Yeni Üyelik
2.
Bölüm

01• ZEMHERİ

@dilanzclk

ZEMHERİ

    ● 22 Aralık 2019    Kars / Susuzluk


● 22 Aralık 2019
Kars / Susuzluk

                               ●

Gece boynunu büktüğünde karanlığa, gökyüzünden siyah kan yağdı. Önce toprağa sonra da insana bulaştı kötülük.

Bu yüzden babam adımı Süveyda koydu.

Kalbin ortasına, gizli günahların saklandığı beneğe, karanlığa dendiği için. Onun kalbinin ortasındaki günah olduğum için üç kez bu adı fısıldadı kulağıma.

Sen benim günahımsın Süveyda.

Sen benim kötülüğümsün Süveyda.

Sen benim cehennemimsin Süveyda.

Ben babamın bu dünyadaki azabıydım ve beni buna inandırdılar.

"Süveyda bir şey yap." Dedi bir ses. "Süveyda kendine gel.." Binler ses kulağımın içine tırmandı. Çığlıklar, bağırışlar ve ağlamalar. Dünya ters yönde dönmeye başlamış, gündüz geceye karışmıştı. Bir ceset bırakmışlardı önüme. Ölen birini hayata geri döndürmemi istiyorlardı. Diğer tarafta da bir kadın yaralı bekliyordu ama onun, ölmemesi için yalvaran kızından başka kimsesi yoktu. Kızın sesi düştüğüm yerden beni kaldırdığında, gözlerimin önündeki gürültülü kalabalık beni başka bir sancının eşiğine bıraktı. "Anne n'olur ölme." Dedi kız çocuğu. "Ağam ölmeyecek." Dedi kan kokan başka bir ses. Cennet kokulu sesi cehennemin is kokan sesi bastırdığında adaletin yerine silahın namlusu yüzünü çevirmişti yüzüme. "Doktor hanım ya ağamı iyileştirsin ya da buradaki herkes ölür." Dedi yine o kan kokulu ses. Kirpiklerim ucundaki görüntüler sallandı. Sesim kaybolduğu yerden çıktığında "Ölmek üzere zaten." Dedim yaralı kadına bakarak. "Bırakın eşini kurtaralım."

"O namussuz zaten ölecek." Diye hiddetle bağırdı gözü öfkeden deli dönmüş adam. "Ağamı kurtar." Gözlerimden taşan ateşi adama çevirdim. "İmkansız, Anlamıyor musunuz? Beyninden yemiş kurşunu. Ağanız için yapılacak fazla bir şey yok."

Eli ayağı titredi adamın. Önümde yatan adam her kimse, onunda sağlık ocağını dolduran bir ton adamında büyüğü olmalıydı. Adam silahı şakağıma yaklaştırdı. "Ağam ölmez. Ne gerekiyorsa yapacaksın. Helikopter gelene kadar onu yaşatacaksın." Öfkeli gözleri her ne yaşanmışsa nefretle yaralı kadına ve kızına döndü. "Yoksa öldürmeye onlardan başlarım."

Derin bir nefes aldım. Küçük kız soluk yeşil gözlerini annesi dikmiş, dizine yaslamıştı başını. Burası sınırda küçük bir köydü. Küçük sağlık ocağında ben, hemşire ve güvenlik görevlisinden başka kimse yoktu. Hemşirenin yapabilecekleri sınırlı, benim ise sadece birine yardım edebilecek kadar zamanım vardı. Kadını kurtarabilirdim, onun hala bir şansı vardı. "Ne olur ölme anne." Diye fısıldadı kız çocuğu. Ne ona nede annesine yardım edecek hiç kimse yoktu. Küçücük elleri kana bulanmıştı. O kanın izleri silinmeyecek ellerinden kız çocuğu, tıpkı benimki gibi durmadan akacak avuç içlerinden acı acı. Hızla gözlerimi adama dikerek bana doğrulttuğu silahı ittirdim. "Çekil."

"Sen beni anlamadın herhalde." Dediğinde hiddetle bağırdım. "O silahı hemen indiriyorsun. Burası dağ başı değil! Kendize gelin!" Adam sinirle çenesini ovuşturup beni kolumdan tutuğu gibi ağasının önüne ittirdi. "Sabrımı zorlama doktor hanım, yoksa ikinci vuracağım kişi de sen sonrada o kız olacak." Anlaşılan laftan anlamayacaktı. Yutkunarak kız çocuğuna baktım sonra da hemşireye gözlerimle Emir verdim. "Sen kadınla ilgilen. Sende süraleni hemen dışarı çıkartıyorsun. Kalabalık istemiyorum burada."

Sedyeye bırakılan adamın yanına yürüdüğümde kalabalık dediğimi anında kabullendi. Yapacak tek şey adamı hayatta tutmaktı, en azından onu götürene kadar yaşatmam gerekiyordu. Titreyen ellerimi yumruk yaparak beyaz önlüğüme sildim. Kime ait olduğunu bilmediğim kan beyaz önlüğü kana bularken adama tek başıma müdahale yaptım. Küçücük sağlık ocağında yapabileceğim her şeyi yaptığımda adamın sadece kalbi atıyordu. "Bu kadar." Diye bağırdım adama. "Yapabileceğim bu kadar." Hemşireye seslendim hemen. "Sende burada kalacaksın."

"Kadın ölecek." Dediğimde silahını yeniden ortaya koydu. Kırklı yaşlarındaydı adam, ağası için canını verecek türdendi. Bu topraklarda beş kuruşa canını ortaya koyacak binlercesinden sadece biriydi ama ben o binlercesinden bir tanesi bile değildim. Ben ölsem bile o kadın yaşayacaktı. O kız çocuğu annesiz büyümeyecekti. Bir kadın daha ölmeyecekti suçsuz yere. Suçu olsa bile ölmeyecekti. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamayacaktı. "O kadın her türlü ölecek."

"Buna izin vermem."

"Töreler senden izin istemiyor doktor hanım."

"Bu ülkede hak hukuk var. Töre kimin umurunda? Ya şimdi çekilirsin önümden ya da ağan için kılımı bile kıpırdatmam." Anlayacağı dilden konuşmam gerekiyorsa konuşurdum. Adamın bakışları renk değiştirdiğinde son kez ciddiyetle konuştum. "Çelik önümden. Bu gece ya buradan ikisi de sağ çıkar ya da ikisinin de cesedi."

"O namussuz buradan çıktığı an zaten ölecek." Derken bir adım geriye çekildi. Silahını pantolonuna sıkıştırırken gözlerimde parlayan isyanı içime gömerek hızla kadının yanına koştum. Saat gece yarısına vurmak üzereydi. Dışarıdaki şiddetli fırtınanın işlediği cinayetin üzerine toprak gibi örtülmüştü kar. "Annem." Dedi kız çocuğu. Hemşire gözlerini kaldırıp sessizce fısıldadı. "Ölmek üzere."

"Ölmeyecek." Derken sertçe yutkundum. "Bir kadın daha ölmeyecek." Adımlarımın altında kalbim ezilirken kadının yanına koşup kalbine avuçlarımı bastırdım. Kandan hiç bir şey görünmüyordu. "Ne yaptılar sana." Derken hastalara karşı olan bütün soğukkanlılığım şu anın içinde geberip gitmişti. Bakışları acıyla büküldü kaderine karşı. "Kızımı koru doktor hanım." Dedi yarım yamalak gözlerini aralayarken. "Onu da öldürecekler. Alaca' mı koru, izin verme onlara."

"Kızını sen koruyacaksın." Derken hemen kanı temizleyip yarayı görmeye çalıştım. Kalbine çok yakın bir yerden sıkılmıştı kurşun. "Alaca'mı babasına götür." Kan ağzından dışarı yuvarlandı. Gözlerim korkuyla açılırken "Babası orada." Dedim sersem bir vaziyette. "O canavar, gerçek babası değil." Gözlerinden acı kan kustu, buruk bir acı genç yüzünde dalgalanarak ilerledi. "Cebimdeki mektup sana yardım edecek." Derken kızına son kez baktı. Sağ elini kaldırıp kalbine bastırdığım bileğimden yakaladığında ölümü kabullenmiş sesi kalbime bir cehennem gibi oturdu. "Uğraşma, beni zaten yaşatmayacaklar. Kızımı kurtar, Alaca önce Allah'a sonrada sana emanet."

Bileğimdeki güç kaybolurken gözleri gözlerimde asılı kaldı. Siyah gözlerindeki hayat canını bıraktı gözlerime. Ölmüştü. Son nefesi odanın içine aktığında nefesim kesildi. Kalbindeki elim göz kapaklarına gitti. Göz perdesini aşağı çektiğimde bir karanlıkta bizim üzerimize örtüldü. "Kızın bana emanet." Diye fısıldadığımda kız çocuğunun çığlığı bütün sağlık ocağını inletti. "Annem!"

Yutkunarak geri çekildim ve kızı kucaklayarak odadan çıkarmak istedim. "Annem, Abla söyle ölmesin." Annesinin kanlı eteğini yakaladığında ikimizde yere çöktük.

"Özür dilerim." Oysa annesini ben öldürmemiştim ama kurtarabilirdim.

"Anne beni bırakma."

"Özür dilerim."

"Benim annem melek gibidir ama melek olmasın..."

Yüzünü annesinin kanıyla yıkanan önlüğüme bastırdım. O ağladıkça ben ruhumda buna sebep olan herkesi tek tek öldürüyordum. Onu nasıl koruyacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Babasını nasıl bulacaktım, ona nasıl bakacaktım. "Kimsem kalmadı mı benim şimdi?"

"Ben varım." Derken daha sıkı sarıldım. "Ben varım, ağlama."

Küçük bedenini kucaklayarak kalktığımda diğerleri başımıza üşüşmeden önce bahsettiği mektubu cebinden bulup çıkardım. Kızı hemen kendi odama götürüp saklarken nefes nefese onu odamdaki sedyeye bıraktım. "Ben gelene kadar buradan ayrılma olur mu? Seni benden başka kimse bulmamalı. Saklambaç oynuyormuşuz gibi." Soluk yeşil gözlerini elleriyle kapatırken başını salladı. "Yoksa babam beni yine öldürmeye kalkar değil mi?"

Nefesim kesildi. O canavar küçük bir kızın canına da mı kastetmek istemişti. "Söz sesimi çıkarmam, annem benim için üzülsün istemem." Ellerini yüzünden çekip gözlerine baktım ama sanki aynaya bakıyordum. Göğsüme saplanan ısıtılmış demir hareket etti, yutkunarak gülümsemeye çalıştım. "Aferin sana." Geri çekilip hızla odayı terk ederken kapıyı üzerine kilitledim ve anahtarı mektubun yanına, cebime attım. Kaos dışarda hala devam ediyordu. Adının Hilmi olduğunu öğrendiğim eli silahlı beni görür görmez önümü kesti. "Öldü mü o namussuz?"

"Öldürdünüz." diyerek düzeltim onu. Bundan gram etkilenmeyen yüzüyle "Kız nerede?" diye sorduğunda "Bilmiyorum." Diye cevapladım o her zamanki soğuk kanlılığımı yüzüme indirirken. "Annesini o halde görünce ağlayarak çıktı odadan. Kim bilir nerede kız?"

"Allah bilir." Derken dışarıya doğru yöneldi ve kapıda duran genç bir oğlana "Alaca kaçmış, bulun sonrada öldürün." Diye emir verdi. Ellerimi yumruk yaparak başımı önüme eğdim. Elimden gelse bende adamı parçalayacaktım ellerimle beş para etmez canını ama beni de öldürmeleri birkaç saniyelerini almazdı. Alaca'yı babasına kavuşturana kadar ölmeye niyetim yoktu. Köşede bekleyen güvenlik görevlisi Mehmet ağabeyin yanına yürürken çıldırmak üzereydim. "Mehmet abi belediye haber ver. Kadının cesedini almaya gelsinler hemen."

"Doğru söylüyorsun kızım. Bunlar ölüsüne de rahat vermezler kızcağızın. Ah Şivan'lar ahh."

"Tanıyor musun?" dedim kısık bir sesle. "Tanımayan mı var kızım senden başka. Bu küçücük köyde herkesin sahibi gibi davranan şerefsizlerin tekidir bunlar." Penceren görünen kalabalığa kısa bir bakış attım. Buraya geleli beş altı aydan fazla olmamıştı. Kendimden kaçayım derken nereye vardığımın farkına varmamıştım hiçbir zaman. Sağlık ocağından çıkmazdım gün boyunca, lojmana bile gitmeyip geceleri de kilitlerdim kendimi bu kan kokusunun içine. "Bu da evin en büyük oğlu Azer Şivan'dı.." derken ölmek üzere olan bedenine bakmak bile istemedi Mehmet Ağabey. "Narin'i zorla kendine aldı. Zaten babası çulsuzun tekiydi. İki kuruşa sattı kızcağızı bu caniye." Gözlerimi yere indirdim. "Peki ya bu gece ne olmuş?" diye sordum duyacaklarımdan korkarken. "Alacadan başka çocukları olmayınca kızı suçlayıp hastaneye götürmüşler ama Azer'in kısır olduğunu ortaya çıkmış, yani anlayacağın Alaca'nın.."

Dudaklarım aralanıp kapandı. "Eve gelir gelmez başına gelecekleri bildiği için silah almış yanına, Azer Alaca'yı öldürmek isteyince önüne atlayıp kurşunu yemiş, son gücüyle de kızı ölmesin diye sıkmış silahı." Bir güç beni omuzlarımdan tutarak geriye doğru çekmeye başladı. Düşmek için sızlanıyordu diz kapaklarım Anlımı ovalayarak "Peki kızın gerçek babası kim biliyorlar mı?" diye sordum.

"Nereden bilelim kızım. Narin hiç öyle adı biriyle çıkmış bir kız değildi. Artık babasını bir Allah bilir oda öldüğüne göre." Başımı sallayarak cebimdeki mektuba dokundum. Kalabalık dağılır dağılmaz okumam gerekiyordu. "Neyse ben belediyeye haber göndereyim."

Yaklaşık yarım saat sonra helikopterin geldiğini söylediler. Yollar kardan kapanmıştı, bu yüzden hepsi buraya üşüşmüştü. Azer Şivan'nın bir ölüden farksız bedenini bir arabaya koyup götürdüklerinde kılımı bile kıpırdatmamıştım. Hilmi denilen adam kalabalığa "Ağam ölmeyecek, sağ salim gelecek." Diyerek başka bir arabaya bindi. Birkaç saat sonrada belediye geldi ve Narin'in cansız bedenini alıp gittiler. Yanın da hiç kimse olmadan. Gözlerimden düşmek için sızlanan gözyaşlarını itekledim. Alaca'dan ses çıkmıyordu neyse ki. Ne yapacaktım? Şivan ailesi hala terk etmemişti sağlık ocağını. Hemen terk etsem köyü dikkat çekerdi. Alaca'yı güvenli bir yerde tutmam gerekiyordu. Yarın ilk işim izin istemek olacaktı. Yerime biri gelene kadar sağlık ocağını da bırakamazdım. Ellerimi saçlarıma daldırırken derin bir nefes aldım ve Mehmet abiye seslendim. "Sağlık ocağını kapatacağız de şunlara, gitsinler artık." Mehmet abi anında dediğimi yaparken hemşireyi de gönderdim. "Dicle sende git, ailen merak etmesin."

"Süveyda doktorum." Dedi Dicle kaygılı bir sesle gitmeden önce yanıma gelip. "Alaca..." içerde olduğunu anladığını anladım bakışlarından. "İsterseniz onu şimdilik arka kapıdan çıkarıp bizim eve götüreyim. Burada kalamaz." Bakışlarımı kaçırdım. Dicle tanıdığım kadarıyla iyi kızdı ama ne kadar güvenebilirdim ona bilmiyordum? "Merak etme. Benim babam eski askerdir. Kimse kolay kolay bizim kapımıza dayanmaya cesaret edemez." Gözlerimi yüzüne diktim. "Sizde o zamana kadar ne yapacağınıza karar verirsiniz."

Yavaşça başımı salladığım sırada, diğer cebimden arabamın anahtarını çıkarıp avucuna bıraktım. "Sağ ol Dicle." Gülümseyerek dirseğime dokundu. "Asıl siz sağ olun. Siz olmasaydınız o küçücük kızı da öldüreceklerdi. Zavallım, nasıl atlatacak bunları." Atlatamayacaktı. Gülüşlerinin bir parçasından acı kahkaha atacaktı. Gözlerinin her dalışında "Benim suçum neydi ki?" diyecekti. "Ben çocuktum, benim ne suçum olabilirdi ki?"

"Arabam zaten arka kapıda duruyordu. En ufak sorunda bana haber ver olur mu?" Başını sallarken kapıya yöneldi "Sen öndeki kapıdan çıkıp arka tarafa gel, ben Alaca'yı alıp geliyorum."

Sağlık ocağının içi boşalmıştı. Dışarıda bir iki adam dışında da kimse kalmamıştı zaten. Odamın kapısının önüne geldiğimde kapıyı açmadan önce etrafta son kez göz gezdirdim. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kilidi döndürdüm. Alaca sedyenin üzerinde uyuya kalmıştı. Yavaşça yanına yürüyüp yüzüne düşen sarı tutamları kulağının arkasına ittirdim. Güzel yüzünde, kötü kaderi cirit atmıştı. Ağlamaktan yüzü kıpkırmızı olmuştu. Askıda duran yeleğimi üzerine atıp kucağıma çektim küçük bedenini. Odadan çıkıp hemen sağ koridora sapıp arka kapıya hızlı adımlarla ilerledim. Dicle arabanın içinde bekliyordu. Arka kapıyı aralayıp Alacayı içeri bıraktım. "Yarın gelme, yanından da sakın ayrılma Dicle. Ben akşam gibi sana haber vereceğim."

"Gözüm gibi bakacağım." Arabadan uzaklaştım ve gitmelerine izin verdim. Döndüğümde Mehmet ağabeyden başka kimse kalmamıştı. Pencereleri kapatıyordu. Beni görünce işini bitirip yanıma geldi." "Doktor hanım, dilerseniz sizi lojmana kadar bırakayım."

"Gerek yok Mehmet ağabey. Ben kendim giderim. Hem daha işlerim bitmedi."

"Kendini çok yoruyorsun be güzel kızım." Derken ceketini giyip başına kalın bir şapka geçirdi. "Gençliğine yazık." Başımı yana yatırıp boş bakışlarımı yüzüne diktim. İlk kez birinin beni düşündüğünü fark ettiğimde boğazıma garip bir tat yükseldi. Mehmet ağabeyde gittiğinde sağlık ocağının kapısını üzerime kilitleyip odama yürüdüm. Beynim kafatasımın içine sığmayacak kadar doluydu. Parmak uçlarımı anlıma bastırıp yutkundum.

Hayatım iyice karışmıştı ve daha fazla sarpa saracağına o kadar emindim ki.

Az önce Alaca'yı bıraktığım sedyeye tek kişilik bir battaniye serip uzun paltomu yastık gibi sarıp yatağımı hazırladım. Gözlerim uykusuz geçen iki gecenin ardından artık iflas bayrağını çekmek üzereydi. Hızlıca masamdaki dosyaları toparladıktan sonra kanlı önlüğümün cebine sakladığım mektubu çıkarmak için hazırlanırken kapının sesini duymamla duraksadım. Bu saatten sonra gelen olmazdı hiçbir zaman. Kısa bir süre olduğum yerde bekledim, her kimse acil bir şey için gelmiş olmalıydı. Yavaşça dış kapıya yürüdüm ve sadece ön ışığı açtım. Kapı çalmıyordu ama bir tıkırtının geldiğine emindim.

"Kim var orada?" diye bağırdığımda rüzgarın uğultusundan başka bir ses duyulmadı. Kapıya uzanıp araladım ve kimsenin olmadığına emin olmak için dışarıda göz gezdirdim. Dışarıdaki kara kış yalnızdı. Zemheri acısını öyle bir çıkarıyordu ki bu günden. Benim yerime çığlık atıyordu bağıra bağıra. Kapıyı kapatmak için ittirdim ve tam o an bir güç kapıya dayandı. Ayağım bir adım geriye düşerken biri içeri daldı ve kolumdan yakaladığı gibi kapattığı kapının ardına yasladı. Çığlık atmak için aralanan dudaklarıma diğer eli kapandığında "Şttt."dedi. "Sakın sesini çıkarma."

Bölüm Sonu

Ilk bölümle ilgili düşüncelerinizi merakla bekliyorum.

•Süveyda'yı sevdiniz mi?

 

 

Loading...
0%