Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM IŞIĞIN EFENDİSİ

@dilan_ilhan

Bölüm 3

IŞIĞIN EFENDİSİ

 

 

''Işığın Efendisi...''

Şaşkınlıkla önümde eğilen insanlara baktım. Ne olduğunu bir türlü beynim anlamıyordu. Adam biraz önce ne demişti, Işığın Efendisi mi? Bu ne demek oluyordu Allah aşkına?

Olaylar daha fazla karışmadan ''Durun, bir yanlışlık olmalı. Bu dedikleriniz benimle ilgili olamaz,'' desem de işe yaradığını düşünmüyordum.
Orta yaşlı adam büyülenmiş gibi, saygılı bir ses tonu ile ''Lavin, sen çok özelsin,'' dedi.

Tüm bu olanların şaşkınlığı ile ''Bu ne demek oluyor?'' diye sordum. Kalbim duyacaklarımın etkisi ile o kadar hızlı çarpıyordu ki, odadaki herkesin bu sesi duyduğuna bahse girerdim.

İhsan daha fazla yerde durmayarak ''Burada bekleyin hemen geliyorum,'' diyerek birden gözden kayboldu. Evet doğru duydunuz adam birdenbire görünmez olmuştu. Gözlerim bilimin bile açıklamakta yetersiz kalacağı olaylar karşısında şoktaydı.

Doğa'ya baktığımda onun biraz önce yaptıklarını düşününce bu insanların farklı olduğunu daha yeni idrak ediyordum. Korku ve heyecan karışımı bir duyguyla başka şeyler düşünmeye kendimi zorladım.

Bütün bu olaylar Petra'ya gitmeye duyduğum yoğun istek ve arkasında meydana gelen bir dize olaylar ile başlamıştı. Önce normal gibi görünen rüyalarım, daha sonra kendimi çizerken bulduğum görseller ve daha birçoğu...

Son birkaç saatte yaşadıklarımı düşününce her şey bir rüya gibi geliyordu. Buraya nasıl gelmiştim? Petra'da hissettiğim o enerji ile ilgili olabilir miydi?

İhsan aniden yanımızda belirdiğinde olduğum yerde sıçradım. Biri buradakilere bu olayların benim için ne kadar yabancı olduğunu anlatabilir mi? Birdenbire görülmez olmak, bitkiler ile anlayamadığım büyüler yapmak benim için hiç normal değildi ama bunun henüz kimse farkında görünmüyordu.

İhsan'a dikkatli baktığımda elinde kalın bir kitap vardı. Doğa babasının elindeki kitabı gördüğünde gözlerini irice açarak ''Baba ama bu...'' dedi. Cümlesini tamamlamamış birden susmuştu.

Doğa'nın neden bu kadar şaşırdığını anlayamamıştım. Büyülenmiş gibi kalın kitaba bakıyordu.

İhsan babacan bir tavırla ''Gel buraya Lavin, sana bir şey göstermeliyim,'' dedi.

Söyledikleri ile ona doğru birkaç adım ilerledim. Hala biraz önce gözlerimin önünden birden kayboluşun şokunu yaşıyordum. Kendimi zorlayarak ilerledim. Ne göreceğimi bilmiyordum ama uzaktan gördüğüm kadarıyla kitabın kapağında omzumdaki desenin motiflerinden vardı.

''Bu kitap Minheon Krallığının gizli hazinelerinden biri olan Yaşam Ateşi kitabı. Bu kutsal kitap asırlardır ailem tarafından korunuyor. Şu anda kitabı korumakla görevli muhafız benim. Doğa da kutsal kitabı senin gibi ilk kez görüyor. ''

Doğa'nın kitabı görünce neden bu kadar şaşırdığı şimdi belli oluyordu. Demek o da ilk kez görüyordu.

İhsan Yaşam Ateşi kitabını yavaşça açmaya başladığında kitaptan ışık çıkmaya başlamıştı. Doğa da benim gibi büyülenerek kitaba bakıyordu.

Dudaklarımdan istemsizce ''Çok güzel,'' sözcükleri döküldü.

Hayranlıkla kitaba bakıyordum. İhsan kitabın sayfalarını değiştirip bir sayfada durduğunda derin bir nefes aldı. Kitapta yazan yazıyı yüksek sesle okumaya başladı.

KEHANET

Olması gereken yere geldiğinde

Ay ve Güneş yattığı uykudan uyanacak

Karanlığa yeniden aydınlık hâkim olacak...

İhsan birden bana dönerek konuştuğunda tüm bedenimi bir titreşim dalgası sarmıştı. Söylediği cümle ''Sen bu kehanetteki kişisin,'' di.

Bir süre konuşmadan ona baktığımı hatırlıyorum. Benden tepki bekliyorlardı. Kendime geldiğimde ''Ben anlamıyorum, bütün bunlar ne demek oluyor?'' Diye sordum. Kafam o kadar karışıktı ki...

İhsan kafamın karıştığını anlamış olacak ki, bu yüzden açıklama yapmaya başlamıştı.

''Her şeyi açıklayacağım. Beni dikkatli dinleyin,'' dedi.

Doğa da benim yanıma oturarak dinlemeye başladı. Babasını ilk defa böyle görüyormuş gibi bakıyordu.

İhsan'ın bakışlarında yılların verdiği büyük sorumluluğun ağırlığı vardı. Ailesi kendilerine verilen görevi büyük bir özenle yerine getirmiş olmalıydı ve şimdi bu yük onun omuzlarındaydı.

Bakışlarını bize çevirerek konuşmaya başladı. ''Ülkemiz eskiden böyle bir yer değildi. Aydınlık ve barışın hüküm sürdüğü bir ülkeydi. Herkes birbirleri ile eğlenir, festivaller, etkinlikler düzenlenirdi," dedi. Konuşurken o günler aklına gelmiş gibi bakışları uzaklara dalmıştı.

İlk konuşan Doğa'ydı. "Baba ben hep böyle karanlığın içinde olduğumuzu sanıyordum"

İhsan üzüntü ile kafasını salladı. "Her şey çok farklıydı kızım. Tüm bunlar meydana gelen bir olay yüzünden son buldu. Minheon Krallığı lanetlendi ve tamamen karanlığa hapsoldu,'' dedi. Gerçekten üzgün görünüyordu.

Merakla ''Nasıl bir olay?'' diye sordum.

''Şimdilik bu kadarını bilmeniz yeterli.'' Anlatmak istemediği her halinden belli oluyordu. Kötü olaylar olduğu ses tonundan belli oluyordu.

Bu olayın peşini bırakmaya hiç niyetim yoktu. "Daha fazlasını bilmek istiyorum,'' dedim kararlı bir şekilde. Daha sonra devam ettim. ''Karanlık derken ne demek istiyorsunuz?"
Doğa ''Baba benim düşüncelerimde hep karanlık hakimdi. Aydınlık bir dünya düşünemiyorum,'' dedi.

Doğa'nın sözleri üzerine aklıma gelen şeyle imkânsız olsa da ''Hiç Güneş doğmuyor mu?'' diye sordu.

Doğa gayet normal bir şeyden bahseder gibi ''Hayır, şu an aslında gündüz vakti ama gece karanlığındayız,'' dedi.

Yaşadıklarım yeterince ilginç değilmiş gibi şimdi de duyduklarım karşısında şok olmuştum. Nasıl gündüz vakti olabilirdi? Biraz önce karanlıkta koşarken gece yarısı olduğunu düşünmüştüm. Zifiri karanlıktı ve sokaklarda yanan lambalar olmasa kesinlikle çok korkutucuydu.

''Bu imkânsız!''

İhsan ''Minheon'da hiçbir şey imkânsız değildir. Yaşanan her şeyin bir sebebi mutlaka vardır,'' dedi.

Merak ettiğim bir şey vardı. Tüm bu karmaşanın içinde benim ne işim vardı. Neden buradaydım?

''Peki bu kehanetle benim ne alakam var? Üstelik kitabın üzerindeki desenler neden omzumdaki dövmeye benziyor?'' diye sordum.

''Sen kehanette müjdelenen kişisin. Bu dövmeyi bizden başka kimsenin görmesine izin vermemelisin.''

***
Sabah uyandığımda yattığım çift kişilik yatakta sağa doğru döndüm. Annemin ''Uyan güzel prensesim,'' demesini bekledim bir süre ama koca bir sessizlik hakimdi. Gözlerimi araladığımda yanımda uyuyan Doğa'yı gördüm. O an tüm yaşananlar teker teker aklıma geldi. Hiçbiri rüya değildi, her şey gerçekti.

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama camdan dışarıya baktığımda karanlığın içindeki insanların bir yere gittiklerini gördüm. Bu sırada Doğa da uyanmıştı.

''Günaydın, saat kaç?'' Diyerek komidinin üzerinde duran saate baktı.

''Günaydın,'' dedim. Sesim bana bile yabancı gelmişti.

Düşünceliydim. Aklım hep ailemdeydi. Ne halde olduklarını merak ediyordum. Benden haber alamadıkları için çok üzgün olmalıydılar. Bir yolunu bulup ait olduğum yere, kendi zamanıma geri dönmeliydim.

''Hemen hazırlanmalıyız, yoksa okula geç kalacağız.''

Doğa hızla yataktan çıkıp hazırlanmaya başlamıştı. Öylece durmuş ona bakıyordum. Yaptığı işe ara verip ''Ne duruyorsun? Hazırlansana, sen de bizimle geliyorsun,'' dedi.

Şaşkınlıkla ona baktım. Nasıl okula gideceğimi anlamamıştım. Buraya tamamen yabancıydım...

''Bende mi okula gideceğim?'' diye sordum.

''Evet, sende bizimle geliyorsun, hadi hazırlan artık. Geç kalacağız.''

''Ama ben nasıl, yani insanlar kim olduğumu sormayacak mı?''

''Aslında dün gece biz o konuyu düşündük. Kuzenim olarak bizimle okula geleceksin.''

Doğa'nın anlattığına göre dün gece ben uyuduktan sonra babasıyla bu konuyu konuşmuşlar. Aslında kim olduğumun anlaşılmaması son derece mühimdi. Bu sebeple beni uzak akrabalarından kuzeni olarak tanıştıracaklardı.

Okula gitmek için yürürken insanların karanlıkta nasıl bu kadar rahat hareket edebildiklerine şaşırıyordum. Hava dünkü kadar tam karanlık değildi, sanki biraz aydınlatılmış gibiydi. Bu durumu Doğa da fark etmiş olacak ki ''Havada bir farklılık var,'' dedi.

Bana çok farklı gelmediği için yorum yapmamıştım. Bir an önce bu saçmalığa bir son verip ailemin yanına gitmek istiyordum. Annemin benim yokluğumda neler yapacağını tahmin bile edemiyordum. Düşüncelere dalmış düz yolda ilerlerken ara sokaklardan birinin önüne gelmiştik. Burada okul falan yoktu.

Doğa ''Burada beni birkaç dakika bekler misin? Ufak bir işim var. Hemen geleceğim.'' dedi

Bu ıssız yolda tek başına bekleyecek olmak beni tedirgin etse de ''Tamam,'' dedim.

Doğa gitmeden önce ''Sakın buradan ayrılma. Birileri gelirse kimseyle konuşma. Ben hemen dönmüş olacağım,'' dedi.

''Tamam zaten kimseyi tanımıyorum,'' dedim.

Doğa kısa sürede gözden kaybolmuştu. Stres anında her zaman yaptığım gibi elim yine uzun siyah saçlarıma gitmişti. Bugün at kuyruğu yaparak toplamıştım. Karanlığı oldum olası sevmezdim ve şimdi karanlığın hüküm sürdüğü bir yere gelmiştim. Bunun nasıl olduğunu bile bilmiyordum. Düşüncelere dalmışken fark etmeden etrafımı birileri sarmıştı. Doğa'nın gittiği yere baktığımda hala görünürde yoktu.

Bakışlarımı korku ile etrafımı saran kişilere çevirdim. Yüzleri net belli olmasa da sokak lambasının aydınlattığı kadarıyla bakışlarındaki ifade beni ürkütmüştü. Bunlar da kimdi?

İçlerinden uzun boylu olan biri bana ''Sen kimsin?'' diye sordu.

Konuşmamıştım. Doğa'nın bir an önce gelmesi için dua ediyordum. Konuşamayarak bakışlarımı zifiri karanlık ormana doğru çevirdim. O taraftan güçlü bir enerji dalgası hissetmiştim.

Birden kolumda hissettiğim el ile korku ile titredim. Pis nefesini yüzümde hissettiğimde kusacağımı hissettim. Kolumu kurtarmak için elini çekmeye çalışmıştım ama adam çok kuvvetli tutuyordu.

''Bırak beni!'' Diye bağırdım. İçimdeki öfke her an patlamaya hazırdı.

''Ooo sinirlendin bakıyorum,'' diyerek yüzüme doğru yaklaşmıştı. Şimdi adamın yüzünü daha net görmeye başlamıştım. Alnında derin olmayan bir iz vardı ve dikkatle yüzüme bakıyordu.

''Bizimle geleceksin'' dedi ve konuşmama fırsat vermeden kendimi ilerlerken buldum. O kadar güçlüydü ki engel olamıyordum.

''Hayır! Bırak beni. İstemiyorum''

''Kapa çeneni, bizimle geleceksin dediysem geleceksin''

''Lütfen biri bana yardım etsin''

Resmen tanımadığım bir zorba tarafından sürükleniyordum. Çığlıklarım havayı keskin bir bıçak gibi kesmişti. İçimdeki korku ve öfke duyguları birbirine karışmaya başlamıştı. Dövmemde hissettiğim yanma hissi ile gözlerimi acıyla kapattım. Bedenimde bir şeyler olacağını hissetmiştim.

Tam o an kolumdaki el yok oldu. Kendi sesim dışında acı ile harmanlanmış bir çığlık sesi daha işitmiştim. Gözlerim hala kapalı olduğu için nereden geldiğini anlamamıştım. Baktığımda az önce kolumu tutan zorba adamın acı ile yerde yattığını gördüm. Yanındakiler korku ile bir noktaya bakıyorlardı. O an onu gördüm...

Aramızda mesafe olmasına rağmen kısa bir an gözlerimiz kesişmişti. Yüzü bir peçe ile kapalıydı ve tam anlamıyla görünmüyordu. O kısacık andan sonra her şey çok hızlı ilerlemişti. Kendisine saldırmak üzere olan birini fark edip kılıcını kalbine sapladı. Adamın birden ışık çıkararak toza dönüşmesi ile şaşkınlıkla geriye doğru sendeledim. İnsan değiller miydi?

Siyahlar içindeki bu adam, zorlanmadan hepsini etkisiz hale getirmişti. Tam biri bitti derken, arkamdan gizlice gelen adamı fark etmedim. Bıçağın keskin tarafını boğazımda hissedince gözlerim irice açıldı.

Bıçağın boğazımda bıraktığı etkiyle zorlukla konuştum. ''Bırak beni lütfen,'' dedim. Konuşurken bıçak boğazıma daha çok temas etmişti, acıyla gözümden bir damla yaş akmıştı. Karşımızdaki adam, sakin adımlar atarak ilerlemeye başladı.

Beni rehin alan adam ''Yaklaşma yoksa öldürürüm,'' dedi ama ses tonu korktuğunu gözler önüne seriyordu.

Duymamış gibi ilerlemeye devam etti. Bakışları benim üzerimden bir saniye olsun ayrılmıyordu. Bıçağın temasından dolayı tedirgin olduğumu görüyor olmalıydı ama tavırları fazlasıyla umursamazdı. Ben bu haldeyken onun ne düşündüğünü bilmeyi çok isterdim.

Ve o an, kimse ne olduğunu bile anlamadan bıçağını adamın kalbine sapladı.

Loading...
0%