Yeni Üyelik
4.
Bölüm

03 • HAYATSIZ KADININ HAYATI

@dilanzclk

Bölüm 3 : Hayatsız Kadının Hayatı
Bölüm Şarkısı : Sezen Aksu ; Ünzile

İnsanın evi neresiydi? Doğduğu yer miydi yoksa öldüğü yer mi? Birinin kolları arası mıydı yoksa birinin kemikten duvarları olan göğsünün içinde mi? Kapısı, çatısı, duvarı olmak zorunda mıydı her evin?

Kapısı olan her ev, ev miydi ya da?

Sadece bir evin mi duvarları vardı? Öyleyse eğer benim bir sürü evim vardı. Hayatıma girmiş, çıkmış herkes için bir evim vardı. Hepsi için kendi ellerimle ördüğüm bir sürü duvarım vardı. Bazılarının kapısı bile vardı. İçeriden kilitlediğim, anahtarını öldürdükleri her Süveyda için kazdığım mezarın içine koyduğum bir sürü ev.

Gün dağların ardından ferfecir bir ışıkla başlarken, soğuk havanın uyuşturmaya başladığı bacaklarımı hareket ettirdim. Attığım ilk adımla ayağım karın içine doğru girdi, diğer adımı yüksek bir taşın üzerine atıp diğer ayağımı kardan kurtardığımda üzerine beyaz bir örtü serilmiş gibi duran çatısı kar altında kalan köye doğru temkinli bir bakış attım. Saat sabahın beşiydi, köy daha uyanmamıştı fakat Azer'in adamları her yeri tutmuş vaziyetteydi. O gecenin ardından gün doğduğunda asker gitmişti. Gideceğini biliyordum, o yüzden o gece yaşanılan her şey gibi onu da içimdeki başka bir mezarlığın içine atmıştım. Narin'in masum bedeni tam Alaca'yı babasına götürmek için çıkarken sağlık ocağına geri gelmişti. Çünkü kimse cesedi kabul etmemişti. Hiç kimse! Kimsesizler mezarlığına gömüleceğini duyunca Alaca'yı babasına götürmek başka bir güne kalmıştı. Önce annesini huzura kavuşturacaktım. Hak ettiği şekilde bir mezar taşı olacaktı, doğduğu tarihide acımasızca katledildiği tarihide kimse unutmayacaktı. Unutturmayacaktım.

Köye cesedini geri getiren belediye ekibinin yardımıyla mezarlıktan yer almaya çalıştığımızda Azer'in iti olmuş Hilmi silahlarıyla önümüze çıkmıştı. Mecburen jandarma aradım. Neyse ki köyün imamının Allah korkusu Azer Şivan'a olan korkusundan baskın çıkmıştı. Herkes gittiğinde, bir karış toprak ve buz gibi mezar taşıyla yalnız kaldığımızda Narin'in sağlık ocağında düşen başörtüsünü cebimden çıkardım. "Merak etme tamam mı, kızın senin kaderini yaşamayacak." Başörtüyü mezar taşının etrafında dolandırıp sıkı bir düğüm attım. "Yemin ederim ki Alaca, benim kaderimi de yaşamayacak."

Ve hayatsız bir kadının daha hayatı bir karış toprağın altında kaldı.

Narin'in de hayatı başka bir canavar tarafından katledilmişti.

Derin bir nefes alıp gecen iki gecenin omuzlarımdaki yükünü unutmak istedim. Artık yapmam gereken tek şey Alaca'yı babasına kavuşturmaktı. Çünkü duyduğuma göre ne Azer ölmüştü ne de Azer'in adamları rahat duracaktı. Ortalığı asıl cehenneme çevirecek olan şeyse dün gece tüm köyü ayağa kaldırmıştı.

Olay yerini inceleyen jandarma ekipleri Azer Şivan'ın evini, ailesini, adamlarını tek tek sorguya çekmişti. Tabi ki de Azer'in işlediği cinayeti seve seve itlerinden biri kendi üzerine almıştı. Daha on yedi yaşında bile olmayan küçücük bir erkek çocuğuydu. Hilmi ailesinin eline parayı sayarken "Merak etme biz içerde ona çok iyi bakacağız. Hem çocuk daha o, reşit olmadığı için çok ceza almayacak." Demişti. Kendi ağzıyla söylemişti. O daha çocuktu.

Ama Azer Şivan'a sıkılan kurşun Narin'den çıkmamıştı. Raporlara göre Azer vurulduğunda Narin zaten çoktan vurulmuştu. Değil silahı tutacak, parmağını oynatacak gücü bile yoktu. Zaten onda silah falanda yokmuş. Üstelik Azer Şİvan sırtından, başka bir silahla başka biri tarafından vurulmuştu. Narin masumdu ama ortalıkta neredeyse katil olacak biri dolanıyordu. Azer'in adamları da Jandarma da didik didik her yeri arıyordu. Önlerine çıkan herkesi kenara çekip, çoluk çocuk demeden baskı uygulayarak bir şey öğrenmeye çalışıyordu.

Can çekişir gibi acı dolu bir nefes daha aldım. Soğuk hava burnumun ucunu yakıyordu. Arkasına saklandığım ağacın soğul gölgesinde biraz daha durursam ya buz tutacaktım ya da Azer'in adamlarından biri yakalayacaktı. Köyün girişinden yüz metre kadar uzaktaydım, kimse yoktu ama içim hiç rahat değildi. Arabamı da Alaca'yı da Dicle babasıyla birlikte getirecekti. Babası hem eski askerdi hem de bir nevi köyün koruyuculunu yapıyordu. Kolay kolay kimse yolunu kesip arabayı aramazdı. Beyaza bürünmüş yolun diğer ucundan siyah arabam gözüktüğünde nihayet saklandığım yerden çıkıp, hafif yokuş aşağı olan yolu hızlı adımlarla inerek yola çıktım.

Araba hemen yanımda duraksadığında içinden ilk çıkan Dicle'nin babası oldu. Beni hüzünlü bir babanın bakışlarıyla karşıladı. "Ah be kızım!" diyerek yanıma geldiğinde, kalbim kızım deyişinin yabancılığını sorguladı. Boğazıma takılan yumruğu zorlukla yutkundum. "Sizi de zor durumda bıraktım. Kusura bakmayın."

Diğer kapı açıldığında içinden Dicle çıktı. Ağladığını belli eden kırmızı gözleriyle baktı bir duvar gibi bakan gözlerime. "Biz hiçbir şey yapmadık. Senin sayesinde bir masum canın hayatta kalmasına yardımcı olduk." Dedi yeniden dolan gözlerini boynuna doladığı kalın atkıyla silerek. Omuzumda bir el hissettiğimde başımı kaldırıp babasının yaşlı yüzüne baktım. "Allah yardımcınız olsun kızım." Derken omuzlarımı sıvazlayıp, Dicle'nin bana sarılması için hafifçe uzaklaştı. Omuzumda oluşan boşluğun azap verici hissiyle boğuşurken bu kez Dicle boşluğu doldurdu. "Bir şeye ihtiyacınız olursa arayın tamam mı Süveyda doktorum. Zaman yer hiç fark etmez. Değil mi baba?" Babası nu başıyla onayladı. " Siz gelene kadar sağlık ocağıyla ben ilgileneceğim. Gözünüz arkada kalmasın."

"Sağ ol Dicle. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum."

"Ne demek. Alaca uyuyor, bagajda yiyecek içecek birazda giysi koydum sizin içinde Alaca içinde. Kardeşimle aynı yaştalardı zaten, hepsi uyar ona. Benimkiler belki size biraz bol gelebilir ama en azından sıcak tutar." Ne söyleyeceğimi bilemeyerek başımı iki yana salladım. Yanaklarımın iki yana istemsizce gerildiğinde dudağıma düşen gülümsemeyle ilk kez tanıştım. "Gözüm arkada kalmayacak." Derken kollarının arasından çıktım. "Çünkü sen varsın."

Bana eline oyuncak verilmiş bir çocuk gibi gülümsedi. Babasının yanına yavaş adımlarla giderken bende arabama doğru yürüdüm. Kapıyı açtım, Alaca arka koltuğa uzanmış, uyuyordu. Üzerinde kalın bir battaniye vardı. Açtığım kapıdan içeri girmeden önce başımı Dicle ve babasına çevirip minnet dolu bir gülümsemeyle el sağladım. "Allah'a emanet doktor hanım."

Kapıdan içeri girdim. Sıcak havayla buluşan bedenim anında çözülürken kapıya tekrar uzanıp kapattım. Arabam neyse ki iyi bir modeldi. Kazandığım parayı toparladığımda aldığım ilk şey herkesin aksine ev değil araba olmuştu. Benim evim benim duvarlarımdı nasıl olsa!

Navigasyona Alaca Köyü yazdıktan sonra önüme çıkan yol haritası ile yardımcı sesin talimatlarıyla yola koyuldum. Bir buçuk saat kadar yolumuz vardı. Önümdeki beyaz gelinlik giymiş yoldan gözleri ayırıp, yeniden Alaca'ya baktım. Hafif bir titremeyle bir şeyler mırıldanıyordu. Üşüyor muydu acaba? Isıtıcıya uzanıp derecesini biraz daha yükselttim. Sonra içime sinmeyip arabayı yolun kenarına çektikten sonra uzanıp alnına elimi bastırıp vücut sıcaklığına baktım. Çok olmasa da ateşi vardı. Üzerindeki battaniyeyi karnına kadar indirdim. Isıtıcının derecesini de düşürdüm.

Terlediği için yüzüne yapışan sarı saçlarını geriye yatırırken birden minicik elleriyle elimden yakalayıp "Anne." Diye mırıldanmasıyla, kaskatı kesildim. "Annecim."

Ne yapacağımı bilemez halde öylece bekledim. Ne elimi çekebiliyordum nede o aradığı anne sevgisini ona gösterebiliyordum. Biraz sonra renkli, kederli gözlerini araladığında hayal kırıklığı içinde "Doktor abla." Diye fısıldadı. Parmaklarıyla tuttuğu elimi yavaşça bırakırken elimi yanağına bastırıp "Günaydın Alaca." Dedim, en az onun kadar kederli bir sesle.

"Günaydın doktor abla." Elimi yüzünden çektiğimde battaniyesini ayaklarıyla itekleyip kurtulduktan sonra yerinde doğruldu. Uzanıp emniyet kemerini bağladım. "Açma tamam mı? Ne olur ne olmaz."

"Tamam doktor abla."

Önüme döndükten sonra yeniden arabayı çalıştırdığımda "Nereye gidiyoruz doktor abla?" diye sordu meraklı bir sesle. "Seni mutlu edecek bir yere desem.."

"Anneme mi gidiyoruz?" Göğüs kafesimdeki kemiklerin ters dönerek etime saplandığını, saplandığı yeri deşerek ilerlediğini sandım. Midem ikiye katlandı sanki. Cevap veremeyişim bizi sessizliğin zindanlarına sokarken aynı anda dolan gözlerimi sımsıkı yummak zorunda kaldım. Ağlama! Ağlama! Ağlama!

"Annemi bir daha göremeyeceğim değil mi?"

"Olur mu öyle şey. Tabi ki de göreceksin anneni. Hem de istediğin her an!" Derken yeni bir yola saptım. "Rüyalar ne için var sanıyorsun?" düşünüyormuş gibi yapıp dikiz aynasından göz göze geldim birden umudun parıltılarını kucaklayan gözleriyle.

O an askerin bıraktığı not, onun gözlerinde can buldu.

'Bazen de umut insanın kendisidir.'

"Ya da fotoğraflar ya da anılar." Gözlerindeki merak ve umut biraz daha arttı. Dikkatle dinliyordu beni. "Rüyalarında gelip seninle birlikte olacak. Bu yüzden bile uykuyu çok ama çok seveceksin. Sonra fotoğraflar onu asla unutturmayacak sana. İstediğin zaman bakacaksın güzel yüzüne. Ah birde anılar vardı. En güzeli onlar... Çünkü onları istediğin her an her saniye hatırlayacaksın."

"Nasıl olur ki o?" Gülümsedim. "Çok basit." Gülümseyişime şaşırdım. "Sadece gözlerini kapatacaksın ve güzel anılarınızı hatırlayacaksın." O sırada dediğimi yaptığını fark ettim. Güzel kirpikleri gözlerini kapattığında titriyordu. Yanağında ufak gülümse can buldu. "İşte orada." Diye bağırdı, gözü kapalı küçük elleriyle bir yeri gösterirken. "Doktor abla, annem işte orada!"

Bölüm Sonu

 

Loading...
0%