Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.BERTARAF

@dilanzclk

Zifiri 19 | Bertaraf

"Ne istiyorsun?"

Kısa bir sessizliğin ardından konuştu. "Çay."

"Çay mı?" Başını salladı. "Çay getir bana." Kollarımı birbirine doladım. "Beni bunun için mi çağırdın?" Bağırıp çağırması, sözünü dinlemediğim için günümü göstermesi gerekmiyor muydu? "Evet, sen ne bekliyordun?"

Omzumu indirip kaldırdım. "Hiç." Bu kadar ucuz kurtulacağımı düşünmemiştim. Şüpheyle kıstığım gözlerimi kırpıştırdım. "İyi o zaman ben gidiyorum. Çayını kendin alabilirsin." Gitmek için hareket ettiğim an "Hiçbir yere gitmiyorsun." Dedi sert bir şekilde. Ayaklarım yere çakıldı. "Çayımı getir."

"Beni, sana hizmetçilik oynamam için mi yanında tutuyorsun?" diye sorduğumda ister istemez yine beynimin içinde bin tane soru işareti belirmişti. "Ben ne dersem onu yapmak zorunda olduğun için yanımdasın."

"Saçmalık." Dedim, sorgulayıcı bir sesle. "Buna inanacağımı düşüyorsun?"

"Bana en son inanmadığında babanı öldürmek üzereydin." Yeşilin feragat ettiği mavi gözleri karanlık bir ifadeyle kısıldı. "Yine aynı şey mi olsun istiyorsun? Ama sana küçük bir uyarı Adacık." Dudaklarındaki sahte gülümseyişin altındaki yatan tehdidi biliyordum. "Bu kez ıskalamam."

İçimde kabaran öfkeyi aldığım nefesle sakinleştirmeye çalıştım. Ona biliyorum der gibi baktım ama hiçbir şey söylemedim. Ayaklarımı kantinin büfe kısmına çevirdim. Kantinciden çay istedikten sonra cebimdeki bozuklukları çıkarıp adama uzattım. Kaç şekerli içtiğini bilmediğim için küçük paketler halindeki şekerlerden iki tane alıp kantincinin uzattığı bardağı elime aldım. Adama teşekkür ettiğimde adamın sıcak gülümsemesi benimde bu gün ilk defa gülümsememi sağlamıştı.

Rüzgar önüne bıraktığım çaya kısık gözlerle baktıktan sonra gözlerini bana çevirip "Buradaki çayı istemiyorum." Dedi. Yüzümdeki gülümseme alt üst olurken "Anlamadım?" dedim, gerçekten anlamayarak. "Okulun iki arka sokağında bir kafe var, oradan istiyorum." Sonra ayağa kalkıp kantinin çıkışına doğru yürümeye başladı. "Çayımı bahçeye getir." Dalga geçiyordu değil mi? Böyle mi almaya çalışıyordu sabahın hıncını?

Sinirle yerimde tepindiğimde kantindeki gözler üzerime çevrildi. "Nefret ediyorum senden, nefret." Kendi kendime söylendikten sonra gururumu onun ve tehditleri yüzünden bir kez daha ayaklar altına alarak söylediğini yaptım. Okulun arka sokaklarında olan kefe onun gibi tekinsiz tiplerle doluydu ama itiraf etmek gerekirse büfedeki kurabiyeler uzaktan bile çok lezzetli görünmüştü gözüme. Daha sonra buraya Gamze'yle birlikte gelmeyi aklıma not ederek aldığım çayı dökmeden ona ulaştırmak için yavaş yavaş yürümeye başladım. Bardağın karton kapağı olsa da ellerim soğuktan dolayı titrediği için düşürmekten korkuyordum. Dışarı çıkacağımı düşünmediğim için sınıftan çıkarken montumu da yanıma almamıştım. Gömleğimin üzerine giydiğim siyah hırkam yeterli sanmıştım ama donuyordum.

Okula varabildiğimde çay hala sıcak ve sağlamdı. Rüzgar bahçedeki küçük çardakta oturuyordu. Ayaklarımı yere sürte sürte, gözlerimde senden nefret ediyorum bakışlarıyla yanına giderken çayın içine zehir atma isteğim her adımda daha çok artıyordu. Konuşmadan çayını ona uzattığımda dudaklarındaki sigaradan son bir nefes alıp izmaritini yere attı. Ayakkabısının ucuyla izmariti ezdikten sonra elimdeki karton bardağa baktı. "Bu ne?" diye sordu elimde sanki bilinmez bir yaratık varmış gibi. "İstediğin yerden, istediğin çay olabilir mi?"

"Ben karton bardakta içmem. Yeniden git ve alırken adımı söyle."

"Şaka yapıyorsun değil mi?" dediğimde aksi bir sesle, o tehditkar bakışını yine ortaya bırakmıştı. Bu sefer kesinlikle zehir atacaktım çayına. Ondan kurtulmam için ölmesi gerekiyordu. Gerçi söz konusu o olduğunda, toprağın altında bile başıma bela olmanın bir yolunu bulurdu.

İkinci kez kapısından içeri girdiğim kafenin tezgahına yaklaşırken, tezgahın ardından siparişleri alan garson tek kaşını kaldırarak gülümsedi. Yirmili yaşlarda güler yüzlü bir kızdı. "Bir çay daha istiyorum. Rüzgar Karahanlı için." Kız ikinci gelişimin nedenini onun adını verdiğim an anladığında gülümsemesi genişledi. "Hemen getiriyorum." Çayı tamda Rüzgar'ın dediği gibi cam bardakta getirmiş ve para istememişti. Ben yine de ilk çaya verdiğim ücret kadarını masaya bırakıp çıkmıştım. Ben onun adamı değildim. Ayrıcalıkları beni kapsamıyordu.

Cam olduğu için tutmakta zorlandığın bardağı bir an önce götürmek için bu kez hızlandım. Aynı yerde aynı şekilde ayakta duruyor, yeni bir sigaranın küllerini savuruyordu. "Geç kaldın."

"Hayır." Diye reddettim hemen. "Olabildiğince hızlı geldim." İçine çektiği sigaranın dumanını dudaklarından dışarı bıraktığında yüzüm o dumanın içinde kaldı. Başımı hemen başka tarafa çevirip öksürdüm. "Keser misin şunu?" dedim boşta kalan elimle ağzımı kapatırken. Uzun, ince parmaklarının arasında yarım kalan sigarasıyla öylece yüzüme bakmaya devam etti. Bana bu şekilde mi bedel ödetmeye çalışıyordu? Onu dinlemediğim için kızacaksa kızmalıydı. O bunu erteledikçe gerginliğim hat savadaydı. Emir'in bana karşı olan hislerini biliyor muydu? Bu yüzden mi uzak durmamı istemişti?

Kafamın içindeki binlerce sorudan birini sormak yerine ağzımdan çıkan sözler farklıydı. "Alır mısın artık şu çok önemli çayını? Ağzına da ben verecek değilim!" Tabi aklında öyle bir düşüncesi yoksa. Çayını almak yerine arkasındaki banka oturdu ve bir bacağını diğerinin üzerine atarak arkasına yaslandı. Onun için kıymetli olan sigarasının son dumanını çekene kadar tek bile etmedi. Nihayet sigarasını söndürdüğünde ayaklarının dibinde bir kutu izmaritin birikmiş olduğunu gördüm. Bunların hepsini ben gidip gelene kadar içmiş olamazdı herhalde. "Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?"

Cevabı, cevapsız bir gülüş oldu. Sessiz ve küçük ama bir o kadar da karanlık. Yaslandığı yerden hafifçe doğrulduğunda çayını alacağını düşünerek ona bardağı uzattım fakat o bir anda diğer elimden yakalayıp kendine doğru çekti. Hareket etmemle birlikte elime damlayan çayın acısıyla, çığlık atarak bardağı bıraktım. Bu ani çıkışından dolayı dengemi de kuramazken elimi omzuna yaslayıp, üzerine düşmekten kendimi son anda kurtardım. Yerle buluşan cam bardağın parçalara ayrılan sesini işittim. Gözlerimi tamda onun gözlerinin dibinde açtığımda, yeşillerine sızan mavinin güzelliği boğazıma taş gibi oturdu. "Sınır koyduğum her şeyin üzerinden atlıyorsun polisin kızı."

Boğazıma oturan sert düğümü geçirmek için yutkunmak zorunda kaldım. Her seferinde nasıl oluyordu da bu kadar yakınında duruyordum? Aramızda asla sınır yoktu. Ben o sınırları atlıyorsam oda yıkıp parçalıyordu. "Senin gibi mi?" Diye fısıldadığımda, içimdeki küçük kızın bir tarafı hırçın bir şekilde ruhumu paralarken bir tarafı aptal aptal gülümsüyordu.

Onun verdiği nefesin sınırındaydım.

Ciğerlerimde dolaşan nefes onun nefesiydi. Şimdi hangi sınırdan bahsedebilirdik? "Bu sabah olacaklardan haberin vardı, değil mi?" Dudağının bir kenarı yukarı doğru, hoşnutsuz bir ifadeyle kıvrıldı. Bu evet demek oluyordu sanırım. Haberi vardı, Emir'i durdurmayacağını bildiği için beni durdurmaya kalkmıştı. Dost doğru söylemek çok mu zordu? "Kartlarını hiçbir zaman açık oynamayacaksın değil mi?" Sözlerimi başıyla onayladı. "Bırak elimi." Dedim aksileşerek. Beni tehdit etmek yerine doğruyu söyleseydi Gamze öyle bir sahneye şahit olmayacaktı. Bu Emir'in duygularını yok etmeyecekti ama arkadaşıma da şimdiki kadar zarar vermeyecekti. Kolumu çekmem parmaklarının bileğime daha çok dolanmasın neden olduğunda "Benimle oynamayı bırak." Dedim keskin bir sesle. "Sana oynaman gereken rolü veriyorum sadece." Dedi benim aksime ölümcül bir sakinlikle.

"Rolüm, Elinde oyuncak olmak mı?"

"Gerekiyorsa, tabi." İtiraz bile etmiyordu. Neden etsin ki, duygularımın bir önemi yoktu onun için. Bir kez daha kolumu kurtarmak için debelendiğimde bir adım geriye gitmeyi başarsam da aynı hızla tekrar ona döndüm fakat bu kez elimi oturduğu banka yaslayarak durabilmeyi başardım. Bankın üzerine cam parçaları düşmüştü. Şimdide elim o camların üzerindeydi. İnleyerek elimi aynı hızla geri çektiğim de "Sakar." Diye azarladı beni. "Rahat dur artık."

Camın battığı yerden sızan kanı görmemle yaşlar gözlerime doğru hücum etti. Rüzgar, gözlerimin dolduğunu gördüğünde iki kaşı arasındaki köprü hafifçe yok oldu. Ne sanıyordu beni, oyuncağının canının acımayacağını mı? Birde içimi görmeliydi. İki sözle paramparça ettiği kalbimi. Kolumu bırakıp yaralı elimi ellerinin arasına aldığında canımın acısıyla öfkeme yenik düşerek elimi çekmeye çalıştım. "Tamam bırak."

Utanmasam oturup ağlardım. "Rahat dur dedim sana." Fiziksel acıya karşı dirayetsizdim. "Acıyor." Diye mızmızlandım. Rüzgar çatık kaşlarla gözlerimin için garip bir bakış attı. "Ne olmasını bekliyordun?" Elime bakmaya cesaret edemezken avucunun içine aldığı elimi açık tutman için parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Benimle birlikte ayağa kalkarken titrek bir nefes aldım. Cam başparmağımla işaret parmağımın arasındaki çukura saplanmıştı. Yine onun yüzünden yanmıştı canım. Ne zaman yanında olsam hep bir şekilde canım acıyordu. Bu gerçekle kızgınlıkla mırıldandım. "Başıma gelen her şey senin yüzünden."

"Rahat dur yoksa inan bana yanan tek şey canın olmayacak." Bir anda etime saplanan camı çekip çıkardığında kocaman gözlerle acıyla yutkundum. "Ölmeyeceksin merak etme." Bağırmak istediğim tek şeyken yaptığım tek şey gözyaşları dönmekti. Sicimle gözümden düşen yaşlarla kanayan elime baktım. O an beni yıkan tek şey camı acımasızca çekip çıkarması değildi.

Elimi kendine doğru çekerek başını eğdiğinde gözlerim gözlerini kaybetti. Önce nefesi yarama dokundu sonra kanayan yere dudakları. Kalın dudakları yaramın üzerinde kaydığında damarlarımdaki tüm kan alev aldı, derimin altı bir cehennemden farksızdı. Vücudumun her uzvu duman altıydı. Yarama bastırdığı iki cehennem parçası hala orada dururken gözlerini yolunu kaybetmiş gözlerime kaldırdı. Yeşilleri soluk mavilerime denk geldiğinde karanlık bile bakışlarının gölgesinde kalmaya razıydı.

Bertaraf haldeydim.

O da öyle. Elim cayır cayır yanıyordu. Boğazımın ortasına oturan düğümü geçirmek zülüm gibi geldi. "Git." Diye fısıldadı, ben utanç içinde elimi onun ateşinden kurtardığımda. Altüst olmuş bir halde geriye doğru bir adım attım. Artık bana bakmıyor, önüne bakıyordu. Diğer adımımda ona arkamı dönerek sersem bir vaziyette koşmaya başladım.

 

Loading...
0%