Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18.İTİRAF

@dilanzclk

BÖLÜM 9: İtiraf

Telefonum yanıp sönen ekranında beliren isimle "Hah!" diye mırıldandım. "Geç kalmıştın zaten." Cevaplamak yerine boş gözlerle baktığım ekrandan yanımda oturan yaşlı kadına kaydırdım gözlerimi. Çatık kaşlarıyla elimdeki telefona bakıyordu. Telefonun ardı ardına çalmaya devam etmesiyle yaşlı kadın yerinde rahatsızca kıpırdandığında bunun bana nazik bir 'ya aç şu telefonu ya da kapat' deme şekli olduğunu geç olsa da anladım. Ama arayan kişinin kim olduğunu, nasıl olduğunu bilse değil telefonu açmak benden önce telefonu camdan dışarı fırlatırdı. Ona cevap vermek istemiyordum. Reddetmek seçenek bile değildi. Telefonu camdan aşağı bırakma isteğini güçlükle bastırdım. Sesini duymak azap vericiydi. Utanarak teyzeden bakışlarımı kaçırıp mecburen telefonun ekranına dokundum ve cevapla kısmını diğer uca doğru kaydırdım. Telefonu kulağıma götürdüğüm an hattın diğer ucundan yükselen öfkeli sesi, aramızda kilometrelere rağmen sanki karşımdaymış gibi irkilmeme sebep olurken gözlerimde kalan son uyku tohumlarını bertaraf etmeyi sağlamıştı.

"Telefonumu bir daha geç açarsan..." Ve telefonu anında geri çekerek derin bir nefes aldım. Tehditlerini bitirdiğine emin olana kadar telefonu kucağımda tutarken başımı arkaya doğru yaslayıp gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Yaşlı kadın benim aksime onun ne söylediğiyle yakından ilgilenirken, şaşkın bir vaziyette elini dudaklarına götürüp tövbe tövbe diye mırıldanmıştı bir de üstüne. Hangisinin yaptığı daha saygısızcaydı, tartışılırdı. Rüzgar ve arsız sözleri yüzünden ben utanmak zorunda kalırken ses tonu düşene kadar ne söylediğiyle ilgilenmedim. Nasıl bu kadar çabuk öfkelenip, neden her şeye bağırma gereği duyuyordu ki? Onunla evlenecek kadına şimdiden acıyordum. Yaklaşık kırk saniye sonra artık bağırmadığını fark ettiğimde yavaşça gözlerimi aralayıp telefonu kulağıma götürdüm. "Okula da girme. Beni kapıda bekle. Duydun mu beni?"

Sadece son sözlerini duyduğum için neden okula gitmemi engellediği anlayamadığımdan onu pür dikkat dinleyen yaşlı kadına çatık kaşlarla göz ucuyla baktım. Konuya benden daha çok hakimdi ve Rüzgar Karahanlı her ne zırvaladıysa yaşlı kadın gözleri kocaman olmuştu. Eminim ki utanmasa benim yerime cevap bile verebilirdi. Onu dinlemediğimi belli etmemeye çalışarak "Okula neden gidemiyorum ki?" diye mırıldandım.

Aptal olduğumu söyleyen bir hırıltı çıkardı. "Gitmeyeceksin dediğim için!" Her şeyi tehdit ve emirken onunla konuşmak imkansızdı. "Neden diye sorduğumu hatırlıyorum."

"İkiletme." Dedi sert bir sesle. "Üzgünüm Rüzgar Karahanlı fakat bu gün girmem, hatta girmemiz gereken önemli bir deneme sınavı var. Yani anlayacağın okula gitmek zorundayım. Sana da öneririm." Canı sıkılıyorsa kendine başka oyuncak bulmalıydı. "Önerilerini küçük beynine sakla. Yirmi dakika sonra seni okulun kapısından alacağım. Orada olmazsan yapacaklarımdan ben sorumlu değilim." Bana itiraz etme hakkı tanımadan telefonu suratıma kapattığında şaşkın şaşkın telefonun ekranına baka kaldım. Yalnızca ben değil yanımdaki yaşlı kadınında benimle aynı duyguları yaşıyordu. Keşke telefonu onun eline verseydim. Nasıl olsa benden daha çok ilgilenmişti telefonumla. Kadına yan gözle onaylamaz bir bakış attığımda hemen başını başka tara çevirdi. Belki de bu şehirdeki herkes kabaydı. Peki, onu dinleyecek miydim? Kesinlikle hayır!

Okulun yakınındaki durakta indiğimde ondan önce okula varıp içeri girmek için adımlarımı hızlandırdım. On dakika sonra okulun kapısından içeri girdiğimde ne o ne de arkadaşları görünürde vardı. Gözlerimin radarına giren tek tanıdık yüz bana doğru gelen Emir'di. "Günaydın." Tedirgince etrafıma bakındım. Rüzgar Emir'den uzak durmam gerektiğini kesin bir dille dile getirmişti. Şu ana kadar onun hakkında emin olduğum şeylerden biride fazlasıyla dakik olduğuydu. Söylediği dakikada burada olacaktı. Sözünü dinlemediğim gibi Emir'i de yanımda göründe küçük bir kıyametin yaşayacağını şimdiden hissediyordum. "Günaydın." Diye mırıldandım keyifsiz bir sesle. Başımı eğerek yanından geçip gitmek için adım attığımda "Ada." dedi, hafifçe dirseğimden yakalarken. "Senin konuşmam gereken bir konu var." Şaka yapıyor olmalıydı. Konuşmak için bu zamanı mı bulmuştu? "Şu an mı?" diye sorduğumda "Hafta sonu seni aradım ama telefonlarımı açmadın." Dedi kinayeli bir sesle.

"Müsait değildim." Sesim kinayesinden dolayı biraz soğuk çıkmıştı. Aslında bütün gün uyumuştum ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. İyi biriydi ama Rüzgar maalesef kötünün de beteriydi. Ne onu incitmekti derdim ne de onu Rüzgar'la karşı karşıya getirmek. "Anlıyorum, neyse belki de yüz yüze konuşmamız daha doğru olur." Kaçınılmaz sonum hızla yaklaşırken ben hala aynı yerdeydim. Rüzgar birazdan gelecek ve beni onunla görecekti. Emir'in ne konuşmak istediğini kestiremezken oldukça gergin olduğunu fark ettiğimde "Bu kadar önemli olan ne?" diye sordum. Bir derdi olmalıydı. Rüzgar'a yakalanmak bir an umurumda olmadı. Er ya da geç nasıl olsa Rüzgar'ın gazabına uğrayacaktım. Bana her daim arka çıkan dostumu sırf Rüzgar dedi diye arkamı dönmeyecektim.

Siyah gözlerinde kararsız bir ifade geçerken dirseğimi tutan eli bileğime doğru kaydı.

"Sensin." Ne?

Önce elimi tutmak isteyen eline sonra gözlerinin içine baktığımda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı ama tek bir kelime bile edemedim. "Bu kadar önemli olan sensin" dedi hafif sancılı bir gülümsemeyle. Gözlerinin içine huzursuzlukla baktım. Ne demek istiyordu? "Seni merak ediyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Sürekli seni korumak istiyorum." Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. O kadar şaşkındım ki. "Hayatımda en önemli şey senmişsin gibi." Emir'in her kelimesi beni dehşete düşürürken, merdivenlerden inerek bize doğru gelen Gamze'yi görmem beni yerle bir etti.

"Biliyorum, bir ay bile olmadı belki de tanışalı ama ben hiçbir zaman birini bu kadar fazla düşünmedim." Emir'e susması için yalvarmak istiyordum ama kelimeler dilimin altında kaybolmuştu. Zaten ne diyeceğimi de bilmiyordum. Gamze gülümseyerek bize doğru gelmeye devam ederken okulun içine gürültüyle giren Lamborgini de birkaç metre uzağımızda durmuştu. İrkilerek bir adım geriye gittim. Kendimi köşeye sıkıştırılmış fare gibi hissediyordum. "Emir" diye mırıldandım yaşadığım şoku bir kenara bırakıp. Rüzgar kaskatı bir ifadeyle arabadan indiğinde Gamze de aramızda iki metre kadar kala durmuştu. Ela gözleri Rüzgar gibi direk Emir'in bileğimi tutan eline kaydığında kalbim duracak sandım. Yüzüne bakmaya gücüm yoktu. Rüzgar'a baktım. Üzerime yürümek veya beni peşinden sürüklemek için hamle yapmıyordu. Bekliyordu. Ne yapacağımı görmek istiyordu. Bomboş gözlerinde bir şey aradım. Beni buradan sabah her ne için aradıysa çekip almasını, kurtarmasını diledim. Ona ilk defa ihtiyacım olduğu anda kabalığını bir kenara bırakmış, sınırını çizmişti. Belki de bunu biliyordu. Okula gitmemi istememişti, dinlememiştim. Emir'den uzak dur demişti. Ben yine dinlememiştim. Şimdi en yakın arkadaşımın yaşadığı en büyük hayal kırıklığının baş mimarıydım. "Sanırım seni seviyorum."

Öyle bir hızla çektim ki bileğimi onun ellerinin arasından. Ellerimi ateşten çekmiştim sanki. Geç kalmışlığın pişmanlığı beynime bir kurşun yememe sebep olmuştu çünkü onu duyan sadece ben değildim. Gamze gözlerinden düşen yaşlarla öylece kala kalmıştı. Benimde gözlerim dolu doluydu. Kendim için değil Gamze için deli gibi ağlamak istiyordum.

Tek dostumun sevdiği adam, beni sevdiğini söylüyordu.

"Ada." Dedi Emir bu kez sönük bir sesle. Bir adım daha geriye gittim. "Emir lütfen sus." Diye fısıldadım. "Sen benim arkadaşımsın." Onu kırmadan nasıl konuşabilirdim? "Ben seni hep dost olarak gördüm. Yani ben seni..." ellerimi iki yana açarak "Sadece arkadaş olarak seviyorum. Daha fazlası yok. Daha fazlası olamaz." Sersemlemiş bir vaziyetteydim. Emir hayal kırıklığıyla siyah gözlerini benden kaçırdığında Gamze bize arkasını dönerek koşmaya başladığını gördüm. "Özür dilerim."

Emir'i arkamda bırakarak yürümeye başladığımda başımı Rüzgar'a doğru çevirdim. Dudağının bir kenarında oluşan kıvrımla sırtını arabasına vermiş bir sırıtmadığı kalmıştı. Sanırım beni yine durdurmayacaktı. İstediği cevabı vermiştim ona, istediği gibi Emir'i kaybetmiştim. İkisini de bir kanara bırakıp Gamze'nin ardından arka bahçeye doğru hızla yürümeye başladım. Şu an benim için önemli olan tek şey Gamze'ydi.

Aşkın tanımını dahi bilmiyordum ama Gamze'nin Emir'i gördüğü an gözlerinde parlayan şey sevgiden daha büyüktü. Gamze'yi duvar kenarına çökmüş bir vaziyette bulduğumda koşarak yanına vardım. Yüzünü ellerinin arasına almış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Gamze'm" Dizlerimin üzerine çökerek onu kollarımın arasına çektim. "Çok özür dilerim. Ben çok özür dilerim."

"Dileme." Dediğini duydum hıçkırıklarının arasından. "Senin bir suçun yok."

Bir suçum olmadığını biliyordum. Emir'e hiç o anlamda davranmamıştım. Sözlerimden de hareketlerimden de emindim, arkadaşlıktan öte değildim hiçbir zaman ama bu Gamze'nin acısını azaltmazdı. Acısını nasıl hafifletebilirdim?

"Onunda bir suçu yok ki!" dedi, kendine kızgın bir sesle. "Bütün suç ben de. Anlıyor musun? Bütün suç ben de." İçini rahatlatması için ağlaması lazımda ama ağlasın istemiyordum. Kendini suçlamasını asla! "Hiçbir şey yapmadım. Öylece gelir dedim. Öylece bekledim. Eğer onu gerçekten çok seversem o gelir ve beni bulur dedim. Masallar da ki gibi." Kollarımı sımsıkı ona doladığımda onunla birlikte ağlıyordum. "Aptallık ettim."

Başını omzuma yasladım. İyi hissedene kadar orası onundu.

O gün bir daha ne Emir'i gördük ne de Rüzgar'ı. Gamze ise ilk dersten sonra okulda kalamayacağını söyleyerek gitmişti. O çok önemsediğim sınav saati geldiğinde aklımda ki tek şey Gamze'nin nasıl olduğuydu. Tek bir soru bile cevaplamadan sınıftan çıktığımda telefonumu cebimden çıkarıp Gamze'yi aradım. Telefonu kapalıydı. O sırada bildirimlerde yeni bir mesaj olduğunu fark edince bildirimin üzerine dokundum.

Gönderen: Rüzgar Karahanlı

-Kantine gel.

Neden diye sormadım bu kez. Ona karşı çıktığımda da boyun eğdiğimde de zararlı çıkan tek kişi bendim. Telefonumu geri cebime koydum ve yavaş adımlarla kantine inen merdivenlere yöneldim. Okulun içi herkes sınavda olduğu için sessizdi. Kantinde derslerle alakası olmayan birkaç kişi dışında sadece başımın belası vardı. İçime derin bir nefes çekip yanına tıpış tıpış yürüdüğümde geldiğimi fark edene kadar gözleri telefonundaydı.

Karşısına dikilene kadar varlığımı fark etmezken bir karış suratla ona aynı onun bana yaptığı gibi dik dik yüzüne bakmaya başladım. Üzerine düşen gölgemle başını kaldırdı. Yüzü duvardan farksızdı. Telefonunu kapatıp arkasına yaslandığında kendimi vereceği azara karşı hazırladım. Gözleri gözlerimi bulana denk bakışları sıkıntıyla oynadığım eteğimin pilesindeki ellerimde, nefes aldıkça şişen göğsümde ve boynumda oyalanmıştı. Bakışlarından rahatsız olarak yerimde kıpırdandım. "Ne istiyorsun?"

 

Loading...
0%