@didomu._kitkatmi
|
Gözlerimdeki banttan dolayı bir süre sonra uyuya kalmış halde duruyordum. Zonklayan bileğim bir zincirle sıkılıyordu ama neden kaçırıldığımı bile bilmiyordum. Odanın aydınlandığını fark ettiğimde yavaşça doğruldum. Kıvırcık saçlı ve alnına düşen rastlarıyla dikkat çeken esmer tenli bir kadın içeri girdi. "Ben Kenya," dedi sert bir tonla. Mesafeli olmaya çalışıyordu. Sert zemine bağdaş kurarak yavaşça oturdu. "Yani?" dedim sonunda sabrımın sınırına gelerek soğuk bir tonda. "Yani bize lazımsın, bebek." "Kimsenin bebeği değilim!" sesim bağırmaya yakın çıkınca afalladım. Ama tavrımı bozmadan kollarımdan birini diğerine birleştirdim. Bileğim zincir yüzünden oynamıyordu fakat olsun. Minik hücredeki tavanda duran pencerenin kolunu çekti. Pencereden içeri süzülen birkaç yağmur damlası yere düştü. "Size ne konuda lazımım?" dedim kendimden emin bir şekilde. "Aslında bize abin lazım." dediğinde kaşlarımı çatarak ona doğru baktım. "Ne demek bu?" "Abin bir seri katil. Ve bizde onu istiyoruz!" bir anda hırs ve öfke onu çevrelemişti. "Ölü ya da diri! Dün vurulmuş halde iken onu alamadık çünkü aptal bir kızı yakaladı! Onu diri istiyorum! Ama abini ölü!" "Ne?" ağzımdan çıkmayı bekleyen onlarca hatta binlerce kelime varken tek fısıltım odayı doldurdu. Abim seri katil miydi? "Duydun! Abin olacak herif acımasız bir katilden başkası değil! Elimizdeki prensesimizi yakaladı ve almak zorundayız!" "Kim...kimi?" "Bir asistanımızın kız kardeşini, detaylar önemli değil." bu sefer tam anlamıyla delirdim. "Ne saçmalıyorsunuz be! Detaylar önemli değil mi? Hadi ama, beni kaçırıp öylece getirdiniz! Detaylar tabiki önemli!" öne eğilip fısıltımı sertleştirerek konuştum. "Şimdi beni iyi dinle. Tekrarlamam! Sorduğum sorulara cevap ver." sertçe yutkunarak sesli bir şekilde nefes verdim. "Benden..ne istiyorsunuz?" "Ekipler var," tereddütle bakışlarını kaçırarak elleriyle oynamaya başladı. "Hepsine bir katil düşüyor. Özelliklerini iyi bilen kişileri kaçırarak yardıma zorluyoruz," "Abimi öldürmemi istiyorsunuz." deyince başını iki yana salladı ve biraz eğildi. "Diri olması işimize gelir." "Bir şartla." dedim. Merakla bana bakarak "Evet?" dedi. "Ablamın ölümünü araştıracaksınız. Onun katilini yaşatmayacağım!" hırsla haykırdım ve kadın bakışlarını benimkilere kilitledi. Her zaman taktığım kahverengi lenslerimde oyalandı gözleri. "Yapamayız." "Yapacaksınız. Bana muhtaçsınız! Eğer bana yardımcı olmazsanız yemin ederim ölmeyi göze alır yine sizin işinizi görmem! Tek bir detay bile vermem size!" "O halde gerçekleri dökül. Gizli kimliklerle çalışamam." "Nasıl yani?" tereddütle sorduğum soruya karşı kısa tutup boynuma sakladığım saçlarıma ve lenslerime baktı. Dikkatle ellerini masaya koydu. "İnsanları gerektiğinden daha iyi görüyorum. Lenslerin o kadar doğal değil ve firari çıkmış birkaç tel saçlarını da ele veriyor, güzelim. Açık konuşalım ve kimlikleri saklamayalım. İsmin gerçekten Cemre mi mesela? Buna inanan yok." parmaklarımı kütletirken derin bir nefes aldım. "Adım Delfin." "Yanlış bilgi!" diye kükreyerek zemine sertçe vurdu. Dizlerimin üzerine oturdum ve parmaklarımı yeniden kütlettim. "Değil," "Yanlış! Adın Gece, Delfin Gece." "Bu ismi kullanma hakkını ben veririm." dedim sakince. Kim oluyorlardı da bana ikinci ismimi kullanıyorlardı? "Pekala, saçlarını çözerek ve lenslerini bana vererek başlayabilirsin." "Bileğimi çöz." gelip uflayarak bileğimi çözdü ve saçlarımı savurdum. Lenslerimi dikkatlice çıkararak verdim. Bana bakarak iç çekti. "Seni nasıl gizleyeceğiz?" "Fikrim yok, belki de bana lenslerimi geri vermelisin." "Hayır küçük bayan. Bu olmayacak." diyerek omzumu tuttu. "Şimdi, bir mesleğe sahip misin? Gerçi oldukça genç duruyorsun ama.." "Tıbbi konuda yeterince bilgim var. Fazlasıyla. Tüm işkencelere göz yumup tıp okudum." ağır ağır başını salladı. "Anladım. O halde görev sırasında yaralanma gibi durumlar sende. Abini ölü ya da diri istiyorum. Ablanın katilini bulacağız." sonra yutkunarak düzeltti. "Araştıracağız. Onu izleyecek ve bizi tuzakla çekmeye çalışınca bacağından veya insafına kalmış herhangi bölgesinden vuracaksın. İyi nişan almalı ve bıçağı kavrayabilmelisin. Yumruğun sert ve hızlı olmalı. Kontrolü bırakmamalı ve astım krizi geçirmemelisin. Ekipten biri seni eğitecek ve süre sana bağlı. Ekibe kabul edildiğinde ise ablanın katilini bulmak için harakete geçeceğiz." nefesler aldım ve sakince düşünmeye çalıştım. "Kabul, sen mi?" "Ne ben mi?" "Beni eğitecek kişi?" "Karar vereceğiz, şimdi ekiple yemeğe in. Hangi blokta kalacağını göstereyim." kolumu kavrayarak beni peşinden sürüklemeye başladı. Dizlerime uzanan sırt dekolteli beyaz elbisem rüzgarlı havada süzülüyordu. Başka bir binaya kadar yürüyen merdivenler yokuşlu tepeler ve arabalı yollardan geçmek zorunda kaldık. Öteki binanın içerisinden bir koğuşa doğru yürüdük ve kroki resminin önünde durduk. "Yarım saat kadar var. Bunu ezberle ve yemekhaneye in. Ekip B2 senin için doğru seçim olacak." hafif ve sahte bir tebessümle yanımdan ayrıldı. Gafil avlandığım ortadaydı. Her şey bir günden az sürede olmuş ve bitmişti. Algılayamadığım için yalpalayarak krokiyi incelemeye koyuldum.
Yemekhaneye indiğimde bir sürü masa veya sandalye görmeyi beklemiştim fakat kısa bir koridor ve açığa çıkan iki odadan ibaretti. Odaların kapısındaki tabelalarda A ve B yazıyordu. Hemen girişteki uzun tezgahtan bir tabak ve tabağıma da haşlanmış tavuk koydum. Salatanın minik bir bölümünü de ekleyerek bir bardak suyla B koğuşuna girdim. Kapıdaki el iziyle bir süre bakışıp şansımı deneyerek elimi üzerine yerleştirdim. Kısa bir ses yankılanarak kapı açıldı. Mika kapı yana doğru kayarken nefesimi tuttum. İçerideki üç kişi iri gözlerle bana bakarken at kuyruğu bağladığım saçlarımı geriye doğru atarak tepsiyle içeri girdim. Sevimli bir kızın yanına oturdum. İki erkek ve iki kızdan oluşan grubuma kaçamak bakışlar attım. Kız koluyla beni dürtünce yerimden sıçradım. Birinin homurdanması minik odada yankılandı. "Ürkek bir kedi? Mükemmel!" gözlerimi devirdim ve kıza baktım. "Sorun neydi?" "Ben Dena." "Memnun olduğumu söyleyemem çünkü kaçırıldım," diye iç çekince karşımdaki adama baktım. "Sen," dedim yumuşak bir sesle. "Beni sen kaçırdın, hayvan herif!" bana tek kelime etmedi, daha da sinirlenerek ellerimi yumruk yaptığım gibi suratına geçirdim. Etrafımdaki iki kişinin küfürleri ve şokları kısa süreliydi. Dena beni çektiği gibi oturttu. "Ne var!" öfkeyle ona patladığımda korkuyla kulağıma eğildi. "Aren. Ne yapacağı belli olmaz. İtin teki ve tahmininden daha korkunç olabilir." sırıtarak önüme döndüm ve sinirli bakışlarına gülümsedim. Bizi duymuş gibi garip bir homurtu çıkararak Dena'ya baktı. "Korkunç değilim. Yalan bilgi." yemeğime devam ederken onu incelemeye başladım. Kapüşonundan firar etmiş siyah saçları tutam tutam yüzüne düşüyordu ve itiraf etmem gerekirse çocuk epey yakışıklıydı. Aslında hayatımda gördüğüm en muhteşem şeydi. Biçimli dudakları ve kusursuz çizgi şeklinde burnu yüzüne mükemmel dokunuşlar ekliyordu. Ayrıca gözleri siyaha çok yakındı hatta o kadar yakındı ki koyu siyah gibi bir tahminde bulunurdum ama baya koyu bir kahve tonuydu. Bu sefer maskesi yoktu ki baya rahattım. İncelememe anlam veremeyerek bir çatal tavuk yedim. Lokmalar boğazımda düğümlenirken suyu püskürtmüş bulundum. Herkes dik dik bakıp küfürler savurunca kahkaha attım. Bu grup başına bela almışa benziyordu. Aren bir bana bir üstüne bakarken yemeğime, daha doğrusu yemek olduğu iddia edilen bu gereksiz şeyi yemeye devam etmek durumunda kaldım. Delici bakışlarını hala üzerimde hissetmeye devam edince ona baktım. "Ne dik dik bakıyorsun?" dudakları keyifle kıvrılırken bana bakmaya devam ediyordu. "Eğri mi bakayım?" bu gereksiz esprisiyle hayatı sorgulamaya başlarken Dena'yı incelemeye başladım. Ceviz rengi saçları omuzlarında bitiyordu, teni benimkinden hafif daha koyuydu. Saçlarının doğal olduğu ise fazla belliydi. Bal rengi gözleri tenine çok mükemmel uyuyordu. Saçları gevşek bir topuz halinde toplanmıştı. "Çok güzelsin," dedim içtenlikle. Dena bana bakıp gülümsedi. "Senden daha güzel olma ihtimalim olmasa da sağol." tebessüm ederek tatsız tuzsuz salatayı yedim. Fakat yine bakışlarının hedefi bendim. Bu sefer yandaki adamın bakma gafletinde bulunduğunu görüp ters ters homurdandım."Bu arkadaş kim oluyordu?" "Adı Girdap." "Pekala," başımı aşağı yukarı sallayıp devam ettim. "Dürüst olalım. Ben sizi tanıdığıma teknik olarak mutlu veya memnun değilim ama siz benim gibi mükemmel bir varlıkla tanıştığınıza göre memnunsuz. Her neyse, kaçırıldığım için ne bu girdap mıdır nedir onunla ne de bu hayvan herifle tanıştığıma hiç memnun değilim. Dena'da ışık var." ikisi yüz kızartıcı küfürler savurarak yemeklerine benmişim gibi hunharca çatal saplamaya başladılar. Sesli bir şekilde nefes verip dikkatlerini çekmeye çalıştım. Fakat başarılı olamayınca suyu höpürdeterek içtim. Uzun zamandır çay içmediğimden keyifle bu görevi yerine getirdim. Herkes bana dik dik bakarken ben masaya güldüm. Aren bana değişik değişik bakarken gözlerimi devirdim. "Şey..." diye başladım fakat Dena yeniden kolumu dürttü. "Bana söyle." onu dinlemeyerek burnumun dikine ilerledim ve bu iki gergedan kulaklı domuzu kızdırmaktan mutluluk duydum. "Soru sormam gerek." "Buyur," diyen ses Girdap'tı. Hafif kalın sesi gayet çekiciydi. Teni Dena'ya benziyordu. Kahveye yakın açık saçları yüzüne doğru geliyordu. Öksürerek önüme döndüm. "Eğitmenim...kim..olacak?" basit bir soruya karşılık olarak yüksek sesli homurdanmalar ve havada savrulan küfürler almak seçimimde yoktu tabii. Aceleyle "Sormadım varsayın," dedim sesli bir şekilde fakat hala çatık kaşlarla bakışıyordum. "Ne dik dik bakıyorsunuz?" "Eğri mi bakalım?" diyen tok ses kulağıma işlediğinde şaşkınlıkla ona baktım ve bu "espri" karşısında hayattan soğumuş bulundum. "Bunun şaka olmadığını düşünerek hayatıma devam edeceğim." tavuğumdan birkaç lokma daha alıp kalkacakken bir el bileğimi kavradı. Ayağımla yere vurarak bileğimdeki ele bakıp bağırdım "Bileğimin ne suçu var ama ya!" her seferinde bileğime bir şeyler takılması artık hoş olmamaya başlamıştı. Şikayet etmek en büyük hakkımdı. Girdap gür bir sesle kahkaha attığında ters bir bakışımla daha çok güldü. Bileğimi kavrayan Aren'e bakarak "Ne," dediğim esnada kalın sesiyle olduğum yere çivilendim ve zaman birkaç saniye durdu. "Bendesin kolay lokma," şokumu atlatır atlatmaz bileğimi kurtardım ve omzuna vurarak küstahça sırıttım. "Belki sert kayaya toslamışsındır, gergedan fosili." o da şoka girdi ve çıktığı an yeniden bana baktı. "Belki dozerimdir." "Ha?" diye bir nida dudaklarımdan fırladığı an bu cümleyi yanlış duyabileceğimi düşünmek istedim. Farklı anlamlarda olabileceğini. Taşıt olmayan ve konumuzla bağlantılı herhangi şey duyabilmek için bir süre şoktan faydalandım fakat bu adam aptalın önde koşanıydı! Maratonlara çıksaydı bari. "Sen bana neler diyorsun?" diye bir ses işittiğimde dışımdan konuştuğumu fark edip olgun bir domates rengine büründüm. "Bende tırım zaten diyordum," dedikten sonra neler dediğimi kavradım ve hızla geriye doğru iki adım attım. Dena kahkahalarla gülerken artık eşek gibi anırmaya falan başlamıştı. Girdap da pek farklı sayılmazdı zaten. Onlara gözlerimi devirdim ve Dena kahkahalarının arasından "Belki de bu konuşmaya son vermelisiniz. Çünkü gülmekten bayılacağım!" abartmakta Dünya markası olduğu kesindi. Tamam, diyalog son yüzyılın en saçma cümlelerini ve konusunu içeriyordu hatta buna konu demeye bin şahit isterdi ama olsun. Haklıyım! Yani bayılanacak kadar komik değildi. Girdap gülmesinin arasından domuz horultusu gibi bir ses çıkarınca koşar adım çıktığım gibi kendimi antrenman odasında buldum. Nişan konusunda iyiydim ama dövüş ve bıçak konusunda elime su değidirmezdim. Bıçağı elimde döndürerek havaya fırlattım ve asla ıska yapmayan biri olarak ok tahtasının en orta sarı renkli kısmına denk geldi. Bıçağın saplanırken çıkardığı sürtünme sesiyle keyifli bir mırıltı çıkardım. Hedefe gidip bıçağı yeniden belime taktım. Salona giren kısa kahve saçlı kıza baktım. Saçları kulaklarının hemen altında bitiyordu. Kahkülleri kaşlarının altına kadar uzuyordu ve sütlü kahve gibi bir rengi vardı. Yanıma gelip ok atmaya başlayınca başımı sallayarak selam verdim. "Merhaba!" dedi kız npc gibi ama buna takılmayalım. Fazla heyecanıyla kaşlarımı çattım. "Selam," dedim nefesimi vererek. "Ben Sita." "Güzel isim," Sita bence gerçekten iyi isimdi ve bu kıza kanım kaynamıştı. Aynı odada kalabilirdik. Benim için sorun yoktu. Kız benim ismimi sormak istiyor fakat kendini tutuyor gibiydi. Onun boşluğundan faydalanarak yeniden elinle görüşürüz der gibi bir işaret yaptım ve kapıya koşar adım ilerleyip çıktım. Normal şartlarda o kızla sohbet edebilirdim fakat şuan kafam çok doluydu ve kalbini kırmak istemiyordum. Bilirsiniz, kalp denen varlık kolay inşa edilmiyor ve inşa edilmiş olan bir şeyi hiç emek harcamadan öyleceğ yıkamayız. Buna hakkımız yok. Vereceğim ters herhangi bir cevabı günlerce düşünebilirdi sonuçta. Bunları düşünürken bahçeye çıkıp hava alma fikri fazla cazip geldi. Dışarıya çıkıp yarım saat kadar öylece dolandım. Sonrasında kaybolursam ölürüm düşüncesini iterek bir patikaya saptım. Taşlık yol muazzam görünüyordu. Renkli çakıl taşları yanlarda duruyordu ve muhtemelen gece yakılacak olan bir led lamba boylu boyunca epoksi sıvısının altından geçiyordu. Çok da uzakta sayamayacağımız minik gölün şırıltısı yükseliyordu. Büyüklü küçüklü taşların geneli epoksinin altında bulunsa da bazı taşlar yerde duruyordu ve ayakkabımla temas ediyorlardı. Bunun dışında toprak kokusunu içime çekmek yeni ciğerler almışım gibi hissetmeme sebep oluyordu. Bir süre daha oyalaya zıplaya yürüdüm. Bir kükreme sesi ile yerimden sıçrayarak arkamı yavaşça döndüm. Yavru minik bir hayvan ayağımın dibinde duruyordu. "Sen ne tatlısın öyle," kürkünü ellemek için uzandığımda üstüme doğru atlamasını beklemediğinden dudaklarımdan tiz bir çığlık koptu. Kolumu ısırdığında acıyla inledim. Köpek olduğunu net bir şekilde gördüğüm için daha da utandım ve hızla onu altıma doğru aldım. Üstünde 52 kilo olan bir varlık bulunan zavallı yavru köpeğin gözleri kayar gibi olunca onu hop kaldırıp tokatlamaya başladım. "İyi misin? Numara yapma! Yalandan nefret ederim minik veled!" şuan ağır drama yapıyor ve gözlerini açmıyordu. Beni ısıran o değilmiş gibi garip haraketler sergileyemezdi. Ardından kenarında bulunduğumuz ve çit gibi herhangi güvenlik önlemi olmayan tepenin ucuna yürüdüm. Bir ayağımı boşlukta savururken köpeği iki elimin arasında tepeden aşağı bakacak konuma getirdim. Bir bıraksam ölürdü. "Hemen şimdi numarayı kes! Yoksa ilk kurbanı-.." cümlenin sonunu getiremeden olduğum yerde titremeye başladım. İlk kurbanım olmayacaktı çünkü.
"Anne, neredesin?" diye bağırmıştı küçük kız. Annesinin kollarında ağlamak için nelerini vermezdi. Oysa annenin amacı aşık olduğu adamı yanında tutmaktı. Ama küçük kız annesinin şefkatini bulacağına inanıyordu. Kalbinde bulunan,kimsenin göremediği yeri o bulacak ve annesine kollarını sımsıkı dolayacaktı. "Anne!" diye bağırdı bir kez daha. Minik gezegen desenli çantasını bırakıp dört katlı villanın merdivenlerini hızlı adımlarla çıktı. Sola dönüp mutfağın ağır ve metal kapısını iteceği esnada burnuna gelen çürük kokusu ile yüzünü buruşturdu. Babası yine meyveleri dışarıda unutmuş olmalıydı. Annesini aramayı bırakıp kilere ilerledi. Çürük meyveleri atmazsa babası ona çok kızardı. Annesi de muhtemelen yine gece klübünde elindeki kadehle dans ediyordu. Kilerin ağır kapısına bir ağırlık daha dayatılmış olmalıydı çünkü minik elleriyle ne kadar iterse itsin olmuyordu. Kapıyı açamıyordu! Sinirle kapıyı tekmeledi ve minik yumruklarıyla kapıyı aralıklı olarak açtı. Çürük kokusu yoğunlaşırken kalın metal bir levha yere düştü ve çıkan ses ile kulaklarını kapadı. İçerideki var ile yok arası kısık inleme sesleri geldiğini fark edince kaşlarını çattı. Kapıyı nihayet ittirdiğinde gördükleri karşısında yere yığıldı. Daha korkunç bir manzara göremezdi. Ablasının gelecekte göreceği ölüm, bunun yanında bir hiçti. Annesi onu hiç sevmemişti, hep yanında tutmasının tek nedeni aşık olduğu adamdı. Fakat o adam, onun aşkından gözü kör olan kadını her gece göz göre göre yalanlarıyla kandırıyordu. Tüm bunlara rağmen, bedeni deli gibi sarsılıyor olan küçük kız annesini bir yanıyla sevmişti. Sevmese bile benimsemişti. Kalbinin bir yanını onun için açmıştı. Şimdi ise gördükleri karşısında önce avazı çıktığı kadar çığlık atmıştı. Öyledir ki eşyalarla ve yemeklerle dolu odada yankılanmıştı çığlığı. Fakat sonrasında susmuştu. Zihni susmuştu. Kalbi durmuştu. Zaman donmuştu. Nefes almıyor, haraketler etmiyordu sanki. Sanki uçtuğu gökyüzünde bir anda kanatları koparılmıştı. Aynı annesinin kafasının neredeyse koparılmış olması gibi. Annesi güçlükle bileğini hafifçe tutmak onu kendine çekti. "Öl-Öldür." duydukları karşısında şoke olan küçük kız, annesinin delik deşik vücuduna, morluklarla kaplı bedenine bakıyordu. Boynunun hepsi kesilmiş sayılırdı. Sadece damarları tutuyordu bedenini. Annesi yeniden fısıldadı gözleri kapanırken "Ö..ldü-" acı içinde inlemesiyle sözü yarım kalmıştı. Küçük kız annesinin acı çekmesine daha fazla seyirci kalamadı. Ona defalarca acı çektiren annesinin acı çektiğini gördükçe kalbinden bir şeyler kopuyordu. Etrafında bulunan mermilere baktı. Duvarda asılı duran kanlı bıçağa. Bıçağı sarsak adımlarla yürüyerek aldı. Bıçağı titreyen elleriyle tuttu. Bıçağı alıp boynuna öylece sapladı, durmadı. Yüzüne kanlar sıçradı, durmadı. Koku giderek güçlendi, durmadı. En sonunda "Bakacak nabzı yok, atacak kalp yok." diye fısıldadı Delfin. Adını ilk kez anlıyordu. O bir yunustu. Denizde yüzen tüm canlılar onu yok etmeye çalışacaktı. Annesi bir yunustu. Ama onun alacak nefesi yoktu artık. Bakacak gözleri yoktu. Delfin yerde öylece dururken annesini kızıla boyanmış sarı saçlarına bakıyordu. Onlara hep dokunmak istemişti. Annesi saçlarına bebek gibi bakardı. Hergün şekil verirdi özenle. Şimdi ise o saçlar kızıla boyanmıştı. Yerde yuvarlanan bir kafa, açık gözler, kan rüsva içinde kalmış meyve sebzeler. Köpeği tutan ellerim titremeye başlayınca ellerimden kayan köpekle kendime geldim. Kısık bir çığlıkla köpeği havada kavradım. Tek sıkıntı eğilmiş olmamdı ve ayaklarımı toprağa tüm gücümle bastırırken köpek iki kolumun arasında debelenerek dengemi bozuyordu. Düşsem tabii ki ölmezdim çünkü tepelerden oluşan ve adeta merdiven olan bu alandaki diğer çimdik bölge yaklaşık bir adam boyu kadar altımızdaydı. Ayağım kayar gibi olunca çığlığı bastım. Köpeği yavaşça eğilerek yere attım. Dört ayağının üstüne düşüp koşmaya başlayınca rahat bir nefes aldım. Fakat olduğum pozisyon pek mantıklı olmadığından kendimi yukarı çekmeye çalıştım. Ayağım komple kaydığında kendimi öylece yerde buldum. Vücudum yine bana saydırıyordu. Bakın, sakar değilim. Sadece düşüyorum! Bir şeyler kırmıyorum veya bozmuyorum. Sadece sürekli düşüyorum! Ayağıma takılıp düşüyorum, bağcığıma takılıp düşüyorum, bazen, gerçekten yerdeki ince bir çizgiye takılıp öylece düşüyorum. "Kalkmayı düşünüyor musun," diye sıkıntılı bir ses işitince başımı kaldırıp baktım. Düştüğüm an o köpeğe iyi dileklerimi ileterek kendimi iyice uzatmıştım. Üstüm başım çamur ve pislik içinde yerde uzanırken beni görmesi gereken tüm kişiler görmüştü. Mükemmel. Görmesi gereken diyorum, çünkü mazAllah bana nazar değmezse Dünya ters falan döner. Tüm ekipler beni izliyordu! Hani içinde çalışacağım herkesin olduğu falan. Köpekle boğuşmamı görmüşlerdi! Onu sarsıp numara yaptığını söylememi de! Ve yere kapaklanmamış da! "Zaten düşmeyecek miyim? Hep düşüyorum, yine düşerim ben. Böyle iyi ya, dokunmayın hiç." dedim sinirle. Sürekli düşmekten dirseklerim ve dizlerim son dermanını veriyordu. İnsanlar gülmemek için yanaklarının içini ısırırken ben onlara somurtuyordum. "Ne var? Mükemmelliğimi kıskandınız mı?" kendimde sevdiğim özelliklerden biri kendimi sevmemdi. Benim benden başka kimsem yoktu. Bu yüzden sivilcem çıkmışsa onu iyi dileklerle severdim (!) ama ne olursa olsun ağlayıp çirkin olduğumdan yakınmazdım. Ne güzel kusursuzluğum herkesi rahatsız ediyor ve bana da bir kusur çıktı, diye düşünüp kendimi avuturdum. Kıyafet veya fizik derdim zaten yoktu çünkü cidden fazla umursamaz, rahat ve gurursuzdum. Biri bana silah doğrultunca salak gurur yapıp özür dilememezlik yapmazdım mesela. Bunu kim yapıyorsa psikolog bulsun. Lorea çoğu zaman giyimime karışırdı fakat abim değildi ki. Onu neden dinleyeceğim? İnsanlardan ve soyadımızdan bahsedip dururdu. Bilmiyor ki ben babamı hiç görmedim, duymadım ve bilmiyorum. Aynı evde yaşardık ama annem asla göstermezdi onu. Çok kıskanırdı aşkını. Evet, annem bana babamı bir kez bile göstermedi. Bu yüzden benim soyismimi ablam koymuştu. Ablamın annesi onu seviyordu ve benden kıskanıyordu. Kıskançlıkla ilgili ciddi sorunlarımız var! Ama ablam da annesini seviyordu ve ben ablamın sevdiği her şeyi seviyordum. O zamandan beri soy adım "Derin'"di. Tabii ablam annesinin onu terk ettiğini anlayınca ilk kez hıçkırarak ağlamıştı. Düşüncelerdeydim ta ki "Cidden bu kız mı, hocam?" diye bir ses işitene kadar. Kız sarı saçlıydı ve bir kaç tutam örgü şeklindeydi. Uçları bakıra kaçıyordu ve gözleri açık kahveydi. Bu kız annemin kopyasıydı! Anneme o kadar benziyordu ki. "Hocan olacak yaşta değilim." dedi diğer bir eğitimci. Muhtemelen ben alınırken o da fikrini beyan etmişti. Gülümseyerek elini uzatınca tutarak ayağa kalktım ve "Beğenemeyen gitsin diyecektim ama o zaman kan vahşet dehşet üçlüsü bana küser. Kaos da var tabii. Onu aramıza almazsak olmaz. Silahlar bağırmışlar çağırışlar falan da bizi terk edemez. Hepsi çok seviyor beni. Ben de mıknatıs gibiyim, geleni çekiyorum gideni yine çekiyorum!" kitaplarda veya filmlerde favori konularım bunlardı fakat herkes dehşete düşmüş şekilde bana bakıyordu. "B-bu hangi tımarhanenin kaçkını!" dedi dehşete düşmüş olan esmer bir kız. "Beni kabul edemediler." dedim hayıfla. Ardından havalı olmak için saçlarımı geriye atacağım esnada saç telim parmağıma takıldı ve sırtüstü aynı pozisyona düştüm. Herkes kahkaha atarken sinirle ayağa kalkarak hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Ayağım ayağıma takılınca yüzüstü yeniden yere kapaklandım. "Bu kız harbi gerizekâlı!" diyen eğitmenim beni kolumdan tuttuğu gibi kaldırdı. "Zekama kurban ol," dedim yüksek sesle ve ekipler yine kahkaha atınca ölümcül bakışlarımla karşılaştılar. "Kapasitem buraya çok fazla!" diye söylenirken goril kulaklı gergedan fosili beni merdivenlerden süklüyordu. "Yavaş olsana! Ne alıp veremediğin var benimle?" diye cırladığımda gözlerini kısarak beni inceledi. "Sana diyorum, goril kulaklı gergedan fosili!" diye bağırınca gözleri irileşti. Ne dediğimin farkına varınca kolumu koparırcasına çektim. "Bana dokunmaya cüret etme." diyerek eğitim alanına yürüdüm. Yaşasın dobra olmak ve yaşasın gurursuzun teki olmak! Arkamdaki yüksek sesli gülme sesiyle kaşlarımı atarak geriye döndüm. Girdap, Dena'ya yumruk çalıştırıyordu ve ikisi de çok komikmişim gibi bana gülüyordu! "Ne var," söylenmeye devam ederken tok bir ses kulağımı doldurdu. "Her yeri çamur yapmadan önce duş almak ister misin?" cevabım gayet netti. "Bana itiraz mı ediyorsun?" ayıplayan mırıltılar eşliği.
Pint: Didomu_kitkatmı
(Dilediğiniz saat yazıp bu deli hakkında soru sorabilirsiniz..
💫🌟⭐️Seviliyorsunuz⭐️🌟💫
|
0% |