.

Dudakları tekrar dudaklarımı buldu. Son kez sertçe öpücük bıraktı. Gözlerim büyülenmişçesine elalarına tutundu.

İrislerine daha derin bakarsam kaybolacağımı hissettim. Ama yabancısı olduğum yer değildi gözleri.

Açık olan kapıdan Talya'nın sitemli sesi geldi.
"Siz ikiniz bizi daha ne kadar bekletmeyi düşünüyorsunuz?"

Elleri belinde, tek kaşı kalkmış ve sinirli bir şekilde bize bakıyordu. Gerçekten çok oyalanmıştık haklılardı. Evden çıkmamız, aşağıya indiğimizde bir de İkra'nın sitemlerini dinleyerek, toplasanız bir on dakikada çıkabilmiştik.

Evlerin arasında fazla mesafe yoktu. O yüzden beş dakikada varmıştık. Şuan ise kanepelerde oturmuş kediye dönmüş Deniz'e bakıyorduk. Anlaşılan Fadime teyze sağlam dövmüştü. Fadime teyze Deniz'in öz annesi değildi. Yetimhaneden evlat edinmişlerdi. Geç yaş da edindikleri için de Fadime teyzenin yaşı şuan baya vardı. Yetimhanenin soğuk duvarlarında bulamadığı aile duygusunu, Fadime teyzelerde bulmuştu.

Hepimiz yan yana dizilmiştik. Burada olmayan sadece Elif ve Kayra'ydı. Elif büyük ihtimalle benim evimdeydi. Evde sadece kedim ve annem vardı. Babam vefat etmişti. Kayra ise biliyorsunuz işte. Aylar önce yaşanan kavga yüzünden bizimle fazla bir araya gelmiyordu.

"Kizlar hele gelun da el atun şu çaylara."

İkra, Asena, Talya ve ben hemen ayaklandık. Mutfağa geçtiğimizde Fadime teyze İkra'nın eline sofrayı verdi. İkra çıkınca biz üçümüz kalmıştık.

"Finduk sen gel ha buraya." Ocağın başında duruyordu. Yanında gittiğimde kafasıyla demlikleri işaret etti.

"Sen buları içeru taşi. Asena kiz sende börekleri tabaklara koy. Bölmişim ben zaten onlari. Mavili sende bardakları taşı bakalım."

Talya'ya mavili demesindeki neden saçlarının aralarında maviler olmasındandı. Demliği elime aldım ve kızlara kısaca bakıp, mutfaktan çıktım. Arkamdan Talya'nın geldiğini görmüştüm. İçeri girdim. Gök ve Deniz bir konu üzerine konuşuyor, İkra ise açık olan televizyonun fişini çekiyordu. Tek dizimin üstüne çöktüm ve demliği sofranın üzerine koyacağım sıra demlik altını getirmediğimi fark ettim. Gök'e seslendim.

"Gök bana mutfaktan demlik altını getirir misin?" Konuşurken bana dönmüştü. Gülümseyip ayağa kalktı. Yanımdan geçerken saçlarımı karıştırdı. Güldüm salaklığına. O giderken arkasından poposuna vurdum. Talya tepsiyi yanıma bırakıp boş olan koltuğa atlamıştı.

"Ee Tansu hanım bugün kimin eski rezilliklerinden bahsetsek?" Deniz'in aslında soru olmayan sorusuyla boş boş yüzüne baktım. O ise dönmüş İkra'ya bakarak gülüyordu.

"Bak ikinizi de gebertirim. Aklınızdan ne geçiyorsa çabuk silin." Gök altlığı getirip sofraya koymuştu. Elimdeki demliği üstüne koydum.

"Şu geleneksel eskileri anlatma olayını mı diyorlar?" Gök de yanıma bağdaş kurarak oturmuştu.

"Aynen ondan Göt. Sıradaki kurban Tansu galiba." Talya Göktuğ'a Göt derdi. Fark ettiğiniz üzere ben de Gök diyordum. Deniz bunu üzerine güldü. Ona döndük. Talya ne gülüyorsun der gibi kafasını salladı.

"Hayır tatlım bu sefer sende dahilsin o hikayeye."

Talya ağzından bir küfür mırıldandı. Fadime teyzede gelmişti. Asena börekleri getirmiş, herkes kendi tabağını alarak yere oturmuştu. Çayları da doldurduktan sonra herkese dağıtmıştım. Deniz tam havaya girmiş, sofrayı bacaklarına çekmişti.

"Gene kimun siçuşuni anlataysinuz?" Fadime teyze çayını hüpleterek içerken gözlerini açmış bize bakıyordu. Deniz keyifle gülmeye başladı.

"Baylar, bayanlar ve Fadime sultanım," Fadime teyzenin elini alıp nazikçe öptü. Pih diyerek elini ittirdi Fadime teyze. Deniz hiç bozuntuya vermeden hikayeye başladı.

"Şimdi iki hikaye anlatacağım. Birincisiyle başlıyorum. Hatırlıyor musunuz bu bizim Tansu küçükken çamurlarla oynamaya bayılırdı. Çamurdan evler, yemekler falan yapardı. Sandviç bile yapardı."

Gözlerimi kapattım iğrenç şey gözümün önüne gelmişti.

"Hayır ya." Bu arada bir yandan börekler ve çaylar yenmeye başlanmıştı. "Bu bize zorla çamurla sandviç yapar yedirmeye çalışırdı. Azıcık da olsa hepimiz çamur yedik bunu yüzünden."

Asena çayı ağzına götürürken duraksadı. "Evet bu arada çamur tadını biliyoruz sayende."

"Rica ederim canım." Yapmacık bir şekilde güldüm.

"Sonra bende sabır tükendi. Benim hep günahımı aldın ama asıl suçluyu öğreneceksin birazdan. Şu gördüğün şam şeytanı İkra benim yanıma geldi. Dedi ki 'Benim bir düşüncem var. Bencesi biz de buna ekmek arası yapalım. Ama çamurdan değil, boktan.' " Deyip gülmüştü.

"Düşüncem ne ya?" Asena gülmeye başlamıştı.

"IQ'su hep düşükmüş bunun ya. Cümle bile kuramıyor bencesi." İkra kaşları çattı. "Çocuğum be orda salaklar. Hem seni de biliyoruz Asena hanım. Kayra'ya sekiz yaşına kadar Kayak dedin." Kendimi tutamadan güldüm.

Gülerek Gök'e baktım. Biraz gerilmişti Kayra ismi geçince ama belli etmemeye çalışıyordu. Asena kızarmıştı. Bir böreği komple ağzına attı. Gök koluna vurdu.

"Kızım çıkar boğulucan şimdi. Bakma şu gevşeklere." Yanımda olan sehpada sürahi ve bir bardak vardı. Bardağa su doldurup, Asena'ya uzattım. Sinirli sinirli onu da içmeye çalıştı. Sinirliden çok komik gözüküyordu.

"Ya neyse sonra biz boktan ekmek arası yapıp götürdük buna. Bu arada içine toprak da koymuştuk sadece ucundan bir bok sürmüştük. Bir ısırık aldı sonra tadı çok güzelmiş dedi tam bir tane daha alırken," anlatırken ellerini kollarını da oynatıyordu. Duraksadı ve söze İkra girdi.

"Halkın kahramanı Göktuğ geldi ve elindekini alıp yere fırlattı. 'Bunlar sana şaka yapıyor Tan, içinde köpek boku var onun baksana.' Dedi."

Araya Gök girdi. "Tabi sonra onlara kızman gerekirken gelip bana vurdun. 'Neden yemeği yere attın pislik tadı güzeldi. Ayrıca yalan atma. Bok pis kokar kokusunu alırdım.' Bunları dedin ve bir gün benimle konuşmadın."

"Sonra Fadime teyze geldi dedi ki 'Ulan ben fişku yeyin derken ciddu değildum.'"

Bu noktada hepimiz gülmeye başladık. Ay komik değildi aslında. Bok yemiştim ben ciddili. Tabiki iğrenç bir şeydi bu, Allahtan çocuk aklıydı fazla saçmalamamışlardı da bir çimdik koymuşlardı.

Deniz gülmeyi biraz abartmıştı ve çayı sofraya dökmüştü.

"Fişku yiyesun sen. Sidik içesuce, beygir gibu gülersen olacaği buydi."

Talya kalkıp mutfaktan bir bez getirdi. Dökülen yere koydu. "Şimdi Talya hanımın hikayesine geçiyoruz." Sırıtarak Talya'ya baktı.

"Bence bugünlük bu kadar güldük yeter Denizciğim." O da yalandan gülümsemeyle Deniz'e bakıyordu.

"Yok yok yetmez. Daha güleceğimiz çok günler olacak." Boğazını temizledi ve çay bardağını bana uzattı. Bardağı alıp, çayı tazelerken Deniz de anlatmaya başlamıştı.

"Pek komik değil aslında sadece Talya'nın sinirini bozmak için anlatıcam. Şimdi bu Talya'nın bir tek amcası vardı biliyorsunuz vefat etti zaten. Mahallenin ortasında bir şey olmuştu. Tam olarak hatırlamıyorum ama sadece biz vardık. Bunun amcası vurdu Talya'ya. Yanağına her vurduğunda acıdı mı diye soruyordu. Bu da acımadı diyordu."

"Of aptalsın ya bunu niye o küçük beyninde tuttun ki?"

"Ya başta hafiften vuruyordu falan ama sonlara doğru biraz sert vurmaya başladı amcası. Gözleri kızardı bunun ama hala acımıyor diyordu. En sonunda dayanamadı ağladı ama asla acıdı demedi. O gündendir vallahi bu kıza saygım sonsuz ağlarken de öyle sessiz ağladı ki." Hayran olmuş bir şekilde anlatıyordu. Olay anında orada olduğumdan Deniz'in hiçte hayran baktığını söyleyemeyecektim.

"Ne saygısı lan. Her tokatta güldün. En son ağladığımda ise kahkaha attın, yerlerde yuvarlandın." Talya uzanıp kafasına bir tane yapıştırdı. Deniz bu darbeden kaçamadı çünkü Talya baya hızlıydı.

Biz onlara gülerken oda da bir horlama sesi duyuldu. Herkes sustu ve sese baktık.

Fadime teyze arkasında koltığa başını dayamış uyukluyordu.

"Yaşlı kadın dayanamadı çenene tabi. Kalk da kaldır ananı." Asena sessizce konuşurken, bir yandan bardakları topluyordu.

"Bulaşıkları halledelim ondan sonra çıkarız." Söylediğim şeyle kafalarını salladılar.

Biz kızlarla bulaşıkları hallettikten sonra içeri geçmiştik. Deniz Fadime teyzeyi yatağına götürmüş ve bizi yolculamaya gelmişti.

"Bakın yarın tatil, alışverişe çıkıcaz unutmayın." Hepsi beni onaylayınca Deniz'e iyi geceler deyip, evden ayrıldık. Önce sırasıyla kızları eve bıraktık. Talya, ben ve Gök yürüyorduk. Etraf sessizdi. Karanlık yol sanki sonu yokmuş gibi gözüküyordu. Talya'nın evinin önüne gelince adımlarımız durdu. Talya evde tek kalıyordu. Normalde her zaman dışarıda zamanını geçirirdi. Amcasının vefatından sonra evde daha çok vakit geçirir olmuştu.

"Gel desem de gelmeyeceksin o yüzden dikkat et kendine. Ana öğütleri vermek istemiyorum." Kendime çekip sarılmıştım. Anında sarılışıma karşılık verdi.

"Siz takılın birlikte. Evde kılıcım var biliyorsun. Anında Octavia'ya dönüşürüm. Huyum kurusun severim kavga dövüş."

Ayrıldık birbirimizden. Güldüm söylediklerine. Aşırı savaşçı bir ruhu vardı. Evde kendi kendine kılıç kullanıyordu.

"Hava soğudu güzelim hadi geç içeriye."

"Güzelin seni yer." Talya'nın bunu demesi üzerine Gök boğazını temizledi. Ona döndük. Biraz ilerimizde ellerini arkasında birleştirmişti. Etrafa bakınıyordu ve bir ayağıyla yerde ritim tutmuştu.

"Sabah horozu gibi başlamadan bu, gidin hadi." Birbirimize tekrar sarıldıktan sonra ayrıldık. Biz yolumuza devam ettik. Yol boyunca konuşmadık. O eliyle elimi kavramıştı ve öpücük kondurmuştu. Kapının önüne gelince anahtarla kapıyı açtı ve içeri girdik. Etraf karanlıktı ama eve aşina olduğumdan ilerleyip, hiçbir şeye çarpmadan ışığı yaktım. Etraf aydınlandığında gözüm ağrıdı.

"Biz bir operasyon yapacaktık sanki Prenses."

Koridordan sesi gelince yanına gittim. Portmantonun önünde durmuş ceketini asıyordu. Duvara yaslanıp onu süzdüm. Bakışları bana değdi.

"Pek meraklı gördüm sizi Gök bey. Halbuki öğlen o dişe tiksinerek bakıyordunuz."

Olduğu yerden ayrıldı ve yanıma gelip, aramızda az bir mesafe kalınca durdu. Benim gibi omzunu duvara yasladı.

"Seninle yapacağım her şey için hevesli olurum. İstersen bok bile temizlerim."

Ağzımdan minik bir gülme sesi çıktı. Elini saçlarıma getirdi ve kulağımın arkasına koydu. Alnını alnıma dayadı. Bakışlarımızla birbirimize tutunduk.

"Seni seviyorum Tansu."

İçim bir hoş olmuştu.

"Ben de seni seviyorum Gök."

Dudağına doğru yaklaştım. Derin bir öpücük bıraktım. Gök de kaybolmayı seviyordum. Biraz öyle kaldık. Dudaklarından ayrıldığımda, bu sefer o beni bırakmadı. Tek koluyla kendine bastırdı. Dudaklarıma yöneleceği zaman kafamı geriye doğru attım. O yaklaşmaya çalıştıkça ben biraz daha geriye gittim.

İkimizde gülmeye başladık. Fazla geriye gitmiştim galiba çünkü belim ağrımıştı. Kollarından sıyrılmaya çalıştığımda bana izin verdi. Gülerek dişin olduğu çantaya doğru gittim.

"Sen çok fena bir şey oldun bak. Evlenmeden olmaz diyorum, ne anlıyorsun azgın?"

Çantanın içinde peçeteye sarılı dişi bulduğumda, açık fermuarı kapattım. Bedenimi ona doğru döndürdüm. Kollarını masumca açmıştı.

"Kızım hiçbir şey yapmadım ki ben. Öptüm sadece," parmaklarını şıklattı. "ayrıca güzel yere değindin. Evlenelim ve bu can sıkıcı durum ortadan kalksın güzelim."

Gülerek yanına gittim. Elimle elini tutup lavaboya doğru peşimden sürükledim. Bizim odanın önünden geçtik. Ev çok büyük değildi ama hepimize yetiyordu. Kızlar bir odada, erkekler de bir odada yatınca tam oluyordu. Ama tabi bizim de bir odamız vardı. Tek sevgili bizdik, elbette bir oda bize ayrılmış olacaktı.

Odayı kapmak için asla çirkeflik yapmadım(!)

Lavabonun önüne geldiğimizde ışığı açtım. Dolabı karıştırıp içinden diş macunu, gargara suyunu çıkarttım. "Açılmamış diş fırçası vardı. Nerede o ya?"

Kendi kendime söylenip alttaki dolaplara baktım. Deterjanların arasında sıkışmış olan fırçayı çıkardım. Ayağa kalktığımda Gök dibimdeydi. Elimde fırçayla öyle kaldım. Dudaklarımı birbirine bastırıp, önümdeki malzemelere baktım.

"Umarım dişin içinden geçmeyiz." Gök de kafasını çevirmiş malzemelere bakıyordu. "Bir diş için temiz fırçayı kirlettiğine inanamıyorum. Sen yap ben izleyeyim nasıl?"

"Hayatım dişçi değilim ben. İki salak, üstündeki lekeleri çıkarmakla uğraşacağız işte."

Oflayarak ellerini lavabonun kenarlarına dayadı. Kafasını bana çevirdi. Şimdi ne yapacağız der gibi baktı. Açılmamış paketi açtım. Çöpünü lavabonun kenarına koydum.

"Şimdi önce üstündeki pislikleri temizle." Tepkisini görmek için yüzüne baktım. İhanete uğramış gibi bana bakıyordu.

"Ne? Noldu?"

"Ben o bokları hayatta temizlemem. Çok meraklıysan kendin temizle. Fırçalamaya ben yaparım." Kollarını göğsünde bağladı.

Diş fırçasını ona doğru doğrulttum.
"Ya sen değil miydin 'İstersen bok bile temizlerim' diyen?"

"Ya ben anın romantikliğinden dedim. Mecazen yani," sanırsam tek kaşım kalkmıştı çünkü bir tık tırsarak bakıyordu "öyle şey olsun diye, romantik."

"Romantik cümle kurmak için, bok mükemmel bir kelime."

İyice dibine girdim. "Aşağı dolapta eldiven var Gök." Sesimi ifadesiz çıkarmaya çalışmıştım çünkü gülmemek için zor duruyordum.

"Emredersiniz." Gözlerini gözlerimden çekmeden aşağıya eğilip eldivenleri aldı. Doğrulduğunda bana baktı. Damarlı ellerine beyaz eldivenleri geçirişini izledim. Bayılırım damarlı ele. O benim.

Tam oturmaları için parmaklarını birbirine geçirip sıktı.

"Havaya girdin sanırsam." Bu sefer kollarımı göğsümde ben bağladım. Kirpiklerinin altından bakış attı.

"Hayır, sadece seni her halimle etkilemeye çalışıyorum." Zaten etkiliyordun.

"He canım he. Al bakalım dişi." Dişi elime alıp ona uzattım. Yüzü iğrenç bir şeyi eline almış gibiydi. Elinde eldiven vardı ama halâ tiksiniyordu.

"Yemin ederim beni komple çamaşır suyuyla yıkamak zorunda kalacaksın." Musluğu eliyle açtıktan sonra dişi suya tuttu.

"Değil mi tam romantik ortam?" Gülerek konuşmuştum. Romantiklik anlayışımız çok iyiydi.

"Şu ortamdansa evet çamaşır suyuyla beni yıkaman daha romantik."

"Ay bu kadar titiz olma be. Gerçi titiz de değilsin. Odanı bok götürüyor."

"Doğru sen seversin boku." Duyduğum şeyle omzuna yapıştırdım. Kafasını eğerek benden kaçmaya çalıştı. Art arda tekrar vurdum.

"Pislik herif! Onu hatırlatma bana yoksa çok pis dayak yiyeceksin. Temizle dişi hadi."

Örgümü geriye atarak, tekrar temizlemeye başladığı dişe baktım. Kafasını bana taraf çevirmiş bakmamaya çalışıyordu. Yüzünü söylemek bile istemiyordum.

"Her an kusacak gibi duruyorsun."

"Çünkü her an kusabilirim." Suyun altındaki dişe baktım. Aslından diş sağlamdı. Üstünde tek tük lekeler vardı. Bütün kirin hepsi bokmuş. Allahtan fazla ellememişim dişi. Gök temizlendiğini görünce derin bir oh çekti. Suyu kapattı ve elindeki dişi lavaboya koydu. Aceleyle eldivenleri çıkarıp, diş fırçası ambalajının yanına attı.

Onun bu haline güldüm. Fırçayı alıp üstüne macun sıktım. Gök de suyu açmış ellerini yıkıyordu.

"Üf yemin ederim yediğim böreği çıkartacam."

"Abarttın sende he. Bitti işte işin."

Gözlerini devirdi. Havluyla ellerini kurutup, yaptığım şeye odaklandı. Diş zaten ıslaktı o yüzden fırçayı ıslatmadım. Fırçayı sertçe dişin üzerinde gezdirmeye başladım. Baya köpürmüştü. Her ayrıntısını yapana kadar fırçayla dişi temizledim. Göz ucuyla Gök'e baktım. Dirseğini lavabo kenarına yaslayıp eğilmiş. Elini de yanağına koymuş ellerimi takip ediyordu. Pozisyondan dolayı dudakları büzülmüştü. Çok tatlıydı.

Fırçayı kenara bıraktım. Dişi suyun önüne tutup duruladım. Ardından gargara suyunu alıp, kapağına döktüm. Dişin üstüne döktüm iyice yaydım. Bir an ne yapacağımı bilemedim.

"Su vursam mı tekrar?"

"Yani ben gargaradan sonra ağzımı suyla çalkalıyorum. Bence onu da suya vur."

"Doğru diyorsun." Suyu açıp, dişi yıkadım. Havaya kaldırdım. Gök de benimle birlikte Havaya bakmıştı. Diş parlayınca güldüm. "Kız yaptık he."

Sevinçle Gök'ün omzuna vurdum.

"En azından gönül rahatlığıyla elime alabileceğim." Dişi aşağıya indirdim.

"Daha işim bitmedi bununla." Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kaşları çatılmıştı. Hayır işimin ne olduğunu ona söylemeyecektim.

"Temizledik ya işte daha ne kaldı?"

"O da bende kalsın canım." Beni kolunun altına aldı.

"Sen öyle diyorsan güzelim."

En son bizde dişlerimizi fırçalayıp, lavabodan çıktık. Çıkmadan çöpleri elime almıştım bile. Gök'e çöpleri atıp geleceğimi söyledim. O bizim odamıza geçerken, ben çöpleri atmak için mutfağa girdim. Işığı açıp, tezgahta olan çöp kutusuna çöpü attım. Çıkarken mutfağın temizliğine bakıyordum. Işığı kapattım. Koridora gelince dış kapıyı kilitledim. Delikten baktım. Karanlıktı. Tek olsam şuan gerilmiştim ama içeride Göktuğ'un olduğunu bildiğimden rahattım.

Bizim odaya gelince Gök'ü yatakta pikenin altına girmiş bir şekilde beni beklediğini gördüm. Bir kolunu başının altına koyduğundan pazıları şişmişti. Diğer kolu benim için pikeyi hafifçe kaldırmıştı. Yüzündeki gülümseme bu sefer çapkınca değil, ait olduğu yerde mutluymuş gibiydi. Dişi masanın üzerine koyup, anneme ortak evde olduğuma dair mesaj attım. Telefonu masaya bırakıp, yanına gittim. Pikenin altına girince bana doğru kaydı. Bir kolunu başımın altına öbürünü belime sardı. Yüzüm ona dönüktü.

"İşte bunu çok seviyorum." Gözlerini kapatarak konuşmuştu. Yüzünde yanımdayken asla kaybetmediği gülümseme vardı.

"Neyi?" Sesim kısık çıkmıştı. Bende onun gibi gülüyordum. Gülümsemesi huzur ve güven veriyordu. Bu gülümsemeyi asla kaybetmemeliydi.

"Gün içerisinde mutlu da olsak gergin de olsak, gecenin bu sularında seninle birlikte hayallere dalmayı, kollarında küçük Gök'e dönmeyi seviyorum. Benim asla bırakmak istemediğim uyuşturucumsun Tansu. Anneni tutuklamak lazım, beni kızına bağımlı hale getirdiği için."

Sözleriyle gözlerim doldu. Ellerimle yüzüne tutundum.

"Yeşillerimi doldur diye söylemedim bunları güzelim."

"Yeşillerin dolmazsa ayıp ederlerdi."

"Kurban olurum sana." Saçlarımı okşayıp, alnıma öpücük kondurdu. Kafasını boynumda dağılmış olan saçlarıma gömdü. Biraz orada kalıp derin nefesler aldı. Ensesindeki kısa saçlarında elimi gezdirdim.

"Çok uykum var. Boynumda biraz daha öyle kalırsan uyuyacam."

Kafasını koyduğu yerden kaldırdı.
"O zaman benim gece manzaram olan o pozisyona geçelim." Beni diğer tarafıma doğru çevirdi. Artık sırtım onun göğsüyle temas ediyordu.

"Bu mu manzaran?" Gülüyordum bunu söylerken. Daha çok benim manzaram var gibi duruyordu. Karşımdaki boydan olan bir pencere vardı. Yarım açıktı ve rüzgarın esintisi içeriyi dolduruyordu. Ayın beyaz ışıkları ve yıldızların parıltısı etrafı aydınlatıyordu.

"Benim manzaram bu. Ayın ve yıldızların özellikle seni seçmiş gibi bütün ışıklarını sana bahşetmeleri, rüzgarın ben daha çok aşık olayım diye saçlarını yüzüme dağıtması. Eşsiz bir manzara."

Gözlerim yavaştan kapanmaya başlamıştı bile. Saçlarımla oynuyordu. Uykuyla uyanıklık arasındayken belimden sıkıca sarıldığını hissetmiştim. Sonrası derin bir uykuydu.

 

finito🤝

 

kelime hataları var şuan düzeltemiyorum, boş vaktimde halledeceğim

 

Sevgiler diasarend,,

Loading...
0%