Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25.İKİ METRE

@dilanzclk

 

Yaşadığım utancın izleri yüzüme bir dövme gibi yer edinmişti. Kimseyle göz göze gelemediğim için, başım her an önümde yürümek zorunda kalıyordum. Yerin dibine girmiştim. O kadar çok utanıyordum ki, onu öptüğümü unutmaya çalıştıkça hatırlatmak için elinden geleni yapan okul dolusu insanla mücadele etmek imkansızdı.

Gamze yoktu, telefonum onda olduğu için arayamıyordum. Emir de yoktu. Duyduğuma göre Gamze ve Murat onu hastaneye götürmüşlerdi. Kim bilir ne haldeydi. Benim yüzünden yediği yumruklar tüm yüzünü dağıtmıştı. Ona rağmen yüzündeki hayal kırıklığını görmüştüm. Rüzgar'ı öpmem benden çok onu mahvetmişti. Bu durumu ona nasıl açıklayacaktım ki? Açıklasam daha mı kötü olacaktı, onu da bilmiyordum.

İstediğim tek şey gidip nasıl olduğunu görmekti. Ona bir özür borcum vardı. Her şeyin benim suçum olduğunu fısıldayan vicdanımın sesini asla susturamıyordum. Sınıftaki kızlardan evinin adresini öğrendikten sonra okul sonrasında yanına gitmeyi düşünüyordum. Tabi ben kızları Emir'in evinin adresini sorarken içeri giren Kağan bizi dinlemiş ve gözünü üzerimden ayırmamıştı. Bunu da gidip yetiştirmez diye düşünsem de yine de okul çıkışı onlara yakalanmamak için hızlı davrandım. Zil çalar çalmaz eşyalarımı toparlayıp herkesten önce sınıftan dışarı fırladım ve hızlı adımlarla okuldan çıktım. Rüzgar'ı bu zamana kadar görmemek günün en güzel tarafıydı. İçip sızmış olmalıydı.

Dışarısı oldukça soğuktu. Aralığa girmiştik ve şimdiden kar havası etrafı sarmıştı. Aydın'dan sonra İstanbul soğuğu fazla gelmişti ama yavaş yavaş alışıyordum. Kalp atışlarım bahçenin demir kapısından çıkıp Rüzgar Karahanlı'yı görene kadar oldukça sessizdi. Gözleri bana kaçacak bir alan bırakmadan anında gözlerimle kesiştiğinde kaçacak bir yerimin olmadığını bilsem de olduğum yerden bir adım geriye atıp şansıma küfrettim. Kalbim telaşla olduğu yerde çırpındı. Kağan ona anında haber mi vermişti yoksa o başından beri orada mıydı, emin değilim.

Aramızda iki metre kadar mesafe vardı. Kaçmaya çalışsam anında yakalayacak kadar yakındı. Arabasının kaportasından kalçasını ayırdığında arkadan çıkanlar yüzünden ona doğru adım atmak zorunda kaldım. "Bir yere mi yetişmeye çalışıyorsun?" Dışarı çıkan ilk kişiydim ve telaşım yüzümden kitap gibi okunuyordu.

"Nereye gittiğimi benden daha iyi biliyorsun." Dediğimde, başını sallayıp bakışlarını ayaklarına indirdi. Ne düşündüğünü tahmin etsem de anlaması güçtü. Kağan Emir'e gideceğimi hemen yetiştirmişti. Kafasını yeniden kaldırdığında yorgun gözleri sertti. Uykudan yeni uyanmış olmalıydı. Üzerinde koyu renk boğazlı kazak altında yine koyu mavi renkte kot pantolon vardı. Saçları özensizdi ve bakışlarında garip bir dağınıklık vardı. Dün geceyi hatırlıyor muydu? "Evet, biliyorum. Benimle geliyorsun."

Tahminim bu değildi. Başımı iki yana salladım. "Hayır."

"Arabaya bin." Diyerek, gözleriyle arabasını işaret ettiğinde yüzümde oluşan ifadeyi görmezden geldi. Arkasından geleceğime o kadar emindi ki. Kendi kapısını açıp arabasına binmeden öncesine kadar bana bakmayı reddetmişti. Olduğum yerde durmaya devam ettiğimi fark ettiğinde hırıltıya benzer bir ses çıkararak bakışlarını bana kilitledi. "Emir'i görmem lazım." Dedim, yalvaran bir ses tonuyla. "Nasıl olduğunu merak ediyorum. Rüzgar lütfen! Benim yüzümden o halde."

"Evet, senin yüzünden o halde. Bir kez daha senin yüzünden onu daha beter bi hale sokmamı istemiyorsan hemen binersin arabaya." Ses tonu içimi ürpertirken nefretle soludum. "Seni öperek onu mahvettim zaten." Diye tısladığımda, açtığı kapıyı sertçe kapatıp üzerime yürümeye başladı. Geri adım atmadım. Dibime girip kolumu yakaladığında, bakışlarım anında ölümü fısıldayan dudaklarına değmişti. Yutkunarak gözlerimi gözlerine kaldırdığımda onun da bakışlarının dudaklarımda olduğunu fark etmem, kalbimi delik deşik etti.

"Arabaya bin."

"Sonsuza denk başımda nöbet tutamazsın biliyorsun değil mi?"

"Arabaya bin."

"Eninde sonunda Emir'i göreceğim. Bunu asla engellemeyeceksin." Sesimdeki nefreti, gözlerime bıraktığımda kolumdaki baskısı sertleşti. Bağırmaktan daha beter bir tonda "Sana Arabaya Bin! Dedim." Dedi her harfin üzerine basa basa. İnleyerek kolumu ellerinden kurtarıp onu itekledim. "Hemen!" diye bağırdığında gözlerim dolu dolu olmuştu. Hemen elimin tersiyle gözümü silip arabasına yürüdüm ve sinirle açtığım kapıyı gürültüyle kapattım. Kolum acıyordu. Kapı bir kez daha açılıp kapandığında, arabasını anında durduğu yerden çıkarıp hızla yola atladı. Ne ben ona bakıyordum ne de o bana.

"Nereye hapsetmeyi planlıyorsun beni?" Diye sordum iğneleyici bir şekilde. "Sen zaten benim parmaklıklarım arasındasın polisin kızı. Ben seni kafese hapsedeli çok oldu." Önündeki aracı sollayarak hızını artırmaya devam ettiğinde korkuyla koltuğa sindim ve emniyet kemerine uzandım. "Benden habersiz nefes bile alamazsın."

"Yavaşla." Dediğimde kendinden taviz vermeden hızını artırmaya devam etti. Aracının hız sınırlarını zorluyordu. Tek hatasında tepe taklak olacak kadar süratliydi. "Emir'i merak etmeyeceksin. Onunla konuşmayacaksın. Aynı ortamda nefes dahi almayacaksınız."

"Rüzgar, Yavaşla." Dedim onu duymazdan gelerek ama asıl duymazdan gelen oydu. Birbirimize kulaklarımızı kapatmıştık. "Öldürtecek misin bizi, yavaşla lütfen!"

"Emir'den uzak duracaksın." Kafası kesinlikle yerinde değildi. "Kafayı yemişsin sen!" diye bağırdım. Kalbimin sesi göğsümün içine yayılmış her bir taraftan çırpınıyordu. Ağladım ağlayacaktım artık. "Yavaşla, lütfen artık. Yavaşla!" O kadar çaresiz hissediyordum ki. "Sen artık bana aitsin."

Son sözüyle birlikte nefesimi kestiğinde kalbim ağzımda yüzümü yoldan çektim ve ona çevirdim. Gözlerindeki ifadeyi görmek için çırpındım ama gözünü kırpması dahi bizi yoldan savurabilirdi. "Ben... Ben sana ait değilim." Diye karşı çıktım tutuklu bir sesle. Bu hızını daha da zorlarken "Benimsin." Dedi vurgulayarak. "Sen benimsin." Bunu asla kabullenmezdim. Ben onun malı değildim. Ben onun oyuncağı değildim.

İçimdeki Ada en az onun kadar acımasız bir sesle yüzümü kendisine çevirdi. 'Öylesin.' Dedi beni kahrederek. Onun tehditlerine boyun eğdiğim andan beri onun bez bebeğiydim. Gözlerimi kırpıştırdığım gibi yaşlar yanaklarıma hücum ettiğinde "Yavaşla, kahretsin! Yavaşla artık." Diyerek hıçkırdım. "Korkuyorum yavaşla."

"Sözümü bir daha çiğnersen..." diye başladığında "Çiğnemeyeceğim." Diyerek kestim sözünü. "Sözünden dışarı çıkmayacağım. Yavaşla artık!"

Başını aferin dercesine hafifçe aşağı yukarı salladığında, hızını da azalmıştı. Hıçkırarak ellerimi yüzüme bastırdığımda deli gibi atan kalbimin sesi sakinleşinceye kadar gözlerimi açamadım ama gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Bir süre sonra araba duraksadığında göz yaşlarımın akmadığına emin olana kadar kendime izin verdim. "İn." Kapısı açılıp kapandı. Soğuk arabanın içine kısa sürede uğradı ve hemen sonra kayboldu. Ellerimi yüzümden çektim ve derin bir nefes aldım. Başımı kaldırıp camdan dışarı baktığımda onun evinin önünde olduğumuzu görmem kaşlarımı çatmama neden oldu. Rüzgar arabanın etrafında dolanıp kapımın önüne geldiğinde olduğum yere sindim. Beni evine kilitlemeyi düşünmüyordu umarım. "Neyi bekliyorsun, in aşağı hadi." Sesi aramızdaki camdan dolayı buğulu gelmişti. İstemsizce omuzlarımı istemiyorum dercesine indirip kaldırdım. Kaşlarını çatarak cama eğildiğine, sinirle çenesini sıvazlayıp başını başka tarafa çevirdi. "Bin dersin, binmez! İn dersin, inmez!"

Kapımı sert bir şekilde açıp "Sabrımı zorlamaya deva edecek misin yoksa güzellikle inecek misin?" diye teklifte bulunsa da daha çok tehdit ediyordu. Bakışlarında sen inmezsen ben seni nasıl indireceğimi biliyorum der gibi bakıyordu. Sızlayan kolumu yeniden hatırlamak zorunda kalırken ona öyle kötü bakıyordum ki. "Senden nefret ediyorum." Emniyet kemerini çözdüm. Bacaklarımı dışarı uzatıp ayağım yere değdiğinde öfkeyle içinden çıktım ve bakışlarımı ondan çekip ondan önce bahçesinin kapısından içeri girdim. Daha önce incelemeye fırsatımın olmadığı bahçesi oldukça büyüktü ve çimlerle çevrilmiş yer, evin etrafını sarıyordu. Çimlerin ezilmesini engellemek için küçük taş desenlerinden yürümek için yol yapılmıştı. Yine aynı yol evin kapısına kadar gidiyordu. Girişten bakılınca evin arka bahçesinde olan havuzun bir ucu görünüyordu. Bunun dışında sade, çiçeksiz ve ağaçsızdı bahçesi.

Kapıyı açması için öne geçmesine izin verdiğimde, biz daha kapının önüne gelmeden otuzlu yaşlarında bir kadın kapıyı açtı. Kadının bakışları nazik gülümsemeyle önce Rüzgar'ı daha sonra onn yanında arkasında çocuk gibi duran beni bulduğunda, tek kaşımı kaldırarak kadını hiçte nazik olmayan bir tavırla incelemeye başladım.

Bir bacağı benim boyum kadardı resmen. Kocaman yeşil gözleri ve çok iyi boyanmış siyah saçları vardı. Podyumdan çıkıp gelmiş gibiydi. Üzerindeki kısacık eteği ve beyaz gömleğiyle buranın çalışanı olduğunu anlamıştım ama kendini burada boşa mı harcatıyordu acaba?

"Hoş geldiniz Rüzgar Bey." Dedi kadın kapıdan çekilip ona geçmesi için izin verirken. Rüzgar'ın önümden çekilmesiyle göz göze geldiğimizde kapıyı suratıma kapatacak gibi bir hale bürünmüş, Rüzgar'ın omzunun üzerinden bana dönmesiyle anında tekrar gülümsemeye devam etmişti.

Tek kaşımı kaldırdığımda Rüzgar hala neyi bekliyorsun bakışıyla içeri geçmemi emreden bir bakış atmıştı. Kıza gözlerimi devirip kapıdan içeri girdim. Birlikte salona geçtiğimizde kız hala tepemizde bekliyordu. Neyse ki Rüzgar Karahanlı'nın sert rüzgarları bu kez kızı hedefine almayı başarmıştı. "Buradaki işiniz bitti. Diğerlerine de söyle bir daha gelmesinler. Şirket kimseyi göndermesin." Daha kimler var diye düşünürken kız "Ben de mi?" diye sordu şaşkın bir sesle.

"Sen kimsin ki?" diye sordu, Rüzgar acımasız bir sesle. İstemsizce gülümsedim ve gülümsememi saklamak için başımı başka tarafa çevirdim. Kızın sinirli bakışları üzerimde dolansa da hiçbir şey söyleyememişti. Aralarında her ne yaşanmışsa, şu an Rüzgar'ın tavrı onu büyük hayal kırıklığına uğratmıştı.

Kız "Dün gece..." diye fısıldadığında aniden bakışlarımı kaldım. Birlikte mi olmuşlardı? Midemde bir acı hissettim. Beni öptükten sonra gelip başkasıyla mı birlikte mi olmuştu.Üstelik gecenin bir körü yine beni aramıştı. İçimdeki hırçın Ada'nın yüzüme sert bir tokat indirdiğini hissettim. 'Cidden Aptalsın!' diye bağırmıştı, düşüncelerim karşısında. Gerçekten ne olmasını bekliyordum?

Bir öpücüğün onun için ne önemi vardı ki? Ne anlamı vardı? "Sen miydin?" diye sordu Rüzgar, tamamen kiminle olduğunu hatırlamadığını belli eden ve kıza önemsiz bir ayrıntı olduğunu ima eden bakışlarıyla. Öyle umursamazdı ki, kiminle olduğunun hiçbir önemi yoktu.

"Evet bendim, gecenin bir köründe telefonla konuşurken yatağında ben vardım." Midem ikinci bir tekmeyle kasıldı. Kız pılını pırtın toplayıp giderken olduğum yerde donup kalmıştım. Neye tepki vereceğimi şaşırmıştım. O hala hiçbir şey hatırlamıyordu.

Bakışlarını bana çevirdiğinde ona dünyadaki en iğrenç varlıkmış gibi bakmaya devam ettim. Tek kaşını kaldırdı. "Otur ve sessiz kal." Dedi emredici bir sesle bakışlarımdaki ifadeyi görmezden gelirken.

"Arabaya bin, arabadan in! Otur, kalk! Emredersin, nefes alabilir miyim bari?" gözlerimi devirerek üzerimdeki montu kollarımdan sıyırıp koltuklardan herhangi birine oturdum. Çantamı da çıkarıp koltuğun kenarına bıraktığımda, sıkıldığını belli eden bir nefes verdi.

"Ses istemiyorum polisin kızı, Uykusuzum ve uyumam gerekirken senin peşine düşmek zorunda kaldım. Bence sabrımı daha fazla zorlama."

"Belli..." diye mırıldandım küçümseyici ses tonumla. "Uykusuz kaldığın." İmam kaşlarının çatılmasına neden olurken, içten içe kendime kızdım. Beni ne ilgilendiriyordu uykusuz kalmasının nedeni. Bananeydi yani! "Polisin kızı..." diye mırıldandı, uyarıcı sesiyle.

Konuyu değiştirmem gerekiyordu. Aklıma ilk gelen şeyi söyledim. "Ben mi dedim sana peşimde dolan diye?" Başını iki yana sallarken bana doğru bir adım atmıştı. "Hayır ama ben, Emir'den uzak durman gerektiğini dile getirirken aksine yaptığında başına neler geleceğini açıkça dile getirmiştim."

"Sadece iyi olup olmadığını görmek istedim. Özür dilemek istedim, sadece bu. Beş dakika bile sürmeyecekti." Diye açıkladım. Açıklamam onu da daha da sinirlendirdi. "Beni öptüğün için mi özür diyecektin?" sesi tokat gibiydi. Ne diyeceğimi bilemedim. "Bana karşı duyguları olduğunu biliyordun." Dedim karışık bir sesle. "Buna rağmen, onun gözünün önünde..." Kelimeler zihnimin içinde birbirine girmişti. "Seni öpmemi istedin."

" Beni onun gözlerinin önünde sen öptün, bunu istemedim ama iyi oldu. İkinizdedurmanız gereken yeri anlamışsınızdır." Tüm sınırlarımı darmaduman eden o musöylüyordu bana bunu? "Seni o an durduracak tek şey bu değil miydi?" diyesordum kısık bir sesle. "İstediğini almak istemiyor muydun?" Cevabı sessizlikolurken, bir adım daha attı. "O beni seviyordu." Yeşillerinde bir fırtınageçti. Yutkunarak kanepeye sindim. Bir adım daha atarak dibimde bittiğinde,sırtımı geriye verip koltuğa tamamen yaslandım. "Sen onu seviyor musun?" diyesordu, kısık bir sesle. Bakışlarındaki fırtına her an büyüyordu.

 

Loading...
0%