Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM Petra'nın Gizemi

@dilan_ilhan

BÖLÜM 1

PETRA’NIN GİZEMİ

 

2022 Haziran

 

Sıcak…

Çok sıcaktı…

Çölün kavurucu sıcağında güneş tam tepedeyken, deve üzerinde ilerlemeye çalışıyorlardı.

Ürdün, çölün ortasında saklı cennetti adeta. Lavin uzun zamandır hayallerini süsleyen bu gizemli topraklara sonunda gelebildiği için çok mutluydu. Ailesini ikna etmek hiç düşündüğü kadar kolay olmamıştı. En son o kadar diretmişti ki kabul etmek zorunda kalmışlardı.

“Sıcaktan bayılmak üzereyim’’

“Çok sıcak!’’

“Daha ne kadar daha yürüyeceğiz?’’

Herkes Lavin kadar mutlu görünmüyordu. Okuldan gelen birkaç öğrenci sıcaktan bayılmak üzere görünüyorlardı. Lavin, abisi Yiğit’e baktığında, halinden gayet memnun olduğunu gördü. Daha önce yanında hiç görmediği bir kızla sohbet ediyordu.

Yanlarına yaklaşarak “Abi, annemlerle konuştun mu?’’ diye sordu. Buraya geldiklerinden beri konuşmamışlardı. İlk defa bu kadar uzağa gelmişti ve şimdiden özlemişti ailesini.

“Biraz önce konuştum. Dikkatli olmamızı tembihlediler. Anlamıyorum sanki çocuğuz, neden bu kadar takıntılılar?’’ Abisi her zamanki gibi bu durumdan memnun değildi. Büyüdüğünü söyleyip duruyordu.

“Bizi düşünüyorlar abi,’’ dedi.

Lavin kendisini bildiğinden beri ailesinin ‘fazla’ korumasının sebebini anlayamamıştı. Her çocuk gibi yaşadığı hayatının büyüdükçe pek de normal olmadığını fark etmişti.

Geldikleri bu yer, son zamanlarda sürekli rüyalarında gördüğü yere benziyordu. Biraz daha ilerlediklerinde kendilerine rehberlik eden adam durmuştu. Uzun boylu kahverengi gözlere sahip biriydi. Lavin yaşını bilmiyordu ama genç olduğunu düşündü.

Lavin ve arkadaşları önünde durdukları antik kente baktıklarında hayranlıklarını gizleyemediler. Lavin bu güzellik karşısında büyülenmiş gibi hissetmişti.

Burası Petra’ydı. Ürdün’ün Lut gölü ile Akabe körfezi arasındaki topraklar üzerinde yer alan antik kentti. Ve bir süredir Lavin’in rüyalarını süslüyordu.

Rehberin anlattıklarını dinlerken pek odaklanmıyordu. Lavin daha çok Petra’nın dış mimarisine odaklanmıştı. Burası ile o kadar çok yazı okumuştu ki, rüyalarında bir şey kendisini buraya çağırıyor gibi hissettiği zamanları bile olmuştu.

Halid “Petra, çok eski zamanlarda yapılan kum taşından oluşan kaya bloklarına oyulmuş tapınaklar, amfi tiyatro, mezarlardan oluşmaktadır.’’ dedi.

“İçeriye girecek miyiz?’’ diye sordu.

Halid geceyi andıran siyah saçlara sahip kıza bakarak “Evet içeriye gireceğiz,’’ dedi. İlk defa bu kadar siyah saçlara sahip birini görmüştü.

Uzun sütunların önüne geldiklerinde herkes fotoğraf çekinmeye başlamıştı. Lavin içeriye adımını attığında bir şeyin içinden geçtiğini hissetmişti.

Durarak tarafındakilere “Bunu sizde hissettiniz mi?’’ diye sordu.

Edward “Neyi?’’ dedi.

Abisine ve diğerlerine baktığında gayet normal davrandıklarını gördü. Kendisine öyle gelmiş olmalıydı.

“Önemli bir şey değil,’’ dedi ama üzerinde anlamlandıramadığı bir şey vardı.

Antik kentin içerisinde ilerleyerek aşağılara indiler. Oda benzeri bir kapının önüne geldiklerinde Rafael durmuştu. Lavin odanın arkasında ne olduğunu bilmiyordu ama biraz önce hissettiği enerjinin çok daha fazlasını hissediyordu şimdi. Üstelik bu enerji artık elle tutulur hale gelmişti.

Rehber Halid eliyle kapıyı göstererek “Burası El Hazne yani kralların mezarlarının bulunduğu yer. Sizlerden ricam içerideki hiçbir şeye dokunmayın,’’ dedi.

Ashley “Ne! İçeride mezar mı var?’’ dedi korkarak.

Elif “Ben girmem oraya,’’ dediğinde Halid “Girmek istemeyenler burada kalabilir. Ben içeriyi görmek isteyenlere rehberlik yapacağım. Şimdi kimler benimle gelmek istiyor?’’ diye sordu.

Lavin ve iki kişi daha elini kaldırmıştı içeriye girmek için. Elini kaldıranlardan biri de Ateş’ti.

Lavin ona bakarken, onun da kendisine baktığını görünce bakışlarını hemen kaçırmıştı. Ateş, okulun basket takımında kaptandı. Kendisinden 2 yaş büyük, 18 yaşındaydı ve bu sene okuldan ayrılıp, üniversiteye gidecekti. Siyah saçları, vücudunu kaplayan dövmeleri ve kehribar rengi gözleri ile şüphesiz okulun en yakışıklı çocuğuydu.

Ne var ki Lavin’e ilgi göstermiyordu.

Halid “Benimle gelin o zaman,’’ dedi. Kapıyı aralayarak içeriye doğru adımını attı. Halid’in arkasından sırasıyla içeriye girdiklerinde en sona Lavin kalmıştı.

Lavin içeriye adımını attığında ilk dikkatini çeken şey, şüphesiz duvarlara oyulmuş şekillerdi. O kadar benzersiz ve farklı duruyorlardı ki bakmaktan kendini alamıyordu. Halid mezarlar hakkında bilgi verirken, Lavin’in dikkatini farklı bir şekil çekmişti.

Bu şekli daha önce de görmüştü, rüyasında. Halid’in söylediklerini dikkate almayarak duvardaki şekle doğru ilerledi. Lavin şekle büyülenmiş gibi bakıyordu. Ateş, Lavin’in yanına gelerek o da şekle bakmaya başladı.

Dolunay; gece karanlığını aydınlatıyordu.

Resimde bir kadın ve bir adam vardı. Elleri birbirlerine dokunmak üzereydi ama tam dokunmuyorlardı birbirine. Sanki… kadın görünmez bir el tarafından geriye doğru çekiliyor gibi resmedilmişti.

Resmi ilgi çekici yapan ise bunlar değildi. Lavin’i bu kadar büyüleyen, resimdeki kadının yeşil gözlerinin tam olarak kendisine bakıyor oluşuydu. O an ne olduğunu anlayamadan eli hareketlendi ve kadının gece siyahı saçlarına dokundu.

Dokunması ile bir ışık huzmesi etrafını çepeçevre sarmıştı.

Ateş “Bu da neyin nesi?’’ diye sordu.

Lavin onu duyuyordu ama konuşmak istediğinde sesi çıkmamıştı. Etrafı tamamen ışıkla sarıldığında omzunda bir acı hissetti.

Acının etkisiyle gözlerini kapatmadan önce elini Ateş’e doğru uzattı ama tam elleri birbirine dokunacakken geriye doğru çekildi ve sonrası karanlıktı.

***

1822 Minheon Krallığı

Lavin içine çekildiği karanlıktan sonra kendine geldiğinde gözlerini araladı. Birinin konuştuğunu duymuştu.

“Sonunda uyandın’’

Sesin geldiği yere baktığında başında dikilen bir kız çocuğu görmüştü. Sekiz yaşlarında falan olmalıydı. Merakla kendisine bakıyordu. Hareket ettiğinde korkarak uzaklaşmıştı.

“Merhaba’’ dedi korkutmamak için. Kız anlamıyormuş gibi Lavin’e bakmaya devam ediyordu.

Kız tekrar konuşmuştu. Lavin kızın kendi dilinde konuşmadığını fark etmişti ama ilginç bir şekilde kızı anlıyordu.

Küçük kız “Sen kimsin?’’ diye sormuştu.

Konuşmaya başladığında farklı bir dilde konuşmuştu. Bu dili nereden bildiğini bile bilmiyordu.

“Ben Lavin. Arkadaşlarım nerede?’’

“Burada kimse yok.’’

Lavin kimsenin olmadığına inanmıyordu. Abisi ve arkadaşları burada bir yerde olmalıydılar. Etrafına baktığında her yer zifiri karanlıktı. Gece vakti olmalıydı. Allah aşkına ne kadar zamandır burada uyuyordu?

En son ne olduğunu hatırladığında Petra’daydı. Yanında Ateş vardı ve bir şekle dokunmuştu. Evet, hala gözlerinin önünde kadının yeşil gözleri vardı. Daha sonra ne olduğunu anlamadan birden karanlığa çekildiğini hissetmişti. Omzundaki acıyı hatırlayınca elini omzuna getirdi ama ağrı yok olmuştu.

Herkes neredeydi?

Yattığı yerden ayağa kalkarak etrafına baktı. Burası neden bu kadar karanlıktı? Kimseyi etrafında göremeyince kendisini burada unuttuklarını düşünmeye başlamıştı. Küçük kız kimse yok derken ciddi olamazdı herhalde.

Ormana doğru “Yiğit? Neredesin?’’ diye seslendi ama kimse cevap vermemişti. Korkmaya başlamıştı.

Tekrar seslendi. “Buradayım, kimse yok mu?’’ ses yoktu. Küçük kız kendisine merakla bakıyordu.

“Abi, korkuyorum,’’ dedi ve elini havaya kaldırarak kendisini birinin görmesini umdu. Tüm çabasına rağmen koca bir sessizlik hakimdi havaya. Burası Petra’ya hiç benzemiyordu. Acaba bayıldığı sıra başka bir yere mi gelmişti?

“Burası neresi?’’ diye sordu küçük kıza.

Küçük kız garip bir ifade ile “Minheon Krallığı’’ dedi.

Lavin yanlış duyduğunu düşünerek tekrar sordu. “Neresi dedin yanlış duydum galiba?’’

“Karanlığın Ülkesi Minheon’’

Loading...
0%