@dilanzclk
|
BÖLÜM 3: KIRGIN GECE Kırgın gecenin koynunda yaralı avuçlarımda sakladığım paramparça umutlarım vardı. Herkes uyuduğunda kanayan avuçlarımı açar, kırgınlıklarımı sayar, karanlıkta yok olan yaralarımı başka bir yarayla kapatırdım. İnsan başka bir acının kurbanı olmadan eski yarasının mahkumu olmaktan kurtulamazdı. Bir yarayı başka bir yara unuttururdu. Çünkü acı kanadıkça iyileşirdi kabuk bağlayınca değil. "Ada Demir, yeni burslu öğrenci değil mi?" Boşluğa dalan gözlerimi yerden çekerek, oturduğum yerde dikleştirdim sırtımı. Koltuk deri olduğu için garip sürtünme sesi utanıp dudaklarımı dişlememe neden olmuştu. Fazla kıpırdamamaya dikkat ederek başımı salladığımda sekreter kadın bilgisayar tuşları üzerindeki ojeli parmaklarını hareket ettirdi. Önüne çıkan sayfayı inceledikten sonra kısık gözlerini bana çevirmişti. "Müdür bey bugün yok, o yüzden okulun kurallarını sana ben ileteceğim." Kadını yine başımla onayladım. Konuşmak istemiyordum, yalnızca evime gidip yorganımın altına sığınmak istediğimden gereksiz okul kurallarıyla ilgilenmiyordum. "Okulumuzun en iyi sınıfına verilmişsin. Ders notların oldukça yüksek, sınavda iyi bir derece alacağını düşünüyoruz. Bu okulumuz için iyi bir reklam olacağı için desteğimiz hep üzerinde olacak, istediğin tüm hocalarımızdan faydalana bilirsin. Okulumuzun olanaklarını diğer öğrenciler gibi kullanabileceksin ayrıca." İçinde yüzme havuzu bile olan yeni okulumun olanakları gerçekten çok fazlaydı ama sorun şu ki, ben okul sevmiyordum! Kadın birkaç şey daha söyledi, başım her defasında eğilip kalkıyordu ama söyledikleriyle zerre ilgilenmiyordum. "Aklına takılan bir şey olursa her daim gelip bize sorabilirsin. Sınıfın 12/A, son katta bulunuyor." Yine bir baş hareketiyle ayağa kalkıp teşekkür ettim. Kadın elime bir öğrenci kartı verip gülümsedi. "Binaya girerken ihtiyacın olacak." Ah tabii, kartım olmadığı için kapıdan girememiştim. Güvenliğe o halde laf anlatana kadar dilim damağım kurumuştu, biraz gergin geçen konuşmanın ardından nihayet idareden onay gelince içeri girebilmiştim. Kadına mahcupça gülümsediğim sırada odasının kapısı çalındı, içeri birkaç kız daldı ve saçma sapan sorular sormaya başladı. "Okulun spor salonunda örümcek var ve biz oraya giremiyoruz. Ne zaman bir şey yapmayı düşünüyorsunuz, biz buraya boşuna mı para döküyoruz ya?" "İlaçlama yapıldı kızlar, bir örümcek için yeniden tüm okulu ilaçlayamayız." Kadın gözlerini devirmemek için zor tutuyordu kendini ama o kadar alışmış olmalıydı ki bu tiplere hala düzgünce cevap verebiliyordu. Kızlara boş bir bakış atıp, kadını başımla selamladıktan sonra çantamı sırtıma geçirip odadan çıktım. "O çirkin şeyi bu okulda istemiyorum." Sessizce kapıdan çıkarken gözlerimi devirdim. Ne tuhaf varlıklar vardı, Allah kadına sabır versin, diye söylendi içimdeki Ada. Merdivenleri kullanarak yavaş yavaş üst kata tırmandım. Koridorlar ders saati olduğu için oldukça sessizdi. Duyduğum tek şey pahalı mermerlere sürtünen ayakkabılarımın sesiydi. Kırık beyaz renkteki duvarlar, üzerine çakılan tablolardan dolayı geri planda kalıyordu. Sınıf kapıları mavi, koridorları gördüğüm en geniş aralığa sahipti. Son kata geldiğimde eteğimin altına giydiğim çoraplarımı çekip bileğimdeki lastik tokayla saçımı toparladım. Dersin ortasında sınıfa dalmak istemediğim için kapıda bekleyecektim. Yüzümü kapıya doğru döndürüp sırtımı duvara yasladım. Gerçekten yorulmuştum, üstelik kıyafetlerim yağmurda ıslandığı için üşüyordum. Zil sesi yavaşça kulaklarıma ulaştığında önünde durduğum sınıf hariç tüm kapılar açılıp öğrencileri dışarı fırladı. Neden kadının en iyi sınıf dediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Ders arasında bile nefes almadan ders çalışıyorlardı. Sanırım şimdi okulu yavaşça sevmeye başlamıştım. Dudaklarım hafif bir gülümsemeyle gerildiğinde sınıfa girmeye karar verip kapının koluna uzandım. "Demek buradasın." Sıcacık bir nefes enseme dokunduğunda olduğum yerde felç geçirecektim. "Sen..." Bir eliyle kapının kolunun üzerinde olan ellerimden kavrayıp beni durdurduğunda şoke olmuş gözlerle ona döndüm. "Senin burada ne işin var?" Nereden çıkmıştı bu şimdi, niye peşimdeydi? Bu okulda okuyor olamazdı değil mi? "Benimle geliyorsun." diyerek es geçti sorumu. "Seninle hiçbir yere gelmiyorum, sana burada ne işin var dedim?" Üzerinde okul kıyafeti bile yoktu ama o güvenliği atlatıp nasıl içeri girebiliyordu? "Sence?" Duvardan farksız olan yüzüne dik dik baktığımda kolumdan çekti ve yürümeye başladı. Burada okuyordu, bunu haykıran bakışlarına karşı içimdeki Ada gözlerini yavaşça yumdu, ama nasıl olurdu? Lise öğrencisi olamayacak kadar büyük gösteriyordu. Ayaklarım arkasında sürünürken bileklerimi sımsıkı kavrayan ellerinden gözlerimi kaldırdığım an üzerimize kilitlenen bakışların kurbanı oldum. Gürültü yerini canımı sıkan bir sessizliğe bırakmıştı. Okul hayatım boyunca asla bu kadar dikkat çekmediğime emindim. Ben okulun ikinci haftasında varlığı unutulan biriydim. Ardımızda bıraktıklarımızın fısıltıları yükselirken merdivenlerden aşşağı inmeye başladık. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye cırladığımda neredeyse merdivenlere kapaklanacaktım. Uzun bacakları sayesinde hızla tüketiyordu merdivenleri. "Sana diyorum, kime diyorum! Duvara mı konuşuyorum ben?" "Kes sesini!" Aniden durup yüzünü bana çevirdiğinde hızımı alamayıp göğsüne çarptım. O bir merdiven aşağıda olmasına rağmen nasıl hala benden uzun olabiliyordu ki? Kafamı kaldırıp alık alık suratına baktım. "Bana emir veremezsin." Diye fısıldadım ürkekçe. "Bırak kolumu." "Öyle bir veririm ki." Yeşilin yerini karanlık bakışları aldığında, kirpiklerinin gölgesi altında kaldım. Sessizliği içime çektim, benden gerçekten ne istiyordu? Yüzüme dik dik bakmayı bıraktı ve önüne dönüp bu kez daha seri adımlarla bir kat daha indi. Boş olduğunu düşündüğü bir kapıyı çarparak açıp içeri daldığında kütüphanede tek bir kişi dahi yoktu. "Niye getirdin beni buraya?" Kapıyı kapatıp sırtımı tahta kapıya yasladı. Bileğimi ellerinden çekip kurtardım. Kitaplar hiç dokunulmamış kadar düzenliydi. Büyük ihtimalle de kimse buraya uğramıyordu. O yüzden içeri girerken boş olduğundan emindi. Yeni mekanımı bulmuştum sanırım. Tabi buradan sağ çıkarsam. Burnundan verdiği sert nefesi yakınımda hissettiğimde gözlerimi kırpıştırdım. "Konuş." dedi, yeşillerini yüzüme kilitlemişti yine. "Konuş derken? Ne konuşacağım seninle?" "Bana masum kız numaraları yapma, kızım." dediğinde iyice sinirlenmeye başlamıştım. "Ben senin kızın falan değilim, benim bir ismim var!" Dudağının bir kısmı tehlikeli bir bakışla yukarı doğru kıvrıldı. Kaskatı kesilen çenesi sabrının taştığının sinyallerini verdiğinde yutkunarak kapıya sindim. "Umurumda bile değil ne bok olduğun, o it nerede?" Ah, ne laftan anlamaz biriydi bu? "Taş kafalı mısın sen? Anlamıyor musun beni, gerçekten duvara konuşuyorum değil mi?" Merdivenlerden inerken bozulan saçlarımı yüzümden çektim. Tokanın lastiği saçlarımın ucuna kadar inmişti. "Ne seni ne de onu tanıyorum. Anladın mı? Tanımıyorum, bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Rahat bırak artık beni." "O piç seni nasıl susturmayı başardı?" Dalga geçer gibi ellerini kotunun cebine koyup omuzlarını dikleştirdi. Ne demek istiyordu? Gözlerinde yer edinen ifadenin canımı yakacağından o kadar emindim ki. Kaşlarımı çattım. "Kaç para verdi ya da –" devamında daha ağır bir söz duyacağımdan o kadar emindim ki artık! "Kaç defa yattı seninle?" Dökülen kaynar su başımdan aşağı değil, omuzlarımdan avuçlarıma dökülmüştü. Hayal kırıklığıyla omuzlarımı düşürürken kirpiklerim titredi. Gözlerim yanıyordu, içimde fokur fokur kaynayan kazanın içinde öfkem pişmeye başladığında ellerimi yüzüne sert bir tokat atmak için kaldırdığım an güçlü elleri benden önce davranıp bileklerimden yakalamıştı. "Şhttt." dedi benim aksime sakince. Bedenini bedenime bastırarak kapıyla arasına aldı. "Sakın bunu denemeye bile kalkma yoksa hiç çekinmeden canını yakarım." Canımı zaten yaktığının farkında değil miydi? Beni ne ile suçladığının asla farkında değildi ki. Gözlerimi dahi sakınırdım hemcinslerinden, beni nasıl böyle bir şeyle suçlardı? "Aşağılık herifin tekisin." diyerek dilime vurduğum tüm kilitleri kırdım. "Sesini kes." ''O çocuğu yakalayamadın diye acısını benden çıkarmaya çalışıyorsun ama üzgünüm aradığın kişi ben değilim. Sürtük birini arıyorsan kendi çevreni aramalısın muhakkak ya da direkt aynaya da bakabilirsin. Aradığın şeyi orada bulacağından eminim." Ona sürtük demiştim değil mi? İçimdeki kız çocuğu çığlıklar atarak yerinde zıplamaya başladı. Bizi suçladığı şeyle vurmuştuk onu ve sonuna kadar hak ettiğine emindik. Gram pişmanlık duymuyordum. Yüzüne tokat atsam sert ifadesi bu kadar dağılamazdı. Gözlerindeki orman tutuşmaya başladığında tam kulağımın dibinde bir ses patladı. Yerimden sıçrayarak irkildiğimde kapıya geçirdiği yumruğu bir kez daha tekrarladı. Gözleri alev almıştı ve göz bebeklerindeki yansımam o alevlerin içinde kalmıştı. Karanlığın içinde bir cehennem, cehennemin içinde bir kırık cennet. Tek bir söz etmedi ama küfretse sanırım bu kadar ezilmezdim. Gözlerindeki alev içime sıçramış, midemi kundaklamıştı. Yutkunarak başımı sağa çevirdiğimde kızgın nefesi boynumu yaktı. "Hiç ateşe dokundun mu?" diye mırıldandı. Kalbim boğazımda atarken başımı iki yana salladım ve bunu yaparken burnunun saçlarıma dokunmasına sebep oldum. Bakışları daha da karardı. "Cehennemim sana dokunduğunda ateşe dokunmayı dileyeceksin küçük kız. Çünkü tam şu an Rüzgar Karahanlı'nın cehennemine düştün." Korku kalbimin tam ortasına pimi çekilmiş bir el bombası gibi atıldı. Geriye çekildiğinde tir tir titriyordum. Ellerim buz kestiğinde çekilen bedeniyle birlikte cebimden ne ara aldığını bilmediğim telefonumu cebine atarken gördüm. "Gözüm üzerinde kız çocuğu, tek bir yanlışında o cehennemi başına yıkacağım." "Telefonumu alamazsın!" diye bağırdığımda sesim darmadağındı. "İzin aldığımı sanmıyorum." Kapıya uzandı, bunu yaparken yüzü yeniden yüzüme yaklaşmış gözlerindeki yangını hiç çekinmeden bana bulaştıracağını gösteren bir bakış atmıştı. Kapıyı açtı, sırtım kapıya yaslı olduğu için öne doğru sendeledim. Kapıyı çarpıp çıkarken sesim kadar içim de darmadağındı. Dilimi tutamayıp hem onu kızdırmıştım hem de telefonum şu an elindeydi. Telefonumda şifre bile yoktu. Şifre olsa ne yazardı ki ona? Şifre kırması yarım saatini almazdı. Allah kahretsin ben nasıl bir belaya bulaşmıştım? Çantam omuzlarımdan düştüğünde sinirle eğildim, ne yapacaktım şimdi? Babama olanları anlatsam olaylar iyice karışacaktı. Üstelik babamın onu yakalayan adam olduğunu da bilmiyordu. Arama kayıtlarına bakarsa polisi aradığımı da görecekti ve büyük olasılıkla onu şikayet ettiğimi de düşünecekti. "Sıçtın!" dedi içimdeki Ada, sindiği yerde dudaklarını kapatmış, olanları idrak etmeye çalışıyordu. Hadi ya, az önce zıplayan kimdi? Çantamı sırtıma yerleştirip yüzüme kapanan kapıyı aralayıp koridora çıktım. Onun sırtında olan gözler teker teker bana yöneldiğinde küçük beyinlerinde dönen fikirlerin yüzlerine yansıyan ifadeleri görmemek için başımı önüme eğerek yürümeye devam ettim. Fısıltılar onun gözden kaybolmasıyla yükselmeye başladığında derin bir nefes alıp verdim. Çirkin düşünceleriyle savaşmaya gücüm yoktu. Adımlarımı serileştirerek hızla merdivenleri tırmanıp yeni sınıfıma giriş yaptım. Teneffüsün bittiğini belirten zil çalmış, ondan sonra öğretmen sınıftan çıkmıştı. Onun çıkmasıyla kapıyı açıp girdim. Çok az ses vardı, herkes kafasını kitaplara gömmüş harıl harıl çalışıyordu. Sadece birkaç çocuk kafasını kaldırıp bakmış hemen sonra garip bir ifadeyle önlerine dönmüştü. Nereye oturacağımı bilemeyerek sınıfın içinde gözlerimi gezdirip boş bir yer bulmayı arzuladım. Cam tarafında oturan bir kızın yanı boş görünüyordu. Adımlarımı oraya yönlendirdiğim sırada, kız geldiğimi hissederek başını kaldırdı. Gülümsemeye çalıştım, ilk karşılaşmada herkesin yaptığı gibi davransam iyi olacaktı bu kez. Masaya yaklaştığımda "Yanına oturabilir miyim?" diye sordum nazik bir sesle. Kızın bakışlarında tedirgin bir ifade geçti. Korkarak sınıfın içinde göz gezdirdikten sonra arkasında duran çantasına boş yere koyup "Hayır, değil." Diyerek önüne dönüp beni yok saydı. Bu da neydi şimdi? İstemsizce kaşlarımı çatıp yüzümü sınıfa çevirdim. Kimse bakma zahmetinde bulunmuyordu ki. Mecburen öğretmenin gelmesini bekleyecektim. Ayakta ne yapacağımı bilmeyerek beklediğim iki dakikanın ardından birinin "Sana buradan yer çıkmaz." diyerek güldüğünü duydum. Bakışlarımı hemen sesin geldiği tarafa çevirdim. Orta sıralarda oturan sarışın bir çocuktan çıkmıştı ses. Çocukla göz göze geldiğimde tek kaşıma kaldırarak ne demek istiyorsun der gibi baktım. Çocuk sırıtarak omuzlarını silkti. Herkes susarken o konuşmayı tercih etmişti. Lafını esirgemeyen daha çok ağzında bakla ıslanmayan tiplerdendi. "Rüzgar Karahanlı sen daha kapıdan giriş yapmadan Kağan aracılığıyla telefonlarımıza tehdit dolu mesajlarını iletti." Ellerimi ceplerime sokup omuzlarımı dikleştirdim. "Ve siz de ona boyun eğiyorsunuz." diyerek bana yer vermeyen kızlara küçümseyici bakışlarımı fırlattım. Başlarını başka tarafa çevirip ses çıkarmadılar. "Harika!" Sinirden saçlarımı yolmama az kalmıştı. "Benim yanıma oturabilirsin." Sesin geldiği yöne döndüğümde esmer bir kızın gülümseyen suratını gördüm, onun aksine ben suratsızlıktan ölecektim. Hayret, gülümseyen biri! "Emin misin?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Kız yanağındaki iki gamzeyi gösterirken başını salladı. Uzun siyah saçları beline kadar iniyordu ve küçük yüzündeki kocaman ela gözleri parıl parıldı. "Başına bela almanı istemem." İki elini açıp omuzlarını indirip kaldırdı. "Telefonum şu an tamirde olduğu için ben bir mesaj almadım." derken hiçbir şey bilmiyormuş gibi rol yapıyordu. "Bir sorun mu vardı, bana bunu yan yana otururken anlatırsan çok sevinirim. Ayaklarım biraz ağrıyor da, ayakta kalmayı sevmiyorum." İnce parmaklarını kolumdan geçirerek beni yanında sürükledi. "Hadi, oturalım." Sondan bir önceki sıraya oturduğumuzda ona sırtında kanatları olan bir melek görmüşüm gibi bakıyordum. "Bu arada hoş geldin, Ben Gamze." Uzattığı eline bakarken "Ada." diye mırıldandım. "Teşekkür ederim." Arkadaş canlısı değildim ama kız bana samimiyetle gülümserken havada kalan elini sıkma gereği duydum. Üstelik o manyağın tehdidini umursamayıp yanına oturmama izin vermişti. "Önemli değil, Furkan yüzünden Rüzgar'ın kurbanı olmana gönlüm razı gelmezdi." Söylediğinin aksine her şeyden haberi vardı. İstemsizce gülümsedim. Benim dışımda herkes onları tanıyordu anlaşılan ve herkesin her şeyden haberi vardı. "Furkan'ın sevgilisi misin?" "Hayır." diye sertçe karşı çıktım. "Furkan kim tanımıyorum bile." "Sahi mi?" Gamze bana zavallıymışım gibi baktığında kursağımda bir yumru nefes boruma yapıştı. Hiçbir suçum olmadığı halde gördüğüm muameleye tahammül edemiyordum. "Tek suçum yanlış zamanda yanlış yerde olmak." diye yakındım ağlamaklı sesimle. O manyağı buna nasıl inandıracaktım? "İçini rahatlatmak isterdim ama Rüzgar gerçeği anlayana kadar biraz canını sıkabilir." O burada olmasa bile yakıcı gözleri her daim gözlerimin önümdeydi. Onu kızdırdığımda gözlerinde çakan şimşeğin gürültüsünü işitmiştim. Başımı ellerimin arasına alıp düşüncelerimin boşluğuna daldım. Biraz sonra bir öğretmen içeri girerek derse başladı ve inek arkadaşlarım anında derse odaklanırken kadına boş boş bakmayı sürdürdüm. Gamze'yle iletişimi dakikalar önce kesmiştim zaten. Eğer babamın aylar içinde yeniden taşınma gibi bir fikri olmazsa onunla arkadaşlık kurabilirdim ama zaten gideceğim bir yerde kimseyle gönül bağı kurmak istemiyordum. "Ada Demir." İnce bir sesin adımı söylemesiyle kaşlarımı çatarak gözlerimi kaldırdım. Öğretmen yoklama kağıdıyla tahtada dikiliyordu. Gözlerimiz buluştuğunda "Yeni öğrenci sensin, değil mi?" diye sordu. Yavaşça başımı sallayıp "Benim." dedim ruhsuz bir sesle. "Hoş geldin, umarım bir ay sonra bozulanlardan olmazsın. En azından burslu olarak burada kalmaya devam etmek istiyorsan." Burslu olarak alındığımı duyan Gamze kocaman olmuş gözlerini bana çevirdi. Diğerlerinin de aynı ifadeyle baktığını fark ettiğimde yalnıza hocayla ilgilendim. "Zeki kızlara bayılırım." dediğini duydum birinin. Başımı iki yana sallayarak somurttum. Ne zekilik ama! "Sapıtma hemen Ali! Herkes haftaya verdiğim testleri bitirmeden gelmesin. Hepsi çok önemli ve sıkça sorulmuş soru örnekleri." Önüme bırakılan yaprak sayfasına ilgisizce göz gezdirdiğimde çoğu sorunun yaz tatilinde çözdüğüm sorular arasında olduğunu görünce geri masaya bıraktım. Ders bitene kadar yine kendi köşeme çekilip başıma aldığım dertten nasıl kurtulabileceğimi düşündüm. Elimde beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Furkan'la bir ilgim olmadığına inana kadar bekleyebilirdim ama cehennemi gözlerinde taşıyan Rüzgar Karahanlı mavi yeşillerinde beni boğamadan nasıl inanacaktı, bilmiyordum. Babamı öğrenme ihtimali yüzde kaçtı? Her şeyin tesadüf olduğuna ne kadar inanırdı? Okul çıkış zili çaldığında herkesten önce çıkmış sokakta arabanın içinde bekleyen babama koşmuştum. Ortalıkta Rüzgar yoktu ama köpeklerinin her yerde olduğuna emindim. "Bu kadar mı sıkıldın?" diye sordu babam arabanın kapısını kapattığımda. "Koşa koşa gelecek kadar?" "Elimde olsa kendimi eve fırlatırdım." diyerek abarttım. "Ne yapacağım kızım ben seninle?" derken başını sallayarak arabayı çalıştırdı. Asıl ben ne yapacaktım? Sakince arkama yaslanıp yola daldım. Evle okul arasında neredeyse yarım saat vardı, zengin semtin ardından başlayan sakin mahallemize varmamız çok uzun sürmüyordu. Babam arabayı durdurduğunda çantamı kapıp arabadan çıktım. O kadar yağan yağmura rağmen hava hala bulutluydu. Kıyafetlerim üzerimde kurumuştu ama hemen sıcak suyun altına girmeliydim. Bünyem zayıftı, kış ayının neredeyse yarısını hasta olarak geçiyordum "Ben tokum, yemek yemeyeceğim." derken merdivenlere tırmanmaya başladım. "Ne yedin ki?" diyen babama dönmeden "Yedim bir şeyler işte." dedim ama hiçbir şey yememiştim. Çantamı kenara atıp banyoya girdim hemen. Suyu ayarladıktan sonra yağmur yemiş kıyafetlerimden kurtulup sıcak suyun altına girdim. Rüzgar'dan kurtulana kadar babama nasıl hiçbir şey yokmuş gibi bakabilirdim, onu da bilmiyordum. Su boynumdan kaydığında parmaklarımı boynumla omzum arasındaki çukura yaslayıp derin bir nefes aldım. Su akmaya devam etti ama orası buz gibiydi. Rüzgar Karahanlı'nın o soğuk bakışları boynumda nöbet tutuyordu, parmaklarım yavaşça saçlarıma gitti. Saçlarıma neden o bakışı atmıştı? Ne vardı ki saçlarımda? Ah, başımı sızlanarak kaldırdım. Onun ne düşündüğünün ne önemi vardı? Saçlarım gayet de güzeldi. En azından çalı süpürgesine benzemiyordu. Yıkandıktan sonra mavi renkteki havlumu vücuduma sarıp odama geçtim. Odanın içi sıcacık olmuştu. Kalorifer çalıştırmış olmalıydı babam. Pijamalarımı giyinip yorganımın altına girdim. Belki uyur ve o manyağı düşünmeyi bırakırdım. Gözlerimi yumdum ve ilk defa o hastane koridorunun beyaz duvarlarının yerini başka bir resim aldı. Mavi ve yeşil gözlerinin içindeki soğuk cehennem. Yastığıma sarılırken içimdeki küçük Ada da yüreğimin içine kıvrılmıştı. 'Onu düşünmek sandığın kadar da kötü değil, ha?' İstemsizce gülümsedim ama ikimiz de, bir kabustan uyanıp daha büyük bir kabusa uyuduğumuzun farkında değildik. Rüya görmeyeli çok uzun zaman olmuştu ama kabus görmediğim ilk gecenin sabahına uyanmak her şeyden daha zordu. "Ada, uyan..." Kafama kadar çektiğim yorganı tek elimle üzerimden atarken, bir gözümü açıp camdan içeri sızan güneşe karşı yüzümü yastığa gömdüm. "Ada, geç kalıyorsun." Babam bas bas bağırıyordu. "Ada!" Yataktan sürünerek çıkarken "Uyandım!" diye bağırdım. "Sonunda." "Sana da günaydın." derken ayağıma dolaşan yorganla adım attığım gibi yere yapıştım. "Bana da günaydın." ... Gözlerimin önüne düşen ve görüş alanımı darlaştıran asi saç tutamlarımı kulağımın arkasına yerleştirirken somurtarak geriye doğru, bankın tahta kısmına sırtımı yaslayıp yeni okulumun geniş bahçesinin içinde göz gezdirdim. Öğlen yemeğindeydik, bu yüzden bahçe soğuk havaya rağmen kalabalıktı. Zaten soğuk benim dışımda kimseye işlemiyor gibi görünüyordu. Vücudum titrerken kahkaha sesleri grupların arasından yükseliyordu. Okulun kızları da erkekleri de okula değil, podyumda yürümeye gelmişti sanki. Gözlerim tereddütsüzce onu ve onun önünden, kendini ona göstermek için bir karış etekle önünde geçen kızları bulurken içimde tik tak eden bombanın pimi biraz daha çekildi. Rüzgar Kahanlı. O bombayı içime o bırakmıştı ve ben o bombadan nasıl kurtulacağımı hala bulamamıştım. Gözlerimi kızların aradan çekilmesiyle ona diktim. İleride bir grubun içinde oturuyordu ama ne ortada dönen muhabbete katılıyordu ne de onlarla ilgileniyordu. Arada yüzündeki sayısız piercingleriyle Iron Man'i anımsatan çocuğa kısa cevaplar vermekten başka bir yaşam belirtisi verdiği yoktu. Bakışlarım elinde dönen telefonuma kaydığında gözlerimi devirdim. Babam beni aramadan o telefonu ondan almalıydım. Umarım ayda bir bozulan telefonum tam şu an bozulur ve bir daha açılmamak üzere kapanırdı. Ne olur Allah'ım bu kez duy sesimi. Duam ters tepmiş olmalı ki, gözleri telefonuma düştü ve bir şeyler yapmaya başladı. Belli ki canı sıkıldıkça karıştırıyordu telefonumu beyefendi. Oflayarak başımı omzuma yatırdım. O sırada karşısına ne çıktı bilmiyorum ama dudağının bir kenarında engelleyemediği bir gülümseme tüm ruhsuzluğuna rağmen yaşam belirtisi gösterdi. Oturduğum bankta farkında olmadan biraz daha eğilerek o varla yok arasındaki gülümseye daldım. Hangi rezil fotoğrafımla dalga geçiyordu bilmiyordum ama o gülümsemesi biraz daha büyümeliydi. 'Çünkü o çok güzel gülümsüyor.' diye fısıldadı içimdeki kız çocuğu. Hem de nasıl! Yüzündeki gülümsemenin yerini çatık kaşları aldığında kaşını kaldırıp hızlıca etrafta gözlerini gezdirdi, gergince doğruldum hızlıca ama bakışları beni değil sağ tarafımda bulunan bankları bulmuştu. Gözlerini takip ettim ve beni izleyen sarışın bir çocuğun bana gülümseyerek baktığını fark ettim. Heyecanla telefonu salladı elinde, gözlerim yeniden Rüzgar'ı bulduğunda artık çocuğa değil bana baktığını gördüm. Çocuk bana mesaj atmış olamazdı değil mi? Sosyal medya hesabım bile yoktu, numaramı nereden almıştı bu aptal çocuk? Rüzgar'ın ikimizin arasında gidip gelen bakışları bana küçümseyici bir bakış atarak son bulduğunda, dudaklarımı dişleyerek önüme döndüm. "Sen Rüzgar Karahanlı'yı mı kesiyorsun?" "Gamze?" ince kaşlarını kaldırıp "Ada?" dedi o da sorar gibi. "Yanlış görüyorum değil mi?" Oturduğum yerde toparlanıp "Yanlış yorumluyorsun." diye cevapladım. "Onu niye keseyim, o kim ki?" "Tabii, tabii..." diyerek dalga geçti benimle. "O kim ki?" "Gamze!" diyerek kızdığımda gülerek yanıma oturdu. "Hadi hadi, itiraf et. Yabancı yok aramızda?" Ne ara bu kadar yakınlaştığımızı bilmiyordum ama o benle dalga geçmeye başlamıştı bile. Samimiyetinin bir ayarı yoktu herhalde. "O çok yakışıklı." Yüzüne aval aval baktım. "Bana ne!" Siyah saçlarına geriye attı. "İlgi çekici değil mi?" "Sana ne!" diyerek biraz daha kızdım ama geri atmaya niyeti yoktu. "Okulun bütün kızları etrafında dört dönüyor." "Bize ne!" diye sertçe çıkıştığımda daha da keyiflendi. "Aferin benim kızıma. O manyağın çekimine karşı hala ayaktasın." Beni mi deniyordu? "Gamze, çok kötüsün." "Hayır canım, asıl kötü olan Rüzgar Karahanlı ve senin ondan gerçekten de uzak durman gerekiyor." Az önce gülen yüzü birden ciddileşmişti. "O sandığından da daha kötü biri." Gamze eminim ki benden daha çok şey biliyordu onun hakkında, yıllardır aynı okuldaydılar. Hiçbir konuşmaları olmasa bile Rüzgar hakkında bütün okulun bir düşüncesi vardı. Bunların yüzde birinin bile iyimser olmadığını tahmin edebiliyordum. Karanlık üzerine yapışmazdı insanın, içine çekip kendinden bir parça haline getirdi. Hafifçe başımı ona katıldığımı göstermek için salladığım sırada bir otobüs okula giriş yaptı. Gamze dahil herkes ayaklanıp okulun ortasında duran otobüsünün önünde biterken Gamze'ye arkasından seslendim. Bir anda durup koşarak geri geldi. "Ne oluyor?" "Okulun basket takımı geldi." dedi heyecanla. "Hadi gel." Beni de elimden tutup çekiştirirken heyecanına anlam veremedim. Biraz dengesiz olabilirdi. Az önce bana akıl veren kızın yerini beş yaşındaki çocuk almıştı. Otobüsün daha kapıları açılmadan tezahüratlar havada uçuşurken Rüzgar'ın da yerinden kalktığını gördüm. "Türkiye çapında bir yarışmaya katıldılar ve birinci olduk." dedi Gamze dikkatimi dağıtarak. "Geldiklerine göre kutlamalar başlayabilir ve..." Tek kaşımı kaldırıp "Ve?" diye tekrarladım tamamlamasını beklerken. "Yok bir şey." Ela gözlerini otobüsten çıkan birbirinden yakışıklı çocuklara dikti. En son çıkan esmer çocuğu gördüğünde ela gözlerinin parladığını, yaydığı ışıltıyı kör bile hissederdi. Gülümseyerek esmer çocuğu işaret ettim. "O kim peki?" "Takım kaptanı." Yutkundu. "Emir." Ses tonu kısalarak eğilip bükülmüştü çocuğun adını telaffuz ederken. "Ondan hoşlanıyorsun." dedim hiç düşünmeden. Ela gözlerini kocaman açarak bana döndürdü. "Hayır, hayır. Öyle bir şey yok." Gülerek başımı salladım ve onu onayladım. "Evet, haklısın öyle bir şey yok çünkü sen bayağı bayağı aşıksın bu çocuğa." Bana hayatımda görüp görebileceğim en utangaç bakışı attığında esmer tenindeki yanakları kıpkırmızı kesilmişti. Göl kenarını andıran ela gözleri sulandığında "Ya kıyamam." diyerek ona sarıldım. "Ne olur sus Ada, ne olur kimse duymasın." Yumuşacık bir ifadeyle mırıldandım. "Tamam tamam sustum, söz kimseye söylemem." Başı önünde "Adımı bile bilmiyor." diye mırıldandı. Ellerini yelpaze gibi önünde salladı birkaç kez. "O yüzden lütfen sus. Biri duymasın, dillerinden düşemem." Başkalarının ne dediğini umurumda değildi ama okuldaki küçük beyinlerin diline düşmesini bende istemezdim. "Söz verdim, bende olan bende kalır." "Teşekkür ederim yeni kız." Okuldaki şamatanın dozu artarken, Emir elindeki kupayla birine doğru koştu. "Nasıl kupamız?" diye sorduğu kişiye baktığımda yüzüme tokat yediğimi sandım. O kişi Rüzgar'dan başkası değildi. İkili birbirine sarılırken sesler iyice yükseldi. Kaşlarımı çatarak Gamze'ye soru dolu bakışlar attım. Rüzgar'dan uzak durmamı söyleyen kız onun arkadaşını mı seviyordu, Emir'in Rüzgar'dan farkı neydi? "Öyle bakma! Emir kötü biri değil." Yutkunarak onlara baktı. "Emir Rüzgar'ın çocukluk arkadaşı ama Emir'in Rüzgar'ınki gibi pis işlerle işi olmaz. Aksine onu engellemeye çalışır." Gergince ellerini saçlarına atıp, uzun saçlarını sırtına attı. "Kağan gibi ona asla yardım etmez." İkilinin arkasında duran piercingliyi gösterdi, Kağan denilen çocuk Emir'e hiç de içten bakmadığını fark ettim. "Emir'in kalbi kötü düşünmez, yani tamam onu sadece uzaktan tanıyorum ama inan bana hiçbir yanlışını görmedim" "Öyle diyorsan öyledir." derken sadece Rüzgar'a bakıyordum. Onu kötü yapan neydi? Durduk yere karanlık nasıl tohum ekerdi ki insanın yüreğine? O tohumu nasıl bir nefretle sulamış, karanlık gözünü kör etmişti? O gün tören yapılarak okul takımı müdür tarafından tebrik edildi ve basketbol takımının başarısını kutlamak için okulca bir parti yapılacağını duyurdu. İlk defa gördüğüm okul müdürü kadındı, fazlasıyla ciddi ve otoriter bir havası vardı. Siyah bir kalem elbisenin altına giydiği sivri uçlu topuklu ayakkabılarından çıkan ses, Rüzgar'ın grubu hariç herkesi susturmayı başarıyordu. Gamze kadın hakkındaki bildiği dedikoduları fısır fısır kulağıma anlatırken gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. "İkinci kocası evlendiklerinin ikinci günü camdan atlayarak kaçmıştı. Adam rekor kırıp, ilk kocasından iki saat önce şehri terk etti." En son ellerimi dudaklarıma kapatıp, kahkahamı bastırmaya çalışırken sırtıma bir ok gibi saplanan bakışlara yüzümü verdim. Gözlerim gözlerini bulduğu an gülüşüme bir perde inerek, masum bir gülümsemeye dönüştü. Ayaklarımı birbirine çaprazlayıp, kollarımı birbirine bağladım ve gözlerimi gözlerinden çekmedim. Bir yanım onun olmadığına emin olduğu bir gezegene ışınlanmak isterken, bir yanım karşısında korkusuzca dikilmekten alıkoyamıyordu kendini. Keskin gözlerini bir saniye olsun ayırmadı. İki eli deri ceketinin ceplerindeyken omuzları dimdikti. Dibinde olsam küçücük kalacaktım yanında ama gücünü ne boyundan ne de kaslı vücudundan alıyordu. Bakışları, bir insanı vurmadan öldürecek kadar sertti. Bakmıyor da cinayet işliyordu sanki. Gözlerin kaç cinayet gördü Rüzgar Karahanlı, ya da gözlerinde ... kaç cinayet işlendi?
|
0% |