Bilmem kaç saattir bulunduğum antrenman odasına sövmekle meşguldüm. Daha doğrusu, sen mi gerçek ismini açıklamak istersin antrenman odası, yoksa ben mi açıklayayım işkence odası? Gibi bir durumdaydım. Bıçak konusunda asla ıskalamazdım. Asla. Çünkü Gece bir bıçakla katledilmişti. O gün bugündür bıçak konusunda tek bir ıslam yoktu fakat silah konusunda aynı şeyi söyleyemeyecektim. Açlıktan ve uykusuzluktan ölecektim! Ve çenesini kıracağım eğitmenciğim hedefi on ikiden vurana kadar burada olacaksın, dediğinden delik deşik hedef tahtasına ve üzerime gelen duvarlara baygın bakışlar atıyordum. Dizlerim ve dirseklerim elimdeki ağırlaştıkça ağırlaşan metal parçasından daha fena durumdaydılar. Çünkü bu odada bulunmaya devam ettiğim her vakit düşmekteydim! Ayrıca kurban olduğum mükemmel ellerim asla hedefe getiremiyordu kurşunları.
Bir atış.
Bir ıska.
Bir atış.
Bir ıska.
Bir atış daha.
Duvardan seken ölüme teşebbüsten yargılanması gereken bir kurşun.
Hedefte olmayan tüm renkleri gizli sekmeden açmış gibi takır tukur indirmekteydim. Keyifle sırıttığını düşündüğüm ki zaten saatlerdir sırıtmak dışında halta yaramayan eğitmenime döndüm. Onu göremedim çünkü belimde hissettiğim hafif dokunuşla yerimden sıçramak suretiyle yere kapaklandım. Sızım sızım sızlayan dizlerimi ovuştururken yukarı baktım. Yakışıklı adamımız bana sırıtarak bakıyordu. "Hoşuna gitti galiba," diyerek yerden kalkacaktım ki bana uzatılan elle dönüp kaldım. Yıllardır abimin eline bile dokunmamıştım. O benimle dans etse de, işkence yapmak adına vurarken pis elleri benimle temas etse de, ayaklarımdan sürüklerken, saçlarımdan koparırcasına çekerken bana dokunsa da, ben ona hiç dokunamamıştım. Dokunan taraf hep oydu. Hep o olarak kalacaktı. Ben bilmezdim öyle kalkmayı. Bilmezdim kaldırmayı. Şimdi ayvanın patladığı yerde bulunuyorduk. Tek kelime etmeden donuk bakışlarımla ellerimi yere bastırarak kalktım. Şaşkınlıkla kaldırdığı kaşlarını geri indirdi. "Atışı salalım en iyisi. Yoksa silah kendini camdan atacak. Duruşunu düzelt, kendini kasma ve ellerini gevşet. Tek bir şans. İyi kullan." "Neden ya!" diye zıvanadan çıktım en sonunda. Gözlerimi elleriyle kapadı. Omurgalarımdan soğuk bir ürperti geçerken gözlerimi açmaya çalıştım. Ancak büyük sayılabilir elleri gözlerimi sıkıca kapatmıştı. "Ormandasın." "Değilim." gayet net bir cevaptı bence. "Hayal et," diye ofladı. Silahı elime tutuşturdu.
"Aç ayılar dişlerini göstererek sesle çıkarıyor. Çok korkunç. Elinle siper olmaya çalışsan da ayılar ısırık veya tırmalama gibi eylemlerde bulunuyor. Elinde silah. Tek hakkın var. Yedeğin yok." sakin tınısından nefret ettiğimi fark ettim. Kokusundan...kül gibi keskin kokusundan nefret ettiğimi. Büyük ellerinden. Siyah saçlarından. Nefret ediyordum. Babam gibi hissettiriyordu amansızca. Onu hep böyle hâyâl etmiştim. "Şarjör almışım yanıma," diye devam ettirdim yine burnumun dikine giderek.
"Almamışsın," dedi sakin tınısıyla.
"Aldım." dedim net bir ifadeyle.
"Unutmuşsundur." dedi huzursuzca.
"Doğru,Kesin unutmuşumdur ben," diye homurdandım. Kendimi unutma iç güdüsüne ve mükemmmel hafızama sahiptim.
Net unuttum ha.
"Pekâlâ, o halde atışını yap."
"Orada değilim." anlayamazdı ki.
Mükemmel ötesi hayal gücünle orada olmadığını savunduğunu nerden anlasın adam?
Sen bir sus! Kimin iç sesisin sen?
Keşke sen olmasaydın,
Neyse,sen şimdi izle, çok konuşuyorsun. Eserimi gör!
Ben senim zaten ama.. Sus!
"Ne?" dedi boşluğuna gelerek.
O hep boş.
Haklısın, iç ses. O bomboş.
"Aha! Ne dedim ben!" diye yükseldim.
Yani, keşke bir açıklama falan yapsaydık. Ama sen bilirsin yani,
Sana sus demiştim ya hani?
Evet,
Gayet ciddiydim.
Ellerini gözlerimden çekti.
"Ne dedin sen?" dedi.
"Anlamaz, dedim. Demedim mi?" sıyırdığımı söylemiş miydim?
"Demedin!" diye o da yükseldi.
Adam biraz, çok azcık haklı sanki?
Susma.
Ne?
Lütfen, yalvarıyorum susma, iç ses.
Neden? Ne oluyor?
Ters psikoloji deniyorum, akılsız! Sus deyince susmuyorsun, belki susarsın diye.
Akılsız dediğin şey de sensin ama.
Biliyorum. Susma!
Çıldırtıcı sakinliğimi öne sürerek omuzlarımı indirdim.
"Sen duymadıysan ben ne yapayım?" çıldırtıcı olmaya bayıldığımı söylemiş miydim?
"Çıldıracağım!" diye bağırdı. İyi.
Kabak hep bana patlıyor. Ne yaptım şimdi?
Masum masum göz kırpıştırdım.
"Ne oldu ki?" sonra aniden ben de yükseldim.
Benim kafama neden kabak patlıyor bu arada?
"Neden kabak?" afalladı.
"Ne?" dedi yine.
"Ben karnabahar severim. Neden kabak patlıyor başıma!" kafasına iki kez vurdum.
"Ne?" dedi yeniden.
"Asıl sen neyi anlamıyorsun be adam! Neden patlıcan patlamıyor benim kafama!"
Meseleyi anlayınca derin bir nefes verdi. Muhtemelen cidden kafayı yediğimi sanmıştı.
E, zaten yedim. Neyse, bu bilgiyi paylaşmamak en makulù.
"Tamam. Senin kafana karnabahar patlasın. Lütfen, atasözlerini ve deyimleri rahat bırak. Bizim için yap bunu."
Bana onları rahat bırakmam için yalvarıyordu? Hoş değildi.
"Neyse, at şu kurşunu! Yoksa kafama sıkacağım!"
Atmadım. Fırsat ayağıma gelmiş, çeviremem.
"Atsana?"
"Sıksana?" dedim ben de.
"Sefer, kardeşim buraya bir gelsene!"
"Neden sıkmadın ki kafana? Tüm keyfim kaçtı ha,"
"Sizi bana özenle mi attılar ya? Sefer!" ifadesi ağlamaklıydı. Çekilecek çile değildim.
"Sıkmıyorsun yani kafana?" diye son bir umut sordum.
"Kızım, sen manyak mısın?"
"Evet." cevabım gayet netti.
Fakat o esnada cama süzülen damlalar ilgimi çekti. Yağmur yağıyordu. Yağmur yağıyordu! "Benim dışarı çıkmam lazım!" diye heyecanla atıldım. "Sefer!" diye atıldı o da. Sefer kim? Abi, bi gelsene, kulağımdan kırmızı bir şey akıyor. "Sefer!" diye ben de atıldım. Şaşkınlıkla bana döndü. "Sana ne oluyor?" "Kulağım kanadı. Çığırmasana tepemde!" diye yükseldim. "Sefer, gel buraya abiciğim, lütfen?" şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştıracaktım ki yükseldi. "Yoksa sabaha kadar benimlesin!" iyi, en azından hala hödük. En sonunda Sefer denilen adam kapıda belirdi. Çelimsiz vücudu ve kıvırcık turuncu şaçlarıyla dikkat çekiciydi. "Efendik, abe?" "Neredesin lan sen?" ifadesi daha ılımlıydı. Muhtemelen aralarında abi/kardeş bağı gibi bir şey vardı. Benim asla sahip olamadığım gibi. "Kusura kalmayasın abi, Hare bırahmadı beni," Aren'in yüzünde anlamış bir ifade oluştu. "Anlaşıldı sebebi," diye mırıldandı. Sefer anında domatese döndü. "Abe, yoh yoh, yanlış anlamışındır sen. Bulaşık felan yardem ediyerdam öyle." şivesi bir garipti ve muhtemelen Doğu yöresinden geliyordu. "Tabii, tabii." "Neyse ne ben dışarı çıkıyorum." deyip yağmurda koşma hayalleri kurmaya başladım. İkinci adımımda kolumdan kavrayarak durdurdu. "Nereye çıkıyorsun acaba?" "Yağmura çıkıyorum. Ne var?" gayet netti. "Eğitimin bitmedi," dedi mükemmel bir sakinlikle. "Ben bittim!" diye bağırdım. "Pekâlâ, parkura geç." dedi emreder bir tonda. Kozumu ileri sürdüm. "Bana muhtaçsınız," dedim alayla sırıtırken. Kaşları anlamsızca çatıldı. "Senin olayın ne, Yunus Kız?" diye fısıldadı. "Bazı olaylar saklıdır." dedim sakince. "Sırlar saklanır, saklandıkça harlanır. Harlandıkça harcanır. Ve en sonunda,"dedi fısıldayarak. "Kül olur." kolumu bırakırken bir adım kadar geriledim. Ve tabii ki kendime takılıp yeri boyladım. "Bazı küller yeniden doğar," dedi ciddi bir ifadeyle bana yaklaşıp beni çekerken. "Bazıları ise küllerden doğar." ne edebiyatmış ya. Olmayan beynim yerinden çıkacak. "Sen ise yangınsın. Ne küllerin var ne de ateşin, alevle dans ediyorsun." dedi. "Anlayabileceğim türden yeniden alırsak?" dedim yine sakin olmaya çalışarak. İnsanların yorumlarına çok bile katlanmıştım. Geçmişimi bilmeyenler geleceğimi yönetmek istiyordu. Beklediği tepki bu değilmiş gibi omuz silkti ve yeniden yaklaştı. "Öylece yok oluyorsun." ucu açık bir ifadeyle özetlemişti. "Bir sırrım yok. Olsa da seni ilgilendirmez. Şuanda buradaysam bu seninle alakalı. Başka eğitimci kalmadı mı sence? Fazla özgüvenlisin. Dikkat et, kendini havalı sanan Asi Adam, ben kolay lokma değilim. Gerekirse tüm derini sökerek bunu ispatlayabilirim. Benim açımdan sorun yok fakat kaşınanı kaşır, kaçanı kovalamam." geçmişim geleceğim veya şimdim kimseyi ilgilendirmiyordu. Kendimi ifade etmeyi sevmeyen biri olarak tanımadığım bu gizemli adama güvenecek değildim. Kimse kusura bakmasın, ya da baksın, biri beni ayağının altına almak istiyorsa ben o ayağı kırmasını bilirdim. Dudakları memnuniyetle kıvrılırken gözleri parladı. "Şimdi, Yunus Kız, bakışlarındaki dalgalardan sıyrıldığına göre ve ben içindeki yangını harladığıma göre, sahne sırası senin." "Duygularım oyuncak değil. Öfke de bir duygu," dedim hızla. Ve çenesine yumruğu geçirdim. Alttan aldığı darbe ile başı yukarı kalktı. "Sahneden iniyorum. Umarım güzel bir gösteri olmuştur," diyerek hızla koşmaya başladım. Yağmuru kaçırırsam çenesini kırardım! Şaşkın bakışlar muhtemelen daha önce el kalkmamış patronlarında veya her neyse, geziniken ben kapıdan çıkmıştım bile. Bir kıza çarpınca yere selam göndermiş bulundum. Kız koyu kahve gözlerini bana dikmiş, bakıra çalan, uçları sarı, omuzlarından dökülen saçlarıyla bana bakıyordu. Ve bu kız ciddi oranda anneme tıpatıp benziyordu. Kalbimde büyüyen alevler biraz daha büyüdü ona bakınca. Bakışlarımı kaçırmadım yine de. "Dikkatli olsana," dedi sert bir sesle. "Yağmur hala yâğıyor mu?" dedim çocuksu ruhuma söverek. "Yâğıyor." dedi kız kafası karışmış halde. Arkasına uzun boylu bir adam geçerek omzunu dostane bir tavırla okşadı. "Galaksi," diye mırıldandı. "Bir sorun yoktur umarım?" dedi soru sorarcasına. Açık kahve saçları ıslaktı ve açık kahve gözleri etrafı tarıyordu. Galaksi beni süzerek ona odaklandı. "Bu kız kim?" diyerek adamın dikkatini tamamen bana çekti. Adam beni kısaca yeniden süzdü, ki bu ciddi anlamda rahatsız ediciydi. Ardından iki yanağında gamzesi belirecek kadar geniş gülümseyerek Galaksi'ye döndü. "Bu kız, Galaksi, senin ajandan." "Ajanda mı?" diye bir hayret nidası döküldü dudaklarımdan. Galaksi bıkkın bir nefes vererek "Ciddi mi bu?" diye ofladı. Adam da bana bakarak "Ajanda, tur rehberin oluyor. Mesela bu ay gelecek diğer kişi de senin ajandan olabilir. Fakat Galaksi, şuana kadar bunu hiç istememişti. Listeye adı yeni yazıldı. Sen de yeni geldin, bu yüzden ajandan Galaksi. Ayrıca, detay vermem gerekseydi, ajandanla iyi anlaşmanı önerirdim. Kesinlikle vakit geçireceksiniz.." "Ama sadece tur rehberi dediniz! O bana gezdirsin ve bir daha görüşmeyelim. Hepsi bu." lafa atlayarak adamı iki saniyelik şoka sürükledim. Toparlanınca omuz silkti. "Eğer ajanda isterse, eğitim rövanşlarına katılabilir. Ama.. isteyeceğini sanmıyorum." "Tabii ki de katılacağım." bu sefer şoka sürüklenen biz olmuştuk. Bu kız beni alt edeceğini mi sanıyordu? Çok fena yanılıyordu. Ama lafa değil icraata dökmeye karar verdim. "Memnuniyetle." dedim en yapay gülümsememi sunarak. "O halde, geziye başlayalım." dedi kısaca ve kolumdan sürüklemek suretiyle beni iteklemeye başladı. Arkamızda kalan adama aval aval baktığımı görünce yine derin bir nefes verdi. "Oktay. Adı Oktay." Oktay'la anlaşabilirdik. Ama garantisi yoktu ya. İki kat çıktığımızda yapraklarla süslenmiş bir kapıyı tıklattı. "Kim o?" yükselen cılız ve naif ses ile rahat bir nefes aldım. Bu kız kadar aksi değildir umarım. "Orman? Benim, Galaksi." "İstemediğimi söyledim!" diye bağırdı az önce tatlılığına aldandığım ses. Nazar deyince, ben. Galaksi gözlerini devirerek içeri daldı. Çünkü kızla aynı yerde kalan diğer kişi kapıyı aralayarak kaçmıştı. "Kaçma, Zaman!" diye bağırdı Orman. "Zaman, neredesin?" Galaksi şuana kadarki en tatlı tavrını ortaya koyarak muhtemelen çekingen olan kızı aramaya başladı. "Yine panikatağı mı tuttu acaba?" dedi korkuyla Orman. Aralarında her ne oldu, bilmiyordum fakat az önce Galaksi'ye karşı sergilediği tavır yerini saf korkuya bırakmıştı. Bakışlarımız kesişince aceleyle yerinden kalkarak beni kapıya doğru itti. "Zaman'ı sakinleştirelim, seninle konuşabiliriz, tamam mı? Kimsin fikrim yok fakat Zaman çok korkar." ardından kapıyı aralık bırakarak evin içinde koşturmaya başladı.
Yaklaşık yarım saat sonrasında, Zaman'ı, banyo kapısının arkasında titrerken yakalayıp onu dinlendirdiler. Orman, sürekli olarak "O gitti, Zaman, korkma, buradayım." gibi şeyler mırıldanıyordu. Galaksi de battaniyeye sardığı kızı bırakarak beni içeri soktu. Kapıyı yavaşça örterek yanıma geldi. "Zaman, bak, bu..bu.." duraksayarak bana baktı. Kaşları çatılmıştı. "Adın neydi senin?" gözlerimi devirerek siyah saçlı kızın yatağının ayakucuna oturdum. "Delfin." dediğim an Galaksi kahkaha atarken Zaman korkuyla yerinden sıçrayarak çığlık attı. Hepimiz anlamlandıramayarak bakarken Zaman korkuyla bağırmaya başladı. "Sen..sen.. sen! Galaksi, sen ismini bile bilmediğin ve muhtemelen uzaylılardan kaçarak gelmiş, atom hastası bir ruh hastası psikopat, manyağı mı kaçırdın! İnanamıyorum! Gerçekten saçmalıyorsunuz şuan!" herkes yeniden onu sakinleştirmeye çalışırken ben gülümseyerek kalktım. Hatta kıkırdayınca herkes bana dehşetle baktı. Galaksi korkuyla fısıldadı. "Gerçekten ruh hastası mı acaba?" Zaman ileri atıldı. "Tabii ki öyle!" bense başka alemlerdeydim. "Bu kız benim kafadan, sevdim ben bunu." herkes bana yine deliymişim gibi bakarken ki, zaten öyleyim ama olsun. Zaman'ın gözleri dolmuştu. "Sevdin mi gerçekten?" onu kendime çekip sarıldım. "Bir ruh hastası tarafından sevilmek istediğimden emin değilim!" dese de eğleniyordu ve kıkırdayarak sarılmaya devam ettim. O beni ahtapot gibi sararken ben sırtını küçük hareketlerle okşadım. "Yonca bizi bekliyor. Haberin olsun, gecikirsek kafamızı koparır. Randevumu zor kaptım." "Ona Dört Yaprak desem kafamı koparır mı?" lakap takmak, bana göre çok önemliydi. Ailelerin bir diğer sorunu da buydu. Ad koyarken çocukların fikri alınmıyordu. Yine, yeni, yeniden. Belki de geçici bir isim bulmalılardı. Bilmiyorum fakat çözüm bu değildi. Herkesin seçim hakkı olmalıydı. "Kesinlikle koparır." diyen Galaksi'ye göz devirdim. Beni sürüklemek suretiyle, benden bıktığı belli olan hoş oflamalar eşliğinde dört kat yukarı çıkmıştık. Buradaki pencereden yağmurun şiddetinin arttığı belli oluyordu. Yine mika bir kapının kolunu çevirerek kolayca açtığında, Galaksi'ye, sorgulayan bir bakış attım. Bu sefer o gözlerini devirdi. "Ruhsal bozuklukları var," dediğinde kanım dondu. Bu tanım o kadar yanlıştı ki. Onun ruhsal bozuklukları yoktu belki de, belki de sadece onu bu hale getirenler sorgulanmalıydı. Tarif edilmesi zor biriyle karşılaştım. Çok çelimsiz ama bir o kadar da sert duran, çok kısa saçlı ama gözlerinin derinliğinde boğan, çok uzun ama bir o kadar da kısaydı sanki. "Daha iyi bir ajanda beklerdim senden." dedi ifadesiz yüzü, donuk bakışlarıyla ama belki de bir sürü şey hissettirmek istiyordu bakışlarıyla. Bu yüzden dediği imayı üzerime alınmadım. Ki normalde de asla alınmazdım. "Denk geldi." diyen Galaksi'ye tip tip baktım. Bu kızdan nefret ediyordum. "Delfin." dedim kısaca. "Sormadım." dedi kısaca. "Peki, Dört Yaprak." diyerek nihayet ilgisini çektim. "Bir daha bana öyle seslenme." "Neden? Çok şanslısın çünkü artık benim gibi bir arkadaşın var." beklenmedik bir şekilde tebessüm etti. "Şanslı insanlar aslında bayılırlar insanları küçümsemeye. Seni de onlardan sandım." Galaksi'ye masum kedi' bakışlarımdan yollayınca ufak bir çığlık attı. "En kısa zamanda kendimi camdan atacağım!" "İyi olur." Yonca kıkırdayınca Galaksi afalladı. "Abartmayın," diyerek yeniden ruhsuzculuk' oynamaya başladı Yonca. "Lava ve Oval'den bahsediyor." dedi Galaksi konuyu döndürerek. "Tanışacak mıyım?" "Günde bir soru hakkın var." dedi bıkkınlıkla. " Antrenörün kim?" dedi Yonca. "Aren."
"Bu imkansız!" diye bağırdığında Galaksi ona anlamını bilmediğim bir bakış atarak dürttü. İyiden iyiye meraklanmaya başlıyordum. "Ne oldu ki?" "Bir soru hakkı!" diye bağırdı bu sefer Galaksi. "Abartmayın, sadece Aren neden antrenörüm olamıyor?" "Çünkü o bir saydam tabaka." Galaksi Yonca'yı bu sefer sertçe dürttü. "Sus." "Saydam tabaka da nedir? Anlatın şunu!" Yonca odada volta atmaya başladı.
"Bazı gerçekler kurcalanmamalı," dedi Galaksi, konunun tamamen kapanmasını isteyerek.
"O adamdan nefret ediyorum!" diye bağırdı Yonca.
"Sakin ol." "Olamam. Görmüyor musun? Onun da duygularıyla oynayacak!"
"Oynamayacak. Hiçbir zaman oynamadı. Sakinleş."
"Kimse görmüyor! Niye görmüyor? Geleceğimi mahveden adamı neden kimse görmüyor!"
"Yine zaman algını kaybettin sadece. Sakin."
"Sakin olmamı söyleme bana! Gelecek, geçmiş veya şuan! Ne fark eder ki! Sadece o adamı görmek istemiyorum!" Aren, Yonca'ya bu denli ne yapmış olabilirdi ki? Düşünceler aklımı çeliyordu. O adamın beni eğitmesine izin vermemek en doğrusu olacaktı. Farklı bir eğitimci bulabilirdim. "Sakın!" diye hiddetle bana döndü Galaksi. "Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama sakın!" "Bilemezsin zaten. Belki de gerçekler kurcalanmalı." diye omuz silktim. Yonca duvara sinmiş, derin nefesler alıyordu. Boynundaki bir damar delmek istermişcesine atıyordu. "En azından beni ilgilendiren kısımlar." "Kesinlikle hayır! Bilmen gerekmiyor." "Beni öldürmeyecek biriyle eğitim görmeyi tercih ediyorum." sakindim ve bu hayatımın en büyük kozuydu. Sakinlik, insanı delirtirdi. Öyle de oldu. "Tabii ki seni öldürmeyecek! Ne saçmalıyorsun, budala? Kapa çeneni artık! Huzurumuzu bozacağını biliyordum! Biliyordum!" "Gönder o halde beni." oturduğum yerde doğrularak öne çıktım. "Ama dur, buna yetkin yok, değil mi? O halde olduğun yerde biraz daha sinirleneceksin." "Sus! Sus artık! Görmüyor musun? Daha çok korkuyor." baktığı yerde Yonca'yı görünce bende derin bir nefes verdim. Gerçekler her neyse, beni ilgilendiriyordu. Ve ben yine, kandırılmışlar, kategorisine giriyordum.
Kandırılmışlar'
Bölüm gecikti, kusura bakmayın. Yüklediğim tüm paragraflar silindi.
Hala bir çözüm bulamadım. Ve bölümü yaklaşık 7/8 kere yazmak zorunda kaldım.
Bölümü beğendiniz mi?
⭐️🌟💫Umarım hoşunuza gitmiştir. ⭐️💫✨
Pint: didomukitkatmı