Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.GECE

@dilanzclk

Oturduğumuz bankın etrafında üç kez kanatlarını açtı güvercin. Tam üç kez uçmak istedi ama bundan her seferinde vazgeçti. O güzel kanatları rüzgara doğru çırpınmadı. Gitmek istiyor ama nereye gideceğini bilmiyor gibiydi. Bir kanadını bedeninden çok daha ufak olan beyaz tüylü başına kaldırdığında çaresiz gözleri etrafında dolanmıştı. Ben o yolunu bilmeyen güvercinin uçmak için umudunu yeniden kazanmasını dilerken hemen yanımda oturan Gamze'nin iyi olduğuna dair söylediği yalanlarını ve gizlice silmeye çalıştığı göz yaşlarını görmemiş gibi yapmaya çalışıyordum.

Üç yıldır sevdiği adamı bir günde unuttuğuna inandırmıştı kendini. Belki bunu burnunu çekerken ve sürekli gözyaşlarını silmek zorunda kalmadan söyleseydi ben de inanabilirdim kalbi kırık arkadaşıma. "Hem böylesi daha iyi oldu. Yoluma devam edeceğim. Zaten hayatımda hiç var olmamış birinin yokluğunun acısını çekemem, değil mi? Değil mi? Ada! Ada dinlemiyor musun sen beni, Ada?" Nerede olduğuna dair bir fikrimin dahi olmadığı zihnimi Gamze'nin sesiyle karanlıktan çekip çıkardığımda, bir kabustan çırpınarak uyanmışçasına göz kapaklarımı iki defa kapatıp açtım. Bakışlarımı güvercinden hızla ayırıp onun yaşlı ela gözlerine çevirdiğimde "Neyin var senin, neden ağlıyorsun?" demişti şaşkın bir şekilde. Benim ona sormam gereken şeyi o bana soruyordu. Ağlıyor muydum sahiden?

"Ben... Ağlıyor muyum?" dudaklarım sebepsizce büküldü. Gamze yüzümü ellerinin arasına alarak başını aşağı yukarı sallarken "Benim yüzümden mi yoksa?" diye sordu suçluluk duyan bir sesle. Onun yüzünden mi ağlıyordum yoksa başka bir şey için mi, bilmiyordum ki. Sebepsizce ağlamak istiyordum sadece. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp "Hayır." dedim, Gamze yanağımdan düşen bir yaşı hızlıca sildi ve gülümsedi. "Bir şey mi oldu?"

Başımı sallamakla yetindim. "Ne oldu, anlatmak ister misin?" İsterdim. Ama sorunlarımı psikologlar dışında kimseyle paylaşmamıştım. Ayrıca o benden daha üzgündü, benim ona destek olmam gerekiyordu, onun bana değil. Sadece dün yaşananları paylaşacak kimsem yoktu ondan başka. Bana aklımı en çokta kalbimi kaybetmemem için yardım edebilirdi belki de. "İçinde tutarak kendine kanser etmene gerek yok." Kanserden daha beter olduğuna bilmeliydi.

"Rüzgar beni öpmek istedi." Güvercin bir anda çırpınarak göğe doğru yükseldi. Bakışlarım kanatlarını çırparak uzaklaşan güvercinle Gamze'nin donup kalan ifadesi arasında gidip geldi.

"Ne dedin?" Gamze'nin ela gözleri iri iri açılırken, dudakları aralandı, ne söyleyeceğinin bilemeyerek tekrardan kapanırken verdiği tepkiler beni bulunduğum durumun vahimliğiyle ikince kez yüzleştirdi. Tekrar konuşmak istedi ama yine beceremedi. Felç geçirmiş gibiydi. Birkaç dakika sonra kendine gelebildiğinde "Karahanlı olan Rüzgar'dan mı bahsediyorsun?" demişti. Başka tanıdığı Rüzgar mı vardı? Benim yoktu. "Maalesef ondan bahsediyordum." Sonra en başından, o gittikten sonra olan biten her şeyi teker teker anlatmaya başladım. Anlattıkça rahatlıyordum, arada Gamze'yle birlikte ona en içten dileklerimizle küfrettikten sonra da kahkahalarla gülüyorduk.

"Vay be! Ben de tüm iki gün boyunca kıçımı yatağımın sağ tarafından sol tarafına kaydırdım sadece. Büyük bir atraksiyondu gerçi, biraz fazla kaydırdım da!" Acı bir gülümsemeyle arkasına yaslandığında gözyaşlarımın arasından samimi bir kahkaha yükseldi. öğlen arasının bitmesine çok az kalmıştı. Rüzgar'ın ortalıkta olmamasının tek nedeni daha ayılamamış olmasıydı büyük ihtimalle. Yeniden karşı karşıya geldiğimizde olacakların tahminini yürütemiyordum ama hiç iyi şeylerin olmayacağının garantisini alırdım. "Peki, o zaman en çok merak ettiğim şeyi soracağım yoksa gözüme uyku girmez ama sakın kızma olur mu?" Kesin kızacağımı anlasam da yine de sormasına izin verdim. "Sende onu öpmek istedin mi?"

Beynimin içindeki ses bir anlığına duraksadı. İçimi yiyip bitiren asıl sorun onun beni öpmek istediği kadar Gamze'nin sorduğu sorunun cevabı olduğunu o an fark ettim. Beynimin içinde şimşekler çakmıştı. Beynim içindeki sesin aksine dudaklarım hiç düşünmeden olması gereken cevabı verdi. "Hayır, tabi ki!" Beynimin kıyılarında dalgalar yükselerek dilimin ucundaki yalanı püskürtmek istedi.

"Neden ağlıyorsun o zaman?" Bilmiyorum dercesine omuzlarımı indirip kaldırdım. "Gerçekten onu öpmek istemedin mi, bütün kızlar onunla olmak için can atıyor Ada."

Yüzümü buruşturdum. "Ama sen atmıyorsun."

"Çünkü ben Emir'i seviyorum, yani seviyordum. Ayrıca kendine öz saygısı olan hiçbir kız onunla beraber olmak istemez." Zorlamayla da olsa öz saygım yerlerdeydi. "Gördüğüm en yakışıklı çocuklardan biri, inkar edilemez bir çekiliği de var üstelik. Seni öpmek istediğinde..."

"Hayır." Diyerek kestim sözünü. "Asla! Asla! Asla! Asla istemedim!"

"Yalandan kim ölmüş!"

"Bir daha onun hakkında asla konuşmayacağım seninle." Sinirle ayağa kalkıp yürümeye başladığımda arkamdan bağırdı. "Ada ya!" Peşimden koşar adımlarla gelip elini omzuma attığında "Tamam, öyle diyorsan öyle." Diyerek beni yatıştırmaya çalıştı, kendine çekerken. "Çünkü öyle, onun gibi biriyle asla ama asla işim olmaz. Kafayı yemedim." Yani, henüz.

Sınıfa gidene kadar gönlümü almayı başarırken, sınıfa girdiğimiz an ikimizde olduğumuz yere çivilendik. Ayaklarımızın attığı son adımda olduğu yere saplanmasının nedeni günler sonra ilk defa gördüğümüz Emir'di. Geri dönmüştü. Şu anda sırasında oturuyordu. Sırası arkadaşı olan Murat ona bir şeyler anlatıyordu o da sadece başını sallayarak Murat'a cevap veriyordu. Başını kapıya doğru çevirip bizi gördüğünde kendine gelen ilk Gamze oldu. "Hiçbir şey yokmuş gibi devam et Ada, ne olursun." Gamze'nin uyarısıyla başımı önüme eğip onun bir önünde olan sıramıza oturdum. Bir tepki vermem gerekiyor muydu yoksa umursamaz mı olmalıydım? Gamze içindeki yangına rağmen ona gülümseyerek yanıma otururken kaçamak bir şekilde Emir'e kısa bir bakış attım. Kötü görünüyordu. Cansız ve somurtkandı. Her zaman özenle şekillendirdiği siyah saçları anlına dökülmüş, salık bir halde kalmıştı. Üzgün bir şekilde önüme dönüp, destek olmak için Gamze'nin dirseğine dokundum. Çünkü Emir'e selam verdikten sonra ona arkasını döndüğü an gözleri dolmuştu.

Günün bir an önce bitmesi için içten içe ettiğim duaların sonuç vermesi erken olmamıştı ama en azından düşünmemek için kendimi oyalayacak bir şey bulmuştum. Çıkış zili nihayet çaldığında Gamze'yle aynı hızda eşyalarımızı çantamıza tıkıp bir an önce okulu terk etmek için öğretmenden hemen sonra kendimizi koridora artık. "Dışarıda yağmur çiziliyor, bir an önce gidelim." Onu başımla onayladım. "İyisin değil mi?"

"Tabi ki iyiyim." Dedi, her ne kadar yalan söylediğini bilsem de ses çıkarmadım. Dışarı çıktığımızda birinin adımı bağırdığını duydum. Başımı çevirip arkama baktığımda o kişinin Emir olduğunu görmemle telaşla Gamze'yi kolundan yakalayıp durdurdum ve gözlerimle Emir'i gösterdim. "Konuşmak isteyecektir." Dedi kısık bir sesle. "Ama..." diye mırıldandım bize doğru gelen Emir'den gözlerimi çekip onun kırık gözlerle bakan elalarına bakarak. "Aması yok Ada. O her şeyden önce senin arkadaşın. Emir'i bir anda silip atamazsın." Ama atmak zorundaydım. Rüzgar ondan uzak durmamı kesin bir dille dile getirmişti. Emir, yanımıza vardığında anlına düşen siyah saçlarını karıştırıp geriye attı. "Konuşalım mı?" Gamze'nin uyarı dolu bakışları arasında "Olur." Diye mırıldandım. Gamze çıkış kapısına yakın bir yeri gösterip "Ben seni şurada bekliyorum." Diyerek uzaklaştı bizden. Bir süre arkasından, çökük gidişini izledim.

"Nasılsın?" diye sordum o sözlerine başlamadan önce. "Bilmiyorum, sen nasılsın?"

"Bende bilmiyorum." Diye cevaplamadım omuz silkerek. Oysa ikimizde çok kötüydük. Bilmediğimiz şey, hangimizin daha kötü olduğuydu. Kısa bir sessizliğin ardından derin bir nefes alıp verdi. "Seni kaybetmek istemiyorum." dedi en sonunda. Sesindeki kırgınlığı ve hayal kırıklığını şu andan geriye püskürtmek için elinden geleni yapmıştı. İçimde küçük kızında rahat bir nefes aldığını hissettim. Bende onu kaybetmek istemiyordum ki.

"Sana olan hislerimi bir günde bitiremem ama seni içimde bitirmek için hayatımdan çıkarmak istemiyorum. Anlıyor musun?" İçimdeki küçük kızla beraber başımızı bir aşağı bir yukarı salladık. "Bende." Dedim, yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına iteklerken. Emir'in de rahat, huzur dolu bir nefes aldığını fark ettiğimde gülümseyerek, dostça omzuna dokundum. "Teşekkür ederim."

"Bende." Dedi, şapşal bir gülümsemeyle. "İyiyiz yanı?" diye sordu, emin olmak istiyordu. "İyiyiz."

Tam o an biri Emir'in omzundaki elimden yakaladı ve hızla beni geriye iterken bir bariyer gibi önüme dikilip Emir'i de geriye doğru savurdu. Çığlığım havaya savruldu ama kendim için değil, Emir'in yüzüne inen yumruğun sesi nefesimi kestiği içindi. "Sana ona yaklaşmayacaksın demiştim!" Sonra bir yumruk daha indi Emir'in kaşıyla gözü arasındaki bir noktaya.

"Rüzgar" diye bağırdım gibi onlara doğru koşmaya başladım. Emir'in yüzüne indirmek için hazırladığı yeni yumruğunun önüne son anda geçerken, alev alev yanan gözleriyle karşı karşıya geldiğimde yapmam gereken en son şeyin aralarına girmek olduğunu o an fark ettim. Bir anda, hangi cehennemden çıkıp geldiyse bir Azrail düşmüştü arımıza. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilememiştim. Kelimelerin üzerine tek tek basa basa "Ona yaklaşmayacaktın." Dedi, çıldırmış gibiydi. "Sadece konuşuyorduk."

"Konuşmayacaksın." Diye kükredi. "Anladın mı, konuşmayacaksın." Dün geceki adamdan eser yoktu. Bir fırtına gibi etrafındaki her şeyi yerle bir etmeye hazırdı. "Ben ne söylediysem onu yapacaksın." Gözleri dudaklarıma dokunduğunda ne söylemeye çalıştığını anlamam uzun sürmedi. "Yoksa sonuçlarına katlanırsın."

Sarhoş olduğu için değil gerçekten de onu öpmemi istiyordu. Aklı başı yerindeyken bile deliydi. Kendimi tutamayarak bağırdığımda etrafımızda oluşan kalabalığın fısıltıları uğultuya dönüştü. "Artık yeter!" Murat Emir'i düştüğü yerden kaldırıyordu. Gamzenin bize doğru koştuğunu gördüm. "Yeter!" Sadece ikimizin duyabileceği bir mesafede ona yaklaştım. "Emir benim arkadaşım. Ondan uzak durmayacağım. Uzak durmam gereken bir kişi varsa o da sensin." Dudağının bir ucu tehlikeyle kıvrıldı. "Ne yaparsan yap..." derin bir nefes alıp dudaklarına indirdim bakışlarımı, hemen sonra derin bir nefes alıp gözlerine kaldırdım gözlerimi. "Asla öpmeyeceğim seni."

"İzle ve gör o zaman polisin kızı." O sırada ayakta durmayı başaran Emir sarsak adımlarına rağmen ona doğru yürüdü ve tıpkı onun gibi omzundan tutarak geriye çekti Rüzgar'ın ondan daha kalıplı bedenini. "Uzak dur Ada'dan." Dudağının kenarı kanıyordu, gözünde şimdiden oluşan morluğu gördüğümde yüzümü buruşturarak Rüzgar'a baktım. "Bunu sen istedin." Dedi, dudaklarını oynatarak, hemen sonra yeniden Emir'in yakalarına yapışmıştı.

Gamze hemen yanımda biterken dehşet içindeydi. Sevdiği adamın yüzüne inen darbeyle çığlığını savurmuştu oda. Hiç kimse ayırmak için adım bile atmazken üzerine yağmaya başlayan yağmur, önüme bir kaos bırakmıştı. Emir güçsüz biri değildi fakat Rüzgar ondan çok daha güçlüydü. Kaostan beslenen canavarın tekiydi. Bu yüzden hiçbir karşılık veremiyordu. Bir kez daha yere düştüğünde yağmur yüzüne düşen kanı etrafa dağıttı. "Bir şey yapsanıza." Diye bağırdı kalabalığa Gamze, gücünün yeteceğini bilse sarılacaktı Rüzgar'ın koluna. "Ada, bir şey yap."

Onu durduracak tek şey vardı ama beni buna mecbur bırakamazdı. Değil mi? Beynimin içindeki hırçın Ada'nın içine çektiği hırıltılı nefesin vahşi sesini duydum. Yenik sesi göğsümden fışkırdı. 'Mecbursun.'

"Biri bir şey yapsın artık!" Gamze'nin çığırışıyla irkildim. Bu ona son yenilgim olacaktı. Onlara doğru bir adım attım, içimdeki saf Ada'nın attığı adım tam tersineydi. Koşa koşa uzaklaşıyordu hırçın tarafımdan. Rüzgar, üzerine eğildiği Emir'in yakalarından yakalayıp serte yeniden yere çarparken Emir ona bir hamle yapmayı başarmış ama vuruşu Rüzgar'ı daha da sinirlendirmişti. Bir adım daha attım, sertçe yutkundum ve şu yağmur sel olsa da sürüklenerek uzaklaşsam ondan diye dua ettim. Yağmur şiddetini artırırken aramızda tek bir adım kala durdum ve derin bir nefes aldım. Islanan saçlarım yanağıma yapışmıştı, aldırmadım. Son kalan adımda dizlerim titriyordu.

Eğer, şu an gece olsaydı ben gökyüzünden hızla yere çakılan bir yıldız olurdum.

Boğazıma doğru tırmanan sancının girdabında duraksadım. Kardeşim dediği adamın yüzüne, bir hiç uğruna kaldırdığı yumruğunu son anda havada yakalarken ses tellerim çaresizlikle inledi. Önce yumruğunu avuçlayan küçük ellerimi yükseldi bakışları, sonra da gözlerime tırmandı buz tutmuş bir gölü anımsatan bakışları. Kalbim, göğsümü paralayacak kadar hızlı atıyordu. Tüm sözlerim hiç sizliğin dibine doğru akarken ona doğru eğildim. Gözlerine bakacak gücü yetirmeden önce ona paramparça bir ifadeyle baktım. Yeşil ve mavilerine sıkışıp kalmış bir avuç kum tanesi gibi. Onunla tanışmadan öncesine kadar küçük bir kaya parçasıydım. Ondan sonra ne okyanusuna sığmıştım ne de koyu yeşil zehirli sarmaşıklar büyüttüğü toprağında yaşayabilmiştim. İkisi arasında un ufak olmuştum. Nefesini tenimde bir tokat gibi hissederken, soluğum soluğuna karıştı. Dudaklarım dudaklarını buldu fakat düşüncelerim yolunu kaybetti ve kalbim düştüğü yerde onun ayaklarının altında ezildi. Artık feryat eden tek şey kalbimdi.

Dudaklarım dudaklarının üstündeydi.

 

Loading...
0%