@dilanzclk
|
28. Hasta
Saçlarım arasından kayıp giden rüzgara karşı yüzümü çevirdiğimde, kafamın içinden geçen düşünceleri susturmak için derin bir nefes aldım. Babamın gidişinin ardından saatler geçmişti. Geceyi uykusuz geçirmiştim. İlk defa yalnız kalmamıştım fakat bu sefer babam çok uzaktaydı ve ben ona ulaşmak istesem de onun yanıma gelmesi saatleri alacaktı. Evimin bodrum katında bir kamyon mal vardı. Sokağı sivil polisler koruyordu ama bu ne kadar yeterliydi emin değildim.
Korkuyordum, yalan değildi.
Babamı da intikam uğruna kaybetmekten çok korkuyordum. Yalnız kalmaktan ödüm kopuyordu. Titrek bir nefes daha aldım. “Düşünme.” Diye mırıldandım kendi kendime. “Yapabileceğin hiçbir şey yok!” Babam canı pahasına da olsa, annemi öldüren her kimse onu bulana kadar pes etmeyecekti. “Ada.” Yanıma usulca oturan Gamze’yle bakışlarımı ona çevirdim. “Hoş geldin.” Diye mırıldandım. “Emir nasıl oldu?”
Gamze yanından geliyordu. “İyi.” Diyerek gülümsedi. “Yarın gelir okula.” Başımı sallayıp gülümsedim. “Sen nasılsın.” Dediğimde gülümsemesi yavaşça silinmişti. “Onu o halde görmek benim daha çok canımı yaktı. Seninle bir ilgisi yok ama onun başka bir kız için o halde olduğunu görmek beni mahvetti. Yalan söyleyemem. Seni unutması biraz zaman alacak.” gözlerini kaçırmak yerine ellerimi tuttu, ellerimi tutan ellerini bende sıkıca tutundum. “Ama kafama taktığım şey buda değil. Kafama taktığım şey, artık senin her zaman aramızda olacağın, Olurda bir gün beni sevdiğini söylese bile ben acaba hala Ada’yı mı seviyor diyeceğim. Hep şüphe duyacağım ondan.” Haklıydı. Bende aynı şeyleri düşünürdüm. Aynı şüpheyi bende duyardım. “Ne yapmayı düşünüyorsun?” bilmiyorum dercesine omuzlarını indirip kaldırdığında, ona sıkıca sarıldım. “Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum ama en azından ne yapmamam gerektiğini biliyorum.”
Onu sevmeyi bırakacaktı. Peki bu ne kadar kolaydı. Birini sevmek çok zor olmalıydı. Sevdiğin birinden vazgeçmek nasıl bir ölümdü. Ondan sonra konuyu dağıtmak için ona derslerle ilgili birkaç soru sormaya başladığımda başımı omzundan kaldırıp “Peki sen ne yapacaksın?” diye sordu meraklı bir ifadeyle. “Neyi, Ne yapacağım?”
“Rüzgar Karahanlı’yla ne yapacaksın diyorum. Birkaç gün önce ulu orta dudak dudağaydınız ya hani. Sırf onu öpmen için Emir’i dövdü falan.” Sesi neşelenmişti. Başımı iki yana sallayıp somurttum. “Hiçbir şey.” Anlamsız, sırf dediğin yaptırmak için inat ettiği bir şeydi onu öpmem. Bir duygu barındırmıyordu. O birini sevemezdi ki.
“Nasıl hiçbir şey yapmayacaksın? Rüzgar Karahanlı bir öpücük için kıyameti kopardı ve sen hiçbir şey yapmayacak mısın?” Oturduğum yerden ayağa kalkıp okula doğru yürümeye başladım. Verebilecek bir cevabım yoktu. Gamze peşimden gelerek koluma girdiğinde “Hırsından yaptığı bir şeydi.” Diye açıkladım peşimi bırakması için “Bana karşı nefretten başka bir şey hissettiğini sanmıyorum.” O sırada Kağan’ın önümüzden yürüdüğünü gördüm. Tek başınaydı, telefonla konuşuyordu. Ne dediğini duyamasam da gergin olduğu her halinden belliydi. “Peki ya sen?” diye sordu Gamze bu kez de. “Sen ne hissediyorsun?” dikkatimi Kağan’dan çekip yeniden Gamze’ye çevirdim. Bu nasıl bir soruydu. O baş belasına karşı nefretten başka ne hissedebilirdim? “Nefret.” Diye soludum. “Öfke, tiksinme, kusma istediği.” Gamze bana abartılı bir şekilde gözlerini devirip. “Sen kendini kandırmaya devam et.” Dediğinde kaşlarımı çatarak “O da ne demek.” Dedim. Cevap vermek yerine gülerek önüne dönüp hızla yürümeye başladı. Kızgınlıkla nefesimi dışarı verdiğimde bende hızla yürümeye başlayıp önümüzde Kağan’ın önüne geçtim. Bir an başını benim tarafıma çevirip “Burada.” Dediğini duydum. Rüzgar’lamı konuşuyordu acaba? Benim okulda olduğumun raporunu mu veriyordu? Rüzgar neredeydi?
Sınıfa girene kadar sağı solu kolaçan ederek gitmiştim ama onu görememiştim. Hangi sınıfta olduğunu bile bilmiyordum. Derslere girdiğini bile şüpheliydi. Yoğun bir ders gününün ardından eve geldiğimde perişan bir haldeydim. Ayakkabılarımı çıkardıktan hemen sonra koşarak duşa girmiştim. Babamın gelmesine iki gün kalmıştı. Üzerime şortumu ve askılı tişörtümü geçirdikten sonra ıslak saçlarımı tarayıp kuruladım. Sıra karnımı doyurmaya gelmişti. Merdivenleri inerek mutfağa gireceğim sırada salonda gördüğüm bedenle duraksayıp, geriye doğru bir adım attım. Çığlık atmak istiyordum, fakat dilim tutulmuş bir vaziyette geriye doğru bir adım atıp, salondaki bedenle göz göze geldim.
“Sakın çığlık atayım deme polisin kızı.” dedi dışardaki polislere ima ederek. “Başlarını belaya sokmak istemezsin.” Rüzgar Karahanlı evimdeydi. Koltuğumuzda sanki kendi evindeymiş gibi rahatça yayılmış oturuyordu.
“Senin ne işin var burada?” derken elimi kalbime götürmüştüm. “Nasıl girdin içeri?” o kadar şaşkındım ki? “Bu kadar polisin arasından nasıl girdin içeri?” Genişçe sırıtırken oturduğu yerden kalktı. “Kim olduğumu ve yapabileceklerimin hala farkında olmaman beni çok üzdü.” Benimle dalga mı geçtiğini sanıyordu. “Ama benim anlayamadığım, basit bir baş komiserin evden üç gün ayrıldı diye kapıya neden bu kadar adam diktiği. Görende seni başkan kızı sanacak.”
“Bu seni hiç ilgilendirmiyor.” Dedim bana doğru gelen adımlarına bakışlarımı indirip. Hala çığlık atmak için çok geç sayılmazdı. Kapıdaki polislerin beni kurtarması çok üzün sürmezdi. “Öylemi?” Yeşil gözleri üzerimde gezindi. Bakışları bacaklarımdan yukarı çıkarken nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Aramızda bir adım kala durduğunda “Neden buradasın.” Diye sordum titrek bir sesle. “Hemen git buradan!” Gitmeyeceğini açıkça belli eden bakışlarıyla son adımını da attığında “Ne yapıyorsun.” Diye fısıldadım. Yakınımda olması beni yerle bir ediyordu. “Gitmemi isteseydin çoktan çığlığı basmış olurdun Adacık.”
Kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki! Elimi kalbime bastırıp durması için yalvaracaktım. “Olay çıksın istemiyorum.” Diye fısıldadığımda kaşını kaldırıp öylemi der gibi baktı. Ne yapmaya çalışıyordu? Neden buradaydı. “Sorun değil, olay çıkabilir.” Derken bir adım daha attı ve bedeni bedenime çarptı. Korkuyla bir adım geriye attığımda oda durmadı. Bir adım daha attığımda merdivenin başına kadar gelmiştim. “Üzerime gelmeyi bırakır mısın artık.” Neden hala bas bağırmıyordum? Rüzgar bu duruma tahammülü kalmamış bir şekilde belimi kavrayıp kendine çektiğinde artık neredeyse merdivenlere oturacaktım. “Adacık.” Diye fısıldadığında bakışları dudaklarımdaydı. Üzerimdekiler o kadar inceydi ki, bedeninin sıcaklığını hissetmemek imkansızdı. Kalbimi artık hissetmiyordum. “Bağırsana hadi.” Derken oldukça rahattı. “Beni hemen bırakmazsan…” diye başladım ama gözlerimi gözlerinden alamıyordum. “Bırakmazsam…” diyerek devam etmemi istediğinde derin bir nefes daha aldım. “Bas bas bağıracağım.” Diye fısıldadım ama değil çığlık atmak konuşmak bile çok zordu. Belimdeki elinin yarısı tişörtüm kayıp gittiği için tenime dokunuyordu ve orası şu an cayır cayır yanıyordu. Bana ne oluyordu? “Seni bekliyorum öyleyse.”
“Neden buradasın Rüzgar Karahanlı?”
“Canım istediği için.” Cevabı kısa ve netti ama benim için yeterli değildi. “Canın neden istedi?”
“Çok soru soruyorsun.” Derken sesi bıkkın çıkmıştı. Gözleri hafiften kızarıktı. Burnunun ucu da öyle. “Hasta mısın?” derken elim bir anda alnına gitti ve ateşini kendimce ölçemeye çalıştım. Avcumun içi sıcacık olmuştu. “Ateşin var galiba…” O an, boş bulunup tıpkı babamın bana yaptığı gibi parmak uçlarımda yükselip dudaklarımı anlına yasladım. Tek amacım ateşini ölçmek olsa da, ben onun yerine alev almıştım. Rüzgar bile yaptığım şeye kaskatı kesilirken dudaklarım hala sıcak teninin üzerindeydi. “Yanıyorsun.” Diye fısıldadım ama asıl cayır cayır yanan bendim.
|
0% |