Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17.YOL

@dilanzclk

Sabahın ilk ışıkları sokağa dökülürken adımlarımı Emir'in arabasını görene kadar devam ettirdim. Yanımda durduktan sonra arabasının camını indirdi. "Gelmemi neden beklemedin?" diye sorduğunda, çatık kaşlarımı düzelterek zoraki de olsa gülümsemeyi başardım. Dün olanlardan sonra onu tamamen unutmuştum. Zaten gecenin bir yarısı artık beni almana gerek yok. Çünkü Rüzgar'ın evime kurşunlar yağdırmasından sonra pes edip ona teslim oldum ve onunla zoraki bir anlaşma imzaladığımız için artık senin şoförlüğümü yapmana gerek yok, diyecek halim yoktu. "Şey, artık beni gelip almana gerek yok sanırım." Neden dercesine kaşını kaldırdığında "Rüzgar artık yoluma çıkmayacak." Diye mırıldandım. Kaşlarını daha çok çattığında açıklamamın ona yetmediği anladım. "Rüzgar artık yoluma çıkmayacak, derken?"

Çünkü bütün yollarımı yıkıp parçaladı. Çünkü beni bir çıkmazın içine aldı ve geriye kalan her şeyi karanlığa bıraktı.

"Onunla konuştuk ve anlaştık." Dedim, soğukla buluşan nefesimin havada buharlaşmasını izlerken. "Konuştunuz?" dedi, inanmayan bir sesle. Başımı evet anlamında salladığımda bakışlarına soru işaretleri doluştu. "Hiçbir şey anlamadım ama ilk önce arabaya bin, üşütme. Yolda konuşuruz."

Dediğini yaparak arabanın etrafında dolaşıp açtığım kapıdan içeri girdim. Sokak, dün gece yaşanan kaosun izlerini geceyle birlikte süpürüp götürmüştü. Babam evimizin parçalanan pencerelerini yaptırmak için sabahın köründe mahallenin camcısını getirmiş, kapıda bekleyen polisleri de göndermişti. Hiçbir şey yaşanmamış, olanlar kötü bir rüyadan ibaretti sanki. Bu yüzden sokakta sadece ikimiz vardık. Polis yoktu, babam yoktu. Rüzgar da yoktu. Onunla konuşmamızın ardından geçirdiğim uykusuz gecenin, gözlerime bıraktığı boş bakışları Emir'e çevirdiğimde arabayı yeniden çalıştırıyordu. "Evet, şimdi başlayabiliriz."

"Konuşulacak fazla bir şey yok aslında. Dün onu aradım ve konuştuk. Sakince. Sonunda da anlaştık." Bir yalanın daha dilime dökülmesini engelleyemezken Emir bu yalanıma da inanmayan bir bakış attı.

"Konuştunuz ve anlaştınız, Neye anlaştınız peki?" Neye anlaştığımızı daha bende bilmiyordum. Neye teslim olmuş neyi kabul etmiştim bende bilmiyordum. Beni nasıl kullanacaktı bilmiyordum. Benden ne istiyordu bilmiyordum. "Rüzgar ne zamandan beri konuşarak bir şeylerini halletmeye başladı? Seni az da olsa tanıdım ama ben Rüzgar'ın ciğerinin biliyorum Ada. O yüzden bana karşı dürüst ol ve Rüzgar'ın seni ne karşılığında rahat bıraktığını söyle, lütfen."

"Hiçbir şey." Diyerek karşı geldim. "Hiçbir şey Emir, hiçbir şey istemedi."

"Öyle olsun, yalan söylüyorsun ama öyle olsun!" Sinirle gözlerini benden çekti ve okula gidene kadar bir daha ağzını açmadı. Yol boyunca gözümde biriken yaşları her defasında geri itmeme rağmen bir yanım avazım çıktığı kadar bağırıp ağlamak istiyordu. Sanki bir damla göz yaşının düşmesine izin versem diğerleri de çığ gibi düşecekti ardından.

Emir, arabasını okulun otoparkına park ettikten sonra tek kelime etmeden yan yana yürürken hafifçe gözlerimi yana çevirip kısık gözlerle ona baktım. Çatık kaşları hala sinirli olduğunu gösteriyordu. Okulun geniş bahçesine giriş yaptığımız sırada "Konuşmayacak mısın benimle?" dedim yine de yumuşak bir sesle. "Bilemiyorum." Diye yanıtladığında beni, kolundan yakalayıp onu durdurmaya çalıştım. "Ciddi misin sen?"

"En az senin kadar." Gözlerini benden kaçırmayı bıraktı. "Sen her şeyi anlatana kadar bende konuşmaya bilirim, değil mi?" Oflayarak omuzlarımı düşürdüm. "Olan her şeyi anlattım. Başka anlatacak bir şey yok ki." İnanmakla inanmamak arasında kalan bakışlarını gözlerime indirdiğinde, üzerimde bir çift gözün ağırlığıyla ileriye kaldırdım başımı ve onu gördüm. Binanın girişinde bekliyordu, yanında bu kez sadece Kağan vardı. Keskin bakışlarıyla mengene altına almıştı bizi. Anlamsız bakışları kalbimin üzerine bir yük gibi binerken başının iki yana onaylamaz bir ifadeyle salladı. Hiçbir şey anlamadığım için tepkisizce yeniden Emir'e döndüm fakat bir tarafım hala onunla birlikteydi.

"Sana inanmak istiyorum." Gülümsedim. "İnan, başım bu kez belada değil." Başım bu kez çok daha büyük bir belada. Başımı okul binasının girişine çevirdiğimde başımın belası artık orada değildi.

Günün ilk dersi dil anlatımdı. Yoklamayı alır almaz derse başlayan Saide hoca dersin sonunda sürpriz bir ödevle herkesin isyan etmesine neden olmuştu. "Sessiz olun! Hepinizi ikişer gruplara ayırdım, eşini beğenmeyen tek başına yapabilir. Umurumda değil ama ödevinizi iki hafta sonra masamda göreceğim." Sonrada ödev konularıyla birlikte eşleri de söylemeye başladı." Sercan-İpek, Emir-Gamze ve Ada-Furkan. Dediğim gibi eşini beğenmeyen tek başına yapabilir ödevini. Konusunu anlamayan teneffüste yanıma gelsin." Gamze gözlerinden ışıklar saçarak Emir'e döndüğünde ben aval aval etrafıma bakınıyordum. Sınıfta Furkan namına kimse yoktu bu yüzden olsa gerek bana Kağan'dan başka bakan yoktu. "Furkan düşündüğüm Furkan olasılığı yüzde kaç?" diye sordum Gamze'yi dürtükleyerek. Şu Rüzgar'ın yakalamak için kafayı taktığı çocuk olmalıydı. Bizim sınıfta olması da benim hayattaki sansımın göstergesiydi. "Yüzde yüz ama endişelenmene gerek yok. Furkan uzun bir süre gelmez. Hiç sıkma canını hem ben sana da yardım ederim."

"Oh, iyi bari gelmemesi daha iyi benim için." Rüzgar'la anlaştığımız sırada ortalıkta olmaması benim için çok daha iyiydi. Bir nevi onu başıma bela eden Furkan'dı. "Teşekkür ederim canım arkadaşım." Gamze kıkırdayarak kulağıma eğildi. "Acaba ödev bahanesiyle Emir'e eve çağırıp onu ömür boyu odama mı hapis etsem, Ne dersin?" Ne saçmalıyorsun sen bakışlarımı attığımda "Bu fırsatı iyi değerlendirmeliyim." Dedi gülerek. Benim ayağıma kadar gelen fırsatlar genellikle bana çelme takıyordu. Şansı yaver giden biri değildim ama umarım Gamze'ninki öyleydi. Diğer iki saatlik boş geçen Tarih dersinde herkes sessizce test çözmüş kimse kimseyi rahatsız etmemişti. Sınava kalan gün sayısı azaldıkça telaşta artıyordu. Çalışmam gereken konuların hepsini birçoğunun aksine bitirdiğim için rahattım. Geriye sadece test çözmek kalmıştı benim için. Benim aksime babamın benim için büyük hayalleri vardı.

Öğleden sonrasına kalan matematik dersi de bittiğinde beden eğitimi dersinde hocanın izin vermesiyle herkes çalışmak için sakin bulduğu yerlere kaybolmuştu. Bende hiç üşenmeyip beşinci katta ki kütüphanenin yolunu tuttum. İçeride benden başka kimse yoktu. Rafların arasına koyulan masalardan birine geçtikten sonra çözmediğim matematik testlerini ortalığa döktüm. Üzerimde üniforma olmadığı için rahatlıkla bacaklarımı üste üstte attım. Boş geçen beden dersleri kadar iyi ders yoktu. Yarım saat sonra kapının açılıp kapanma sesini duydum. On dakika sonra zil çalacaktı ama yalnızlığım çok daha uzun sürebilirdi. Kimin geldiğine bakma gereği duymadan soruları çözmeye devam ettim. Testin son sorusundaydım, sorunun altını çizdiğim sırada duyduğum ayak sesleri nedensizce dikkatimi dağıtıyordu. Çözüme başladım. Gözlerimin önündeki formülü adım kadar iyi biliyordum ama sonuca varmadığım için kendime kızmaya başladım. Kesinlikle dikkatim dağılmıştı.

Ayak sesleri çok yakından gelmeye başladığında sorunun altını tekrar tekrar tekrar çizerek dikkatimi çözüme vermeye çalıştım. "Adacık." Burada olmasını isteyeceğim son kişinin hemen arkamda olması kadardı işte şansım. Bir kolunu omzumun üzerinden geçerek masaya yasladığını gördüğümde çatık kaşlarımı ona çevirdim. Hafifçe üzerime doğru eğilmişti. Saçlarımı topladığım için nefesi kolaylıkla enseme dokunuyordu "Beni mi takip ediyorsun?" Sağ tarafımı tamamen ona döndürdüm. Aramızdaki mesafeyi uzatmak için geriye doğru masaya yaslandığımda tek kaşını kaldırmıştı. Yakınında olmak beni her zaman tedirgin etmişti. "Seni neden takip edeyim?" Neden her sorduğuma soruyla karşılık veriyordu ki? Bilmem der gibi omuzlarımı indirip kaldırdım. "Sen söyle."

"Seni takip etmiyorum Adacık ama aldığın her nefesten haberim var. Nereye gittiğini ne yaptığını ve ne yapmayacağını, her şeyini ve her şeyi biliyorum." Ona dilimi çıkarıp sen tam orangutansın demek için çıldırıyordum resmen. "Yani beni takip ediyorsun." Zaferin dudağıma bıraktığı ufak gülümsemeyi saklamak için başımı hafifçe eğdim. "Adacık." Gözlerimi ona kaldırdığımda sesinin aksine bakışları buz gibi değildi. En azından beni öldürecekmiş gibi bakmıyordu. "Efendim başımın belası." Ona sanki yumruk atmışım gibi baktığında içten içe kendime küfrederek bakışlarımı ondan kaçırdım. Başımın Belası mı, demiştim ona? Evet, demiştim. Baya baya, yüzüne yüzüne hem de.

Hemen ciddileşerek "Ne istiyorsun?" dedim ve kıpkırmızı olan yüzümü ondan saklamak için önüme döndüm. Sırtımı ona verdiğimde derin bir nefes alıp verdim. Onun da derin bir nefes aldığını duydum. "Emir'den uzak duracaksın."

"NE?"

"Emir'den uzak duracaksın." dedi bir kez daha. "Ne dediğini duydum." Dedim şaşkın bir sesle. "Ne demek Emir'den uzak duracaksın, bu da nereden çıktı?" Üzerime biraz daha eğildiğini hissettim, nefesini boynumda hissettiğim sırada "Sorgulama hakkın yok Adacık." Diye fısıldadı. "Emir'i bir daha yanında görmeyeceğim."

"O benim arkadaşım." Dedim sert bir sesle. Buna hakkı yoktu. Kiminle görüşüp görüşmeyeceğime karışamazdı. "Sen öyle san!" Bunu çok kısık sesle söylemişti. "Dediğimi yap polisin kızı." Sonra masadaki kurşun kalemi alıp sonucuna varamadığım sorunun son çözüm basamağını iki saniye içerisinde yapıp cevabını yuvarlak içine aldı. Şaşkın bir şekilde soruya baktım. Cevabı doğruydu. "Yolu uzatmaya kalkarsan asla bir yere varamazsın." Dedi benden uzaklaşırken. Ona bakmıyordum, ona bakamıyordum. "Belki de yoluma çıktığın için uzuyordur o yol."

"Belki de yolun sonu benimdir." Sonra beni alaşağı ederek çıkıp gitti. Alnımı setçe masaya vurup ofladım. O yolun sonunu görmektense ölmeyi yeğlerdim.

Akşam babam beni hiç şaşırtmayarak dosyaların arasına gömülüp telefon görüşmeleriyle gününü bitirirdi. Bir kez emniyet müdürüyle görüştüğünü anladım, bir kez yurt dışından biriyle konuştu. Bir kez de isim vermeden 'Evlat' diye hitap ettiği biriyle bir saat boyunca konuşmasını bitiremedi. Bu görüşmeyi yaparken oldukça dikkatli konuşmuş hatta bir ara duymamam için dışarı bile çıkmıştı. Günün sonunda ikimizde salondaki koltuklarda uyuya kalsak da sabah uyandığımda yatağımdaydım.

Hafta sonu olduğu için yatağımda tembellik etmeye devam ettim. Babamın aldığı yeni telefonu ilk defa kurcalama fırsatı bulurken birkaç uygulama indirdim. Rehberimdeki isimler azdı hatta çok azdı. Babam, Gamze, Emir ve Rüzgar'dan ibaret bir rehberim vardı. Gamze'nin gizli profili arkadaşlık isteği atmak için önüme gelirken bir alta da Emir'in açık profili düştü. Gamze'ye istek atıp Emir'in profiline girdim. Bol takipçili profilinde modelleri kıskandıracak resimler paylaşmıştı. Biraz geçmişine indiğimde Rüzgar'la olan bir fotoğrafını buldum. Yurt dışında bir kumsalda çekilmişti fotoğraf. İkisi de üstsüzdü. Emir sevimli bir ifadeyle pozunu verirken Rüzgar aynı Rüzgar'dı. Hatta fotoğrafının çekilmesinden nefret ediyormuş gibi bir hali vardı. Emir'i de takip ettikten sonra uygulamadan çıktım. Rüzgar'ın hesabı yoktu, tamda beklediğim gibi.

Yarım saat sonra Gamze mesaj atmıştı. Kahkaha atmamı sağlayacak mesajı tam olarak şöyleydi. "Emir'i bu gün eve atıyorum. O sadece ödev yapacağımızı düşünüyor ama olsun, ben onu eve atıyorum. Hemen onu kilitleyebileceğim bir sandık bulmalıyım. Kafes daha iyi olur sanki değil mi? Sence hangisi daha uygun?" Gülerek mesaja cevap yazdım.

GÖNDERİLEN: GAMZE

-İkisi de olmaz. Yapman gereken tek şey duyguları ona anlatmak. Bırak gerisini o düşünsün. Umarım şu an sandık bakmıyorsundur. Çünkü onun içinde hayatının aşkını havasızlıktan öldürebilirsin.

Üzerimdeki pikeyi ayaklarımla üzerimden atarken telefonum yeniden yanıp söndü.

GÖNDEREN: GAMZE

-O zaman kafes alıyorum.

Görmediği için rahatlıkla gözlerimi devirdim. Umarım bu fırsatı eline yüzüne bulaştırmazdı. Telefonu kanara bırakıp yataktan çıktım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra babamın hazırladığı kahvaltı masasına çöreklendim. "Yavaş ye boğulacaksın." Ağzıma üst üste attığım domatesleri çiğnerken babama ne diyorsun der gibi baktım. Ağzımdakileri püskürtmemek için konuşamazken önüme su bardağını itekledi. "Kaç gündür yemek yemiyorsun." Çiğnediğim domatesleri mideme yolladıktan sonra suyu yudumladım. "Bilmem, hatırlamıyorum sanırım."

"Belli git gide daha da zayıflıyorsun."

"Son birkaç günün aksiyonundan olsa gerek bence." Babam oturduğu sandalyeye sırtını yasladı. "Merek etme yakında her şey bitecek." Çatalımı kanara bırakıp bende arkama yaslandım. "Bana bir gün annenin katilini yakaladıktan sonra her şeye son vereceğim, demiştin." Boğazımda ki yumruğu geçirmek için sertçe yutkunduğumda babam gergin bir tavırla omuzlarını gerdi. "Onun peşindesin değil mi?" Babamın cevabı sessizlik oldu. "Onu yakalamak üzeresin."

"Bu konuya dahil olmayacaksın."

"Kim olduğunu da biliyorsun." İçimdeki yaranın sahibini bilmek benimde hakkımdı. "Şu an nerede olduğunu dahi biliyorsun. Kanıtlarını da neredeyse bitirmek üzeresin."

"Elimde o adamı sonsuza denk hapse tıkacak kanıtlar var." Dedi sonunda babam pes ederek. "Geriye kalan tek şey onu suçüstü yakalamak. O gece vurulmasaydım eğer şimdi hakkettiği hapishane köşesinde olacaktı." Babam kendine kızdığı zamanlardaki o katlanılmaz ifadeyi takınarak masadan kalktığında "Seni de o vurdu." dedim paramparça bir vaziyette. "Ne kaldı geriye? Sıra bende mi?" Babam içinde için için haykıran düşüncenin bu olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum. Ki gözlerimin girdabına giren bakışlarında bu düşüncenin azabı vardı. O yüzden harekete geçmişti. O adam bana ulaşmadan önce yakalamak istiyordu. Elini kolunu tamamen bağlayacak şeylere ihtiyacı vardı. Çünkü babamın her başarısız hamlesinde mutlaka birinin canı yanıyordu. En çokta onun. "Benim kızıma kimse dokunmaz."

"O zaman neden hala dışarıda?"

"Çünkü yurt dışına kaçtı." Sesi kısıktı. Yüzündeki ifadenin aynısı bende de vardı. "Ama operasyonda ele geçirdiğimiz malları mutlaka almak isteyecek. O yüzden de geri dönecek. Dönmese bile bir şekilde almaya çalışacak." Malları hayatından daha mı değerliydi? Kim para için tehlikeye atardı kendini? "Neden almaya çalışsın ki?"

"Almazsa yaptığı tüm anlaşmalar çöpe gider. İşin içinde sadece o değil ondan daha pisleri var. Ayrıca operasyonda ele geçirdiğimiz malın değeri yaklaşık olarak beş yüz milyon dolar değerinde." Bir ülkedeki tüm fakirlerinin hayatını değiştirebilecek kadar çok paraydı. Bir adamı da hem öldürecek hem de ölecek kadar kör edebilirdi. Bu yüzden can almakta vermekte bu adam için bir hiç değerindeydi.

"Malları şu an nerede?" Camları bile demirden olan bir yerde saklanmalıydı. Babam başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Bu hiç hoşuma gitmeyecek bir cevabın bakışıydı. "Baba?"

"Bodrum katında." Başımı yana yatırıp "Hangi bodrum katında?" diye üstelediğimde tedirgin bakışlarını evimizin bodrumuna açılan kapıya doğru yavaşça çevirdi. "Bizim bodrum katımızda."

......

 

Loading...
0%