Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.KURŞUN

@dilanzclk

Babam beni severdi. Babam beni bir babanın evladını sevebileceği en uç sınır neresiyle oraya kadar sever, o sınırın dibinde gerekirse yaşar gerekirse de ölürdü. Ama ben babamı, bir evladın bir babayı olan sevgisinden çok daha fazla severdim. Çünkü o benim sadece babam değildi. O beni ben yapan her şeydi. Rüzgar bu yüzden babamla değil, benim canımı almakla tehdit ediyordu beni. Ki ben babam için canımı verirdim. Bana verdiği sürenin yarısı tükenmişti. Babamla neredeyse birbirimizin kalbine indirdiğimiz gecenin ardından zar zor uyusam da erkenden gözlerimi açtım. Okula gitmek için hazırlanıp çıkmak üzereyken babamı salondaki kanepenin üzerinde, evrakların arasında uyuklarken buldum.

Bazı sayfalar yere düşmüş, bazıları uyurken göğsüne düşmüş bazıları da masanın üzerinde seriliydi. Sessiz adımlarla yanına yürüdüğümde düşen sayfaları toparlamak için eğildim. Derin nefes alışları devam ediyordu. Birazdan mutlaka telefonu çalacak ve biri emniyet merkezine gelmesini söyleyecekti. Onlar arayana kadar kaldırmayacaktım, gecesi gündüzü birbirine girmişti zaten. Uyuması lazımdı. Elime aldığım sayfaları hızlıca üst üste yerleştirip biraz toparlamaya çalışırken bir şeyler sayfaların arasından kayıp düştü. "Kendi kendine uyandıracaksın adamı aptal Ada." diyerek kendi kendime kızdıktan sonra yere düşen fotoğraf karelerini de kaldırdım. Babamı gözlerimle kontrol ettikten sonra en üsteki fotoğraf karesine indi bakışlarım. Neyse ki uyanmamıştı.

Fotoğraf karesinde birkaç adam duruyordu. Bir binadan çıkarken çekilen görüntülerdi. Siyah, saçlarına hafiften aklar düşmüş takım elbiseli bir adam en önden, telaşlı bir ifadeyle gidiyordu. Adamın yeşil gözlerindeki korku, bakışlarına da yansımıştı ama duruşundaki güçlü ifade dışarıya yıkılmaz bir hava vermişti. Arkasından gelenlerinde adamı korumaya çalışan bir hali vardı. "Demek ki bu adamın peşindesin babacım." Diye fısıldadım, fotoğrafı incelemeye dalmışken. Bir altındaki fotoğrafı incelemek için merakım artarken babamın homurtular çıkarmasıyla hızlıca fotoğrafları masaya bırakıp salondan hızlı adımlarla uzaklaştım. İşleriyle ilgilenmeme asla izin vermezdi. Bu günlerin aksine eskiden kapıdan içeri girdikten sonra işini dışarıda bırakırdı. Portmantoda duran çantamı kapıp aynı hızla ayakkabılarımı giydikten sonra montumu üzerime geçirdim. Babam uyanmadan evden ayrılırken kapıda bekleyen Emir'i görmemle şaşkınlıkla duraksadım.

Sırtını arabasına vermiş, elleri cebinde ciddi bir ifadeyle bekliyordu. Bir bacağını diğer bacağının üzerine atıp, çapraz bir şekilde arkasına yaslanmıştı. "Emir, Ne işin var senin burada?" Sorgular bir şekilde adını söylediğimde yaslandığı yerden ayrıldı. "Seni almaya geldim." Omuzlarını indirip kaldırırken "Bir süre istesen de istemesen de böyle Ada Hanım. Rüzgar yoluna çıkmayı bırakana kadar küçük bir önlem almak zorundayım." Dedi ciddi bir sesle.

"Ciddi olamazsın." Desem de bir insanın nasıl bu kadar düşünceli olabileceğinin hayretleri içindeydim. Emir, gerçek olamazdı. "Hiç olmadığım kadar ciddiyim. Bir daha Rüzgar'ın yolunu kesmesine izin veremem. Hadi bakalım geç kalmadan gitsek iyi olur." Başımı iki yana sallayarak gülümsedim. Sanırım Rüzgar bilmediğim bir günahımın cezası Emir ise hediyesiydi.

Emir'in son model arabası sayesinde kısa süre içinde okula vardığımızda ortalıkta Rüzgar namına bir şey yoktu. Ne grubu ne de kendini görünürde yoktu. Okula zaten kırk yılda bir geldiği için içim birazda olsa rahattı. Biz sınıfa girdikten biraz sonra da Gamze'de kapıda görünmüştü. Dünkü yokluğumun hesabını yanıma oturduğu an sorgulamaya başladığında ona da Emir'e anlattığım gibi üstün körü olan biteni anlattım. Beni babamla tehdit ettiği kısım hariç. Ufakta olsa bir yanım tedirgindi lakin tehdidini umursamamakta kararlıydım. Akşam nasıl olsa babamla konuşacaktım. Gamze anlattıklarımdan sonra hayretler içinde "İnanamıyorum artık bu çocuğa." Dedi. Ela gözleri öfkeliydi. "Asla durmasını bilmiyor." Oturduğu yerden başını arkamızda oturan, bizi sessizce dinlemekle yetinen Emir'e çevirdi. Emir o sırada ayılmak için kantinden aldığı kahveyi içiyordu. "Nasıl böyle biriyle arkadaş olabildin, aklım almıyor bir türlü."

Emir kahvesinden bir yudum aldı. Gamze'nin sorduğu sorunun cevabını bende merak ediyordum ama Emir bu sorunun cevabını vermek istemiyor gibi duruyordu. Kahvesini ağır bir şekilde masaya bıraktıktan sonra dudaklarını araladı. "Seni sen yapan şey, yaşadıklarındır." Cevap vermek istememesine rağmen Gamze'yi yanıtsız bırakmamak için konuştuğunu anlamıştım. "Rüzgar'ı da Rüzgar Karahanlı yapan şeyler oldu. Kimse arabasının benzini bitti diye arabasını satmaz. Ben onun sadece Rüzgar olduğu zamanlarda da hayatındaydım. Şimdi o yanlışa düştü diye çocukluğumuzun üzerine beton dökemem." Gamze ona yarı hayranlık yarı kızgın bir vaziyetle baka kaldığında "Hala hayatında mısın peki?" diye sordum kendimi tutamayarak. Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Kara gözlerini kahvesinden ayırıp bana kaldırmıştı. "Olmayan hayatında varlığımı iddia edemem sanırım."

Konuşmamız bu kadardı. Rüzgar hakkındaki hislerim aynı olsa da düşüncelerim darmadağındı. Ne yaşamış olabilirdi ya da yaşadıkları yaptıklarını haklı kılar mıydı? Emir beni çıkışta da eve bırakmak istemişti. Gamze babası onu almaya geldiği için bize katılamamıştı. Okuldan Emir'in arabasından ayrılırken çıkışta Kağan denilen piercingli çocuğun bizi görmesi dışında bir şey olmamıştı. Emir'in koruması altında kalmaktan yana değildim. Bu beni ona karşı daha güçsüz gösteriyordu, birinin arkasına saklanıyormuşum gibi. Tüm olanlar bir son vermenin zamanı gelmişti. Eve sağ salim vardığımda, babamın eve kaçta geleceğini öğrendikten sonra günün geri kalanında dinlenmiştim. Akşam yemeğinde evde olurum dediği için kalkıp özenle bir şeyler yapmıştım. Saat yedi gibi sözünü tuttuğunu belli eden kapı sesi duyulduğunda elimdeki bardağı hemen masaya bırakıp kapıya koştum. Kapıyı açtım, İçeri elinde bir dolu dosya ve iki ekmekle girdiğinde "Ne haber cadı kızım." Demişti. "İyiyim, sanırım." Dediğimde "Sanırım?" diye tekrarladı. Öyle işte der gibi omuzlarımı indirip kaldırdım. Elindekilerin bir kısmını aldığımda anlımdan öptü. Dudaklarını anlımdan çektikten sonra "Ateşin mi var senin?" diye sordu. "Bilmem ki, var mı?"

"Evet, var. Yağmurda mı kaldın?" Başımı aşağı yukarı hafifçe salladığımda kaşlarını çattı. Beni azarlayacağını anladığımda konuyu değiştirmek için "Bu dosyalar neyin nesi?" diye sordum elinden aldıklarımı salondaki masaya bırakırken. Sabahki dosyalar yoktu. "Önemli bir işin var sanırım." Dedim ağzından laf alma umuduyla. Sabah fotoğrafını gördüğüm adamın kim olduğunu merak ediyordum. "Geceni gündüzünü kattığına göre, baya baya önemli hatta."

Yorgun bir şekilde kanepeye uzanmak isterken sözlerimle birlikte bundan vazgeçip camın önüne yürüdü. "İşimi yapıyorum, her zamanki gibi." Yüzünü benden saklamıştı. Kaşımı istemsizce havaya kaldırdım. "Öyle diyorsan öyledir." Bir şey anlatmayacağını biliyordum zaten. Şimdi Rüzgar konusunu konuşma zamanı gelmişti. Konuşmadan önce hafifçe öksürdüm. "Sana anlatmam gereken bir konu var baba." Dediğimde hala yüzüme bakmadığı için yanına yürüdüm. Dost doğru pencereden dışarı bakıyordu. "Şu zamana kadar sana anlatmadığım için bana çok kızacaksın biliyorum ama ben baş ederim sandım." Yanına geldiğimde perdenin bir ucunu hafifçe kaldırmış, aralıktan dışarı incelediğini gördüm. Dışarıdaki her neyse bütün dikkatini oraya verdiğini fark ettiğimde kaşlarımı çattım. "Baba, Dinlemiyor musun sen beni?"

Başımı hafifçe eğerek yüzüne baktım. Gözleri kısık ve ifadesi gergindi. Bakışlarında ters giden bir şeylerin alametleri vardı. İşaret parmağını dudağına yaslayıp susmam gerektiğini işaret ettiğinde dikkatimi bu kez camdan dışarı verdim. Ne olduğunu anlayamazken içimi garip bir his ele geçirmişti. Geçen her saniye beni daha çok endişelendirirken babamın bir anda beni ensemden yakalayıp kendisiyle birlikte yere çekmesiyle dünya bir anda ters döndü. O an pencerenin camı parçalara ayrıldı ve perdeyi delip geçen kurşun tamda babamın durduğu noktadan karşı duvara saplandı.

 

Loading...
0%