Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.TESLİMİYET

@dilanzclk

TESLİMİYET

Yüreğim bazı acıları yaşamak için çok güçsüzdü. Yaşadığım asıl acılarda ise daha çok küçüktüm. Sol gözümden düşen yaşı titreyen ellerimle sildiğimde göğsümün duvarını acımasızca yumruklayan el, bu kez boynuma sarılmıştı. "Ne yaptım sen?" diyordu, aldığım her nefesi bana haram ederek. Sanki o kurşunları babama sıkan benmişim gibi hissediyordum. Sanki nefes almayı bile hak etmiyordum. Çünkü tetiği çeken ben olmasam bile buna engel olacak kişi bendim. Onu durduracak kişi bendim ama yapmamıştım. Gururumu onun ayakları altına sermemek için kalbimi söküp almasına müsaade etmiştim. "Yeter!" diye bağırdım, Elimi göğsüme yaslayıp adımlarımı yavaşlattığımda, yumrukların göğsüme indirdiği darbeleri kesebilirmişim gibi daha fazla göğsüme bastırdım avuç içlerimi. "Yeter, yalvarırım yeter!" Göz kapaklarımı indirdiğim an gözlerimin önüme düşen suret suçlayıcı bakışlarıyla beni mahvediyordu. Başkasıyla değil kendimle kavga etmekten adım atacak gücüm kalmamıştı. Etrafımda hiç kimse yoktu. Gecenin bir çarşaf gibi örtemeye çalıştığı karanlık sokakta tek başımaydım.

Saat gecenin ikisiydi. Nerdeyse babamı benden alacak kurşunların üzerimize yağmasının ardından tam yedi saat geçmişti. Ne evimdeydim nede emniyet binasının içinde. Avcumun içinde evimizin camını delip geçerek babamı nişan alan kurşunlardan biri vardı. Ve aklımdaki tek şey bu kurşunu sahibine iade etmekti. Bunu yapan oydu, ondan başkası yapamazdı ki! Ben tehdit etmem demişti ama ben aptal gibi onu ciddiye almamıştım. Ona karşı çıktığım yetmiyormuş gibi babamı uyarmak içinde çok geç kalmıştım.

Kopan gürültünün ardından sokağa bir ton polis geldiğinde, tetiğin başındakiler çoktan gitmişti. Kimse yakalanmamıştı ama ben o tetiğin çekilmesi için kimin emir verdiğini adım kadar iyi biliyordum. Babama bunu yapanın kim olduğunu söylemeye çalıştığımda ise ben kimin yaptığını biliyorum diyerek her defasında beni susturmuştu. Zaten söylesem ne olacaktı ki? Rüzgar'ı hapse mi atacaklardı? Emrini verdiği adamları onu satacak mıydı? Furkan'ı ölesiye döverken suçüstü yakalanmasına rağmen içeri alınmamıştı, bu kez hiçbir delil yokken sorgusunu bile alamazlardı. Elini kolunu sallayarak çıkacaktı bu işin içinden de. Onu şu an durdurmak zorundaydım.

O kurşunlar bir dahakine ıskalamayacaktı.

Babamın bütün olayın ardından yine merkeze gitmesiyle, kapıya bıraktığı polisleri atlatmak için evin en alt katındaki deponun camından çıkmak zorunda kalmıştım. Bir kez daha babamın üzerine adamlarını salmadan önce onu durdurmak için çok az vaktim vardı. Babam dönmeden önce onu bulmalıydım. Elimde olabileceği üç yerin adresi vardı. Ya evindeydi ya Gamze'den öğrendiğim Nokta Bar adındaki yer de ya da herhangi bir kadının evinde. Üçüncü seçenek onu bulmamı imkansızlaştırsa da bu saatte evinde olmayacağını bildiğim için direk Nokta Bar denilen yerin yolunu tutmuştum. Taksinin daha fazla gidemeyeceğini söyleyerek bıraktığı yerle barın arasında bir sokak vardı. Şimdi o sokağın ortasında elimde bir kurşunla onun yerine beni suçlayan iç sesimle karşı karşıyaydım. "Benim suçum değildi." Dedim fısıltıdan ibaret bir sesle. "Her şey onun suçu."

Göğsümün içine zorlanarak doldurduğum nefesin beni sakinleştirmesini bekledim. Bir daha aptallık ederek kızgınlığımın babamın canına mal olmasına izin veremezdim. Adımlarımı sokağın diğer ucuna, müziğin hafiften duyulmaya başlayan sesine doğru götürürken elimi çantamda hazırda beklettiğim biber gazına götürdüm. Gece kulübüne daha on sekiz yaşına basmadan nasıl gireceğimi bilmiyordum. Aceleyle giydiklerim olduğumdan daha büyük göstermediği gibi aksine çocuk gibi duruyordum. Altımda siyah dar kotum üzerimde ise yine siyah örme kazağımla deri ceketim vardı. Sımsıkı topladığım atkuyruğumun ucu belime kadar uzamıştı ama yaşımın altında gösterdiğim su geçirmez bir gerçekti. Mekanın kapısına doğru uzanan kuyrukta dans eden kızlarla kıyasladığımda yanlarında çocuk gibi duruyordum. Kesik bir nefes aldım. İnsanlar mekanın dışına taşmışlardı resmen. Onu burada bulmam samanlıkta iğne aramakla eş değerdi.

Ürkek adımlarımla kalabalığa karıştığımda aklımdan geçen şey belliydi. Onu ne pahasına olursa olsun bulacaktım. İçeri girmek için sıraya giren kuyruğu es geçerek dümdüz yürümeye devam ettiğimde kalabalığın dikkati hızla üzerime çevrildi ve homurtuların çıkması gecikmedi. En öne vardığımda arkamdan küfür eden sesleri duymamak için kulaklarımı kapatmam gerekiyordu. Kapıda bekleyen iri yarı adamdan bir tanesi mekanın kapısıyla aramda kalan son beş adımda beni durduğunda "Nereye gittiğini sanıyorsun küçük? Hemen en arkaya geç." Diyerek önüme bir duvar gibi dikildi. Adamla göz göze gelmek için kafamı kaldırmam gerekti. "Buraya eğlenmeye gelmedim." Dedim sakince. Adam iki metre boyunda ve benim gibi üç kişiyi daha tek eliyle yere serecek kadar güçlü görünüyordu. Diğerinin de ondan kalır yanı yoktu. Diğerine kıyasla daha fit bir vücudu vardı ve boyu baya uzundu. Onları aşmam imkansızdı. Adamın alay dolu bakışları üzerimde dolandı. "Ya ne ye geldin tatlım?"

Sakinliğimi hala korurken "Biriyle konuşmam gerekiyor. Sonra hemen geri çıkacağım." Dedim. Yavaştan tedirgin olmaya başladığım için sabırsızlığım da artıyordu. "Bunun için önce sıranın sana gelmesini beklemelisin. Sonrada kimliğini görmem gerekiyor."

"Ben reşidim." diye yalan söylediğimde adam alayla güldü. Yalan sayılmazdı aslında, bir ay kadar süre sonra on sekizime basacaktım ama kimliğim bunun için hala geçersizdi. "Bundan ailenin haberi var mı?"

"İzin verecek misin yoksa dizimi bir yerine mi geçirmemi istersin?" Diye bağırdığımda adamın yüzündeki alay anında silindi. Tam üzerime geleceğini anladığım anda tekmemi müsait yerine geçirdiğimde diğer adamın beni kolumdan yakalayıp bir tarafa savurması gecikmedi. "Sen kaşındın güzelim." Doğru, başıma bela almadan duramıyordum. İri adamın elleri kolumu ezdiği sırada biri aramıza girdi ve beni diğer kolumdan yakalayıp arkasına çekti. "Hey, hey durun." Diye bağırdı beni ellerine geçirse ikiye ayıracak olan adamların önüne geçip. Tekme attığımda kıpkırmızı suratıyla karşımdaydı. Üzerime atılmayı bekleyen aç bir köpek gibi bakıyordu. "O Rüzgar'la beraber." Kağan'ın dudaklarından dökülen isim iki koca adamın anında durmasına neden olurken "Ben kimseyle beraber değilim. Onunla hiç değil." Diyerek ortaya atıldım. Kağan omzunun üzerinden bana ters bir bakış attığında göz ucuyla tekmelediğim adama baktım. Beni yakalasa şuracıkta suyumu çıkarırdı, o yüzden susarak gözlerimi Kağan'dan kaçırdım. "Ama Kağan Bey..." diye itiraz etmek isteyen adamı Kağan'ın bakışları susturdu. "Dediğimi duymadınız galiba. O Rüzgar'la birlikte. Kimse kıza dokunmayacak. Eğer dokunmaya kalkarsanız olacaklardan sorumlu değildim."

Adam korkuyla bir adım geriledi. "Anlaşıldı efendim." Kağan yürümem için gözüyle işaret verdiğinde hafifçe başımı salladım ve arkasından tıpış tıpış yürüdüm. Şimdilik onun söylediklerine kulak vermekte yarar vardı. Geniş giriş kapısından içeri girdiğimizde rahat bir nefes aldım. Gözden kaybolmadan önce omzumun üzerinden dönüp adamlara baktığımda hala arkamızdan baktıklarını görünce onlara dilimi çıkartıp el salladım. Önüme döndüğümde Kağan'ın uyarı dolu sesi gecikmedi. "Şansını zorlama bence."

"Şansını zorlayan ben değilim." Diyerek onu terslediğimde cevap vermek yerine önüne bakarak yürümeye devam etti. Dar bir koridordan geçtik, gümüş rengindeki duvarları trafik levhalarını anımsatan teneke tablolar doldurmuştu. Karışık ama havalıydı aynı zamanda ortaya çıkan görüntü. Koridoru bitirdiğimizde önümüze çıkan yeni kapı yuvarlak siyah bir kapıydı ve uzaktan sanki bir kuyunun dibini anımsatıyordu. Kapının önüne geldiğimizde kendiliğinden iki yana açıldı. Kağan yine benden önce gürültünün kaynağına giriş yaptığında kapı ardımızdan kapandı. Dönüp ardıma baktığımda kapının aslında kocaman bir noktaya benzediğini ve mekana ismini bu kapının vermiş olacağını düşündüm. Mekanın içi düşündüğümden daha kalabalıktı.

Ortada, kenarda, masalarda, kısacası her yerde dans edenler vardı. Ses dışarıya akmasın diye olacak ki camlar kapalı tutuluyordu. Ter ve sigara kokusu ciğerlerimi dağladığında öksürerek durdum. "O nerde?" diye bağırdım Kağan'a. Kağan direk başını kaldırıp yukarıya baktığında, bakışlarını takip ederek onu üst katta bir grubun içinde gördüm. Gözlerinin gözlerime değmesini bekledim ama zifiri gözleri bir yerde takılıp kalmıştı. Yanında oturan kız ilgisini çekmeye çalışıyordu fakat o burada değildi. Derin bir nefes alıp Kağan'a döndüm. "Dışarıda yaptığın şey için teşekkür ederim." Dediğimde başını sallamakla yetinip önden merdivenleri çıkmaya başladı. Ya konuşmayı sevmiyordu ya da beni.

Rüzgar Karahanlı'nın arkadaşı olduğuna göre benden nefret etmesine şaşırmamam gerekiyordu. Çünkü arkadaşı üzerime kurşunlar yağdıracak kadar benden nefret ediyordu.

Rüzgar Karahanlı.

Onu gördüğüm an ruhuma bulaşan karanlık beni tedirgin ediyordu. Avcumun içindeki kurşunu parmaklarımı bastırıp, ellerimi yumruk haline getirdim. Kağan önde ben arkada onun masasına ulaştığımızda içimdeki öfkenin beni ele geçirmemesi için dua ediyordum. Kağan yanındaki koltuğa kurulup omzuna dokunduğunda bakışlarını yerden kaldırdı. Beni gösterip "Kapıdaki adamları tekmelerken yakaladım." Dediğinde yarım ağız gülerek, yeşillileri nihayet bana doğru döndü.

Karşısındaydım ve aramızda sadece küçük bir masa vardı. Arkadaşlarının da bakışları beni hedefine aldığında yalnızca ona baktım. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda, beni gördüğüne şaşırmadığı belli eden bir ifadeyle "Cehenneme hoş geldin Adacık." Diye fısıldadı. Cehennem bu akşam kalbimin ortasına bıraktığı yangının yanında hiçbir şeydi. "Sen yaptın değil mi?" dedim, titremesine hakim olamadığım sesimle. Nasıl rahatça burada oturabiliyordu, Nasıl bir canı almak onun için bu kadar kolaydı? İçimdeki tüm soru işretleri hızla dilimin ucuna tırmanırken içinden bir tanesi dudaklarımdan hızla döküldü. "Nasıl yapabildin?" Kağan'la kısa bir an bakıştılar. O kadar kısaydı ki, kafasını bile çevirmemişti.

"Ben tehdit etmem demiştim sana."

"Bu kadar mı, bu kadar kolay mı?" Ağlamak için öyle bir sıkıyordum ki kendimi, biri kollarını açsa hıçkıra hıçkıra sığınırdım ona. Duygularımın bu kadar çabuk ortaya çıkması benim suçum değil, onundu. Onun yüzünden her şeyim altüst olmuştu. Dengesizliğim onun üzerimde yarattığı depremden dolayıydı. "Bu kadar kolay." dedi bıçak kadar keskin bir sesle. Başımı inanamayarak iki yana salladım. Bir tarafım hala bu kadar acımasız olabileceğini kabul etmiyordu. "Nasıl yapabildin?"

"Tek tek anlatmamı mı istiyorsun?" derken iki dudağını bir birine sürttü. "Nasıl emir verdiğimi, kaç kurşun sıkacaklarını, nereyi isabet almaları gerektiğini?"

"Adı herifin tekisin." Dedim nefretle, arkadaşlarının fısıltıları gürültüye rağmen kulağıma kadar geldi. Birinin kim olduğumu sorduğunu duydum. Onunla ne gibi bir işim olabileceğini. İkimizde şu ana kadar üstü kapalı konuştuğumuz için hiçbir şey anladıkları yoktu. "Aptal olmaktan iyidir."

"Eğer babama bir şey olsaydı." İhtimaller canımdan can alıyordu. "Eğer ona bir şey olsaydı..." Sol gözümden bir damla yaşın yanağıma aktığını hissettim. Elimi kaldırıp silemeyecek kadar halsiz hissediyordum. Gözlerinin gözümden düşen yaşı takip ettiğini fark ettiğimde, kaşlarını çattı ve "Beni bu noktaya sen getirdin Adacık." Dedi vurdumduymazca, tüm yaptıklarının suçlusu benmişim gibi. Evimi kurşunlatan oydu ama suçlu bendim, öyle mi? Bir anda masaya eğilerek üzerindeki birkaç bardağı yere devirdiğimde yanındaki kız irkilerek ondan uzaklaştı ve bana yabaniymişim gibi baktı. Kağan da tetikte beklerken o tepkisizce başka hamlemi bekliyordu. "Sana karşı hissettiğim nefretin büyüklüğünü sana asla anlatamam." Derken masaya doğru eğilip, ona doğru yaklaştım. Sağ elimi masaya yaslarken sol elimdeki kurşunu hala saklıyordum. İkimiz arasında kalan on santim kadar mesafede, yeşillerinin ortasında kalan kuyunun dibini görmeye çalıştım. Onu bu hale getiren her ne varsa o kuyunun içinde saklıydı ama onun içindeki kuyu sandığımdan daha derin daha karanlıktı. "Ama bir daha böyle bir şey yaparsan hedefe sadece babamı değil, beni de koy." Avucumu açtım ve kurşunu masaya bıraktım. "Bir tanede bana sık olur mu? Çünkü ben senin gibi değilim. Canım ne kadar yanarsa yansın başkasının canını yakamam. Senin gibi içimdeki yangını başkasına sıçratamam."

Ona canının ne kadar yandığını görebiliyorum der gibi baktım. Ne olduğunu bilmiyorum ama o kuyunun içindeki zifiride saklanan acıyı görüyorum, demeye çalıştım. Çünkü biliyordum ki,

Kimse canı yanmadan can yakmazdı.

Durup derin bir nefes aldığım da ciğerlerime akan hava onun nefesiydi. Ciğerlerimi parçalamak istedim.

Kimse canı yanmadan can yakmazdı ama her canı yananda can yakamazdı.

Masaya bıraktığım kurşunu parmaklarının arasına aldığında gözlerimden peşi sıra düşen yaşları elimin tersiyle hızla sildim. "Sözümü dinlediğin sürece babana dokunmayacağım." Dedi sadece, diğer söylediklerimi duymazdan gelerek.

"Sana nasıl güveneceğim?"

"Güvenmeyeceksin."

 

Loading...
0%