Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.HASTA

@dilanzclk

Artık feryat eden tek şey kalbimdi.

Dudaklarım dudaklarının üstündeydi.

Ne yaptığımı fark ettiğimde artık her şey için çok geçti, yaptığım tek şey dudaklarına dokunmak olsa da bu beni daha o saniye mahvetmişti. Cehennemi andıran dudaklarıyla tanışan dudaklarım, nefesinin ateşinde öylece kalakalmıştı. Yapabildiğim bu kadardı. Bu kadarına bile ruhumdan bir parçayı tutuşturmuştu.

Yumduğum gözkapaklarımı sımsıkı kapalı tutmaya devam ettim. Eğer açarsam gözlerimi, göreceğim il ifadenin onun zaferi, Emir'in hayal kırıklığı ve gurumu bir çöp kadar değersizleştirmeye hazır topluluğu göreceğimden adım kadar emindim. Beni şuracıkta öldürse gıkımı çıkarmazdım. Çünkü utancım beni zaten öldürecekti.

Belime dokunan elini hissettiğimde, sırtım onun Emir'i bırakıp beni kendisiyle birlikte doğrultmasıyla düzlüğüne kavuştu. Kemikli parmaklarının yarısı boynumu yarısı yanağımı içine aldığında, dudakları dudaklarımın üzerinde hareket etti ve içime doğru sıcak soluğu döküldü. Göğsüm soluğunu sarıp sarmaladı ama kalbim göğsümdeki duvarı deşmek üzereydi.

Aramıza tek bir yağmur damlası bile girmeye yeltenemezken alt dudağım susamış dudaklarının altında ezildi. Beni öpüyordu, iki cehennemin arasından zehirli soluğu soluğum olduğunda öleceğimi sandım. Bedenim buz tutarken ellerim onu itmeye yetecek güç yetirdi.

Islak kirpiklerimi kırpıştırdım. Sımsıkı yumduğum gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm kaşındaki yara olmuştu. Kirpiklerim gür kirpiklerinin ucunda tutuşmayı bekliyordu. Sağ elimi göğsüne yasladığımda yıkılmak için bekleyen dizlerimin sancısını umursamadım. Onu öyle bir ittim ki, sanki katilinden kaçan bir kurbanın apansız çırpınışıydım. Tüm gücüm onun tarafından öldürülmemek için avuçlarıma toplanmış, ayaklarım dermansız olsa da yaşamak için onun cehennem çukurundan kurtularak geriye doğru düşmüştü.

Dudakları dudaklarımdan koptuğunda bir adım geriye gitti. Yüzündeki zaferin aksine gözlerinde dağılmış bir ifade vardı. Gözlerindeki buz tutmuş gölün ortasına biri çekiçle vurmuşta, çatlakları okyanusuna kadar ilerlemişti sanki.

Ona daha fazla bakamayacağımı anladığımda başımı eğdim. Gözlerimin radarına giren bu kez bir çift siyah renkte hayal kırıklığıydı. Yüzüne dağılan kan gibi dağılmıştı. Başını iki yana hüsranla sallarken, boğazına takılan yumruğu geçiremedi. Zaman gittikçe daha yavaş akmaya başladı. Çatık kaşlarını mümkünü varmış gibi biraz daha kıvrıldığında oda bir adım geriye gitti ve gözlerimden çekti gözlerini.

Geriye doğru sersem bir vaziyette adım attım. Kimseyle yüzleşecek yüzüm olmadığından arkamı döndüm ve sarsak adımlarla yürümeye başladım. Tüm sesler uğultuya dönmüştü. Yağmurda sırılsıklam olan bedenimi taşımayı daha fazla beceremezken çıkış kapısından çıktığım an koşmaya başladım. Kalbim deli gibi atıyordu. Koştum, koştum ve daha fazla koştum. Bulduğu ilk aralık sokağa saparken ayaklarım, sırtımı yüksek bir binanın soğuk duvarına ruhumu ise beni bekleyen cehennemin kapısına yasladım. Arkamda bıraktığım fakat ardımda bırakamadığım cehennem çok geçmeden göğsüme sokuldu. Rüzgar Karanhanlı'yı öpmüştüm.

Elim dudaklarıma gittiğinde "Onu öptüm" dedim, dizginlenemeyen bir sızıyla. "Rüzgar Karahanlı'yı, başımın belasını!"

...

"Ateşini indirmek lazım, otuz sekiz derece olmuş. Yazdığım ilaçları kullansın bir iki güne bir şeyi kalmaz ama tabi kendine de dikkat etmesi lazım."

"Anladım doktor bey. Sizi de buraya kadar yorduk ama o halde görünce ne yapacağımı şaşırdım." Göz kapaklarımda cayır cayır yanan bir ağırlık vardı. Beynimin içini sızlatan her ses önce yabancı adamın daha sonra babamın sesiyle sarsıldı. Boğazıma taş gibi oturan ağrıyı geçirmek için yutkunmak istediğimde, dudaklarımın kupkuru olduğunu fark ettim ve yutkunma çabam boğazımı acıtan bir mırıldanmayla bitti.

Kapının açılıp kapanma sesiyle kirpikleri kırpıştırdığımda gözlerime hücum eden ışığa karşı başımı yana yatırdım. Işığa alışıp gözlerimi tamamen araladığımda odamda kimse yoktu. Yanlış duyup duymadığımdan emin değildim ama başımı saate bakmak için komodine çevirdiğimde saatin hemen yanında bir kap su ve bez parçası gördüm. Saat gecenin ikisini gösteriyordu. Dirseklerimden destek alarak yattığım yerden doğrulup sırtımı yatağın başlığına verdim. Suyun rengi hafif bulanıktı, kokusundan içindekinin sirke olduğunu anladığımda yüzümü buruşturup elimi anlıma götürdüm. Cayır cayır yanıyordum.

Kapı yeniden açıldı. Babam yorgun yüzünü kapının arasından gösterdiğinde uyandığımı görünce kapıyı tamamen açıp içeri girdi. Bakışlarına hem telaş hem de azarlamaya niyetli bir ifade vardı. Önce telaşını dile getirdi. "Eve geldiğimde yanıyordun, Saçların ıpıslaktı, titriyordun. Nasıl korktuğumu tahmin bile edemezsin küçük hanım." Kendimi savunacak gücü kendimde bulamadım. O yüzden sessiz kalarak azarlamasını bitmesini bekledim. "Sana kaç kere yağmurda durma dedim. Hemen hastalandığını bile bile nasıl kendini sırılsıklam edecek kadar durursun yağmurun altında?" Alnını sinirle sıvazlayıp yanıma oturduğunda, yatağımın oturduğu kısmı hafifçe içeri doğru gömüldü. "Beni neden aramadın, telefonun yine yok ortalıkta çünkü değil mi? Bu kez nasıl kaybettin? Ne ara bu kadar dikkatsiz biri oldun sen Ada?"

"Bitti mi?" sesim kısık ama sert çıkmıştı. Zaten hastalıktan kolumu kaldıracak halim yoktu birde azarını dinliyordum. "Hayır, bitmedi küçük hanım! Dolabında maaşımın iki katı değerindeki kıyafetin saatlerdir nerden gelebileceğini düşünüyorum ama yok, kötü düşünceler dışında hiçbir şey gelmiyor aklıma. Söyle bakalım o nereden geldi?"

Bana karakolda suçlulara karşı takındığı o tavrın aynısını takınmıştı. Sanki birine öldürtmüştüm de o yüzden sorguya alınmıştım. Babam bulduğu tüm belirtileri ve delileri önüme atıp hesap soruyordu.

Oysaki suç olarak önüme attığı her dosyanın azmettirici Rüzgar Karahanlı'ydı.

"Birincisi telefonumu kaybetmedim." Çantamın içindeki her şeyle beraber Rüzgar'ın arabasında kalmıştı ama bu günkü ilk yalanımı da söyledim. "Gamze'nin çantasında kalmış." Ee dercesine bir kaşını kaldırdı. Gerçekten de korkunç gözüküyordu. Polis Özgür Demir'in yüzünü kırk yılda bir görsem de bir daha görmemek için dua ediyordum. Sanırım en son üç yıl önce kitap okumaya dalıp ocaktı yemeği unuttuğumda göstermişti bu yüzünü.

Sıcacık tenime rağmen üşüdüğüm için dizlerimde olan battaniyeyi üzerime çekmek için uzandığımda elime bir şaplak patlatıp bana engel oldu. "Ateşin var." Gözlerimi uzanıp arkama geri yaslandığımda "İkincisi." Dedim, hiçbir mazeretin inandırıcılığını tartamazken. "Yağmurda kalmadım, otobüsü yakalamaya çalışırken düştüm." Yalan söylediğimde hemen anlardı. Dudaklarımı ısırmamak için mücadele ederken gözlerimi de gözlerinden bir an olsun çekmedim. "Su birikintisinin içine!"

"Su birikintisinin içine!" Diye tekrarladı beni. İçimdeki saf Ada'nın başını iki yana salladığını hırçın olanında bana tek kaşını kaldırarak söylendiğini hissedebiliyordum. "Düştüğün şey Rüzgar Karahanlı'nın cehennem çukuru olan ağzının içi olmasın mı?" Hırçın Ada'ya kulağımı tıkadım. O gerçeği hafızamın içinden söküp almak için her şeyi yapardım. Buna başımı hafızamı kaybedene kadar duvara vurmakta dahildi. Başımı bir aşağı bir yukarı salladım. Başım acıyınca inleyerek duraksadım. "Üçüncüsü de o elbise benim değil, Gamze'nin. Bizim eve yakın bir mağazadan almış. Yolun üstüyse sen getir misin dedi, bende onu kırmadım." Eğer cehennem varsa ve ben bir gün o cehennemden yanmak zorunda kalırsam kesinlik bu yalanlarım yüzünden yanacaktım. "Şimdi de sıra sende Özgür Demir! Dolabımı mı karıştırdın sen?"

Onca hatamın ardından onun ufak yanlışını dile getirmek gereksiz olsa da birazda ben üzerine gitmek istedim. "Dolabını falan karıştırmadın kızım benim. Geldiğimde üzerindekiler terden su gibi olmuştu. Değiştirmek zorundaydım." Hemen üzerime baktım. Yatağa girmeden önce giydiğim mavi pijama takımın yerine siyah bir eşofman ve ince askılı bir üst vardı. Doğru söylüyordu. Alta kalmanın verdiği rahatsızlıkla gözlerimi ondan kaçırıp somurttum. O an elini bana doğru uzatıp daha bu gün bana cehennemi yaşatan adamın dokunduğu yerin tam üzerine değdirdi ve yüzümü yüzüne çevirdi. Aniden gelen yoğun bir acının eşiğinde duraksadım. O anı kendini hatırlatmak, zihnimi ele geçirmek için harekete geçmişti.

Ne oluyordu bana böyle. Rüzgar Karahanlı bana ne yapmaya çalışıyordu?

"Tamam artık, kapatalım konuyu." Yatağımın içine doğru kaydım. "Başım çok ağrıyor."

"Ağrır tabi." Diye söylenirken somurtarak gözlerimi devirdim. "Neyse bakalım, kapatalım konuyu. Ben gidip bir şeyler hazırlayayım. Tabi önce ilaçlarını gidip almam lazım. Karnını doyurduktan sonara ilaçlarını içersin."

Babam hızlıca kurduğu planını harfi harfine getirerek tam bir saat sonra yeniden kapımdan içeri girdiğinde, elinde bir tepsi ve parmaklarında asılı beyaz eczane poşetiyle içeri girmişti. "Kalk bakalım Ada hanım." Sırıtarak yerimde doğruldum. Ellerimden destek alarak yatağın içinde oturur pozisyona geldiğimde sırtımı yatağın başlığına yaslayıp babamın uzattığı tepsiyi dizlerimin üzerine yerleştirdim. "Hepsini yiyeceksin." Uzanıp alnımdan öptü. Bunu ateşimi ölçmek için yapmıştı. "Ateşin hala yüksek, hemen yede ilaçlarını içirelim."

"Hepsini mi?" midem hiçbir şeyi kabul etmeyecek kadar bulanıyordu. Tepside bir kase mercimek çorbası birazda et yemeği vardı ama gözümde önüme kazanla konulmuş geliyordu. Babam emredercesine konuştu. "Hepsini!"

Ağzımdan geçen ilk kaşıkla hemen yüzümü buruştururken babam başımda dikilmeyi bırakıp sandalye çekip odamda kalmaya devam etti. Yemeğimi bitirmeden gitmeyecekti.

İkimizde sessizliğe gömülürken odadaki tek ses kaşığımın tabağıma değdiğinde çıkarttığı sesti. Yorgun görünüyordu her zamanki gibi. Çorban bittiğinde boğazımdaki sertlik hafiften yumuşamıştı. Ete dokunamadım. Neyse ki babamda bunu görmezden gelmişti. Uzanıp suyumdan bir yudum adlıktan sonra babamın yanıma koyduğu ilaç torbasını açıp aldığı iki ilaçtan küçük hapları olanı önce çıkarıp içtim. Beş dakika sonra diğerini de içten sonra her şeyi tepsinin üzerine bırakıp, tepsiyi de komodinin üzerine koydum.

"Uyuyacak mısın?" başımı iki yana sallayıp, başımı masum bir ifadeyle yana yatırdım. "Ama bana bir masal anlatırsan belki uyurum." Tek kaşını kaldırıp, ne masalı der gibi baktığında "Bana annemle nasıl tanıştığını anlatır mısın?" dedim, çocuksu bir saflıkla. Zamanında yaşanılan iyi şeylere de duymaya hakkım vardı.

 

Loading...
0%