Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM MİNHEON KRALLIĞI

@dilan_ilhan

BÖLÜM 2

MİNHEON KRALLIĞI

 

Yüzlerce yıldır süregelen karanlık, Minheon Krallığının kaderi olmuştu. Çok eski hikayelerde burası için en güzel krallık tasviri yapılırken şu anda halk çok kötü durumdaydı. Karanlığa hapsedilen halk, gün be gün içlerinde yayılan kötülüğe esir olmaktaydı.

Lavin bulunduğu bu yerin Petra olmadığını anlamıştı. Çölün ortasında olması gerekirken zifiri karanlığın içinde, ormanlık alanın ortasında bulmuştu kendini. İyi de Petra da değilse şu an neredeydi?

Yanındaki küçük kızla birlikte biraz ilerleyerek tanıdık birini bulma umuduyla yürüdü. Az ileride bir kalabalık grup vardı. Arkadaşları olduğunu umarak yanlarına doğru koşmaya başladı.

Abisine benzeyen birini gördüğünde sevinçle kolundan tutmuştu. “Abi!’’ dedi.

Kolunu tuttuğu kişi abisi değildi, etkileyici yeşil gözlere sahip yakışıklı bir erkekti. Üstelik kendisine bir garip bakıyordu. Sinirli bir hali vardı.

Ne olduğunu anlayamadan kendini yere savrulmuş olarak buldu. Uzun boylu çocuk sinirle bir şeyler söylemişti. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki ne olduğunu anlamamıştı.

Yanında gelen küçük kız sinirlenen erkeğe “Yapma, o iyi biri,’’ dedi. Küçük kız iyi biri derken ne demek istemişti?

Lavin kızın konuşmasının gizli bir anlamı olduğunu düşündü. Birbirlerine baktıktan sonra bakışları etkisini biraz kaybetmişti ama o bakışlarda hala sönmeyen bir ateş yanıyordu. Lavin birden nereden öğrendiğini bilmediği bu dilde konuşarak kendi de şaşırmıştı.

Lavin yerden ayağa kalkarak “Abimi kaybettim. Onu arıyorum,’’ dedi. Konuşurken ki ses tonu, bu dille farklı bir tını oluşturmuştu.

Beş kişilik gruptan bazıları kendi arasında konuşmaya başladı. Fısıltı şeklinde konuştukları için ne söyledikleri anlaşılmıyordu.

Lavin dikkatle baktığında bu insanların savaşçı gibi giyindiğini fark emişti. Kendi kıyafetleri ile buraya hiç uymuyordu. Mavi elbisesi uzun ve şıktı. Elbisenin detayları, beyaz teni ve gece siyahı saçlarını göz önüne sermişti. Bakışların üzerinde fazla oyalandığını hissedince yerinde rahatsızca kımıldadı.

“Nasıl kaybettin?’’ diye sordu uzun boylu çocuk. Hala sinirli bakıyordu.

“Bir gezideydik, hava çok sıcaktı. Birden kendimi burada buldum,’’ dedi. Nedense şekilden ve onun hissettirdiklerinden bahsetmek istememişti,

İçlerinden biri “Sıcak mı? Sen neden bahsediyorsun?’’ diye sordu. Lavin’e inanamıyormuş gibi bakıyordu.

“Evet çok sıcaktı, hatta arkadaşlarım bu durumdan fazlasıyla şikayetçi olmuşlardı,’’ diyerek açıklama gereği duymuştu.

Lavin bu insanların neden bu kadar şaşırdığını anlamamıştı. Sanki ilk defa sıcaklık hakkında konuşan birini görüyorlardı.

Az önce konuşan kıvırcık saçlı kız “Senin yaşadığın yer neresi?’’ diye sordu.

Lavin “Türkiye’de yaşıyorum ama bir gezi için Ürdün’e gitmiştim,’’ dedi.

“Orası da neresi?’’ diye sordular. Sanki bu ülkeleri ilk defa duymuş gibilerdi. Gelen soru üzerine Lavin şaşkınlıkla bakmıştı. Daha sonra kendini “Burası neresi?’’ diye sorarken buldu.

Uzun boylu çocuk “Burası Minheon Krallığı,’’ dedi.

“Tam olarak neyden bahsediyorsunuz? Geldiğim yerde böyle bir isim duymadım,’’

“Burayı duymaman imkânsız, ne saçmalıyorsun?’’

Lavin o an aklına gelen şeyle “Hangi yıldayız şu an?’’ diye sordu. İzlediği filmlerde bu soruyu sorarlardı genellikle.

2022 yılı demelerini beklerken küçük çocuk elini tutarak “1822 yılındayız,’’ demişti. Elini tutarken küçük kızın yüz ifadesi önce sertleşmiş, daha sonra yumuşamıştı.

Lavin duydukları karşısında donup kalmıştı. Bu ne demek oluyordu? Şu an hiç bilmediği bir yerde, üstelik geldiği zamanın 200 yıl gerisinde miydi yani? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Tüm bunların bir rüya olmasını umuyordu.

“Ben anlamıyorum, bu söyledikleriniz gerçek olamaz,’’ dedi ama söylerken bile kendinden emin değildi.

Küçük kız, Lavin’in yanından ayrılarak en baştan beri hiç konuşmayan kızın yanına gitmişti. Kız, Lavin’in yaşlarında sarı saçlara ve etkileyici mavi gözlere sahipti. Lavin kızın daha önce görmediği bir güzellikte olduğunu düşündü. Küçük kız da ona benziyordu.

Küçük kız, ablasının kulağına bir şeyler söyledikten sonra sarı saçlı kızın bakışları Lavin’i buldu. Kısa süreli bakışmadan sonra “Ayaz, bu kadarı yeterli. Başka zaman ne olduğunu öğreniriz,’’ dedi.

Sinirle bakan kişinin adı Ayaz olmalıydı. Sarışın kız ona bakarak konuşmuştu.

Ayaz “Bir şey mi oldu?’’ diye sordu.

“Evet, gözcüler birazdan burada olacak. Hemen gitmeliyiz. Kızı da ben alıyorum,’’ dediğinde herkes telaşlanmıştı.

Lavin birdenbire ne olduğunu anlamamıştı. Herkes sağa sola koştururken tek yaptığı şaşkınlıkla onlara bakmaktı.

Gözcülerde kimdi?

***

Lavin kendini sarı saçlı kızla birlikte koşarken buldu. Karanlık olmasına göre o kadar hızlı koşuyordu ki, eğer elini tutmasa hayatta yetişemeyeceğini düşündü. Bu karanlığa rağmen yolu bu kadar iyi bilmesi çok ilginç gelmişti Lavin’e. Bu insanlar kimdi?

İsmini bilmediği bu kızın elini tuttuğunda Petra’da hissettiği enerjiye benzer bir şey hissetmişti ama o kadar kısa sürmüştü ki anlayamadan kaybolmuştu.

Ağaçlarla çevrili bir evin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını gördü.

“Gel hadi, içeriye girelim.’’

Lavin yavaş adımlarla ilerledi. Tanımadığı bu insanlar nedenini bilmediği bir şekilde güven veriyordu.

Sarı saçlı kız kapıyı anahtarı ile açarken, Lavin ağaçların arasında bir şey gördüğünü sandı. Ama dikkatle baktığında bir şey yoktu. Göz yanılması olmalıydı.

Lavin içeriye girmek konusunda kararsız kaldığında küçük kız elini uzatmıştı. Lavin, küçük kızın gözlerindeki masumiyeti gördü ve içeriye adım attı.

“İstediğin gibi rahat olabilirsin. Bu arada kendimi tanıtmadım ben Doğa,’’ dedi. Küçük kızı göstererek “Bu da küçük kız kardeşim Alin,’’ dedi.

“Bende Lavin. Çok memnun oldum.’’

Doğa kardeşine bakarak gülümsedi. “Bizde memnun olduk,’’ dedi ama Lavin bu gülümsemenin altında başka bir şey sezinlemişti. Dikkatli olmakta fayda vardı.

“Aç mısın? Yiyecek bir şeyler hazırlayacağım’’

Tam o sırada Lavin’in karnından sesler gelmeye başlamıştı. Bunu duyunca üçü de gülmeye başladı.

Doğa “Ben cevabımı aldım sanırım. Şimdi hemen hazırlarım. Sen rahatına bak.’’ Gözleri ile Lavin’in üzerindeki mavi elbiseye bakarak “İstersen rahat bir şeyler verebilirim sana,’’ dedi.

Lavin üzerindeki ince elbise ile üşümeye başlamıştı. Değiştirse iyi olacaktı. “Evet, eğer mümkünse çok iyi olur,’’ dedi.

“Tabiki, benimle gel istersen, sana uygun bir şey bulalım.’’

Lavin, Doğa ile onun odası olduğunu düşündüğü bir odaya girdi. İçeride büyük bir yatak, onun hemen yanında çekmeceli bir komidin, kıyafet dolabı ve ders çalışmak için olduğunu düşündüğü orta büyüklükte bir masa vardı. Çok gösterişli bir oda değildi ama ona sıcak, samimi gelmişti.

Kendine rahat bir tişört ve tayt seçmişti.

Doğa “Ben çıkayım, sen giyin üzerini,’’ diyerek Lavin’i yalnız bırakmıştı.

Lavin üzerindeki uzun mavi elbiseyi çıkarıp yatağın üzerine koydu. Bu elbise 16. Yaş doğum günü hediyesiydi. Geçen hafta kutladıkları doğum gününde ne kadar da mutluydu. Sevgi dolu bir ailesi vardı. Hatta üzerlerine çok düştüklerini bile düşünüyordu. Lavin ailesini özlemişti, kim bilir ne kadar merak etmiş olmalıydılar. Gözleri dolu dolu olduğu yere oturdu.

Lavin, ne olduğunu bilmiyordu. Olanlara mantıklı bir açıklama yapmak istese de beyni durmuş gibi hissediyordu. Gözyaşları yanaklarına almaya başladığında her şeyin bir rüya olmasını diledi. Uyandığına annesinin yanında olmak istiyordu.

O an aklına gelenle ayağa kalktı. Telefonu neredeydi? Elbisenin cebini gördüğünde bunu daha önce neden düşünmediğini anlamıyordu. Ailesini arayabilirdi, onlarda gelip kendisini alırdı. Ah aptal kafam, diye kendine söylendi.

Telefona baktığında hattı çekmiyordu. Wi-Fi bağlantısından konuşmak için wifiyi açtı ama hiçbir sinyal yoktu.

“Of! Bu nasıl olabilir?’’ dedi ağlamaklı bir ses tonu ile.

“Ben ne yapacağım şimdi?’’

Kapı çaldığında hala yarı çıplak bir şekilde, odanın ortasında dikiliyordu. Doğa, bir süredir Lavin’in odadan çıkmadığını fark edince merak etmişti.

“İyi misin Lavin? Gelebilir miyim?’’ diye sordu.

Lavin Doğa’nın sorusu üzerine “İyi…’’ dedi ama cümlesinin tamamlayamadan aynadaki görüntüsünü gördü.

Şaşkınlıkla dudaklarından sesli bir nida döküldü.

“Bu da neyin nesi?’’

Doğa, Lavin’e bir şey olduğunu düşünerek odaya girdiğinde olduğu yerde donup kalmıştı. Gözleri irice açılmış, büyülenmiş bir şekilde Lavin’e, daha doğrusu omzuna bakıyordu.

“Bu gerçek olamaz’’ dedi.

Lavin, Doğa ile göz göze geldiğinde onunda en az kendisi kadar şaşkın olduğunu görmüştü. Eli omzunu bulduğunda yavaşça üzerinde gezdirdi. Parmak uçlarıyla dokunduğunda tüm vücudu karıncalanmıştı.

Doğa “Sen’’ dedi. Konuşamıyordu.

Lavin şaşkınlıkla kendine bakarken “Bunun ne olduğunu biliyor musun?’’ diye sordu.

Doğa “Dövme’’ dedi.

“Biliyorum ama bu nasıl olur? Ben dövme yaptırmadım.’’

Doğa Lavin’e yaklaşarak “Çok eşsiz bir deseni var. Ne kadar zamandır var bu?’’ diye sordu.

“Bilmiyorum, bilincimi kaybetmeden önce omzum ağrımıştı ama nasıl kendiliğinden olabilir?’’

‘Doğa ciddi bir şekilde ’Üzerini giyin, konuşmamız gerekiyor,’’ dedi.

Lavin Doğa’nın değişen tavrı karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Odadan çıkmasının ardından kendisine aynadan son kez bakarak kıyafetleri giydi. Bu olanları anlamıyordu.

Odadan çıkıp kızların yanına gittiğinde daha önce görmediği bir adam daha vardı yanlarında. Orta yaşlardan olduğunu düşündüğü bu adam da kimdi?

Doğa kararsızlığını anlamış olacak ki “Seni babamla tanıştırayım,’’ diyerek eliyle orta yaşlı adamı gösterdi. “Babam ihsan, bu da Lavin bahsettiğim arkadaşım’’ dedi.

“Memnun oldum, efendim’’

Lavin, Doğa’nın kendisi için arkadaşım demesine çok şaşırmıştı. Normalde bulunduğu her ortamda dışlanmaya alışık olan Lavin, bu yakınlık karşısında şaşırmış ama fazlasıyla da mutlu olmuştu.

“Bende kızım, otur bakalım. Biraz konuşalım’’

Lavinne konuşacaklarını bilmiyordu ama normal şeyler olmuyordu hayatında. Önce Petra’daki şekle dokunmuştu ve hemen sonrasında kendini zamanda 200 yıl önceye ışınlanmış olarak bulmuştu. Bunlarda yetmezmiş gibi omzunda enteresan bir desen vardı. Ve bunların hepsi sadece bir günde olmuştu.

Lavin karşılıklı koltuklara oturduklarında gergince olduğu yerde konuşmalarını bekledi.

İhsan bey “Lavin sana bazı sorular sormak istiyorum, senin içinde bir sakıncası yoksa tabi.’’ dedi.

Lavin kafasını sallayarak “Sorabilirsiniz,’’ dedi.

“Neler olduğunu anlatır mısın?’’

Lavin kendisine merakla bakan insanların gözlerinde kötülüğe dair bir iz görmemişti. O bakışlarda merak vardı.

‘‘Okul arkadaşlarım ve abimle bir geziye gitmiştim. Yaşadığım yerde Petra Antik kenti olarak bilinen tarihin en eski yerleşim yerlerinden biri var ve oraya gezi düzenlenmişti.’’

Pür dikkat kendisini dinlediklerini görünce anlatmaya devam etti. “Gezi de El Hazne adı verilen bir mezar yeri vardı. Oraya girdiğimde kapıda bir şey hissettim.’’

İhsan bey “Nasıl bir şey? Tarif edebilir misin?’’ Diye sordu.

Lavin “Sanki bir enerji dalgası gibiydi. Bunu Doğa’nın elini tuttuğumda da hissettim’’ dediğinde Doğa şaşkınlıkla bakıyordu.

“Bende hissettim onu’’ demişti. Lavin onunda hissettiğini duyunca şaşırmıştı. İhsan beye bakarak “Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?’’ Diye sordu.

İhsan “Bir tahminim var, sen anlatmayı bitirince söyleyeceğim,’’ dedi.

Lavin “Daha sonra kendimi birdenbire karanlığın içinde, burada buldum,’’ dediğinde Petra’daki şekilden ve onun hissettirdiklerinden bahsetmemişti. İçinden bir ses bazı şeylerin gizli kalması gerektiğini söylüyordu.

İhsan Bey “Yaşadığın yer hakkında bilgi verir misin biraz?’’ Diye sordu.

Lavin yaşadığı yerin güzelliklerini hatırlayınca gülümsemişti. Ay ışığı altındaki sohbetleri, yazın denizde güneşlenmesi, rüzgârın teninde bıraktığı o muhteşem his… Sürekli yer değiştirseler de yaşadığı Dünya başlı başına eşsizdi.

“Ailemin işi dolayısıyla sürekli ülke değiştiriyoruz. Ama genelde yazları sıcak, kışları ılıman iklimin olduğu yerlerde yaşadım. Türkiye içlerinde en sevdiğim ülkeydi.’’

İhsan, Lavin anlattıkları karşısında şaşkındı çünkü kendini bildiği bileli hatta daha uzun süredir güneş yüzü görmemişti. Aklında eskiye dair tek bir anısı var. Onda bile acaba gerçekten böyle bir şey yaşandı mı diye şüphe duyuyordu.

Lavin merakla “Gerçekten 1822 yılında mıyız?’’ Diye sordu.

Doğa “Evet 1822 yılı haziran ayındayız. Saatte öğlen 14:00 civarı’’ dediğinde Lavin şaşkınlıkla “Öğlen vakti mi şimdi? Ama nasıl olur? Hava karanlık,’’ demişti.

“Burası karanlığın şehri Lavin. Bu insanlar karanlığa doğru, karanlıkla bütünleşti. Senin geldiğin yerden çok farklı bir yer Minheon.’’

“Benim geldiğim yer derken?’’

“Sen nasıl olduğunu bilmiyorum ama başka bir zamandan buraya ışınlandın.’’

“Bir yanlışlık olmalı. Benim geri gitmem gerek. Yani bunlar hiç mantıklı değil.’’

“Burada olan her insanın bir dövmesi vardır. Bizi birbirimizden ayırır bu dövmeler. Sende de var değil mi?’’

Lavin biraz önce oyunda gördüğü dövmenin bir anlamı olacağını düşündü. “Evet, benim de dövmem var. Ama bu nasıl olabilir?’’

“Minheon Krallığında insanlar bazı taşıdıkları özelliklere göre ayrılırlar. Geleceği görenler, şifacılar, ateş, su, toprak, hava elementlerini kullananlar…’’

Lavin “Yani şimdi bana özel yetenekleriniz olduğunu mu söylüyorsunuz?’’ diye sordu. Ses tonu fazlasıyla inanamıyor gibi çıkmıştı.

Doğa “Evet herkesin bir yeteceğim yok ama saf ırk olanlar bu özellikleri taşıyabiliyor.’’ dedi.

Lavin merakla “Senin özelliğin ne?’’ Diye sordu meraklanmıştı.

Doğa babasına bakarak “Doğayı, bitkileri yönetebiliyorum,’’ dedi. Lavin bunu duyduğunda karanlıkta ormanlık alanda nasıl hızlıca yolunu bulduğunu anlamıştı. Müthiş bir şeydi bu.

Hayranlıkla “Müthiş bir şey bu. Gösterebilir misin?’’ Diye sordu.

Doğa Lavin’in bakışlarındaki merakı gördüğünde gülümsedi. Oturduğu yerden kalkarak bitkilerin olduğu yere doğru ilerledi. Lavin merakla ne yapacağına bakarken, Doğa avuç içini bitkiye doğru uzatarak tuttu. Avuç içlerinin karıncalanmasıyla yeşil bir ışık oluşmuştu.

Lavin bunun şaşkınlığını yaşarken bitki birden daha da gür bir şekilde çoğalmaya başlamıştı. Doğa’nın bileğindeki yaprak benzeri şekil parlamaya başlamıştı.

Lavin gördüklerine şaşırarak “İnanamıyorum!’’ dedi.

“Başkalarının yanında bu kadar şaşırmasan iyi edersin,’’ dedi İhsan. Lavin başka bir zamandan gelmişse, zamanda açıklan bir kapıdan geçmiş olmalıydı. Bu da yüzlerce yıldır olmayan bir durumdu.

“Sizde mi böyle şeyler yapıyorsunuz?’’

Lavin’in sorusu üzerine küçük kız kafasını salladı. Onun böyle yetenekleri yoktu. “Hayır, ben ablam gibi özel değilim,’’ dedi.

Doğa bunun üzerine “Saçmalık, senin yeteceğin henüz ortaya çıkmadı. Eminim sen çok daha özel olacaksın,’’ dedi.

Lavin tam anlamasa da bir şey dememişti. İhsan Bey “Senin dövmeni görebilir miyim?’’ diye sordu.

Lavin kimsenin görmesini istemiyordu. Doğa babasına “Baba, Lavin’in dövmesi çok eşsiz. Daha önce böyle bir şekil görmemiştim,’’ dediğinde İhsan Bey daha fazla meraklanmıştı.

Lavin bu insanların dövme konusunda neden bu kadar heyecan yaptıklarını anlamıyordu. Ailesinden uzakta, bulunduğu zamanın 200 yıl gerisinde, nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde, ne yapacağını şaşırmış olarak bakıyordu Lavin.

Bakışların ağırlığı altında giydiği kıyafeti omuzları açıkta kalacak şekilde açıkta bıraktı. Dövmeye bakan adam, gördükleri karşısında nefesini tuttu. Konuşmadan büyülenmiş bir şekilde desene bakıyordu.

Lavin adamın bakışlarını takip ederek baktığında insanların neden bu kadar şaşırdığını anlamıyordu. Alt tarafı birkaç desendi.

Dövmede iç içe geçmiş zaman çarkları vardı. Dövmeyi enteresan yapan bu zaman çarklarının enerjisini sanki aydan alıyor oluşuydu.

İhsan sonunda kendine geldiğinde “Bu ne zaman oldu?’’ diye sordu. Ses tonu heyecanlıydı.

Lavin tedirgin olarak “Uyandığımda vardı. Bende biraz önce fark ettim. Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz?’’ diye sordu.

İhsan sevinçle “Kızım sen Işığın Efendisi’sin. Uzun süredir beklenen kurtarıcısın,’’ diyerek yere oturup Lavin’in huzurunda eğildi.

“Işığın Efendisi…’’

Loading...
0%