Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.KAL

@dilanzclk

"O beni seviyordu." Yeşillerinde bir fırtına geçti. Yutkunarak kanepeye sindim. Bir adım daha atarak dibimde bittiğinde, sırtımı geriye verip koltuğa tamamen yaslandım. "Sen onu seviyor musun?" diye sordu, kısık bir sesle. Bakışlarındaki fırtına her an büyüyordu. O gözlerimin içine öyle bakarken tek kelime bile edemedim. Cevabım belliydi ama ona istediği cevabı vermek istemeyen içimdeki hırçın Ada'yı dinlemek istiyordum. Duygularımın aksine olanı düşünsün ve deli olsun istiyordum.

"Konuşsana." Dedi dişlerinin arasından tamda istediğim tepkiyi vererek. Bir kolunu yaslandığım yere koyup üzerime eğildiğinde bakışlarımı kaçırıp, ondan uzaklaşmaya çalıştım. Ruhsuz gözlerinde ruhumu mengeneye almıştı. "Uzaklaşır mısın?" Rahatsızca yerimden kıpırdandım ve uzaklaşmasını bekledim ama sözlerim nafileydi. "Cevap ver bana?" diye üsteledi.

"Cevabım neyi değiştirir?" Yeniden göz göze geldim onunla. "Hiçbir şeyi." Dedi kesin bir dille. Neye saygısı vardı ki, aşka olsun. Hırçın Ada'nın istediği cevap bu değildi, beni onunla yalnız bırakarak zihnimden uzaklaştı umutsuz bir şekilde. İflah olmazdık. "Öyleyse cevabımın ne önemi var?" diyerek omuz silktim.

"Doğru, cevabının bir önemi yok ama ben zaten onu iplemediğini biliyorum." Dedi bilmişçesine. Biliyorsa neden soruyordu? Yine de sırf ona karşı çıkmak için "Sen öyle san." Diyerek kaşlarımı kaldırdım. Sözlerimle birlikte, dibime girmesi bir oldu. Öfkeyle sıcak nefesini yüzüme verirken kalbim göğsümün duvarını yumrukladı. İki koluyla beni koltukla arasına almıştı. Kaçacak hiçbir alanım kalmadığında gözlerimi boynundan yukarı kaldırdım. "Ne dedin, bir daha söyle." Bir daha söylersem dünyayı başıma yıkacakmış gibi bakıyordu.

Başıma yıkabilecek başka bir dünyam mı kalmıştı ki? "Emir benim için değerli biri." Diyerek bu kez doğruyu söyledim. "Her zamanda öyle kalacak."

"Sen öyle san!" diye hırladı bu kez. "Emir diye biri senin için yok, olmayacakta." Çenesi kaskatı kesilmişti. Tek kelime etmeye cesaret bulamadım. Daha fazla ileri gidemeyeceğimi anladığımda sessiz kalarak, gözlerinin içindeki fırtınanın asıl nedenini anlamaya çalıştım. "Duydun mu beni?" Burnu burnumun ucuna dokundu. Nefesi dudaklarım üzerindeydi. Ellerimi yumruk yaparak, eteğim kalın kumaşını avcumun içinde buruşturdum. "Duydum." Dedim bir an önce özel alanımdan çıkması için dua ederken. "Duydum Rüzgar Karahanlı!"

Bakışları ismini fısıldadığım dudaklarıma düştüğünde midem ikiye katlandı. Bir adım sonrasını düşünmek beni çıkmasa sürüklerken aynı şekilde durmaya devam ediyordu. Onu durduran şey neydi, bilmiyordum ama bakışlarını yeniden gözlerime kaldırdığında kaşları çatıldı ve bana ruhumu boğazlayan bir bakış attı. Ona nasıl baktığımı fark ettiğimde, olduğum yerde irkilerek başımı başka tarafa çevirdim. Derdim neydi benim, Kendimle zorum mu vardı? Rüzgar Karahanlı beni yıktığı yerde bırakarak doğrulduğunda ona bir daha bakamadım. Adımları salondan uzaklaşmıştı. Arkasından baktığımda merdivenleri çıktığını gördüm. Merdivenleri çıkarken üzerindeki kazağı sıyırıp çıkarmıştı. Pürüzsüz ve kaslı sırtında haddinden fazla yara izi vardı. Kabuğunu sökmüş, eski dikiş yaralarıydı.

Gözden kaybolmasıyla derin bir nefes aldım. Geri dönene kadar kaçmayı denemek yerine oturmaya devam ettim. Çıkıp gitsem ne olursa olsun iki dakika sonra yakama yapışacağını artık biliyordum. Sanki üzerime cip yerleştirmişti, nerde nefes alsam orda nefes veriyordu.

Evin çalışanları sessizce evi terk ederken yerimden hiç kalkmamıştım. Evde onunla yalnızdım. Bu düşünce rahatsızca yerimden kıpırdamama sebep olurken bir süre sonra oturmaktan sıkılıp, ayağa kalktım. Rüzgar aşağı inmek bilmiyordu. Beni burada ne kadar tutacaktı, bilmiyordum ama babam eve geldiğinde beni bulamazsa meraktan deliye dönerdi. Haber vermem gerekiyordu. Çantama ve telefonuma ne yapmıştı kim bilir?

Yavaş adımları merdivenlere yöneldim. Basamakları sessizce çıkarken bir yerlerden gelen su sesiyle duş aldığını anlayıp geri dönmek için hamle yaptığımda o gün kapalı olan kapının gözüme çarpmasıyla bu fikirden vazgeçip hızla merdivenleri çıktım. Kapının koluna tereddütsüzce uzanırken, onun odasının kapısına hızlı bir bakış atmıştım. Kapısı aralık duruyordu ve su sesi gelmeye devam ediyordu. Aceleyle kolu aşağı indirdim fakat kapının kilitli oluşu içeri girmemi yine engellemişti.

Zaten yalnız yaşıyordu, ne diye kapı kilitliyordu ki? İçinde ne saklıyordu? Merakımın giderememenin acısıyla arkamı döndüm ve bu kez onun odasına doğru yürüdüm. Kapıyı çalarak "Rüzgar." Diye seslendiğimde bir cevap alamadığım içim kapıya daha sert vurdum ve yavaşça aralıktan başımı içeri uzattım. Hala banyoda olmalıydı. Kapıyı sonuna kadar iteklediğimde tamamıyla o kokan odasının içine ilk adımımı attım.

Yatağı dün geceki macerasından sonra dağınık olur diye düşünsem de değildi. Hatta yatak örtüsünde tek bir kırışıklık bile yoktu. Kendi kendime gözlerimi devirerek banyosunun kapısına döndüm. Odasının ışığı loştu. Siyah perdeleri yine sonuna kadar çekmiş, odayı karanlığa bırakmıştı. "Rüzgar..." odasının içindeki banyo kapısını iki defa tıklattım. Su sesi kesildi ve vurdum duymaz sesini içerden yükselti. "Ne var?"

"Çantam ve telefonumu istiyorum. Eğer yok etmediysen alabilir miyim, babama geç geleceğimi haber vermem lazım yoksa deliye döner."

"Baban geç gelecek." Dedi, yine aynı ses tonuyla. Su sesi tamamen kesilmişti. Babamın bile ne zaman gelip gideceğini biliyor olmasına şaşırmakla, kabullenmek arasında gidip geldiğimde sesini bir kez daha duydum. "Bütün eşyaların çantanda. Çantanda odadaki dolabın sağdan ikinci kapısının içinde. Hemen orta rafın arasında duruyor."

Kapıdan uzaklaşarak bir duvarını tamamen kaplayan siyah gardırobunun sağ ucuna doğru gittim ve söylediği kapıyı açmak için sürgüsünü sol tarafa itekledim. Çantamı hemen bulmuştum. Her şeyim içindeydi. Kitaplarım, telefonum ve yıkanıp ütülenerek içine bırakılmış okul kıyafetlerim. Dolabının kapağını tam geri kapatacakken bir üst raftaki düzenli bir şekilde katlanmış tişörtlerin arasına sıkıştırılmış gümüş kutuyu görmemle duraksadım ve istemsizce elim kutuya gitti. O kadar güzeldi ki, parıl parıl parlıyordu. Tamamen gümüştü ve işlemelerin içinde ufak pırlantalar vardı. Değeri hiç şüphesiz çoktu, kutusu bile bu kadar değerliyken içindeki şey daha da değerli olmalıydı. Kutuyu açmadan eski yerine sokuşturdum hemen, birinin eşyalarını karıştırmak bana göre değildi.

İlk önce telefonumu alıp çıkardım içinden. Kapanmıştı. Şarjının olup olmadığını bilmediğim için açmak için uzunca parmağımı açma düğmesinin üzerinde basılı tuttum. Telefon açıldı. Şarjı kalmadığından değil o bildirimlerin gelmesini engellemek için kapatmış olmalıydı. Hemen babamı ararken telefonu kulağıma götürüp bekledim.

"Ada'm..." dedi babam, telefonu açar açmaz. "Telefonuna kavuşmuşsun."

"Evet, Gamze getirdi bugün sağ olsun." Diyerek yalanımı sürdürmeye devam ettim. "Bir daha yanından ayırma, aradığımda açmazsan okulu ayağa kaldırım ona göre." Gülümseyerek "Ayırmam." Dediğimde "Bugün geç geleceğim, haberin olsun." Demişti. Bunu zaten Rüzgar Karahanlı'dan duyduğum için tepki göstermedim.

Banyonun kapısının açıldığını duyduğumda başımı oraya doğru çevirdim. Rüzgar içeriden altında gri eşofman üstünde siyah tişörtle çıkarken, saçlarını kuruladığı havluyu ensesine atıp, gözlerini bana dikti. Odasındaki varlığımdan hoşnut olmayan bir bakışla karşıma yatağına otururken telefondaki babama kulak vermeye çalıştım. "Çok dikkatli ol, tamam mı kızım." Dediğini duydum. "Eğer etrafta kuşkulu bir şey olduğunu hissedersen hemen beni veya polisi ara."

"Tamam." Diye fısıldadım. Rüzgar çok dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Gergince elimi saçıma atıp, kulağımın arkasına götürdüm. "Evin etrafında sivil polisler sürekli devriye halinde olacaklar ama sen yine de çok dikkatli ol. O mallar evimizde olduğu sürece hep bir gözümüz açık uyumak zorundayız."

Rüzgar'ın babamı duymasından korkarak "Tamam, tamam babacım. Sen hiç merak etme." Diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. "Gelince konuşuruz." Babam canını sıkan bir ses çıkardı. "Neyse akşam gelince detaylıca konuşacağız zaten ama ben gelene kadar çok dikkat et." Babamla vedalaştıktan sonra telefonu kapatıp yeniden çantamın içine koydum. Rüzgar her hareketimi incelerken çantamı elime alıp, odasından çıkmak için hareket ettim. Belli ki uyumaya devam edecekti. Yanında durmamın bir anlamı yoktu.

"Buraya gel Adacık?"

"Hım?" diyerek hemen ona döndüm. Yatağın içine iyice girdi. Uykusuz gözlerini gözlerime yerleştirdi. "Burada kal."

"Neden?" diye sordum. Bakışları beni tedirgin ediyordu. "Merak etme kaçmayacağım. Aşağıda uslu uslu bekleyeceğim." Yuvarlak yatağının bir yarısını kaplıyordu bedeni. "Burada kalmanı istiyorum."

"Ben istemiyorum." Onu sürekli tersleyen tavrımdan sıkıldığını belli eden bir ses çıkardı. "Odadan dışarı çıkmayacaksın." Dedi, sonrasını kestirip atarak. Sonrası yoktu onun için, ne dediyse o. Neyi isterse o kadar.

Her seferinde ona karşı çıkıyordum ve her seferinde yeniliyordum. Pes edecek miydim? Hayır. Omuzlarımı silktim ve dışarı doğru yürümeye başladım. Tam o sırada olanlar oldu ve Rüzgar anlayamadığım bir hızla yataktan fırladı ve ben daha koridora çıkmadan kolumdan yakaladığı gibi odasına geri soktu. "Bırak, ne yapıyorsun?"

"Sinirlendirme beni." Dedi. Ona boş bir bakış attığımda elimdeki çantayı da çekip aldı ve kenara doğru fırlattı. Beni arkasından sürükleyerek yatağının önünde duraksadığımızda "Yok artık, hayatta olmaz." Diyerek karşı çıktım. "Ben uyuyacağım, sende sesini çıkarmayacaksın polisin kızı."

"O yatağa girmem." Dediğimde, omuzlarını silkti. "Peki." Dedi ve beni tuttuğu gibi yatağına itekledi. Bedenim yatağının içine gömüldüğünde saçlarım etrafıma dağılarak gözlerimin önüne geldi. Saçlarımın arasından gözlerim kocaman bir şekilde ona baktığımda, yatağa dizlerine yasladı. Dirseklerimin üzerinde yükseldim ve yukarı çıkan eteğimin ucunu düzeltmek için hemen elimle uzandım. Bu gözlerinin bacaklarıma düşmesine neden olurken adem elmasının hareket ettiğini gördüm.

Yanaklarım anında ısınırken gözlerimi gözlerinden çekmekte zorlandım. Güneş görmeyen açık renk bacaklarımın beyazlığı odasının karanlığını aydınlatan loş ışıkta parlamıştı. Tenimin beyazlığı hastalıklı gibi görünmemi neden oluyordu. Bu yüzden bana ilgi çekici gelmemişti hiçbir zaman, şu anın aksine. Çünkü Rüzgar Karahanlı'nın bakışlarındaki karanlık içimin titremesine neden olmuştu. "Benimle inatlaşmayı bırakacaksın." Dedi, gözlerini gözlerime kaldırdığında hemen kendimi toparlayıp yatağın içine oturdum. O da az önceki yerine uzanmak için hareket etmişti. "Senin yatağına girmek istemiyorum, başkalarıyla ..." devamı midemin kasılmasına neden olduğunda dilim, cümlenin devamındaki sözleri ateşe verdi.

Kaşları çatıldı. "O kızı bu yatağa sokmadım." Dedi, ciddi bir şekilde. Bana açıklamamı yapıyordu? "Hiçbir kızı yatağıma sokmam, evime getirmem." Prensipleri mi vardı bir de beyefendinin? "Bu yatağa giren tek kız sensin polisin kızı."

"Ben senin yatağına girmedim." Diyerek düzelttim onu. "Sen beni zorla soktun."

Bana kime ne anlatıyorum bakışıyla beraber yastığını başının altına çekti ve gözlerini kapattı. Ciddi ciddi uyuyordu ve beni de başına dikmişti. Birkaç saniye sonra "Uyudun mu?" diye mırıldandığımda "İzin verirsen uyuyacağım." dedi, boş bir sesle. Gözlerimi devirip çenemi kapattım.

 

Loading...
0%