Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@dilaniletmlsgmail.

Ayağını altındaki cesedi yavaşca itekledi. Yüz üstü dönen cansız beden, mıh gibi yapıştı olduğu yere. O kadar çok yarası vardı ki her yanı kandan görünmüyordu ölü adamın. Çevirmesi ile beraber gördü ki sırt kısmında tamı tamına on iki tane kurşun deliği açılmıştı. Geceden beri, akan kanlar artık kurumuştu bedeninde. Kafasını kaldırıp etraftaki diğer yirmi cesede baktı, yüzü gördükleri karşısında iğrenircesine buruştu. Bu ne mide bulandırıcı bir manzaraydı böyle. Bu insanların derdi neydi? Buraya gelene kadar kesinlikle böyle bir vahşetle karşılaşmayı beklemiyordu. Hepsi takım elbiseli orta yaşlarda görünen adamlardı. Etraf ceset gölüne dönmüştü adeta. Bir birleriyle çalıştıkları belliydi. Hepsinin yanında mutlaka bir silah duruyordu. Böylesine bir katliama sebep olacak şeyin ne olduğunu bilmese de karşılaştığı manzara karşısında şaşkındı birazda olsa.

 

Belki sağ olan vardır diye tek tek hepsini kontrol etmişti ancak, hiçbirinde yaşam belirtisi bulmamıştı. Henüz 5 saatlik cesetler olsa da çoğu çoktan ölmüş, bedenleri kokup çürümeye yüz tutmuştu. Beyaz tenleri tıpkı bir hayaleti andırıyordu. Genç kız buranın işinin bitiğini ve artık gitmesi gerektiğini anladığında ardına döndü. Kurumuş yapraklar postal botlarının altında ezilip, hışırtı sesler çıkarırken az ötede ağacın dibine bıraktığı silahı alıp cesetleri koklayan alman çoban cinsi köpeğine gitmek için seslendi. Burnunu dikmiş önündeki bedeni koklayan köpek gitmeye pek gönüllü görünmüyordu. Bunu fark eden genç kız durdu ve ona doğru döndü. "Hadi gelsene."diye seslendi. Ancak yaptığı şeyle meşgul olan köpek onu bir kez daha dinlemedi. Genç kız sinirlendi bu duruma. Derince nefes salıp, "Hey kime diyorum!"diye kızdı. Köpek sonunda bakışlarını ona çevirdi ve havladı. Genç kız neden gelmediğini sorgularken bakışlarını kısıp kaşlarını çattı, ve "Ne var orada?"diye sordu. Köpek iki kere daha havladığın da artık birşey anlatmak istediğinden emindi. Bunu öğrenmek için adımlarını ona doğru sürdü bu defa yanına gittiğin de kendisine beklentiyle bakan köpeğin, gözlerindeki ifadeye hayret etti. Ne istediğini gerçekten merak ediyordu. Öğrenmek için kafasını önünde durduğu bedene çevirdi. "Ölmüş o. Ondan ne istiyorsun?"diye sordu. Köpek tekrar havladı. Bunun normal olmadığını biliyordu ve köpeğe kısa bir bakış attıktan sonra bedene odaklandı. Üzerinde siyah bir takım elbise olan uzun boylu, siyah saçlı genç bir adamdı bu. Bayağı yakışıklıydı, ölmesi yazık olmuştu. Göz kapağına tutunan uzun kirpikleri ve yüz hattı o yaşlardaki biri için bile fazla çekiciydi. Ölü hali bile aura saçıyordu.

 

Genç kız bir kez daha öldüğüne kanaat getirip köpeğe döndü ve sabrı taşmış bir şekilde, "Ölmüş onu rahat bırak!"diye kızdı. Arkasını dönüp yürümeye başladı."Yürü hadi bir an önce eve dönelim!"diye komut verdi. Azar işiten köpek kırgın bir şekilde büktü boynunu ve tek bir şey söylemeden takıldı sahibinin peşine. Ağaçların arasından esip geçen rüzgar, gürültülü bir uğultuya neden oluyordu. Dallarından kopmak üzere olan kuru yapraklar itinayla düşmemek için savaşıyordu. Derinlere doğru akıp giden sesler bir çığlığı andırıyordu. Korku filmlerini aratmayacak bir ambiyans hakimdi gökyüzüne henüz öğle saatleri olmasına rağmen gökyüzü kararmak üzere kasvetli bir havaya sahipti.

 

Kuru yaprakları ezerek yürüdüler ağaçların arasında. Cesetler artık bir kaç adım uzaklarındaydı. Ancak onları durduran birşey oldu. Adamlara ait bedenlerden birinde bir hareketlenme meydana geldi. Genç kız henüz bunun farkında olmasa da sese karşı aşırı duyarlı kulaklara sahip olan köpek, hemen durmuş arkasına, dakikalar önce önünde durduğu bedene bakmıştı dikkatle. Hafifçe, bir insan gözüyle fark edilmeyecek kadar etkisiz bir hareket sezdi bedende ve sahibinin kızmasına aldırmadan yeniden havlamaya başladı heyecanla. Sabrı taşan genç kız, "Senin derdin ne Allah aşk..."diye bir hışım arakasını döndü kızmak için ancak gördükleri karşısında sözleri yarım kaldı. Köpek yanılmıyordu, genç adam hâlâ yaşıyordu. Dudakları arasından zarzor aldığı nefes onu güçlükle de olsa hayatta tutuyordu. Acıyla buruşan yüzü seksen yaşlarına gelmişcesine buruşmuştu. Sağlam olan kolunu hareket ettirip elini böğründeki yaraya bastırdı. Boylu boyunca uzanmış olan ayaklarından birini kendine doğru çekip, dudaklarında ince iniltiler dökmeye başladı. Genç kız şaşkınlığını çok kısa yaşamış, sakin adımlarını adama doğru sürmüştü.

 

Baş ucuna geldiğin de baştan aşağı süzdü genç adamı. Fazla yarası yoktu, ölmesi kücük bir olasılıktı ancak atmayı bırakmış olan nabzı genç kızı yanıltmıştı. "İyi misin?"diye seslendi kendine gelmeye çalışan adama. Göz kapakları hafifçe aralandı ancak çok kısa süre sonra yeniden kapandı.

İlk başta yardım etmeyi düşündü ancak sonra dün gece olanlar aklına gelince buna mecbur olmadığını, ve ona ne olacağının kendisini ilgilendirmediğini düşünüp ardına döndü. Adım atmak üzere hareketlendiği sırada, ayağına birşeyin takıldığını ve hareket edemediğini fark etti. Omuzunun üzerinden ardına baktığında yerdeki adamın kanlı uzun parmaklarının bacağını sıkıca sardığını gördü. Bilinci yarı kapalı olan genç adam, "Yardım et!"diye sayıklıyordu güçsüz bir sesle. "Ölmek için çok erken!" Yüzüne baktı. Farklı birşeyler gördü onda. Ne olduğunu anlayamamıştı ancak gördüğü şey ona gitmesi için izin vermiyordu.

 

Derin bir nefes salıp, "Alf, buraya gel."diye köpeğine seslendi. Etrafı kolaçan eden köpek sahibinin sesini duymasıyla hemen yanına koştu ve komuta hazır bir şekilde bekledi. "Yardım etmen gerekiyor çaylak."

 

Genç kız genç adamın yanına çömeldi. Yarasının durumuna baktı. Pek iyi görünmüyordu, ancak ölümcül de değildi. Montunun altına giydiği kırmızı renk oduncu gömleğini çıkardı ve ortadan ikiye yırttı. İşini görecek kadar parça kestikten sonra genç adamın yarasının üzerine iyice sardı. Bu süre zafında bir kez olsun gözlerini açmamış olan genç adam, oldukça solgun görünüyordu. Sona yaklaşıp kumaş parçasının iki ucunu bir birine bağlarken kısa bir süre genç adamın yüzüne baktı. Dudakları mor ve oldukça kuruydu. Ölümün kıyısında salınan bir ruhtan farksızdı ancak yaşam olguları ölmediğini hala hayata olduğunu kanıtlıyordu fazlasıyla. İşi bittiğin de geri çekildi. Ellerini dizilerinden aşağı sarkıtarak genç adamın yüzüne baktı bir kez daha. "Şanslısın bugün de ölmedin."dedi. Kendisini duyduğunu hissediyordu içinde bir yerde.

 

📜

 

Şömünede yanan ateşin gölgesi soğuk duvarlarda adeta dans ediyordu. Kül olmaya yüz tutmuş odunların, acı çığlıkları hazin hikayelerini haykırıyordu. Dışarda esen rüzgarın camın pervazına vurmasıyla, ince bir uğultu sesi eşlik ediyordu onlara. Yine soğuk bir hava hakimdi gökyüzünde. Günler geçtikçe kış mevsimi varlığını daha da belli ediyordu. Biri dışarı çıkmaya kalksa belki de hayatının en büyük pişmanlığını yaşardı, eğer eskimo insanlarının kıyafetlerine sahip değilse tabi.

 

Şömine taşının üzerinde ısınmaya yüz tutmuş demir tasın içindeki suyu alıp koltuğun üzerinde baygın halde yatan yabacıya doğru ilerledi. Elindeki gaz bezini bir kaç kez tasın icine daldırıp sıktı sertçe. Odanın ortasında duran masanın etrafından dolandığı sırada yabancı hafifçe kıpırdadı. Kafasını kaldırıp baktığı sırada uyanmak üzere olduğunu gördü. Çok geçmeden de genç adamın iniltileri doldu içeri. Acı sesinde can bulmuştu. Sırtını koltuktan uzaklaştıracak şekilde karnını yukarı doğru kaldırıp, ııııhğ diye bir ses döktü dudaklarında. Kasılmaları canının ne kadar yandığını gösteriyordu. "Kıpırdama..."deyip tekrar elindeki beze odaklandı. Genç adam gözlerini aralayıp kafasını yavaşça sesin geldiği yöne çevirdi. Bakışları bayık olsa da karışsındaki insanı fark etmemesi imkansızdı. Ancak karanlık ona bu konuda hiç yardımcı olmuyordu. Şömine ateşinin turuncu ışınları dışında içeriyi aydınlatacak tek bir ışık kaynağı dahi yoktu, bu nedenle oldukça loştu içerisi. "...canın daha çok yanar."

 

Genç adam, "Sen..."diye güçsüz bir sesle konuşmak için çabalasa da yarasında nükseden sancı cümlesini yarıda bırakmasına, aaa diyerek bütün gücüyle bağırmasına neden olmuştu. Kalın erkeksi sesi adeta bir aslan kükremesini benziyordu. Bedenindeki yaraya rağmen heybetinden birşey eksilmediği de açıktı. Uzandığı yerden öne doğru bükülerek, dişlerinin arasından hızlı hızlı nefesler alıp vererek acının önüne geçmeye çalışsa da bir faydası yoktu, dehşet bir ağrı hüküm sürüyordu bedeninde.

 

Onu eve getirir getirmez, kurşunu, ucunu iyice ısıttığı bir bıçak yardımıyla bedeninden çıkarmıştı genç kız. Ormandan topladığı şifalı otlarla yarasının üzerini sarmış bu da yaklaşık beş saat boyunca ağrısını kesmesini sağlamıştı ancak etkisi artık yavaş yavaş geçiyordu. Ve görünen oydu ki genç adamı sancılı bir gece bekliyordu.

 

Bezi ıslatmaya devam ederek genç adamın yanı başına geldi. Bedenini kasmaya bir son verip kendini geriye bırakan genç adam gözleri kapalı bir şekilde nefes egzersizi yapmaya devam etti. Alnında biriken koca ter damlaları şakaklarından aşağı doğru kayıyordu aheste aheste."Ateşin var, o dinmedikçe ağrıların da dinmez." Bunu genç adamın buruş buruş yüzüne bakarak söylemişti.

 

Gözlerini açmadan, "Sen de kimsin?"diye sordu genç adam. Sesi tıpkı bir fısıltı gibi çıkmıştı. Konuşmak bir işkence gibi geliyordu aciz bedenine fakat karşısındaki insanın kim olduğunu deli gibi merak ediyordu. Henüz tam olarak kendine gelmiş değildi ama bu sorunun cevabı çok önemliydi belkide.

 

Genç kız cevap vermedi. Sonkez parmakları arasında sıktığı bezin suyunu iyice çıkardıktan sonra genç adamın alnına yerleştirdi. Yüzünde aşırı katı bir ifade vardı dışardan bakan biri bunu yapmaktan hoşlandığını düşünürdü ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Bu onun genel mizacı idi.

 

"Sana..."diyen genç adam ağrılarının izin verdiğince konuşmaya çalıştı. "...bir soru sordum."diyerek sorusunda diretse de genç kızın cevap veremye pek niyeti yoktu.

 

Bezi alnına yerleştirdikten sonra elindeki demir tası kolçağın üzerine bırakıp yaraya bakmak için eğildi. Genç adam elini üzerine koymuş çekmiyordu. "Elini çek de yaraya bakayım."diye fısıldadı. Genç adamın onu duyduğu şüpheliydi. Tepki vermediğini fark edince kafasını kaldırıp mavi harelerini genç adamın gözlerine dikti.

 

Evet genç adam gözlerini açmış bütün dikkatiyle kendisine bakıyordu. "Sana kimsin dedim!"diye sordu sertçe.

 

Nefes salarak doğrulan genç kız, gözlerinin içine baktı derince. Siyah gözlere sahip olduğunu yeni fark ediyordu genç adamın.

 

Genç adam kaşlarını çatarak, "Bana öyle bakmayı bırak da kim olduğunu söyle!?"diye sertçe çıkıştı. Güçlükle konuşuyordu. Cevap alamayan genç adam genç kıza ters bir bakış gönderip, "Dilini mi yuttun, neden cevap vermiyorsun?!"diye sordu ancak yine bir karşılık alamamıştı. Ağrıların yeniden kendini belli etmesiyle, genç kızı tamamen unuttu. Konuşmaya dahi gücü kalmamıştı artık, sahip olduğu güçte ancak ağrılarıyla girdiği mücadeleye yeterdi.

 

Genç kız konuşmaya takati olmadığını anladığın da yeniden yarasına bakmak için eğildi. Genç adam hâlâ elini çekmemişti. Ona dönüp elini çekmesini işaret etti uyarıcı gözlerle. Genç adam pes etmiş bir şekilde elini koltuğun üzerine ruhsuzca bıraktı. Parmakları karanlığın içinde koyu görünen yeşil renge bürünmüştü bitkilerden dolayı. Acıyı geçirmek için öyle bastırmıştı ki, otlar rengini vermişti tenine. Genç kız bundan hoşlanmasa da birşey demeden işine koyuldu. Otları çekip yarayı iyice temizledi sonra da beyaz bir kumaş parçası ile iyice sardı, biraz daha ağrı kesici otlara ihtiyacı olduğunu bilse de elinde kalmadığından ağrının geçmesi için yaraya uygulayamıyordu. Tek çare sabahı beklemekti. Bu süre zarfında genç adamın çok acı çekeceğini biliyordu ancak yapabileceği birşey yoktu. Sonbahar ayının gelmesiyle birlikte, otlar kurumaya yüz tutmuş bu yüzden şifalı otları bulmakta güçleşmişti. Yabancı için kullandığı otlar geçen hafta topladığı otlardan geriye kalan son otlardı onlarda bitmişti işte. Ancak zorda olsa bulacağını bildiğinden yarın sabaha yeniden ormana keşfe çıkacakdı.

 

Genç adam onu duymuyor gibiydi ancak genç kız kendisini pek tabi duyduğunu biliyordu. Onu yalnız bırakmak üzere döndü arkasını. Üst kata tırmanan merdivenlere doğru ilerlerken dış kapının önünde uyuyan köpeğe bakmak için durdu bir süre. Çevresinde tek bir insan bile yoktu ancak o yalnız değildi. Alf'a onun bu dünyadaki en iyi dostu en sadık sırdaşı en sevdiği arkadaşıydı. Dünya üzerinde en değer verdiği varlığın huzur içinde uyuduğunu görünce aynı huzurdan onun içine de doldu. Alf'ayı mutlu görmek kensini de mutlu ediyordu. Bir insan bir hayvanı ne kadar çok sevebiliyorsa o kadar çok seviyordu köpeğini çünkü, bu yaşantıya başladığı günden beri yanında o vardı ve ona o kadar bağlıydı ki boyutu ölçülerle tarif edilemezdi.

 

Alf'a sanki genç kızın kendisini izlediğini hissetmiş gibi kafasını gömdüğü yerden kaldırıp uykulu gözlerle sahibine baktı. Birleşen gözleri ardından, uyku sersemi olan hayvan hafifçe hırladı bu mutluluk göstergesiydi. Yüzüne konan tebessümden de belliydi zaten. Yeniden eski pozisyonunu aldığında genç kızda merdivenlere dönüp üst kata yöneldi. Saat gece yarısını buluyordu, bu da uyku vaktinin geldiğinin göstergesiydi. Üstelik bugün her zamankinden çok yorulmuştu. Yıllara dayanan orman yaşantısında bir çok zorlukla karşılaşmış hepsinin üstesinden de gelmiş ancak bir kez olsun yorgun hissetmemişti ancak bugün çok tuhaf bir yorgunluk, tıkı tonlarca ağırlıktaki bir kaya gibi çökmüştü üzerine. Oysaki pek birşey yapamıştı, bu normal değildi.

 

Sorgulamayı bırakdı genç kız. Odasına girip üzerini değiştikten sonra yatağına uzandı. Uykuya dalmadan önce gözlerini camdan dışarı çevirip gökyüzünde bütün ihtişamı ile parlayan mavi aya baktı. Sanki kendisine gülümsüyor gibiydi yaşlı ay. Göz kamaştıran bir gelin gibi göründüğü de su götürmez bir gerçekti.

 

Uykuya doğru çekilen gözleri gecenin kör vaktinde kopan gürültüyle hızlıca aralandı. Çatılan kaşları ardından etrafa bakındı hızla, camdan içeri vuran ay ışığının hafiften aydınlattığı oda olduça sakin görünse de az önce duyduğu sesin ne olduğunu merak edip uzandığı yerden kalktı. Dikkatle odanın içinde süzülen gözleri son olarak kapıyı buldu. Adımlarını oraya sürdü ve odadan çıktı. Koridor da en az oda kadar karanlık, sessiz ve de sakindi. Neyseki genç kız nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Alt kata inen merdivenlere doğru ilerleyip adımlarını özenle atarak alt kata kadar geldi. Görünürde hala birşey yoktu. Herşey o kadar normaldi ki nerdeyse hayal gördüğünü düşünecekti ancak emindi; bir ses duymuş kulakları onu yanıltmamıştı. Kapının önünde uyuyan köpeğe baktı sonra koltuğun üzerindeki yabancıya. Uyuya kalmışa benziyordu. Kıpırdamamsının sebebi bundan başka birşey olazdı. Genç kız odanın geri kalanını iyice inceledi sonra gözleri birden yerdeki demir tasa takıldı. Ters bir şekilde koltuğun dibinde duruyordu öylece. O an gürültünün sebebini anladı. Neyseki şüphelendiği gibi, evine giren biri yoktu ya da yabancı adam yatağından kalkmamıştı.

 

Tüm düşüncelerini bir kenara bırakıp su tasını genç adamın baş ucunda unuttuğu için kızdı kendine. Muhtemelen kafasını oynatırken ona çarpmış yere düşmesine sebep olmuştu. Mesele bu kadar basitti işte. Genç kız rahatlamış bir şekilde tası almak için koltuğun yanına kadar gitti. Eğilmiş tası yerden almak üzereyken gözü küçük bir detaya takıldı. Genç adamın sağ kulağının altında küçük bir dövme vardı. Karanlık yüzünden nasıl birşey olduğu tam olarak seçilmese de, dövme olduğu açıktı. Bu detaya fazla takılmayan genç kız, eğilip tası yerden aldı. İçindeki suyun zemine dökülmüş olduğunu görünce salonun ortasındaki Amerikan mutfağına gidip kuru bir bez, aldı ve aynı yere geri döndü. O kadar, dikkatli hareket ediyordu ki, varlığını hissetmek nerdeyse imkansızdı. Adım sesleri dahi duyulmuyordu oysaki, zemini kaplayan ahşaplar oldukça yaşlanmıştı.

 

Elindeki bezle yerdeki su birikintisini alırken, yabancının kıpırdamasıyla durdu birden, kafasını kaldırıp ona baktı. Birşeyler sayıklıyordu. Elini alnına yerleştirdiğinde ateşler içinde yandığını fark etti. Bir saat önce alnına koyduğu nemli bez kolunun yanına düşmüş, hatta kurumaya yüz tutmuştu. Onu yeniden nemlendirip, aynı yere koydu. Bir süre baş ucunda durup ateşin dinmesini bekledi. Genç adam kabus görüyor olmalı ki, korku dolu bir yüz ifadesiyle anlamsız kelimeler döküyordu solgun dudaklarından. Genç kız tam yarım saat boyunca onun bu haline şahitlik etmişti ancak söylediklerinden en ufak birşey anlamamıştı. Neyseki dakikalar sonra ateşi birazda olsa dinmiş genç kız uyumak için odasına doğru yol almıştı yeniden.

 

Odaya gelip yatağına girdiğinde, uykunun bir türlü gözlerini ziyaret etmediğini fark etti. Aklına gelenlerle içini kaplayan sıkıntı uyumasını güçleştiriyordu. O kadar çabalamasına karşın gün doğumuna karşı uyuyabilmişti ancak.

 

📜

 

Mavi gözlerin sahibine baktığında içini istemsiz bir hüzün kaplıyordu. Bitkin halinin içine dert olduğu aşikardı. Onu hep güçlü ve de sarsılmaz bir kule gibi gördüğünden bu halini garipsiyordu içten içe. Bu manzaraya alışık değildi hiçbir zaman da alışmayacaltı zaten. Elindeki bezi yarasına bastırıp kapalı gözlerine baktı. Mavi hareleri görmek istiyordu ancak o gözlerini açmamakta ısrarcıydı. Açmak istemediğinden değil açamadığındandı sebep. "İyileşeceksin. Dirayetli ol, seni iyileştireceğim." Kulağına doğru yavaşça fısıldadı. Gözleri açılmasa da koca ağzı iki yana doğru gerildi. Bu sana inancım tam demenin başka bir yoluydu. Genç kız mesajı almakta hiç gecikmedi.

 

İşini bitirdikten sonra bir süre dizlerini kendine cekerek demir parmaklıkların önünde oturdu. Kollarını bacaklarına dolamış, bakışlarını ona dikmişti. Donuk bakan gözleri derin düşüncelere daldığını kanıtlıyordu. Dakikalar sonra kulağına gelen hırıltılar sayesinde kendisine geldi. Gözlerini beton zemine yaslı olan kocaman kafasına çıkardı. Tıpkı bir salyangoz kabuğu gibi kendine sarınmıştı. Kafasını karnına gömmüş bedeninden çıkan seslere bakılırsa da uyumuştu.

 

Alevi güçsüzleşen şömüneyi fark etmesiyle, sonunda oturduğu yerden kalktı. Şömineye yaklaşıp duvarın dibinde kovanın içinde duran, parçalanmış odunlardan bir kaçını ateşin üzerine atmadan önce ateşi kovanın yanından aldığı küçük kürekle karıştırdı. Hazır hale gelen ateş, meşe odunlarınının içine atılması ile biraz daha büyüdü ve artık içeriyi ısıtmak için yeterli bir boyuta ulaşmıştı.

 

Yüzüne vuran ısı yanaklarını al rengine boyamıştı. Gittikçe kırmızıya dönen ateş, içeriyi bir hamam kadar ısıtmıştı. Genç kız ateşe fazla yakın olduğundan, tıpkı odunlar gibi yanması an meselesiydi. Hatta teni ısıdan aşırı derecede etkileniyordu ancak derin düşüncelere dalmış olan genç kız bunun farkında bile değildi. Zaman su gibi geçiyordu ve dünya bir fırıldak misali dönüyordu. Bir yerler de yaşam, devam ediyordu ancak genç kız için durmuştu sanki. Elindeki ince ağacı ateşin içine daldırmış, dalgınca hareket ettiriyordu. Onun darbeleriyle, ateşten küçük küçük kıvılcımlar kopuyor havaya doğru savruluyor bir süre sonra gözden kayboluyordu. Genç kız bunu yapmaya devam etti ta ki koca bir kıvılcım tanesinin üzerinde oturduğu kürkün içine dalıncaya kadar. Bunu fark etmesiyle telaşla elindeki odunu ateşin içine atıp, hafiften duman tüten kürkün üzerine bir kaç kez vurarak ateşi söndürdü. Yaptığı hatanın çok sonradan farkına vamış, ancak kendine kızmakta gecikmemişti.

 

Ateşle oynamayı bıraksa da oturduğu yerden kalkmamıştı. Kaldığı yerden devam etti. Sabah saatleriydi. Buna rağmen dışarısı, bozuk bir havaya sahipti. Kara sis bulutları dört tarafı kuşatmıştı. Kesvet bugün de rol çalıyordu gökyüzünden.

 

Ormana gitmesi gerektiğini hatırlayan genç kız, kendine biraz daha zaman verdi. Biraz daha sıcak şömine ateşinin önünde oturup içine dert olan gerçeklere kafa yormak istedi.

 

O sırada kapı birden açıldı. Alf havlayarak içeri girdi. Bakışları köpeği bulan genç kız merakla, "Ne oldu?"diye sordu. Alf dışarıyı işaret ederek birşeyler anlatıyordu. Genç kız aklına düşen kuşkularla oturduğu yerden hızla kalkıp kapıya doğru yürüdü. "Sorun ne çaylak?" Köpeğinin yanına gittiğin de sorduğu soruyla birlikte, köpek dışarı çıkarak arkasından gitmesi için havladı sahibine. Genç kız hemen arkasına takıldı. Sahibinin peşinden geldiğini gören köpek, koşarak toprak yolda ilerledi. Bir süre sonra yabancının içinde olduğu büyük kulübenin bulunduğu yere geldi. Genç kız kapıya doğru koşacağını zannederken ormanın içine dalan köpek onu yanıltmıştı. Böylece merakı daha da artan genç kız adımlarını biraz daha hızlandırdı. "Neler oluyor çaylak, nereye götürüyorsun beni?"

 

Köpek koşmaya devam etti. Bir süre daha mesafe kat ettikten sonra, aniden durdu. Onun durmasıyla genç kızda durdu. Burnunu yere dayayan köpek, toprağı koklayarak bir kaç adım ilerleyip durdu yeniden. Sonra sahibine dönerek bir kere havladı. Genç kız yanına gidip gösterdiği yere baktı. Kulübenin tersi yönüne giden, muhtemelen bir erkeğe ait ayak izleri vardı yerde. Bu son iki gündür, rastladığı ikinci garip olaydı. Bu orman insanların uğramadığı bir ormandı ancak iki gündür insan izlerine rastlıyor olmak genç kıza garip geliyordu. Ancak sonra aklına yabancı geldi. "Yoksa..."diye sayıkladı. Bunu endişeli bir şekilde değil de, kuşku dolu bir sesle söylemişti. "Onun yanında olduğunu sanıyordum."dedi köpeğine bakarak. Kendisine tuhaf bakışlar atan köpek, sahibinin kendisini yanlış anladığını fark eder miydi bilinmez. "Ah be Alf."diyen genç kız ardına dönerek kulübeye doğru koştu. Aceleci davranmasa da adımları oldukça büyüktü.

 

Kulübenin yanına geldiğin de tahta kapının kolunu kavrayıp hızla açtı. Acı dolu inilti sesleri onu karşılarken bunu kesinlikle beklemiyordu. Şayet ormanda gördüğü ayak izlerinin genç adama ait olduğunu ve orayı terk ettiğini düşünmüştü. Yaralı adamın, kaçıp gideceğini düşünme aptallığına nasıl düştüğü de bir başka merak konusuydu genç kız için . Bu saçmalıktı. Adam daha gözüne açmaya mecali yokken kaçmayı nasıl becerebilirdi ki?

 

Gözleri direkt yabancının uzandığı kanepeyi bulan genç kız, onu yerinde göremeyince bir kez daha sorgu dolu düşüncelere kapıldı. Kaşlarının çatılmasıyla içeri doğru ilerleyip, neler olduğunu anlamaya çalışması bir oldu. Bir kaç adım sonra, genç adamı koltuğun dibinde yüz üstü dönmüş bir vaziyette acıyla kıvranırken buldu. Yanına gidip kaldırdı onu yerden omuzunun altına girerek havada dengede durması için, büyük bir uğraş verdi. Şayet genç adam oldukça ağır bir cüsseye sahipti ayrıyeten, kendini taşıyamadığı için bütün ağırlığını çuval gibi genç kızın üzerine bırakıyordu. Neyseki bu pozisyonda çok kalmamış genç adamı zorla da olsa eski yerine uzandırmayı başarmıştı.

 

Soluk soluğa geri çekildiği zaman, gözleri yarasını buldu genç adamın. Düşme esnasında, incinmiş olmalı ki oluk oluk kan akıyordu. Nasıl yere düştüğü de açıktı.

 

Hızla harekete koyuldu. Kanı durdurmak için yaranın üzerine baskı uyguladı. Kana bulanan kumaş parçalarını, işi bittiğin de masanın üzerine bırakıp genç adamın yarasını iyice sardı. Durmadan çıkardığı acı dolu seslerle dakikada bir bakışlarını yüzüne çıkararak kontrol ediyordu. Ter damlalarından görünmeyen yüzü ızdırapla harmanlanmış bir ifadeyle kaplıydı büs bütün. Bu gidişle ölecekti. Bir an önce ağrılarını kesmez ise, iki gün bile sürmez idi yaşaması. Evinden bir ölü çıkarma fikri kulağına hiç hoş gelmiyordu.

 

İşi bittiğin de çömeldiği yerde öylece durdu yorgunca. Kapının eşiğinde beliren köpek sessizce adımlayarak sahibinin yanına kadar geldi. Olaylara sessizce şahitlik eden köpeğe bakıp yavaşca iç geçiren genç kız, "Sanırım ölüyor Alf."diye fısıldadı. Bakışları yabancıyı bulan köpeğin gözlerinde hüzün vardı.

 

Bölüm sonu...

 

 

 

Loading...
0%