Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.POLİSİN KIZI

@dilanzclk

Bölüm 5: Polisin Kızı

Kapı önünde duran Gamze elini sallayarak onu görmemi sağladığında babam "Arkadaş mı edindin sen?" diye sormuştu, benden bu güne kadar sosyalleşme adına hiçbir adım görmediğinden. "Galiba öyle oldu." dedim ben de emin olmayarak. Memnun bir ifadeyle "Sevindim, sevimli kıza benziyor." Dedi. Gamze soğuktan titreyen ellerini hadi dercesine sallarken gerçekten sevimli görünüyordu. Şişme beyaz bir mont giymiş, boynuna sardığı kalın atkıyla da gözü hariç tüm yüzünü kapatmayı başarmıştı. "Öyle." diyerek onayladım babamı. "Hadi soğukta bekletme arkadaşını, akşam beraberiz nasıl olsa."

Babamı başımla onayladım. "Görüşürüz." derken eğilip ellerini öptüm istemsizce. "Seni tam burada bekleyeceğim ona göre." dedim geç kalmamasını belirten bir ifadeyle. "Tam burada olacağım."

Ben kapıyı açarken telefonu yeniden çalmıştı. Soğuk önce bacaklarıma vurduğunda, ellerimi birbirine sürterek yere ayak bastım. Kapıyı kapatmadan önce babamın telefonu cevapladığını duydum. "Geliyorum hemen, ekipleri hazırlamaya başlayın." Kapı ellerimden kaydı. "Güvendiğiniz adamlar olsun sadece."

Onu duymadığımı düşünüp, göz göze geldiğimizde gülümsemişti. Gergince gülümsedim ve arabayı çalıştırıp gittiğinde orada öylece kalakaldım. Gece gördüğüm rüyadan sonra zaten içim hiç rahat değildi, bir de operasyona gitmesi iyice canımı sıkmıştı. "Ada." Biri kulaklarımın dibinde cırlayıp koluma girdiğinde tepkisizce yüzüne baktım. "Ne diye dikiliyorsun ki iki saattir burada? Gelmeni beklerken kardan adama dönecektim, yürü hadi. Ders başlamadan bir kahve içelim de içimiz ısınsın." Sesi titrerken bile neşeliydi, sabahın körü olması somurtmamasına engel değildi. "Olur, içelim." dedim aklım hala babamdayken.

Dersin başlamasına daha vardı, ayılmamı sağlayacak bir kahve fena olmazdı. "Ne kadar da yakışıklı bir baban var senin öyle, güzelliğini babandan aldın galiba." Buruk bir gülümsemeyle önüme baktım. Yavaş yavaş yürümeye başlamıştık. "Aslında anneme çektiğimi söyler babam."

"Eminim o da çok güzeldi." dedi samimi bir sesle. Hafifçe gözlerime kısıp yüzüne baktığımda "Seni izleyip, seninle gurur duyuyordur şimdi." diye ekledi. Bana üzüntüsünü belli eden sözler söylemek yerine güzel şeyler söylemesi hoşuma gitmişti. Acımı paylaşmak yerine acımı unutturacak şeylere ihtiyacım vardı. "Teşekkür ederim."

İstemsizce kolumdaki kolunu kabullenmeye başladığımı hissettim. O kolunu çıkardığında ben giriyordum koluna. "Ee, parti işini düşündün mü?" diye sordu kantine girdiğimizde. Aklıma bile gelmemişti. "Babamla konuşmadım." dedim. "Ve hala olumsuz bakıyorum ama seni de yalnız bırakmak istemiyorum."

Kantinciye para uzatıp kahveleri söyledi. "O zaman geliyorsun." Ela gözlerini heyecanla büyüttüğünde gözlerimi devirip gülümsedim. "Bilmiyorum, önce babamla konuşmam lazım. O izin verirse gelirim."

"Ah, çok rahatladım. Gelmeyeceksin diye çok korkuyordum." Tek kaşımı kaldırdım. "Geleceğimi söylemedim daha. Son sözü babam söyleyecek."

Omuzlarını silkti ve sırıttı. "Orası kolay." Kantincinin uzattığı karton bardaklardan birini bana uzatıp diğerini kendi avuçlarına aldı. Ağzına kapattığı atkıyı biraz çekiştirip sadece boynunun kapanmasını sağlayacak şekilde gevşetti. Kantin kalabalık olduğu için yeniden bahçeye çıkıp bir banka oturduk. "Çantamda harika bir katalog var. Annemin modacı bir arkadaşının elbiseleri. Hepsi o kadar güzel ki birinde karar vermek çok zor, bana seçerken yardım edersin değil mi?" Çok mu büyütüyordu acaba bu parti işini? Aslında onu bu hale sokan parti değil Emir'e güzel görünme çabasıydı. Farkındaydım ama bir yerden sonra saçma geliyordu. "Hiç aşık oldun mu Ada?"

Gamze'nin ani sorusuyla yudumladığım kahve boğazımda takılı kaldı. Öksürerek "Ne?" diye sordum hiç duymamış gibi. Çantasından çıkardığı kataloğu dizlerinin üzerine bırakıp sorusunu tekrarladı. "Hiç aşık oldun mu ya da geldiğin yerde bıraktığın biri var mı?"

Boğazımı temizleyip "Hayır." dedim tereddüt etmeden. "O alanla pek ilgim olmadı."

"Belli." derken kıkırdamıştı. "Telefonsuz yaşayabilmen çok normal o zaman." İlgisizce omuz silkip kataloğun sayfalarını karıştırmaya başladım. "Ben bir dakika girip ona bakmasam ikinci dakika meraktan ölüyorum." Sanırım hayatımız rayına girmeden başımı kaldırıp birinin gözlerine bakmaya da kalbime almaya da cesaretim yoktu. "Ne zamandır seviyorsun onu?" diye sorduğumda omuzlarını düşürerek "Üç yılı geçeli iki hafta oldu." dedi, hayretle gözlerimi büyüttüm.

"Dokuzuncu sınıfın ikinci döneminde gelmişti okulumuza. Sanırım aileleri tamamen yurt dışında bir eğitim almasını istiyordu ama son anda planlarda değişim olmuş. Daha doğrusu Emir'in vazgeçtiğini duydum. Sanırım Rüzgar'la bir ilgisi var Türkiye'de kalmak istemesinin." Karton bardağı iki avucumun içine alarak ellerimi ısıtmaya çalıştım. "O ne zamandan beri burada?"

"Karışık, bir ay varsa beş ay yoktur. Her gidişinde artık gelmez diye düşünsek de kendini unutturmadan geri dönüyor." Kesinlikle normal bir çocuk değildi. "Neden sordun onu durduk yere?" diye sorduğunda Gamze, gözlerimi kaçırdım. "Hiç, umarım bir daha gider ve ben gidene kadar da geri dönmez." Gamze hafifçe kıkırdadı. Olumsuz hislerimde sonuna kadar haklıydım. Çocuk üç günde kabuslarıma girecek kadar korkutmuştu beni. Tam o sırada bize doğru gelen Emir'i görüp Gamze'yi dürtükledim. "Seninki geliyor."

"Benimki mi, Emir mi?" Sırıtarak başımı salladım. Aniden heyecanlanması acayip hoşuma gidiyordu. Verdiği garip tepkiler çok komikti. "Buraya mı geliyor, emin misin?" Kocaman gözlerini emin olmak için arkasına döndürdü ve Emir'i gördüğü an yerinden sıçrayarak ayağa kalktı. "Ben gidiyorum, benim gitmem lazım. Yine çok yakışıklı vicdansız, kalbimi ondan korumalıyım. Ben gidiyorum, hadi bay bay!"

"Ne?" Kahvesini oturduğu yere bırakıp çantasını kaptığı gibi gitmeye hazırlandı. "Gamze saçmalama, nereye gidiyorsun?"

"Şu an çok heyecanlandım, kesin saçmalayıp kendimi rezil ederim. O yüzden ben gidiyorum, eğer beni sorarsa, yani sormaz ama yine de sorarsa işte yetiştirmesi gereken bir ödevi vardı dersin. Ondan kaçtığımı düşünmesini sağlama." Şu an tam da ondan kaçıyordu zaten. "Saçmalıyorsun, şu an ondan kaçarsan yarın ne yapacaksın, ya öbür gün? Otur şuraya, aynı sınıfta olduğun birinden ne kadar kaçabilirsin?"

"Bu yüzden şu genç yaşımda kalp hastası olacağım ya! Kalbim onu gördüğü dakika pekmez gibi mideme akıyor. Hadi sınıfta görüşürüz." diyerek beni duymazlıktan geldi. Hızla banktan uzaklaşırken arkasından onaylamaz bakışlar attım. Emir'le yakınlaşma şansını neden geri tepiyordu ki? "O koşarak giden Gamze miydi?"

Gergince Emir'e döndüm. Ne diyecektim şimdi ben bu çocuğa? Belki de onun için gelmişti. Ah Gamze, ah! "Evet." dedim gözlerimiz buluştuğunda. "Yetiştirmesi gereken bir ödevi varmış." diyerek bana verdiği kılıfı uydurdum mecburen. "Birden aklına gelince telaşlandı."

"Anladım." Gamze'nin kalktığı yeri işaret ederek "Oturabilir miyim?" dediğinde hafifçe başımı sallayarak izin verdim. Nezaket böyle bir şey olmalıydı galiba, Rüzgar'ın yakından uzaktan alakası olmadığı bir davranış biçimi. Gamze'nin bıraktığı kahveyi kaldırıp yanda duran çöpe attıktan sonra yanıma oturdu Emir. "Ee nasılsın, alıştın mı okula?" bilmem dercesine omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Alışmaya çalışıyorum sanırım." Alışmaktan başka çarem var mıydı ki?

"Arkanda bıraktığın önemli bir şey yoksa çabuk alışırsın." dedi, gözlerimin içine bakarak. Bir şey mi öğrenmeye çalışıyordu? Gergince oturduğum yerde kıpırdandım. "Bir şey benim için önemliyse arkamda bırakmam." Kısa bir sessizlik cevabımı takip etti. "Anladım." dedi yeniden. Ne anladığını merak etmediğim için sormadım. "Partiye geliyor musun?" dediğinde lafı değiştirmeye çalıştığını anlamıştım ama ben de ona ayak uydurdum.

"Karar daha verilmedi, gelmek istemiyorum ama Gamze gelmemi çok istiyor."

Ellerini ensesine atarak hafif uzun saçlarını karıştırdı. "Eğer gelmeye karar verirsen buraları bilmediğini varsayarak gelip seni alabilirim, birlikte gideriz."

"Çok iyi olur, Gamze ve bana eşlik etmene sevinirim." dediğimde kaşlarını çattı. "Gamze? Ha! Şey tabii, aynen" Gülümseyerek kahvemden bir yudum aldım. Sanırım Gamze'yi çok mutlu edecek bir sürprizim olmuştu. Emir'in gelip onu alacağını duyunca çıldıracaktı. Gülümsemem okulun içine hızla giriş yapan arabayı görmemle solarken yutkunarak arabanın durmasını bekledim. Dün kaybolduğumda gördüğüm lamborghini tam karşımda duruyordu. İçinden çıkan adam kalbimin sıkışmasına neden olurken telaşla ayağa kalktım.

Önce arabanın gri kapısı açıldı. Zemine değen siyah botuna düşürdüm şaşkın bakışlarımı. Uzun bacaklarını saran siyah kotunu incelerken gövdesini çıkardı. Çevik bir hareketle tamamen dışarı çıktığında, siyaha yakın kumral saçlarını karıştırdı ve buzdan duvarları inşa ettiği gözlerini bize doğru çevirdi.

Rüzgar Karahanlı beni mi takip etmişti?

Bakışlar önce arabasına daha sonra ona kilitlenirken soğuk bakışları kafasını kaldırdığı gibi bizi bulmuştu. Emir ona elini kaldırarak selam verdikten sonra bana baktı ve yüzümde oluşan ani değişikliği fark etti. "Ne oldu?" diye sordu yumuşak bir sesle. "Neyin var?"

"Yok iyiyim, sınıfa gidelim mi? Ders başlar birazdan." dedim, onun bize doğru geldiğini fark edince. O gelmeden fırtınası vurmuştu durgun denizlerime. Emir yerinden kalkarken kolunu tutup çekiştirmemek için zor tutuyordum kendimi. "Olur tabii ama sen iyi olduğuna emin misin?" Hızla başımı sallayıp gitmek için hazırlandığımızda Rüzgar dibimizde bitmişti. Kesinlikle havadan daha soğuktu bakışları. Gamze gibi arkama bakmadan koşmak istiyordum.

"Rüzgar, kardeşim." Emir onunla tokalaşırken göz ucuyla ona baktım. Ne yapmam gerekiyordu, beni tüm gün takip etmişti ve kaskatı bakışlarında hoşuna gitmeyen şeyler olduğu açıkça belli oluyordu. "Ada, bu Rüzgar. Çocukluk arkadaşım." Rüzgar'a dönerek beni işaret etti gözleriyle. "Ada da okulumuza yeni başladı kardeşim." diye tanıttı, zaten ilk günden düşman kesilen bizi birbirimize tanıştırarak. Keşke onu hiç tanımasaydım, arabadan indiğim ilk an üzerime bina çökseydi ya da onun yerine bir arabaya çarpsaydım ama onu hiç tanımasaydım. Sahte sahte gülümsedim. Oda gülümsedi ama bunu yaparken dudaklarının kenarına sanki silah dayamışlardı. "Ada." diye tekrarladı Emir'i. İsmimi ondan duymak garip hissettirmişti. "Ada Demir." diye fısıldadı ardından Emir'in duyamayacağı ama beni sağır eden bir fısıltıyla. Kalın dudaklarından dökülen sadece adım ve soyadım değil, hayatımdı. Göz bebeğim aniden açılarak onun hiçbir duygunun izine rastlanmayan kurak, duygusuz göz bebeklerine çakıldı. Yutkunarak geriye doğru bir adım atıp "Ben artık gitmeliyim." diye birden telaşla ortaya atıldım. Ruhum saniyelik bedenimden ayrılıp geri gelmişti. Emir ne olduğunu anlayamazken sırtıma sapladığı bakışlarına bir an olsun dönmeyerek onlardan uzaklaştım. Emir arkamdan seslendi ama korkuyla atan kalbimin sesi onu duymama engel oldu.

Binanın içine girer girmez kızlar tuvaletine koşup girdiğim gibi kapıyı ardımdan gürültüyle kapattım. Beynimin içine Rüzgar'ın aklında dönen tilkilerin gölgesi düşmüş, mantığımı karanlıkta bırakmıştı. Lavabonun önünde durdum. Beni kesinlikle araştırmış olmalıydı, takip de etmişti. Musluğu sonuna kadar açıp ardı ardına soğuk suyu yüzüme çarpmaya başladım. Babamı arayıp artık her şeyi anlatmam lazımdı, yoksa başım çok daha büyük bir belaya girecekti. Geri dönüşü olmayan felaketleri yaşamadan ona başıma aldığım belayı anlatmalıydım. İçimde o kadar kötü bir his vardı ki, o his buradan hemen defolmam gerektiğini söylüyordu. Yanaklarımı ovuşturarak yüzüme son kez suyu çarpıp doğruldum. Yanda duran peçete makinesine gözüm kapalı bir şekilde uzanıp iki parça kağıt havluyu alıp yüzümü kuruladım. O an ensemde bir nefes yerini buldu. O nefesin ağırlığıyla korkarak gözlerimi araladım ve aynada gördüğüm yansımayla bir an bile düşünmeden avazımın çıktığı kadar bağırmak için dudaklarımı araladım.

"Sakın." dedi, aynı anda dudaklarıma bastırdığı eliyle tüm çığlığımı avuçlarına tutsak ettiğinde. "Sakın polisin kızı."

Eli sadece çığlığımı değil, ruhumu da hapis etti avuçlarının arasına. Diğer eli belime kaydığında bedenimi cansız bir ceset gibi istediği tarafa çekmişti. "Burada, seni elimden alabilecek hiçbir güç yok. Baban yok polisin kızı." Güçsüz ellerim belimdeki eline kaydı." Seni benim cehennemimden çekip kurtaracak hiç kimsen yok."

Gözlerimden bir damla yaşın düştüğünü hissettim, eline bulaşan ikinci gözyaşını o da hissettiğinde kulağımın dibine hırladı. "Daha hiçbir şey yapmadım." dedi hırsla. "Hiçbir şey." Bazı felaketler daha olmadan hissedilirdi. Bazı depremler hiç sarsmadan yıkardı bir binayı. Benim etrafıma sardığım duvarlarım daha çocuk yaşta inşa etmek zorunda kaldığım için çok güçsüzdü. Benim binam tek bir darbede yıkılmaya hazırdı.

Rüzgar Karahanlı benim duvarlarımın uğradığı ilk felaketti ve yerle bir olması o kadar kolaydı ki, güçsüzlüğümü ilk defa iliklerime kadar hissettim.

Nefes alamadığımı hissettiğim anda tırnaklarımı eline geçirdim ama bu daha fazla öfkelenmesine neden oldu. Belimdeki eli bir kelepçe gibi belime sarıldıktan sonra ayaklarını hareket ettirdi, sadece parmak uçlarım yere değdiğinden sürüklediği yere direnmeme fırsat vermeden kolaylıkla çekti. Yanda duran soğuk duvara sırtımı yasladığında bedenimi duvarla kendi arasına almıştı. İkimiz arasında kalan ellerimle onu kendimden uzaklaştırmak için direndiğimde "Yeter." diye bağırdı kan kusan bir sesle. "Direnme bana!"

Altında kaldığım felaketin göz bebeklerine baktım.

Güçsüzdüm. O kadar güçsüzdüm ki, vücudum sallanan bir ağacın dallarını, ellerim ise tir tir titreyen yapraklarını anımsatıyordu. Gözlerimin ucundan savunmasız bir bakış attım, kafese konulmuş bir güvercin gibi hissediyordum. Bağırsam yardımıma kim gelirdi ki? Onun kuklaları gelir miydi? Çocukluk arkadaşı Emir onu iki günlük kıza satar mıydı, Gamze gelse ne yapabilirdi? "Önce telefondan başlayalım istersen polisin kızı." Diye hesap sordu bir süre sonra. "Arama kayıtlarındaki polis aramasından?"

Ellerini dudaklarımdan çekerek bağırmamam için uyarı dolu bir bakış atığında titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sen delirmişsin." diye fısıldadım. "Sen kafayı yemişsin." Bağırmıyordum ama sesim o kadar kötüydü ki, kendi çaresizliğimin sesini duydukça ona en ağır kelimeleri sarf etmek istiyordum beni bu hale soktuğu için. "Hemen beni bırak yoksa..."

"Yoksa ne?" diye sertçe kesti sözümü. "Yoksa ne Adacık?"

Adacık?

"Yoksa..." Sesim titrediğinde yüzümü hedef alan keskin bakışlarının altında nefes alamadım. "Ne istiyorsun benden Allah'ın cezası?" diye yakındım. "Ne?" Kalbim bu nefretin nedenini kabullenmiyordu. Kirpikleri bir ok gibi ruhu kaybolmuş gözlerimi hedefine aldığında, orada öldürebileceği bir can aradı gözleri. "Furkan'ı"

"Tanımıyorum." Dedim bıkkın bir şekilde, bakışları karşısında sesimi bir kalkan gibi aramıza siper ederken konuşmaya devam ettim. "Anlıyor musun, TANIMIYORUM." İki kaşının arasında kabaran yolu alnında ortaya çıkan damarlar takip etti. "O gün..." dedim bir an olur belki de dinler diye. "Sen o çocuğu bıçaklamaya kalkıştığında oradan geçiyordum. Oraya çok yakın bir yerde oturuyoruz ve ben yalnızca evime gidiyordum. Sizi görünce telaşla polisi aradım ama yemin ederim ki sizi ihbar etmedim. Etmek istedim ama etmedim."

Yüzündeki nefretin paramparça olmasını bekledim, tuzla buz olup aramızda yok olmasını ama o nefret göz bebeklerine yıllar öncesinden atılmış bir tohum gibi yeşermişti öfkesiyle. Kin gözlerinin akına doğru sızarak kırmızı damarlar halinde ilerlemişti, toprağa köklerini salan bir ağaç kadar güçlüydü.

"Sonra baban geldi." diye tamamladı beni. "Özgür Demir." Sessizce onu onayladım. Gözlerindeki öfke bir an olsun gitmiyordu. "Emniyetin yeni baş komiserinin kızı." dedi iğrenir gibi. Ellerimi çaresizce açıp ona doğru döndürdüm. Babamdan korkup beni rahatsız etmekten vazgeçebilirdi. "Furkan'la hiçbir ilgim yok. Ne parasını aldım ne de altına yattım." diye hatırlattım bana o gün sarf ettiği sözleri hatırlayarak. "Her şey tesadüftü sadece."

Dudağının bir kenarı alayla yukarı kıvrıldı. "Tesadüf ha! O gün orada olmanız da, bu okula gelmen de sadece bir tesadüf? O adamın baban çıkması da?" Saf gibi onu onayladım ama bu yaptığım gözlerinden ateşler çıkmasına neden olmaktan öteye gidemedi. "Sen beni salak mı sandın lan?" diye kükrediğinde ona doğru uzattığım ellerimi yumruk yaparak iki yanıma düşürdüm. "Özgür Demir kendi kızını kullanacak kadar mı kararttı gözünü?"

Sözlerinin ağırlığı kalbimin üzerine oturduğunda ruhumun boynuna bir ip dolandı.

İpin bir ucu Rüzgar'da diğer ucu babamın ellerinin arasındaydı. Gözlerim acıyla yanıyordu. "Sen ne diyorsun?" diye fısıldadım ama bana inanmayan gözlerle baktı. "Diyorum ki." derken çenemle boynum arasında bir noktaya ellerini bastırdı. Başım yükseldiğinde yüzüme eğildi, başparmağı nefesimi kesen bir noktayı bulmuştu. "Rüz-" Burnu burnuma değdi ve gözlerindeki yangın arttığında gözyaşlarım hızla yanaklarımdan süzülmeye başladı. Canım acıyordu, tüm kemiklerim kırılmış da etlerime saplanmıştı sanki.

"Canımı yakmaya çalışanın canını alırım polisin kızı."









 

Loading...
0%